Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Sağlığımız ve Hastalıklar > Psikoloji

Psikoloji Psikoloji, psikiyatri ve kişisel gelişim


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 25.11.2015, 04:00   #81
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Aile ve Disiplin






Ayşegül yine evin içinde çığlık çığlığa bağırıyordu.Ne zaman bir şey tuttursa ve annesi hayır dese uzun süre çığlıklar atıp bağırıyor,ağlıyor ve tekmeler savuruyordu..Henüz 5 yaşında olmasına rağmen evin hakimiyeti onun elindeydi. Çünkü her defasında bağırmalarının ve tepinmelerinin ardından sussun diye annesi ya da babası sonunda pes ederek istediğini yapıyorlardı. Başlangıçta bir çok yöntem denemelerine rağmen işe yaramamıştı. Ceza vermeyi denemişler, hatta sonradan pişman olmalarına rağmen bir kaç kez vurmuşlardı bile. Çoğu zaman annesi hayır dediğinde babası yorgun olduğunu ileri sürerek bağırmasını dinleyemeyeceğini ve Ayşegül’ün istediğini alacağını söylüyordu. Bir kaç kez de baba kızdığı halde anne babaya şunu bağırtmasana, çocuk alt tarafı oyuncak istiyor bu kadar üzmeye ne gerek var diye söyleniyordu. Ayşegül artık evde anne ve babasını nasıl yola getireceğini iyice öğrenmişti, evde otorite oydu...



Ayşegül’ün anne ve babası çocuk sahibi olacaklarını öğrendiklerinde çok sevinmişlerdi. Bebek doğduğunda sevimli ,uysal bir çocuktu. Aile de ilk torundu ve tüm aile üzerine titriyordu.Ancak gün gelipte Ayşegül istediklerini yaptırmak için evdeki huzuru bozduğunda oturup nerede yanlış yaptıklarını,evde yeniden disiplini nasıl sağlayacaklarını düşünmeye başladılar. O sevimli küçük bebek nereye gitmişti,bir dediğini iki etmedikleri halde şimdi onlara karşı çıkıyordu. Yanlış neredeydi?



Disiplin, kişinin düzen sağlaması, düzenli yaşaması demektir. Ailede disiplinden söz edecek olursak, aile bireylerinin belirli bir düzende yaşamalarını düşünebiliriz. Her ailenin farklı bir düzeni olduğuna göre, farklı bir disiplin anlayışı var diyebiliriz. Bazı aileler daha katı bir disiplin uygularken, bazı aileler daha esnek olabilmekte ya da kurallara fazla yer vermemektedirler.



Çocuğa disiplin öğretmenin yolu ise genellikle ödüller ve cezaların uygulanması ile denenir. Anne ve baba, çocuk onların istediği gibi davranmadığı zaman ne yapmaları gerektiği konusunda çoğunlukla kararsızdırlar. Bazen şiddetli tepki gösterirler,cezalar birbirini izler, bazen de yapılan hata görmemezlikten gelinebilir.



Bütün çocuklar kuralları öğrenirken açıklamalara gerek duyarlar. Ebeveynler kuralları çocuklarına öğretirken öncelikle kendi aralarında disiplini nasıl sağlayacakları hakkında konuşmalı ve bir tutarlılık sağlamalıdırlar. Çocuk anne ve babanın aynı olaya farklı tepkiler göstermesi karşısında nasıl davranacağını kestiremez.Bazen aile içinde annenin izin verdiği bir şeye baba hayır diyebilir. Bu sorunu aşmak ancak anne ve babanın aynı dili konuşması ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde çocuk hayır yanıtını aldığı babadan anneye gidecek ve istediğini elde edene kadar uğraşacaktır. Ya da bir kez yaptığı davranışa peki, bu seferlik öyle olsun yanıtı vermek çocuğun sınırları tanımasında sorun oluşturacak ve çocuk her defasında sınırları genişletmek için uğraşacaktır.



Çocuğa istenilen bir davranışı öğretmek istediğimizde neler yapmalıyız?



Anne ve babaların en sık şikayetlerinden biri defalarca söylediğim halde aynı şeyi yapıyor, her türlü cezayı denedik ama olmadıdır. Disiplin demek ceza demek değildir. Katı davranışlar sergilemek, her şeyi kurallı hale getirmek ve bu kurallar uygulanmadığında cezalandırmak istenilen davranışın yerleşmesini sağlamaz. Aynı zamanda katı yaklaşımlar çatışmanın büyümesine ve evdeki yaşantının keyifsiz bir hale dönüşmesine neden olacaktır. Çocuk ancak önündeki örneğe bakarak model alır ve öğrenir. Dikkat edilecek noktalardan biri de çocuğa öğretmeye çalıştığımız disiplini önce kendimizin uygulamasıdır. Örneğin çocuğa arkadaşlarına kötü davranmasının ne kadar yanlış olduğunu söyleyip bu nedenle onu cezalandırmadan önce evde aile bireyleri olarak birbirimize nasıl davrandığımıza dikkat etmemiz, küfür etmenin kötü olduğunu söyleyip trafikte sinirlenip çocuğun yanında diğer sürücüye küfür etmemiz ne derece tutarlı olacaktır. Eğer ebeveynler olarak disiplinli, düzenli bir davranış sergilersek çocukta bunu örnek alacaktır.



Bir diğer noktada çocuğa evdeki kuralların ne olduğunu, kendisinden neler beklediğinizi ona anlatmaktır. Çocuk bilmediği konularda kurallara uyamaz. Bugünden itibaren çocuktan daha önce hiç uygulamadığım bir kurala uymasını beklemek haksızlık olur. Çocuk önceden kendisinden neler beklendiğini bilirse evde çatışmalarda ortadan kalkacaktır. Yapacağımız açıklamalar, beklentilerimizin ne olduğunu doğru ve açık bir dille anlatmak ona doğru davranışı sergileme şansını sağlayacaktır.Bir önemli noktada beklentilerimizin çocuğun yaşına ve yapısına uygun olmasıdır.



Disiplin kişinin belirli bir düzende yaşamasıdır demiştik. Kuralları öğretmeye başladığımızda asıl hedefimiz çocuğun bunları benimsemesi, düzenli yaşamayı kendi başına uyarılara gerek duymadan yapabilmesini sağlamaktır. Böylece çocuğu sürekli olarak uyarmaktan, cezalandırmaktan ve evde çatışma yaşamaktanda kurtulmuş oluruz ve çocukta her fırsatta eleştirilmekten, azarlanmaktan ve cezalandırılmaktan kurtulmuş olur.



Her insanın yeni bir şey öğrenirken deneme ve yanılma yolu kullanması, denerken hatalar yapması doğaldır.Çocukta yeni kurallar öğrenirken deneyecek,sonuçlarını görecek belki bir-iki kez daha aynı hatayı yapacak ancak öğrenecektir.Önemli olan bu deneme yanılmalarda ona gereken sabrı ve desteği göstermektir.Yaptığı ilk hatada kızmak yada cezalandırmak, düşünmesine olanak tanımadan yaptığın yanlış diyerek kestirip atmak davranışı öğrenmesini engellemekten başka bir işe yaramaz.



Çocuk istenilen davranışı gösterdiğinde ,bu davranış için gösterdiği çabayı fark ettiğinizi , onu takdir ettiğinizi ,bazen sonucu yanlış olsa bile sadece harcadığı çaba için bile onu takdir ettiğinizi,bu kez neden olayın olumlu sonuçlanmadığını ve gelecek sefere ne yapması gerektiğini sabırla anlatmak gerekir. Çocuğu başaramadığı konularda fazlasıyla uyarırız.peki ya olumlu davranışlar.Onlar genellikle olağan ve yapılması gereken davranışlar olduğu için takdir etmeye çoğu zaman gerek bile duymayız.



Olumlu davranış ancak olumlu bir tepki görürse pekişecektir.Kendimize ne kadar hata yapma fırsatı tanıyoruz,çocuğumuza ne kadar ...Bazen bir süre için sadece yapılan olumlu davranışları görüp,onlara odaklanmak ,hatalı davranışları sık sık hatırlatmamak gerekebilir.Takdir etmek ve ödüllendirmek istenilen davranışın hemen ardından yapılmalıdır.Aksi takdirde çocuk ne için ödüllendirildiğini ya da beğenildiğini unutacak,aynı olumlu davranışı sergilemeyi de hatırlamayacaktır.



Sabır göstermek bazen gerçekten zor gelir.Zira çocuklar ebeveynlerin sabırlarını zorlamada çok başarılıdırlar.Öncelikle patlayacağınızı hissettiğinizde çocuğa duygunuzun ne olduğundan bahsedin ve o sırada tartışmayı kesip,hem kendinizin hem de çocuğun sakinleşmesini bekleyin.Kendinize çocuğa sinirlendim ama acaba bu öfkenin gerçekten ne kadarı çocuğa yönelik,ne kadarı başka nedenlerden diye sorun.Bazen işte yaşadığınız bir sorunu eve taşıdığınız için ya da o gün sizi kızdıran bir olay için patlayacak yer ararsınız.Karşınızdaki en kolay hedefte çocuk olur.Tartışma başladığını hissettiğinizde çocuğa çok kızgınım ya da yorgunum ,üzgünüm diye duygunuzu açıklayın.Çocuk bunu anlayacaktır.Bazen aynı davranışı sizi anlamamazlıktan gelip sürdürebilir ancak her defasında aynı şekilde davranırsanız bir süre sonra çocuk bu değişikliği fark edecek ve o da duyguları yolu ile konuşacak belkide neden o gün böyle davrandığı ,canını sıkan bir şey olup olmadığını anlatacaktır.Çocuk istenmeyen bir davranış yaptığında bunun sonuçları hakkında düşünmesini sağlamak ve açıklamak önemlidir.Evde belirlenen kurallara uyulmadığı zaman bunun kendisine ya da başkasına ne gibi zararları olacağı çocuğa anlatılamalı ve bunlar hakkında düşünmesi sağlanmalıdır.Bunun için çocuğa fırsat tanımak gerekir.Çocuk ısrarla kardeşinin eşyalarını karıştırıyor,bozuyor ve dağıtıyorsa ,bunun yanlış olduğu anlatılmalı,kardeşini üzdüğü hakkında düşündürülmeli ve kardeşinin eşyalarını toplaması sağlanarak yaptığı olumsuz davranış hakkında davranışını telafi etmesine ve düşünmesine yardımcı olmalıdır. Cezalandırmak çocuğunuzun öfkesinin artmasına neden olacaktır.Artan öfkenin kaynağı ise siz olacağınız için çocuk aldığı ceza ile davranışı arasında bağlantı kurmak yerine , ceza ile sizin aranızda bağlantı kuracak,böylece davranışının sonucunu düşünmesine fırsat kalmayacaktır.Halbuki amaç ,sonucu öğrenmesi ve sonuca katlanmasını ,düşünmesini sağlamak olamalıdır.Ödüllendirme yönteminde de dikkat edilmesi gereken yapılan her davranışı maddi olarak ödüllendirme yöntemidir.Dersini yaparsan sana şeker alacağım ya da seni gezmeye götüreceğim gibi ödüllendirmelerde bir süre sonra çocuğun istekleri karşılanamaz boyuta varabilir.Çocuk rüşvetle davranmayı öğrenir.Ödülünde dozu önemlidir.Ödül önceden değil mutlaka istenen davranış yapıldıktan sonra verilmeli,mutlaka maddi bir ödül olmamalıdır,örn;sözlü takdirde bir ödüldür.İstenen davranışın yapılması bir süre sonra ödül olmadan da olmalıdır.Hedef ödüllendirme ile öğrenilen davranışın yerleşmesi ve ödüle gerek duymadan yapılması olmalıdır.



Unutmamalıdır ki çocuğa ne kadar olumlu yaklaşırsak o kadar olumlu cevap alabiliriz.Burada kendimiz için neler bekliyorsak aynısını çocuğa da uygulamamız gerektiğini hatırlamalıyız.



Nur Dinçer Genç


Psikolog


DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü


Çocuk ve Genç Bölümü

__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 25.11.2015, 04:00   #82
Çevrimdışı
Cem1907
Uzman Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Alıntı:
Orjinal Mesaj Sahibi Suzim Mesajı göster
Bazen okumak gerekiyor , biraz uzun bazıları ama sıkıcı değil
Siz de haklısınız!
__________________
  Alıntı ile Cevapla
5 Üyemiz Cem1907'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 01:44   #83
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Aile ve Disiplin





Ayşegül yine evin içinde çığlık çığlığa bağırıyordu.Ne zaman bir şey tuttursa ve annesi hayır dese uzun süre çığlıklar atıp bağırıyor,ağlıyor ve tekmeler savuruyordu..Henüz 5 yaşında olmasına rağmen evin hakimiyeti onun elindeydi. Çünkü her defasında bağırmalarının ve tepinmelerinin ardından sussun diye annesi ya da babası sonunda pes ederek istediğini yapıyorlardı. Başlangıçta bir çok yöntem denemelerine rağmen işe yaramamıştı. Ceza vermeyi denemişler, hatta sonradan pişman olmalarına rağmen bir kaç kez vurmuşlardı bile. Çoğu zaman annesi hayır dediğinde babası yorgun olduğunu ileri sürerek bağırmasını dinleyemeyeceğini ve Ayşegül’ün istediğini alacağını söylüyordu. Bir kaç kez de baba kızdığı halde anne babaya şunu bağırtmasana, çocuk alt tarafı oyuncak istiyor bu kadar üzmeye ne gerek var diye söyleniyordu. Ayşegül artık evde anne ve babasını nasıl yola getireceğini iyice öğrenmişti, evde otorite oydu...

Ayşegül’ün anne ve babası çocuk sahibi olacaklarını öğrendiklerinde çok sevinmişlerdi. Bebek doğduğunda sevimli ,uysal bir çocuktu. Aile de ilk torundu ve tüm aile üzerine titriyordu.Ancak gün gelipte Ayşegül istediklerini yaptırmak için evdeki huzuru bozduğunda oturup nerede yanlış yaptıklarını,evde yeniden disiplini nasıl sağlayacaklarını düşünmeye başladılar. O sevimli küçük bebek nereye gitmişti,bir dediğini iki etmedikleri halde şimdi onlara karşı çıkıyordu. Yanlış neredeydi?

Disiplin, kişinin düzen sağlaması, düzenli yaşaması demektir. Ailede disiplinden söz edecek olursak, aile bireylerinin belirli bir düzende yaşamalarını düşünebiliriz. Her ailenin farklı bir düzeni olduğuna göre, farklı bir disiplin anlayışı var diyebiliriz. Bazı aileler daha katı bir disiplin uygularken, bazı aileler daha esnek olabilmekte ya da kurallara fazla yer vermemektedirler.

Çocuğa disiplin öğretmenin yolu ise genellikle ödüller ve cezaların uygulanması ile denenir. Anne ve baba, çocuk onların istediği gibi davranmadığı zaman ne yapmaları gerektiği konusunda çoğunlukla kararsızdırlar. Bazen şiddetli tepki gösterirler,cezalar birbirini izler, bazen de yapılan hata görmemezlikten gelinebilir.

Bütün çocuklar kuralları öğrenirken açıklamalara gerek duyarlar. Ebeveynler kuralları çocuklarına öğretirken öncelikle kendi aralarında disiplini nasıl sağlayacakları hakkında konuşmalı ve bir tutarlılık sağlamalıdırlar. Çocuk anne ve babanın aynı olaya farklı tepkiler göstermesi karşısında nasıl davranacağını kestiremez.Bazen aile içinde annenin izin verdiği bir şeye baba hayır diyebilir. Bu sorunu aşmak ancak anne ve babanın aynı dili konuşması ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde çocuk hayır yanıtını aldığı babadan anneye gidecek ve istediğini elde edene kadar uğraşacaktır. Ya da bir kez yaptığı davranışa peki, bu seferlik öyle olsun yanıtı vermek çocuğun sınırları tanımasında sorun oluşturacak ve çocuk her defasında sınırları genişletmek için uğraşacaktır.

Çocuğa istenilen bir davranışı öğretmek istediğimizde neler yapmalıyız?

Anne ve babaların en sık şikayetlerinden biri defalarca söylediğim halde aynı şeyi yapıyor, her türlü cezayı denedik ama olmadıdır. Disiplin demek ceza demek değildir. Katı davranışlar sergilemek, her şeyi kurallı hale getirmek ve bu kurallar uygulanmadığında cezalandırmak istenilen davranışın yerleşmesini sağlamaz. Aynı zamanda katı yaklaşımlar çatışmanın büyümesine ve evdeki yaşantının keyifsiz bir hale dönüşmesine neden olacaktır. Çocuk ancak önündeki örneğe bakarak model alır ve öğrenir. Dikkat edilecek noktalardan biri de çocuğa öğretmeye çalıştığımız disiplini önce kendimizin uygulamasıdır. Örneğin çocuğa arkadaşlarına kötü davranmasının ne kadar yanlış olduğunu söyleyip bu nedenle onu cezalandırmadan önce evde aile bireyleri olarak birbirimize nasıl davrandığımıza dikkat etmemiz, küfür etmenin kötü olduğunu söyleyip trafikte sinirlenip çocuğun yanında diğer sürücüye küfür etmemiz ne derece tutarlı olacaktır. Eğer ebeveynler olarak disiplinli, düzenli bir davranış sergilersek çocukta bunu örnek alacaktır.

Bir diğer noktada çocuğa evdeki kuralların ne olduğunu, kendisinden neler beklediğinizi ona anlatmaktır. Çocuk bilmediği konularda kurallara uyamaz. Bugünden itibaren çocuktan daha önce hiç uygulamadığım bir kurala uymasını beklemek haksızlık olur. Çocuk önceden kendisinden neler beklendiğini bilirse evde çatışmalarda ortadan kalkacaktır. Yapacağımız açıklamalar, beklentilerimizin ne olduğunu doğru ve açık bir dille anlatmak ona doğru davranışı sergileme şansını sağlayacaktır.Bir önemli noktada beklentilerimizin çocuğun yaşına ve yapısına uygun olmasıdır.

Disiplin kişinin belirli bir düzende yaşamasıdır demiştik. Kuralları öğretmeye başladığımızda asıl hedefimiz çocuğun bunları benimsemesi, düzenli yaşamayı kendi başına uyarılara gerek duymadan yapabilmesini sağlamaktır. Böylece çocuğu sürekli olarak uyarmaktan, cezalandırmaktan ve evde çatışma yaşamaktanda kurtulmuş oluruz ve çocukta her fırsatta eleştirilmekten, azarlanmaktan ve cezalandırılmaktan kurtulmuş olur.

Her insanın yeni bir şey öğrenirken deneme ve yanılma yolu kullanması, denerken hatalar yapması doğaldır.Çocukta yeni kurallar öğrenirken deneyecek,sonuçlarını görecek belki bir-iki kez daha aynı hatayı yapacak ancak öğrenecektir.Önemli olan bu deneme yanılmalarda ona gereken sabrı ve desteği göstermektir.Yaptığı ilk hatada kızmak yada cezalandırmak, düşünmesine olanak tanımadan yaptığın yanlış diyerek kestirip atmak davranışı öğrenmesini engellemekten başka bir işe yaramaz.

Çocuk istenilen davranışı gösterdiğinde ,bu davranış için gösterdiği çabayı fark ettiğinizi , onu takdir ettiğinizi ,bazen sonucu yanlış olsa bile sadece harcadığı çaba için bile onu takdir ettiğinizi,bu kez neden olayın olumlu sonuçlanmadığını ve gelecek sefere ne yapması gerektiğini sabırla anlatmak gerekir. Çocuğu başaramadığı konularda fazlasıyla uyarırız.peki ya olumlu davranışlar.Onlar genellikle olağan ve yapılması gereken davranışlar olduğu için takdir etmeye çoğu zaman gerek bile duymayız.

Olumlu davranış ancak olumlu bir tepki görürse pekişecektir.Kendimize ne kadar hata yapma fırsatı tanıyoruz,çocuğumuza ne kadar ...Bazen bir süre için sadece yapılan olumlu davranışları görüp,onlara odaklanmak ,hatalı davranışları sık sık hatırlatmamak gerekebilir.Takdir etmek ve ödüllendirmek istenilen davranışın hemen ardından yapılmalıdır.Aksi takdirde çocuk ne için ödüllendirildiğini ya da beğenildiğini unutacak,aynı olumlu davranışı sergilemeyi de hatırlamayacaktır.

Sabır göstermek bazen gerçekten zor gelir.Zira çocuklar ebeveynlerin sabırlarını zorlamada çok başarılıdırlar.Öncelikle patlayacağınızı hissettiğinizde çocuğa duygunuzun ne olduğundan bahsedin ve o sırada tartışmayı kesip,hem kendinizin hem de çocuğun sakinleşmesini bekleyin.Kendinize çocuğa sinirlendim ama acaba bu öfkenin gerçekten ne kadarı çocuğa yönelik,ne kadarı başka nedenlerden diye sorun.Bazen işte yaşadığınız bir sorunu eve taşıdığınız için ya da o gün sizi kızdıran bir olay için patlayacak yer ararsınız.Karşınızdaki en kolay hedefte çocuk olur.Tartışma başladığını hissettiğinizde çocuğa çok kızgınım ya da yorgunum ,üzgünüm diye duygunuzu açıklayın.Çocuk bunu anlayacaktır.Bazen aynı davranışı sizi anlamamazlıktan gelip sürdürebilir ancak her defasında aynı şekilde davranırsanız bir süre sonra çocuk bu değişikliği fark edecek ve o da duyguları yolu ile konuşacak belkide neden o gün böyle davrandığı ,canını sıkan bir şey olup olmadığını anlatacaktır.Çocuk istenmeyen bir davranış yaptığında bunun sonuçları hakkında düşünmesini sağlamak ve açıklamak önemlidir.Evde belirlenen kurallara uyulmadığı zaman bunun kendisine ya da başkasına ne gibi zararları olacağı çocuğa anlatılamalı ve bunlar hakkında düşünmesi sağlanmalıdır.Bunun için çocuğa fırsat tanımak gerekir.Çocuk ısrarla kardeşinin eşyalarını karıştırıyor,bozuyor ve dağıtıyorsa ,bunun yanlış olduğu anlatılmalı,kardeşini üzdüğü hakkında düşündürülmeli ve kardeşinin eşyalarını toplaması sağlanarak yaptığı olumsuz davranış hakkında davranışını telafi etmesine ve düşünmesine yardımcı olmalıdır. Cezalandırmak çocuğunuzun öfkesinin artmasına neden olacaktır.Artan öfkenin kaynağı ise siz olacağınız için çocuk aldığı ceza ile davranışı arasında bağlantı kurmak yerine , ceza ile sizin aranızda bağlantı kuracak,böylece davranışının sonucunu düşünmesine fırsat kalmayacaktır.Halbuki amaç ,sonucu öğrenmesi ve sonuca katlanmasını ,düşünmesini sağlamak olamalıdır.Ödüllendirme yönteminde de dikkat edilmesi gereken yapılan her davranışı maddi olarak ödüllendirme yöntemidir.Dersini yaparsan sana şeker alacağım ya da seni gezmeye götüreceğim gibi ödüllendirmelerde bir süre sonra çocuğun istekleri karşılanamaz boyuta varabilir.Çocuk rüşvetle davranmayı öğrenir.Ödülünde dozu önemlidir.Ödül önceden değil mutlaka istenen davranış yapıldıktan sonra verilmeli,mutlaka maddi bir ödül olmamalıdır,örn;sözlü takdirde bir ödüldür.İstenen davranışın yapılması bir süre sonra ödül olmadan da olmalıdır.Hedef ödüllendirme ile öğrenilen davranışın yerleşmesi ve ödüle gerek duymadan yapılması olmalıdır.

Unutmamalıdır ki çocuğa ne kadar olumlu yaklaşırsak o kadar olumlu cevap alabiliriz.Burada kendimiz için neler bekliyorsak aynısını çocuğa da uygulamamız gerektiğini hatırlamalıyız.

Nur Dinçer Genç
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü



__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 01:47   #84
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Anaokulu Seçimi






Bir insanın yaşamının özellikle ilk 6 yılı öğrenmenin en hızlı olduğu dönem olarak düşünülmektedir. Bu dönem için de bebeğiniz büyüdükçe ne kadar ilgili ebeveynler olsanız da bir eğitim kurumu kadar geniş kapsamlı ve düzenli eğitim verebilmeniz mümkün olmayacaktır. Aynı zamanda ev içinde okulda ki gibi bir sosyal ortam oluşturmak ve çocuğunuza çok sayıda arkadaş bulabilmeniz de zor olacaktır. Bu nedenle okul öncesi eğitimi gerek zihinsel, gerek fiziksel, gerekse sosyal açıdan çocuğun gelişimi için oldukça önemli.

İlk kez 3 yaşında tanışacağı okul öncesi eğitimi için çocuğunuza okul seçerken nelere dikkat etmeli siniz?

Öncelikle çevrenizde ki çocuğu anaokuluna devam eden başka insanların size önerilerini bir yana bırakın. Zira sizin ve çocuğunuzun beklentileri çok yakın bir tanıdığınızın beklentileri ile hiç uyuşmayabilir. En iyisi siz kendinizin ve çocuğunuzun beklentilerini not edin. Çocuğunuzun ilgi alanları neler? Bunları da notlarınıza ekleyin.
Çocuğunuzun ihtiyaçları neler? Sizin okuldan beklentileriniz ile çocuğunuzun ihtiyaçları birbirini tutuyor mu? Örneğin sosyal olarak gelişmeye ihtiyacı olan çocuğunuzu, sosyal faaliyetleri az olan ya da çocuk sayısının az olduğu bir okula temizlik ve görünümünü beğendiğiniz için göndermemelisiniz.
Bu notları aldıktan sonra uygun gördüğünüz okulların listesini yapın ve okulları ziyaret etmeye başlayın. Bu ziyaretleri yaparken anne ve babanın birlikte gitmesi önemli. Çocuğunuzu ise yanınızda götürmeyin.
Okulda elinizdeki notlar doğrultusunda sorularınızı sorun. Sorularınıza aldığınız cevaplara göre sizi en çok tatmin eden ve çocuğunuzunda ihtiyaçlarını karşılayacak okulu tercih edin.
Okul ile ilgili olarak nelere dikkat etmek gerekiyor ve hangi konularda sorular sorabiliriz?
Okulun mevcudu ve sınıfların kaç kişi olduğu ve çocuk sayısına göre sınıflara kaç eğitmen düştüğü, ne çok kalabalık ne de arkadaş edinmesini kısıtlayacak kadar az sayıda çocuk olan bir okul.
Okulun programının içeriğinin ne olduğu? Hangi alanlarda gelişim için neler yapıldığı?
Evinizden okula ulaşımın nasıl olduğu, yaşı küçük olan çocukların uzun süreyi serviste geçirmelerini göz önünde tutmak önemli.
Sınıflarda ve diğer alanlarda çocuğun hareket edebileceği yeterli alan olup olmadığı, bahçesi olup olmadığı. Farklı faaliyetler için farklı mekanlar sunup sunmadığı, örneğin yemek, uyku, spor ya da resim alanları gibi.
Okul içinde gerekli güvenlik önlemlerinin ve hijyen koşullarının oluşturulup oluşturulmadığı. Sınıfta çocuğa zarar verecek alanlar var mı, elektrik prizleri ya da kaloriferler korumaya alınmış mı? Merdiven varsa yanlarında parmaklık olup olmadığı, özellikle tuvaletlerin ve mutfağın temizliği, sınıfların temiz ve havadar olması gibi.
Okulda belirli konularda uzman olup olmadığı. Örneğin psikolog ya da psikolojik danışman gibi. Bu uzman belirli aralıklarla size çocuğunuzun gelişimi ile ilgili bilgi veriyor mu?
Sınıflarda eğitimcilerin disiplini nasıl sağladıkları, kurallara uymayan çocuklara nasıl yaklaşıldığı, kuralların neler olduğu konusunda bilgi mutlaka alınmalı. Okulun ve ailenin disiplin anlayışlarının arasında büyük farklar olmamalı. Örneğin kuralların çok sıkı olmadığı bir ailede yetişen bir çocuğun disiplin kurallarına sıkı sıkı bağlı ve çok kuralcı bir okulda zorlanacaği kesindir.
Sağlık ile ilgili konularda ortay çıkacak sorunlarla ilgili önlemler neler? Çocuğunuz yaralanacak ya da hastalanacak olursa bu konuda neler yapılacak?
Yemek ve beslenme saatlerinde verilen yiyecekler nerelerden temin ediliyor? yemek listeleri neye göre hazırlanıyor? Bir beslenme uzmanından yardım alınmış mı?
Müze, sergi, tiyatro gibi sanat faaliyetlerine ve yeni konuların tanıtımı için gezilere yer veriliyor mu?
Okulun sizden beklentileri neler? Çocuğunuzdan neler bekliyorlar ve sizden veli olarak neler bekliyorlar?
Önemli konulardan biri de tabi ki işin maddi boyutu. Okulun ücretleri bütçenize uygun mu?
Tüm bu soruların cevaplarını aldıktan sonra kararınızı verdinizse artık çocuğunuzu okula getirebilir ve eğitmenler ile tanıştırabilir ve okulu gezdirip onun da fikrini alabilirsiniz. Eğer o da okulu beğendiyse kayıt yaptırabilirsiniz.
Çocuğunuza okulun en çok nelerini beğendiğini sorun mutlaka. Bakalım onun için öncelikler neler? Böylece ileri de ilköğretim içinde okul seçerken çocuğunuzun da önceliklerini ve nelere dikkat ettiğini göz önünde bulundurabilirsiniz. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir nokta da okul öncesi eğitimine başlayan pek çok çocuk ilk günlerde annesinden ayrılmakta zorluk çekebilir, ağlayabilir. Bu davranışlar da normaldir ve çocuğa bir zaman tanımak lazımdır. Bu konuda da okuldan bilgi almak başlangıçta zorluk yaşayan çocukların uyum sağlamasını kolaylaştırmak için ne gibi yöntemler uyguladıklarını sormakta faydalı olacaktır.

Nur Dinçer Genç
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü



__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 01:52   #85
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Antipsikotik Tedavi Altında Olmayan Şizofreni Hastalarında Periferik T-Lenfosit ve Alt Tip Oranları ve Tedavi Yanıtıyla İlişkisi




Dr. Seda Çelik BASKAK, Dr. Hüseyin ÖZSAN, Dr. Bora BASKAK, Dr. Halise DEVRİMCİ ÖZGÜVEN, Dr. Gülay KINIKLI

GİRİŞ

Şizofreni patogenezinde bağışıklık sistemi değişikliklerinin rolü 20. yüzyılın başlarından beri ilgi çekmiştir. Bu konudaki ilk çalışmalar, o dönemdeki tekniklerle sınırlı kalarak daha çok hücresel bağışıklık üzerine odaklanmıştır. 1903 yılında Bruce ve Peebles (1903) bozukluğun ilk dönemlerinde periferik lökosit oranında artış olduğunu bildirmişlerdir. Dameshek (1930) şizofrenide lökosit oranında artışa ek olarak, lenfosit oranında azalma ve eozinofili olduğunu göstermiştir. 1930'lu yıllarda Molholm şizofrenide gecikmiş tip aşırı duyarlılık yanıtında azalma olduğunu, Vaughan ise boğmaca aşısına yanıtın azaldığını bildirmiştir (aktaran; De Lisi 1982). Bu çalışmalar henüz antipsikotik ilaçların kullanıma girmediği yıllarda yapıldığı için önemlidirler ve şizofrenide hücresel bağışıklık sistem işlevlerinde in-vivo bir bozukluk olduğunu destekler niteliktedirler.

T lenfosit alt tip oranları hücresel bağışıklık sisteminin durumu hakkında değerli bilgiler sağlar. T8 lenfositlerinde artma hücresel bağışıklığı bastırır. Azalma ise hücresel bağışıklık sisteminin fazla çalışmasına ve kontrolden çıkmasına sebep olabilir. Uygun T4/T8 oranının 2:1 olması beklenir. 1:1'den düşük oranlar bağışıklık sistemine dair ciddi rahatsızlıklara işaret eder (Kouttab ve ark. 1989). Yanı sıra lenfosit oranlarındaki değişimlerin merkezi sinir sistemi hücrelerinin ****bolizmalarındaki değişiklikleri yansıttığı ve psikiyatrik hastalıkların incelenmesinde nöral bir imleç olarak kullanılabileceği öne sürülmüştür (Gladkevich ve ark. 2004). Şizofrenide periferik kanda lenfosit alt tip oranlarının belirlenmesi ile ilgili pek çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda; periferik T-lenfositlerde azalma (Loseva ve Khondkarian 1978, Vartarian ve ark. 1978, Zarrabi ve Zucker 1979, Nyland ve Ness 1980 ve Koliasinka ve Burbaeva 1979), T4-lenfosit oranında artma (Henneberg ve Riedl 1980) ve T8-lenfosit oranında artma (Cazullo ve ark. 1998) bildirilmiştir.

Anılan çalışmalarda T-lenfositlerin belirlenmesinde koyun eritrositleri kullanılmış ve T-lenfositlerdeki bu azalma timus antikorları ile ilişkilendirilmiştir. Akım sitometrisi periferik kanda lenfositlerin alt-tiplerinin araştırılması için güncel ve duyarlılığı yüksek bir yöntemdir (Rudolf ve ark. 2004, Schiavon ve ark. 1996). Akım sitometrik yöntemin kullanıldığı çalışmalarda Mazzarello ve arkadaşları (2004) şizofreni hastalarında kontrol grubuna göre T8 lenfosit oranında azalma olduğunu bildirmişlerdir. Rudolf ve arkadaşları (2004) ise T hücre alt-tipleri bakımından kontrol grubuyla arada herhangi bir farklılık bulmamışlardır. Toplam T-lenfosit sayısında artış bulunan çalışmalar da mevcuttur (DeLisi ve Goodman 1982). Pırıldar ve arkadaşları (2001) akım sitometrik yöntemle, yıkımı olan ve olmayan şizofreni hastaları arasında T4 ve T8 lenfosit oranlarında farklılık olmadığını göstermişlerdir.

Antipsikotiklerin bağışıklık sistemi üzerine etkileri de birkaç çalışmaya konu olmuştur. Şizofrenide gözlenen atipik lenfositler antipsikotik kullanımıyla ilişkilendirilmiş (Mc Allister ve ark. 1989), klorpromazinin invitro lenfosit işlevlerinde bozukluğa yol açtığı gösterilmiştir (Zarrabi ve Zucker 1979). Bilici ve arkadaşları (2003) olanzapin tedavisinin üçüncü ayında T4/T8 lenfosit oranında azalma olduğunu tespit etmişlerdir. Atipik antipsikotiklerin interlökin-6 ve interlökin-1RA düzeylerinde bozukluğa yol açtığı (Maes ve ark. 2000) ve interlökin reseptör seviyelerini değiştirdiği (Akiyama 1999) gösterilmiştir. Klozapin ve haloperidolün lenfosit enzim aktivitelerini değiştirdiği bildirilmiştir (Whatley ve ark. 1998).

Özetle şizofrenide hücresel bağışıklık sistemine dair bozukluklar bir infeksiyöz ya da otoimmün sürecin varlığına işaret ediyor olabilir. Rothermundt ve arkadaşlarının (2001) yaptıkları geniş kapsamlı gözden geçirmede dikkat çektikleri üzere, bu alandaki çalışmalar çelişkili ve tutarsız sonuçlar vermiştir. Yapılan bunca çalışmaya karşın bu konuda üzerinde yoğunlaşılabilecek tek bir çalışma alanı saptanamamış, bu değişikliklerin neden mi sonuç mu olduğu gösterilememiştir. Öte yandan, çalışmaların çoğu antipsikotik kullanan hastalar üzerinde ve bazıları duyarlılığından emin olunamayan teknik yöntemlerle yürütülmüştür ve sonuçlardaki çelişkilerden bunlar sorumlu olabilir (De Lisi ve Goodman 1982, Rothermund ve ark. 2001).

Bu çalışmada ölçüm aracı olarak en duyarlı yöntemlerden birisi olarak kabul edilen akım sitometri yöntemi (Sachivion ve ark. 1996) kullanılarak, şizofrenide, antipsikotik etkisi dışlandığında da, hücresel bağışıklık sistemine ilişkin parametrelerde sağlıklı kontrollere göre farklılıklar bulunduğu, tedavi sonrasında bu parametrelerin değiştiği ve bu değişikliğin klinik belirtilerdeki düzelme için bir gösterge olabileceği hipotezileri sınanmıştır.

YÖNTEMLER

Örneklem

Çalışma 2000-2002 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'na başvuran, DSM-IV'e göre şizofreni (s=7) ya da şizofreniform bozukluk (s=7) tanısı konmuş 14 hasta ve onlarla yaş ve cinsiyet bakımından tam olarak eşleştirilmiş 14 sağlıklı kontrol üzerinde yürütülmüştür. Çalışma öncesinde yerel etik kurul onayı alınmıştır. Çalışmaya alınma ölçütleri 15-65 yaş arasında olma, en az son 6 aydır antipsikotik ilaç kullanmamış olma, şizofreni ya da şizofreniform bozukluk tanısı konmuş olma ve çalışmaya katılmayı kabul etmedir. Bağışıklık sistemine ait bozukluklar diğer psikiyatrik hastalıklarda da gösterilmiş olduğundan (Sperner-Unterweger 2005), şizofreni dışında herhangi bir birinci ya da ikinci eksen ek tanısı olan hastalar çalışmaya alınmamıştır. Bağışıklık sistemine ilişkin ölçümleri etkileyebileceği için, herhangi bir dahili, cerrahi, nörolojik hastalığın bulunması, alkol-madde bağımlılığı ya da kötüye kullanımı olması, son 6 ay içinde bağışıklık sistemini etkileyebilecek herhangi bir ilaç kullanımının olması, özgeçmişte sık enfeksiyon geçirme ve allerji öyküsü olması gibi bağışıklık sistemi bozukluğuna işaret edebilecek anamnez bulguları olması dışlama ölçütleri olarak belirlenmiştir. Dahil olma ölçütlerini karşılayan, ardısıra hastalar çalışmaya davet edilmiş, kabul eden hastalar çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya davet edilen 25 hastadan 21'i katılmayı kabul etmiştir. Bu hastalardan ise 14'ü dışlama ölçütlerini karşılamadıkları için çalışmaya alınmışlardır. Çalışma giderleri araştırmacılar tarafından karşılanmıştır.

Araçlar

Hasta ve kontrol gruplarındaki deneklerin sosyodemografik verileri Sosyodemografik Bilgi Formu, genel tıbbi durumları ve allerji profillerine ait verileri Sistem Sorgusu Formu ile toplanmıştır. Bu formlar araştırmacılar tarafından hazırlanmıştır.

Hastaların klinik belirtilerinin şiddeti, ülkemizde geçerliği ve güvenilirliği gösterilmiş olan Pozitif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SAPS) (Andreasen ve Olsen 1982, Erkoç ve ark. 1991a) ve Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SANS) (Andreasen ve Olsen 1982, Erkoç ve ark. 1991b) kullanılarak belirlenmiştir.

Toplam T-lenfosit oranı, lenfosit alt tip oranları ve T4/T8 lenfosit oranlarının saptanması için FAC SORT, Becton DICKSON akım sitometri cihazı kullanılmıştır.

İşlem

Çalışmaya davet edilen hastalardan katılmayı kabul edenler, iki psikiyatri uzmanı tarafından (SÇB, HDÖ) ayrı ayrı değerlendirilmiş ve tanısı üzerinde anlaşma sağlanan ve alınma ve dışlama ölçütlerine uygun olan hastalar çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya alınan bu hastalara ve birinci derece yakınlarına birinci yazar (SÇB) tarafından araştırma hakkında bilgi verilmiş ve hastaların kendileri ve birinci derece yakınlarından yazılı bilgilendirilmiş olur alınmıştır. Bunun ardından, fizik ve nörolojik muayene yapılmış, sosyodemografik bilgi ve sistem sorgusu formları uygulanmış, SANS ve SAPS ile belirti şiddeti değerlendirmeleri yapılmış ve EDTA'lı tüplere kan alınmıştır. Daha sonra hastalardan alınan kan örnekleri Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji-Romatoloji Bilim Dalı Laboratuvarı Akım Sitometrisi Bölümü'ne 30 dakika içinde ulaştırılmıştır. Kontrol grubuna da araştırma hakkında bilgi verilip yazılı bilgilendirilmiş olur alınmasının ardından SANS, SAPS ölçekleri dışında, yukarıda sayılan tüm işlemler aynı sırayla uygulanmıştır. Bu işlemlerin sonunda hastalara poliklinik hekimleri tarafından öngörülen antipsikotik tedavi başlanmıştır. Hastalar tedavinin üçüncü haftasının sonunda yeniden değerlendirme yapılmak üzere davet edilmişlerdir. Tedaviye başlandıktan 3 hafta sonra yeniden değerlendirilmeyi kabul eden 10 hasta olmuş, kalan 4 hastadan 1'i randevuya gelmemiş, diğer 3'ü ise yeniden kan vermeyi kabul etmemişlerdir. Yeniden değerlendirmeye alınan 10 hastadan dördüne olanzapin 5-10 mg/gün, iki hastaya ketiyapin 600-800 mg/gün, iki hastaya nörofren 4mg/gün, bir hastaya risperidon 4 mg/gün ve bir hastaya trifluperazin 10mg/gün tedavisi başlandığı gözlenmiştir. Yeniden değerlendirilen 10 hastaya belirti şiddetindeki değişiklikleri saptamak için verilen tedaviye kör olan birinci yazar (SÇB) tarafından ikinci kez SAPS ve SANS ölçekleri uygulanmış ve ikinci kan örnekleri alınarak aynı laboratuvar süreci gerçekleştirilmiştir.

Akım sitometrik inceleme

1. Aşama; T-Lenfositlerin işaretlenmesi. Bu işlem için T lenfosit ve alt tiplerinin CD3, CD4, CD8 yüzey floresanlı molekül antikorları kullanılmıştır. Bu antikor panellerine göre tüpler hazırlanıp tüplere 10µl. monoklonal antikor ve 100µl. kan örneği dağıtıldıktan sonra oda ısısında 20 dakika inkübe edilmiş ve ortalama 2 ml. litik solüsyon eklenerek eritrositler ortamdan uzaklaştırılmıştır. Daha sonra hücreler PBS ile yıkanarak resuspande edilip fikse edilmiştir.
2. Aşama; Okuma işlemi. Uygun antikorlarla işaretlenen tüplerin sayımına geçmeden önce akım sitometri cihazının (FAC SORT, Becton DICKSON) günlük ayarlamaları yapılarak kontrol edilmiş ve okumaya hazır hale getirilmiştir. Okuma işlemi 450 mm'lik argon lazer kaynağına sahip FAC SORT'la yapılmıştır. Cihazdaki simul set programı kullanılarak, side scatrer (SSC) ve forward scatter diyagramlarıyla ve optik sistemle lenfositler taşıdıkları floresan miktarı ve büyüklüğüne göre ayrıştırılmış, miktarları belirlenmiştir. Kullanılan monoklonal antikorlara uygun olarak seçilmiş izotopik kontrollerin bulunduğu tüp de değerlendirmeye alınmıştır. Bu şekilde özgün olmayan olası monoklonal antikor bağlanması saptanmıştır. Okuma işleminde izotipik kontrol tüpüne göre sınırları saptanmış olan pozitif hücre yüzdesi ölçüt olarak kullanılmıştır. Daha sonra çıktılar elde edilmiş ve veriler kaydedilmiştir.

Analiz

Elde edilen sosyodemografik, klinik ve laboratuvar verileri elektronik ortamda SPSS 11.0 paket programı ile istatistiksel analize tabi tutulmuştur. Gruplar arasında toplam T-lenfosit, lenfosit alt tip oranları ve T4/T8 lenfosit oranlarının karşılaştırılması için Mann-Whitney u testi, tedavi öncesi ve sonrasında gruplar arasında aynı değişkenlerin karşılaştırılması için Wilcoxon işaret testi ve klinik belirtilerdeki düzelme ile lenfosit oranlarındaki değişimin ilişkisinin saptanması için spearman korelasyon testi kullanılmıştır. Hiç antipsikotik maruziyeti olmayan hastalar kontrol grubu ile Mann-Whitney u testi kullanılarak ayrıca karşılaştırılmıştır.

BULGULAR

Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalamaları 27.7±10.7 dir ve 15-49 arasında değişmektedir. Ortalama hastalık süresi 27 aydır (şizofreniform bozukluk tanısı alan hastalar için 2-6 ay, şizofreni hastaları için 1-20 yıl arası değişmektedir). 14 vakanın 8'i kadındır (%57.14). Kontrol grubunun yaş ve cinsiyet dağılımı hasta grubuyla aynıdır. Hastaların %78.3'ü (s=11) o güne dek hiç antipsikotik ilaç kullanmamıştır. Üç hasta ise daha önceden antipsikotik ilaç kullanmış olmalarına karşın (toplam antipsikotik maruziyet süreleri; 2 ay, 4 yıl ve 20 yıl), hastalardan biri 12 aydır, diğer ikisi ise 6 şar aydır antipsikotik ilaç kullanmamaktadır.

Hasta ve kontrol grupları toplam T-lenfosit oranı, T-lenfosit alt-tip oranları ve T4/T8 lenfosit oranı bakımından karşılaştırıldığında, toplam T-lenfosit oranı, T4 ve T8 lenfosit oranları ve T4/T8 lenfosit oranı bakımından iki grup arasında anlamlı bir fark saptanmadı (Tablo 1). Hasta grubunda 4 (%28) ve kontrol grubunda bir deneğin lenfosit değeri normal değerlerin alt sınırındaydı (toplam beyaz hücre oranının %15-20'si).

Antipsikotik kullanımına ara vermiş 3 hastadan ikisinin yaşam boyu antipsikotik maruziyet süreleri uzun (4 yıl, 20 yıl) olduğu için ve antipsikotiklerin uzun dönem kullanımda bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri daha önce gösterilmiş olduğundan (Muller ve ark. 1991, Maes ve ark. 2000), daha önce hiç antipsikotik kullanmayan hastalar (s=11) kontrol grubuyla ayrıca karşılaştırıldı. Bu karşılaştırma sonucunda, toplam T-lenfosit oranı, T4 lenfosit oranı ve T4/T8 lenfosit oranı bakımından iki grup arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı, buna karşılık T8 lenfosit oranının hiç antipsikotik ilaç kullanmamış hastalarda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğu saptandı (p=0.02) (Tablo 2).

Hastalık süresi 2 yıldan kısa olan grupta (s=7) T8 lenfosit sayısı kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşüktü (p=0.02, u=19.5); hastalık süresi 2 yıldan uzun olan hasta grubuyla (s=7) kontrol grubu arasında ise hiçbir değişken için anlamlı bir farklılık saptanmadı.

Tedavi öncesi ve sonrasına ait immünolojik ve klinik değişkenler karşılaştırıldığında, tedavi sonrasında SAPS ve SANS ölçek puanlarında istatistiksel olarak anlamlı azalma (sırasıyla p=0.005, z=-2.80; p=0.01, z=-2.44), toplam T-lenfosit ve T8 lenfosit oranlarında artış olduğu saptandı (sırasıyla p=0.03, z=-2.14; p=0.05, z=-1.96) (Tablo 3).

Tedavi sonrasında SAPS ve SANS toplam ölçek puanlarındaki değişimle toplam T-lenfosit sayısı, alt-tip sayıları ve T4/T8 lenfosit oranlarındaki değişim arasında bir ilişki olup olmadığı korelasyon analizi ile test edildi (Tablo 4). SAPS puanlarındaki değişim ile toplam T-lenfosit sayılarındaki değişim arasında ters (r=-0.63, p=0.05) ve SANS puanlarındaki değişim ile T4 lenfosit alt tipi sayılarındaki değişim arasında pozitif (r=0.74, p=0.01) bir ilişki olduğu saptandı

TARTIŞMA

Bu çalışma antipsikotik kullanmayan şizofreni hastalarının hücresel bağışıklık sisteminin durumuna ait bazı göstergelerin yaş ve cinsiyet bakımından eşleştirilmiş sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığı ve bu göstergelerin hastalık süresi ve tedavi yanıtı ile ilişkisinin araştırıldığı, deneysel, kontrollü bir klinik çalışmadır.

Çalışmada antipsikotik tedavi altında olmayan şizofreni hastaları ve sağlıklı kontroller arasında toplam T-lenfosit ve alt-tip oranları bakımından bir farklılık saptanmaması toplam T-lenfosit oranlarında artma (Henneberg ve ark. 1980, Cazullo ve ark. 1998) ya da azalma bildiren çalışmalarla (Loseva ve Khondkarian 1978, Vartarian ve ark. 1978, Zarrabi ve Zucker 1979, Nyland ve Ness. 1980 ve Koliasinka ve Burbaeva 1979) uyumsuzdur. Daha önceki çalışmalarda saptanan T-lenfosit değişiklikleri antipsikotik kullanımına bağlı olabilir.

Antipsikotik tedavisine ara vermiş hastalarla yapılan çalışmalarda ise tutarsız sonuçlar elde edilmiştir. Lenfosit oranlarında değişiklik olmadığı (Schleifer ve Keller 1985, Oral ve Ceylan 1991, Achirion ve ark. 1994), toplam T- lenfosit (Coffey ve ark. 1983) ve T8 lenfosit oranlarında (Villemein ve ark. 1999) anlamlı azalma olduğunu bildiren çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalarda antipsikotik ilaç almadan geçen süre sadece Coffey'in çalışmasında en az 6 ay olarak belirlenmiş diğer çalışmalarda ise bu süre 2 hafta ile 3 ay arasında değişmektedir. Bu çalışmada hiç antipsikotik kullanmayan hastalar tek başına kontrol grubuyla karşılaştırıldığında T8-lenfosit oranında kontrol grubuna göre anlamlı düşüklük saptanmasına karşın, antipsikotik tedavisine en az 6 ay ara vermiş hastalar bu gruba eklendiğinde bu farklılığın ortadan kaybolması antipsikotik ilaçların hücresel bağışıklık sistemi üzerinde uzun süreli etkileri olabileceği şeklinde yorumlanabileceği gibi, örneklem sayısının düşüklüğüne de bağlı olabilir.

Hiç antipsikotik ilaç kullanmamış olan hastalarda toplam T-lenfosit ve alt-tip oranları hakkında yapılmış iki çalışma mevcuttur. Unterwerger ve arkadaşları (1999) şizofreni hastalarında T4 lenfosit oranında artış olduğunu saptamış, diğer değerlerde gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulmamıştır. Theodoropoulo ve arkadaşları (2001) ise, gruplar arasında hiçbir değişken için anlamlı bir farklılık bulamamıştır. Bu çalışmanın sonuçları da eklendiğinde görülebileceği üzere, antipsikotik etkisi dışlansa da sonuçlar arasında çelişkiler devam etmektedir. Bu çelişkilerden sorumlu olması muhtemel diğer bir değişken hastalık süresi olabilir. Nitekim Rothermundt ve arkadaşları (2001) şizofrenide bağışıklık sistemine ait parametrelerin ilk psikotik atak ya da hastalık süresi kısa olan gruplarda çalışılmasını önermişlerdir. Bu çalışmada toplam T-lenfosit ve alt-tip oranlarının hastalık süresi ile ilişkisi de incelenmiştir. Örneklemimizde hastalık süresi 2 yıldan kısa olan grubun hepsi ilk atak şizofreni hastalarından oluşmaktaydı. Bu grupta yalnızca T8 lenfosit oranının kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşük olduğu, hastalık süresi 2 yıldan uzun olan hasta grubuyla kontrol grubu arasında ise hiçbir değişken için anlamlı bir farklılığın olmadığı gözlendi. İlk atak şizofrenide T8 lenfosit oranının düşük olması hastalığa ait bağışıklık sistemini ilgilendiren intrensek bir etkiye bağlı olabilir.

Tedavi öncesi ve sonrası toplam T-lenfosit ve alt tip oranları karşılaştırıldığında tedavinin üçüncü haftasında toplam T-lenfosit oranında artış olduğu saptandı. Bu değişiklik antipsikotik tedaviye bağlı olabilir. Nitekim daha önceki çalışmalarda antipsikotik ilaçların bağışıklık sistemi üzerinde etkileri olduğu gösterilmiştir (Maes ve ark. 2000, Dettling ve ark. 2001). Ayrıca şizofrenide immün-modülatör uygulanmasının lenfositlerde saptanan anormallikleri düzeltmediği, ancak haloperidolün düzeltici etkisinin olduğu bildirilmiştir (Oral ve Ceylan 1991). Tedavi sonrası saptadığımız bu değişiklik şizofreniye ait durumsal bir bağışıklık sistemi anomalisini de işaret ediyor olabilir. Nitekim şizofrenide periferik lenfositler üzerindeki D2 reseptörlerinin antipsikotik tedaviden bağımsız bir şekilde artmış oranlarda sentezlendiği gösterilmiştir (Zvara ve ark. 2005).

T-lenfosit ve alt-tip oranlarının şizofrenide tedaviye verilen cevap için bir laboratuvar işaretleyicisi olabileceği öne sürülmüştür (Muller ve ark. 1993). Zhang ve arkadaşları (2006) tedavi sonrası şizofrenide klinik iyileşmenin T4-lenfosit oranlarında artışla ilişkili olduğunu göstermişlerdir. Çalışmamızda negatif belirtilerdeki düzelmeyle T4-lenfosit oranındaki artış arasında saptanan ilişki bu bulgularla uyumludur. Muller ve arkadaşları (2000) şizofrenide bağışıklık sistemine ait farklılıklarla karakterize klinik alt grupların var olabileceğini öne sürmektedirler. Bu çalışmada SAPS puanlarındaki değişim ile toplam T-lenfosit oranı değişimi ve SANS puanlarındaki değişimle T4-lenfosit oranındaki değişim arasında saptanan korelasyonlar, gelecekte bu parametrelerin tedavi cevabını yordama ya da izlemede kullanılabileceğini ve bu konuda yeni ve daha özgül değişkenleri ele alacak çalışmaların yapılması gerektiğini düşündürmektedir.

Bu çalışmanın antipsikotik tedavisi altında olmayan hastalar üzerinde yürütülmüş olması, bu ilaçlara özgü bağışıklık sistemi değişikliklerinin (Zarrabi ve Zucker 1979) dışlanması bakımından çalışmanın bir üstünlüğü, aynı zamanda örneklem sayısının nispeten düşük kalmasının nedenidir. Çalışmada gruplar arasında yaş ve cinsiyetin kontrol edilmesi ve allerjik hastalıklar, ilaç kullanımı gibi faktörlerin dışlanması bu faktörlere ait bağışıklık sistemi değişikliklerini dışlamış ve sonuçların yorumlanmasını kolaylaştırmıştır. Çalışmada toplam T-lenfosit sayıları ve alt-tip sayılarının teknik olarak en duyarlı yöntemlerden olan (Rudolf ve ark. 2004, Schiavon ve ark. 1996) akım sitometrik inceleme ile ölçülmüş olması çalışmanın bir diğer üstünlüğüdür.

Bu çalışmanın en önemli sınırlılığı örneklem sayısının düşüklüğüdür ve hücresel bağışıklığa ilişkin parametrelerde hasta ve kontrol grupları arasında fark saptanmamasının nedeni bu olabilir. Bir başka önemli kısıtlılık ise, tedavi öncesi ve sonrası değerlendirmeye alınan hastaların farklı ilaçlar kullanmaları, bu ilaçların dozlarının da standardize edilememiş olmasıdır. Öte yandan, bağışıklık sistemi değişiklikleri toplam T-lenfosit ve alt-tip oranları ile sınırlı tutulamaz ve yalnızca bu bulgularla şizofrenide bağışıklık sistemine ait bir anomali olup olmadığı konusunda bir sonuca varmak doğru değildir. Bundan sonraki çalışmalarda bu çalışmada olduğu gibi dışlama ölçütleri belirlenirken eşik yüksek tutulmalı fakat örneğin, çok merkezli bir çalışma planlanarak, alınan hasta sayılarının düşük kalması önlenmelidir. Tercihen hiç antipsikotiğe maruz kalmamış ve hastalık öyküsü daha kısa olan vakalardan oluşturulmuş örneklemlerde, kullanılan ilaçlar standardize edilerek ve bağışıklık sisteminin genel durumu hakkında veri elde edilmek isteniyorsa bu sistemle ilgili başka parametrelerin de yönteme dahil edilerek (örn: T-Helper-1 ve 2 hücreleri aktivasyonu, lenfosit 5HT-2A ve D2, D3 reseptör yoğunluğu, lenfosit serotonin taşıyıcısı düzeyleri) çalışılması çelişkili sonuçların netleşmesine katkıda bulunabilir.

KAYNAKLAR

Achirion A, Noy S, Pras E ve ark. (1994) T-cell subsets in acute psychotic schizophrenic patients. Biol Psychiatry, 1;35(1):27-31.
Akiyama K (1999) Serum levels of soluble IL-2 receptor alpha, IL-6 and IL-1 receptor antagonist in schizophrenia before and during neuroleptic administration. Schizophr Res, 37(1)7-106.
Andreasen NC, Olsen S (1982) Negative v. positive schizophrenia. Definition and validation. Arch Gen Psychiatry, 39:789?794.
Bilici M, Tekelioğlu Y, Efendioğlu S ve ark. (2003) The influence of olanzapine on immune cells in patients with schizophrenia. Prog Neuropsychopharmacol Biol Psychiatry, 27:483-5.
Bruce LC, Peebles AMS (1903) Clinical and experimental observations on catatonia. J Ment Sci, 49:614-628.
Cazzullo CL, Saresella M, Roda K ve ark. (1998) Increased levels of CD8+ and CD4+ 45RA+ lymphocytes in schizophrenic patients. Schizophr Res, 31(1):49-55.
Coffey CE, Sullivan JL, Rice JR ve ark. (1983) T-Lymphocytes in schizophrenia. Biol Psychiatry, 18:113-119.
Dameschek W (1930) The white blood cells in dementia praecox and dementia paralytica. Arch Neurol Psychiatry, 24:855.
De Lisi EL, Goodman S (1982) An analysis of lymphocyte subpopulations in schizophrenic patients. Biol Psychiatry, 17:1003-1008.
Detting M, Schaub R, Mueller B ve ark. (2001) Further evidence of HLA-Encoded susceptibility to clozapine induced agranulocytosis. Pharmacogenetics, 11:135-141.
Erkoç ŞA, Arkonaç O, Ataklı C ve ark. (1991) Negatif Semptomları Değerlendirme Ölçeğinin güvenilirliği ve geçerliliği. Düşünen Adam, 4:16-19.
Erkoç ŞB, Arkonaç O, Ataklı C ve ark. (1991) Pozitif Semptomları Değerlendirme Ölçeğinin güvenilirliği ve geçerliliği. Düşünen Adam, 4:20-24.
Gladkevich A, Kauffman HF, Korf J ve ark. (2004) Lymphocytes as a neural probe: potential for studying psychiatric disorders. Prog Neuropsychopharmacol Biol Psychiatry, 28(3):559-76.
Henneberg A, Riedl B, Dumke HO ve ark. (1980) T Lymphocyte subpopulations in schizophrenic patients. Eur Arch Psychiatry Neurol Sci, 239:283-284.
Koliaskina GI, Burbaeva GSH (1979) Modern approaches to the study of immunity in schizophrenia. Vestn Akad Med Nauk SSSR, 7:76-84.
Kouttab NM, Prada M, Cazzola P ve ark. (1989) Thymomodulin: biological properties and clinical applications. Med Oncol Tumor Pharmacother, 6(1):5-9.
Loseva TM, Khondkarian OA (1978) Thymus-dependent lymphocytes in multiple sclerosis and amyotrophic lateral sclerosis. Zh Nevropatol Psikhiatr Im S S Korsakova, 78(2):182-7.
Maes M, Bocchia Chiavetto L, Bignotti S ve ark. (2000) Effects of atypical antipsychotics on the inflamatory response system in schizophrenic patients resistant to treatment with typical neuroleptics. Eur Neuropsychopharmacol, 10:119-124.
Mazzarello V, Cecchini A, Fenu G ve ark. (2004) Lymphocytes in schizophrenic patients under therapy: serological, morphological and cell subset findings. Ital J Anat Embryol, 109(3):177-88.
McAllister CG, Rapaport MH, Pickar D, Paul SM (1989) Effects of short-term administration of antipsychotic drugs on lymphocyte subsets in schizophrenic patients.Arch Gen Psychiatry, 46(10)56-7.
Muller N, Ackenheil M, Hofschuster ve ark. (1991) Cellular immunity in schizophrenic patients before and during neuroleptic treatment. Psychiat Research, 37:147-160.
Muller N, Hofschuster E, Ackenheil ve ark. (1993) T Cells and psychopathology in schizophrenia: relationship to the outcome of neuroleptic therapy. Acta Psychiatr Scand, 87:66-71.
Muller N, Michael R, Rudolf G ve ark. (2000) The immun system and schizophrenia an integrative view. Ann N Y Acad Sci, 917:456-467.
Nyland H, Ness A (1980) Lymphocyte subpopulations in peripheral blood from schizophrenic patients. Acta Psychiatr Scand, 61: 313-318.
Oral T, Ceylan E (1991) Şizofren hastalarda haloperidolün bağışıklık sistemine etkisi. Psikiyatri, 27-30.
Pırıldar Ş, Veznedaroğlu B, Terzioğlu E ve ark. (2001) Şizofrenide yıkım olan ve olmayan hastaların immunolojik özellikler bakımından karşılaştırılması Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2:197-203.
Rothermundt M, Arolt V, Bayer TA ve ark. (2001) Review of immunological and immunopathological findings in schizophrenia. Brain Behav Immun, 15(4):319-39.
Rudolf S, Schlenke P, Broocks A ve ark. (2004) Search for atypical lymphocytes in schizophrenia. World J Biol Psychiatry, 5(1):33-7.
Schiavon V, Roth P, Bolton WE ve ark. (1996) Lymphocytes subsets in normal individuals: analysis by four color immunofluorescence and flow cytometry on whole blood. Tissue Antigens, 48(4 Pt 1):312-8.
Schleifer S, Keller SE (1985) Depression and immunity. Arch Gen Psychiatry, 42:129-133.
Sperner-Unterweger B (2005) Immunological aetiology of major psychiatric disorders: evidence and therapeutic implications. Drugs, 65(11):1493-520.
Theodoropoulou S, Spanakos G, Baxevanis CN ve ark. (2001) Cytokine serum levels, autologous mixed lymphocyte reaction and surface marker analysis in never medicated and chronically medicated schizophrenic patients. Schizophrenia Res, 47:13-25.
Unterwerger BS, Whitworth A, Kemler G ve ark. (1999) T-Cell subsets in schizophrenia: a comparison between drug naive first episode patients and chronic schizophrenic patients. Schizophrenia Res, 38:61-70.
Vartanian ME, Kolyaskina GI, Lozovsky DV ve ark. (1978) Aspects of humoral and cellular immunity in schizophrenia. Birth Defects Orig Artic Ser, 14(5):339-64.
Villemain F, Chatenoud L, Galinowsky A ve ark. (1999) Aberrant T-Cell mediated immunity in untreated schizophrenic patients: deficient Interleukin-2 production. ** J Psychiatry, 146:609-616.
Whatley SA, Curti D, Das Gupta ve ark. (1998) Superoxide, neuroleptics and the ubiquinone and cytochrome b5 reductases in brain and lymphocytes from normals and schizophrenic patients. Mol Psychiatry, 3(3):227-37.
Zarrabi MH, Zucker S (1979) Immunologic and coagulation disorders in chlorpromazine treated patients. Ann Intern Med, 91:194-199.
Zhang XY, Zhou DF, Cao LY ve ark. (2006) The effects of Ginkgo biloba extract added to haloperidol on peripheral T cell subsets in drug-free schizophrenia: a double-blind, placebo-controlled trial. Psychopharmacology, 188(1):12-7.
Zvara A, Szekeres G, Janka Z ve ark. (2005) Over-expression of dopamine D2 receptor and inwardly rectifying potassium channel genes in drug-naive schizophrenic peripheral blood lymphocytes as potential diagnostic markers. Dis Markers, 21(2):61-9.


__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 02:50   #86
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Eğitimde Korkunun İzi




Korku: “ Bir tehlike veya tehlikenin olabileceği durum karşısında duyulan kaygı ...”

Dünya değişiyor,bütün değerler de revizyondan geçiyor. Çoğu kişi, 21. yüzyılı ‘Bilginin altın çağı’ olarak tanımlıyor. Peki kendimizi pek sık kıyasladığımız gelişmiş batı toplumları bu çağa ayak uydurmak için eğitim reformları yaparken, biz yeterli sayıda öğretmen ile yeterli sayıda öğrenciye ulaşıp onlara kaliteli eğitim verebiliyor muyuz?

Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi eğitimde korkutmanın ve bastırmanın etkileri çocuklarda negatif etkiler yaratıp bazen de kronik hale gelmesine sebep olur. Dünya değişip ileri teknolojilerini eğitime yansıtırken, öğrenci merkezli eğitim yapıp araştırmacı-deneysel eğitim programları uygularken bizim eğitimcilerimizden baskısız, düşünmeye ve soru sormaya motive eden, iletişim kanalları açık olan bir eğitim sistemi istememiz herhalde çok fazla olmayacaktır.

Eğitim sadece gelişen çağa ayak uydurmak için değil, aynı zamanda insanın kendini gerçekleştirme dürtüsünü tatmin için de çok önemli bir araçtır. A. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisine göre; basit fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra piramidin en tepesinde kendini topluma kabul ettirme ve sevdirme yer alır. Bu da ancak iyi bir eğitim sonucu oluşan kendine güven ile oluşur.

Bunların yanı sıra yaşadığımız çevre ve aldığımız eğitim bizi biz yapan yapı taşlarıdır. Örneğin Gothe, kişiliği bilgilenme ve koşulların oluşturduğunu söyler. İnsan duyguları birçok kez bu etkilerin sonucunda şekillenir.

Eğitimin bütün bu etkilerini belirttikten sonra, gerçek ve kaliteli bir eğitimin nasıl olması, çocuğa ne kazandıracağı aksi takdirde onlardan neleri alıp götüreceğine bakacak olursak; eğitimdeki en büyük engelin korku olduğunu görürüz. Çocuk annesinden veya alışıp güvendiği ortamından ilk defa ciddi anlamda uzaklaşıp yepyeni bir dünyaya adım atmaktadır. Aynı güven bağını kurabileceği bir yetişkin arar, bu çoğu kez sınıf öğretmeni olur. Ona sevgi ve şefkat ile yaklaşan öğretmenini benimser ve sosyalleşmeye başlar. Aksi olan bir durumu düşünürsek, örneğin sıkça bağıran hatta arada fiziksel şiddet gösteren bir öğretmen ile herhangi bir duygusal bağ kurması mümkün olmayacaktır.Bunun sonucunda da okula gitmede isteksizlik veya motivasyon kaybı gibi problemler ortaya çıkacaktır. Herzberg’in motivasyon teorisine göre başarı takdir edilme, ilerleme ve yükselme imkanları motivasyon faktörleridir. Bu faktörler ile bireylerin çalışma isteği ve başarı arzusu artar. Bazı eğitimcilerin yarattığı bir diğer önemli konu da bir takım özel durumları olan çocukların üzerindeki psikolojik etkilerdir.Örneğin, öğrenme bozukluğu olan bir çocuğu ele alalım. Zaten, kendini başarısız gördüğü okulda birde durmadan bağıran bir öğretmeninin olması güvenini daha da çok kıracak, hiçbir şeyi tam olarak yapamayacağı düşüncesi ile ya tamamen derslerinden kopacak ya da sıkça gördüğümüz içine kapanık bir yapı sergileyecektir.

Eğitimin bir diğer yüzü de aile içi eğitim değil midir? Hepimiz doğumdan itibaren dış dünya ile yoğun bir ilişki içine girip onu anlamaya çalışırız. Bu büyük turda bize en büyük rehberliği anne ve babalarımız yapar. Mizacımız yani doğuştan gelen, gen gibi özelliklerimiz ile oluşurken, karakterimiz öğrenme ile şekillenir. Buradan da anlaşılacağı gibi başta ailemizden öğrendiklerimiz daha sonra da toplumun bize kattıkları ile birbirimizden farklılaşır ve kimseye benzemeyen kişiliğimizi oluşuruz. Bütün bu öğrenme sürecinde çocuğu sindirip, bastırmak hayata dair olan öğrenme tutkusunun sekteye uğrayacağından, kendisini geliştirmede eksik ve yetersiz kalacaktır.

Disiplinin, çocuk yetiştirmedeki en temel unsurlardan biri olduğu bugün herkes tarafından bilinmekte. Fakat bunu yaparken anne ve babaların dikkatli olması gereken nokta, onları baskı ve yoğun bir kontrolün altına alacak, özbenliklerini veya kendilerine olan saygılarını zedeleyecek hareketler yapmamaktır. Onlara belirli kuralları baskı, bağırma,hakaret veya fiziksel şiddet olmadan da bir sistem içinde verebiliriz. Eğer anne ve babalar kendine yetebilen, sorumluluk sahibi ve özgür düşünebilen bireyler yetiştirmek istiyorlarsa korkutma ve sindirme yerine motive edici hareketler, çocuklarının pozitif taraflarını destekleyen tutumlar sergilemelidirler. Bütün bunlara bakarak disipilini çok dikkatli kullanılması gereken bir araç olarak görmek gerekir. Çünkü verdiğiniz eğitim ve güven onun hayatının ileri safhalarında karşılaşacağı güçlükleri aşmada çok önemli bir rol oynayacaktır.

Onu eğitirken, vereceğiniz tepkilerin yaptığı yanlış veya uygunsuz davranışı için olduğunu aslında onu sevdiğinizi alt mesaj olarak belirtmede yarar vardır. Bu onları yaptıkları yanlışa odaklayıp, iç sorgulamalarını unutturacaktır.

Çocukları eğitirken, çok yaygın olarak kullanılan yöntemlerden biri fiziksel şiddettir. Etkilerinin fizikselden çok psikolojik olduğu, hatta bazı durumlarda ileri yaşlarda ortaya çıkan bir takım psikolojik kökenli rahatsızlıklara yol açtığı artık ispatlanmış bir gerçektir. Bunun yanı sıra aile içi eğitimde bir de sözle göz korkutmalar yaşanır. Örneğin; anne/babanın bu davranışı tekrarlarsa onu sevmeyeceklerini söylemesi, terk etme tehdidinde bulunması, gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler hakkında göz korkutması (Şimdi oraya gelip bacaklarını kırarım, polisler-çingeneler gelip alsın seni...), veya onu utandıracak veya küçük düşürecek cezaların verilmesi çocukta büyük reaksiyonlara sebep olabilir.

Bütün bunların sonucunda ileri yaşlarda kendine güveni olmayan, yaptığı şeyler için kendini sorgulayan, en kolay şeyler için bile çevredekilerden yardım isteyen,ürkek, huzursuz, hep yanlışı tekrarlayan doğruya hiç ulaşamadığını düşünen bireyler olacaklardır. Seligman’ın Öğrenilmiş Çaresizlik teorisine göre, kötü yaşam deneyimleri yaşayan insanlar artık çaresizliklerini öğrendikleri için, depresyon geçirirler. Ne yaparlarsa yapsınlar hiçbir şeyi kontrol edemediklerini düşünüp, hayatlarında kötü giden her şeyi içselleştirirler. Yaşam deneyimlerimiz de çocukluktan başladığına göre yeni yetişen neslin yaşamlarını kendi kontrolleri altına almalarını anne ve babalar sağlayacaktır.

Kısaca özetlemek gerekirse, artık değişen aile yapıları ve eğitim modelleri ile eğitimde göz korkutmanın yerini anlayış ve toleransın alması gerektiğini vurgulanmaktadır. Bunların, genç ve çocuk nüfusun oldukça fazla olduğu toplumumuza da yansımaları eminim ki çok geç olmayacaktır...

Merve Soysal Başa
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü

__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 02:51   #87
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Ergenlikte Aile Tutumları




Ergenlik, her bireyin hayatında oldukça önemli bir yer tutan bir dönemdir. Genellikle 11–20 yaşları arasında tanımlanan bu döneme girme yaşı ve uzunluğu genetik faktörlere ve çevresel faktörlere göre kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Bu dönemde kişiler, biyolojik gelişimin yanı sıra, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan gelişir, olgunlaşırlar. Bu derece önemli değişikliklerin olduğu, çocukluktan yetişkinliğe adım atıldığı, kişinin artık kendini ve çevresini farklı bir pencereden gördüğü bu devre en yakını olan ailesi tarafından aldığı destekle aşılmakta sağlıklı ve mutlu bireyler yetişmektedir. Ne var ki birbirine kenetlenilmesi gereken bu dönemde aile içinde çok büyük problemler yaşanabilmektedir. Bunun da en büyük sebebi kuşak çatışmasından çok ebeveynlerin, ergenlik hakkındaki yetersiz bilgileri ve anne-baba-çocuk iletişiminin yanlış kurulmasıdır.

Bu döneme damgasını vuran en büyük problem, anne ve babaların bu konu ile ilgili fazla donanımlı olamamaları veya çocuklarına nasıl davranacakları konusunda tereddütler yaşamalarından doğmaktadır. Bunun sonucunda ergen ve anne-babalarından çok farklı dünyalara sahip olduklarını düşünerek ve anlaşılmadıklarını hissederek en ufak konular için bile sık sık tartışıp duygusal bir uzaklaşma yaşamaktadırlar. Burada anne ve babanın ergen ile nasıl iletişim kurduğu ve bunun devamını nasıl sağladığı çok önemlidir.

İlk olarak anne ve babalara düşen görev, ergenlik döneminin özelliklerinin çok iyi bir şekilde öğrenilmesidir. Bu dönemde oluşan gözle görülebilen bedensel değişikliklerin yanı sıra düşünce sistemlerinde ve duygu dünyalarında yaşanılan değişiklikler artık çok iyi tanıdıkları çocuğun her zaman sergilediği tutum ve davranışlarının aksine bambaşka türlü hareket etmesine sebep olmaktadır. Bu dönemde, nasıl bir birey olduğunu sorgulayan ve kendi hakkında farkındalık kazanan bireyin aileden uzaklaşmasının olabileceğinin, arkadaşlarının zaman zaman aileden bile önce gelebileceğinin, kendini bir grubun parçası olarak görmenin ne derece önemli olduğunun anne ve baba tarafından normal karşılanması gerekmektedir. Arkadaşları arasında benimsenen bir tarzda giyinmenin, saç modeli yaptırmanın, popüler olan sözcükleri kullanmanın altında yatan sebebin yaşıtları arasında sevilen, takdir gören bir birey olmak için yapıldığını bilmek anne ve babanın kafasındaki birçok soru işaretine çözüm olacaktır. Bunu göz ardı ederek, çok hassas oldukları dış görünüşleri hakkında yapılan eleştiriler anne-baba-çocuk ilişkisini gereksiz tartışmalara sürükleyecektir. Gene bu dönemde ergenler kendi doğrularının tartışılmaz ve şüphe edilmez olduğunu düşündükleri için onları başka bir fikir veya durum için ikna etmeye çalışmak birçok defa sonuçsuz kalabilir.

Bu devreye özgü durumları bilmek, bunlarla karşılaştıklarında soğukkanlı olmalarını sağlayacağı gibi bazı davranışların bu dönemin getirileri olduğunu kabul etmek başka bir pencereden bakmalarını sağlayacaktır. Ergenlik dönemi geçirilirken, çocukların yetişmesine en büyük katkıyı sağlayacak kişilerin kendileri olduğunun bilincinde olması gereken anne ve babalara düşen diğer önemli görevler sıralanacak olursa; en başta aradaki ilişkinin sağlam ve tutarlı olması için iletişim biçiminin doğru kurallara dayalı olması gelebilir. Örneğin, Alışkanlıklarını bir yana bırakan yeni konuşma ve dinleme biçimi ilişkiyi başka bir noktaya ulaştırır. Kendini kaliteli bir iletişim konusunda gerçekten açık tutan, karşı tarafı anlamak için olaylara onun penceresinden de bakabilen ve bunları yaparken ciddi bir kararlılık gösteren anne ve babalar için bu dönemde karşılaşılan sıkıntıları atlatmak çok daha kolay olacaktır.

Konuşmadan önce düşünmek, söz kesmeden dinlemeyi öğretebilmek için bu konuda hassas davranmak, yargılayıcı bir ses tonundan kaçınmak, sakince konuşmaya çalışmak, ilginç bir sohbet konusu bulmak ve bunu devam ettirmeye çalışmak, onunla konuşurken kendisiyle nasıl konuşulması isteniyorsa o şekilde konuşmak doğru ve etkili bir iletişim için yapılabilinecek basit kurallar olarak görülse de etkisi çok fazla olacaktır.

Anne ve babanın, yaklaşımları onların ileride nasıl bir birey olacağını da etkilemektedir. Çocuklarını kontrol ve aşırı koruma altına almaları sonucunda, onların başkalarına bağımlı, kendine güveni olmayan bir kişilik oluşmasına sebep olabilirler. Bunun tam karşıtı olan, hiçbir hareketi sınırlandırılmayan, her olumlu davranışı abartılan, yani aşırı hoşgörü ortamında büyüyen kişiler ise bencil yetişebilir. Bunun sonucunda da daima başkalarının dikkatini çekmek isteyen ve karşı taraftan hizmet bekleyen bir tutum içine de girebilirler. Baskıcı bir tutumla yaklaşan anne babalarında çocuklarında da başkalarının ne düşündüğüne fazlaca önem veren, pasif, girdiği ortamlarda hep geri planda kalan bir kişilik yapısı görülebilir. Bütün bu istenmeyen durumları önlemek amacıyla çocuğa başarabileceği görevler veren, yenileri için onu cesaretlendiren ve ona yeni karşılaşacağı durumlarda oluşabilecek problemleri çözebilmesine yarayacak beceriler kazandıran ailelerin çocukları gerçek hayatla karşılaştıklarında başarıyı yakalayabilmektedirler.

Tüm anne ve babaların unutmaması gereken en önemli nokta, çocukların tüm gelişim süreci boyunca kendi hayatlarını şekillendirirken genetik özelliklerinin yanı sıra çevreden gördüklerini öğrenip uygulayacaklarıdır. Bu sebeple, çocuklar en yakın çevrelerinde bulunan anne – babalarını iyi veya kötü özelliklerini model almalarıyla olaylar karşısında kendi davranışlarını oluştururlar. Anne- babanın başlattığı güçlü iletişim tarzı kısa zamanda çocuk tarafından fark edilecek ve o da elinden geldiğince uygulamaya başlayacaktır. Sadece ergenlik dönemi için değil tüm dönemlerde, iletişimin doğru ve kaliteli olması anne-baba-çocuk ilişkisinin de aynı derece de güçlü ve sağlam olmasını sağlar. Ergenliğin üzerinde durulma sebebi, bu dönemde olan çocukların aileden uzaklaşmadan, ileride hayatlarını etkileyebilecek olan kararları alırken kendilerini yanlız hissetmemeleri, doğru seçimler yapmaları için ihtiyaçları olan en büyük desteği anne ve babasından görmeleri gerekliliğindendir.

Merve Soysal Başa
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü


__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 03:22   #88
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Hezeyandan Kinciliğe Siyonist Rüyanın Tâbiri



Yahudi halkının sosyo-ekonomik yapısı, diğer uluslarınkinden esaslı bir şekilde farklıdır. Bizimki aykırı ve gayrı tabîidir." (Ber Borochov- The Economic Development of the Jewish People,1917)

"Siz (Yahudiler) şeref, vazife duygusu, mâneviyat, vatanperverlik, idealizm yoksunusunuz..." (Max Nordau – 1'nci Siyonist Kongresi konuşması, 1897)


"Fakat emek, insanı toprağa bağlayan tek kuvvettir...ulusal kültürün oluşturulması için ana enerjidir. Bizde olmayan bir şey bu fakat yokluğunu hissetmiyoruz. Ülkesiz bir halkız, yaşayan bir ulusal dili olmayan, ulusal kültürü olmayan bir halk. Emeğimizin olmaması bizim için mesele değilmiş gibi görünüyoruz. - bırak işi İvan, John veya Mustafa yapsın..." (A.D. Gordon, "Our Tasks Ahead, 1920)


İlk siyonizm keyifli bir rüya idi, "Yahudinin" "medeni, saygılı ve sahih bir insana" dönüşmesi için vardı. Siyonizmin kurucuları "diğer halklar gibi bir halk" ve "uluslar arasında bir ulus" fikrinden ilham almışlardı. Nordau, Borochov ve Gordon gibi ilk siyonistleri okuduğumuzda, Yahudi vasfı ve kimliği hakkında aşağılayıcı göndermelerle karşılaşırız öyle ki Nazi ideolojisi onun yanında biraz liberal kalır.


Bununla birlikte, bir saniye durun ve siyonist rüya hakkında eleştirel bir şekilde dikkatlice düşünün. Hangi tür bir halkın "insan olma" rüyası gördüğüne hayret edilebilir. Bir Fransız, İngiliz veya Çinli erkek yahut kadının sıradan bir "insan" olma rüyası gördüğünü tahayyül edebilir misiniz? Zulme uğrayan insan varlıklarının insan gibi muamele görmeyi talep edebileceklerini kolayca düşünebiliriz (Filistinliler, Sivil Haklar Hareketi, Irk ayrımcılığı karşıtları vb). Siyonist rüya gene de başkadır. Tanınma veya eşitlik arzusundan ibaret değildir o; uygun bir şekilde muamele görme meselesi de değildir sadece; "kendini dönüştürme" rüyasıdır. Aslında, marazî gayri tabîi bir durumdan kabul edilebilir doğru bir insan şekline doğru mûcizevi bir başkalaşımdır.


Kurgusal bir masal bağlamında bir ineğin sütçü olma fantezisini, bir domuzun Koşer şinitzel olmak için "öldüğünü", bir yılanın İşçi partisini ele geçirmeyi istediğini ve sonra yeni bir siyonist gayrimeşru savaş açmayı planladığını kolayca tahayyül edebiliriz. Ancak bir halkın "sıradan insan" olma emeli beslediğini düşünmek hayli tuhaftır.


Tuhaf rüyayı açıklamanın yahut tâbir etmenin somut bir yolu herhalde siyonist rüyaya yenik düşenlerin, tâbîi halleri içerisinde, insanlıktan sahiden uzak olduklarına inandıklarını varsaymaktır. İnsan olma rüyası görenlerin, insanlığın onların bir şekilde sahip olmadıkları bir vasıf olduğuna kâni oldukları haklı olarak farzedilebilecektir.

Dün, Librairie Résistances, Paris'de (Gazze'ye para toplamak için düzenlenmiş bir faaliyetti) İsrail'in "evrilen barbarizmi" hakkında, İsraillilerin yüzde 84'ünün İsrail ordusunun geçen Aralık ayında Gazze'deki soykırımvâri suçunu nasıl olup da destekleri hakkında bana soru soruldu. "İsrail'in câni eylemlerinin nasıl ortaya çıktığını anlamak için yapmamız gereken tek şey, geriye doğru iz sürmek ve ilk siyonist ideologları yeniden okumaktır" dedim. Siyonist düşünürlerden "rüyalarını" ve soydaşlarıyla ilgili vizyonlarını kolaylıkla öğrenebiliriz. Modern Yahudi ulusçuluğunun kurucuları, Yahudi kimliğinde, kültür ve vasfında bir şeylerin topyekûn yozlaşmış olduğunu bir şekilde kabul ederler. Bununla birlikte, ıslah olunabilir olduğuna samimiyetle inandılar.


Siyonizm, yeni bir Yahudiyi, medeni üretken bir insanı ortaya çıkarmak için vardı. Aslında sırılsıklam ve menkıbevî bir rüyadır. Genç bir İsrailli olarak, ben bu rüyaya boyun eğenlerdendim. İsrail'in "benim" tarihi toprağım olduğuna inanırdım. Kitâb-ı Mukaddes kahramanlarına benim doğrudan atalarım nazarıyla bakardım. Söz konusu olan "ilk İsrailliler" olduğunda, ideolojik nakil operasyonu büyük bir başarıydı bana göre. Biz, genç İsrailli yerliler, "değiştirilmiş, medenileş/tiril/miş, hümanist ve seküler varlıkların başarı hikayesinden daha azı olmadığımıza inanırdık.


Söylemeye gerek yok, Filistin tarihi, Filistinliler ve Nakba bizden tamamen gizlenmişti. Filistinlileri çevremizde de görmüyorduk, bırakın nedenini, acı çektiklerinden bile habersizdik. Esasen büsbütün kördük. Ordumuzun en insancıl ordu olduğuna inanırdık. Her İsrailli'nin kütüphanesinde özel bir yeri olan efsânevi foto albümü "1967 Zafer Günlüğüyle" büyüdük. Bu cilalı propaganda kitabında, İsrailli bir asker Mısırlı mahkuma su veriyordu. Halkımızın evrensel hümanizmi cirolamasının sembolü nazarıyla bakardık ona. Dehşetli gerçeğin, Sina çölünün gerçekte yüzlerce Mısırlı savaş esirinin katledildiği saha olduğu gerçeğinin farkında değildik. Niçin bilmiyorduk? Güzel bir soru bu. Bu savaşa katılan babalarımız birşeyler biliyor olmalı ama sessiz kaldılar. 1948 Filistinli mülteciler konvoyuna şahit olan ebevenylerimiz Nakba hakkında birşeyler biliyor olmalı fakat sessiz kaldılar. Yeterince ilginçtir, bizde onların izinden gittik. Büyüyüp IDF askeri olduğumuzda biz de aynısını yaptık, gözlerimizi kapattık (1982 Lübnan). Ve bu hiçbir zaman değişmedi. İsrail'in mânevi uyanışı hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bunun gerçekleşmeyeceğini şimdiye dek savundum. Siyonist rüya çok konforludur. Yüz yıldan daha fazla süren vehmi bir mânevi aldanıştan sonra, İsrailliler ahlak komasına girdiler.


Siyonizmin hümanist başkalaşma rüyası gerçekliğe veya uygulamaya tahvil olmadı. Tam tersi, İsrailliler ve siyonistler kendilerine yanıltıcı vehmi bir prizmadan bakmayı öğrendiler. Hümanistlere dönüşmek yerine, aşırı Yahudi merkezli rüyalarında, "önde gelen hümanistler" oluverdiler.


Freud, rüyanın uykuyu uzatmak için var olduğunu öğretti bize: Dışarıdaki bir siren sesi, bebek ağlaması ve damlayan çeşme rüyaya dâhil edilirdi ki uyuklamaya devam edelim. İsrailli'nin hümanist rüyası da benzer şekilde işler: Siyonistin uyuklaması için vardır, yahudileri, devletlerinin kendi adlarına işlediği suçlardan uzak tutmak için vardır. Goldstone raporu veya Ahmedinejad'ın geçerli eleştirileri gibi "dış dünyadan" gelen rahatsızlıklar, rüyaya "patolojik Yahudi karşıtlığının" yol açtığı "beyaz gürültü" olarak dâhil edilir. Yahudi devleti hakikatte eşsiz bir şekilde barbar olmasına rağmen, onların rüyalarında böyle bir şey yoktur ve "işler her zamanki gibi akıp gitmektedir."


Filistindeki İsrail barbarlığının günlük gerçeği bizi siyonist dönüşüm rüyasına geri götürmelidir. Yahudi devleti büyük vaade rağmen "diğer uluslar gibi bir ulus" olamadı. Benzer şekilde, siyonist halk "diğer halklar gibi bir halk" değil zira hiçbir halk soykırımı topluca onaylamaz.


Kimlik dönüşümünün sözümona kutsanışı olan Yahudi devleti, siyonizmin şifa vereceği marazî semptomların ete kemiğe bürünmüş halidir. İsrail kendisini devasa getto duvarlarıyla çevirmeyi ve yerli nüfusunun üzerine ateş ve kitle imha silahları püskürtmeyi çoktan başardı. Milyonlarca insanı temerküz kampına kilitledi ve açlığa mahkum etti. Çok tuhaftır, siyonist hümanist başkalaşma rüyası ironisinin tam anlamı ancak İsrail'in devasa barbarlığı karşısında yeterince anlaşılabilir.


Siyonizm başarısızlığa mahkum: Kan bağına dayalı bir projedir, ırk yönelimlidir ve iliğine kadar üstünlükçüdür. Siyonist rüya tahripkâr bir kabusun gerçek olmasıdır: Golem* Yahudi devleti, Yahudiler adına daha fazla suç işlemek için her sabah uyanıyor. Yüzlerce nükleer bombanın olduğu bir cephanesi var ve intikamdan başka bir şey vaaz etmeyen vehmi bir holokost dini tarafından motive ediliyor. İnsanlığa, insancıllığa ve medeniyetimize karşı İsrail'den ve onun dünyadaki lobilerinden daha büyük bir tehlike yoktur.
Söylemek istediğim tüm şey şu: Gözünüzü dört açın.

Gilad Atzmon
Golem – Yiddiş Frankeştaynı
Çeviren: M. Alpaslan Balcı


__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 03:25   #89
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Bireysel Kariyer







1. Gençlerde kişilik oluşumu ve yönlendirme nasıl olmalıdır? Bu anlamda verilecek profesyonel desteğin anlamı nedir?

Bir insanı diğer insandan ayıran bedensel, duygusal ve zihinsel etkinliğe çevrenin verdiği değerlerle tanımlanan kişilik gelişimi doğumundan itibaren başlar. Genetik özellikleri, bedensel nitelikleri, zekası, yaşam gereksinimlerinin karşılanması, iç ve dış uyaranları, iletişim ve etkileşimi ile şekillenerek duygu, düşünce, davranış, tutum ve eylemleri ile kendini gösterir.

İnsan yaşamının uzun bir bölümünü eğitim süreci, sonraki bölümünü de mesleki yaşamları etkiler. Mesleki kararların oluştuğu dönem ergenlik dönemi ile çakışmaktadır. Bu döneme ait gelişim özellikleri doğal olarak genci zorlarken, geleceğe ait karar verme konusunda güvenli davranamamaktadırlar. Gencin kendini tanımasında yaşanan güçlüklerin temel nedeni gelişimi devam ederken kendi istek, beklenti, ilgi ve yeteneklerini farklı algılayabilmesidir.İşte bu noktada gencin kişilik özelliklerini, yetenek ve ilgilerini tanımalarına imkan veren profesyonel destek, gelecekle ilgili kararlarına yardımcı olmaktadır.

2. Profesyonel bir yaşam öncesi eğitimde yönlendirme ve kariyer planlama nasıl olmalı?

Öncelikle gencin kişilik özellikleri, ilgi alanları, zeka ve yetenekleri tespit edilerek kendini tanıması sağlanır. İkinci temel nokta ise gerçekçi hedef oluşturmasıdır. Hedefin olmadığı durum belirsizliktir. Daha sonra hedef ile gencin özellikleri arasında ilişki değerlendirilir. Lise de alan seçimini bu kriterlere göre yapması desteklenir Sosyal alanı güçlü kişinin bilgisayar programcılığı mesleğini seçmek istemesi ya da analitik becerileri olmayan gencin genetik mühendisliğini hedeflemesi gerçekçi değildir. Gerçekçi hedefler ve alternatif hedefler başarıya yaklaştıracaktır. Daha sonra, hedeflediği yüksek okulu, mesleği çok iyi tanıması, bu mesleği yapanlarla görüşmesi, iş, kazanç imkanlarını araştırması sağlanır. Tüm bu çabalar uygun bir hedefe yönelik planlama yapma ve bu plana uymayı sağlama ile tamamlanır.

3. Gençlere yönelik DBE’deki kişilik ve kariyer yönlendirme çalışmaları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Gençlerin kendilerini tanımalarına yönelik psikometrik test veya envanterlerden yararlanarak, belirlenen kişilik özelliklerinden değiştirmesi ve geliştirmesi gerekenlerle ilgili öneri ve uygulama destek seansları yapılır. Gencin kariyer gelişimi deneyim, düşünce ve davranışlarının planlanması çerçevesinde kendi başarılı kaynağının etkin kullanımı, beklentilerinin tatmini, verimliliğin artması, eğitimlerle desteklemesi sağlanır. Kaynaklarının etkin kullanımı ve geliştirilmesi için akademik ve kişilik özelliklerini yapılandıran performans geliştirme çalışmaları yapılır.

4. Uygulanan test ve envanterler hakkında bilgi verebilir misiniz?

11-22 yaş arası gençler için uygulanan 16 PF Kişilik ve Mesleğe Yönlendirme Envanteri ile 16 yaş ve üzeri kariyer planı için 16 PF Kişilik Envanteri uygulanmaktadır. 16 PF Kim (11-22 yaş) Envanteri Dışadönüklük, Endişe Düzeyi, Gerçekçilik, Bağımsızlık, Oto-kontrol genel kişilik özellikleri ve Sıcakkanlılık, Problem Çözme, Strese Tolerans, Baskınlık, Canlılık, Kurallara Bağlılık, Sosyal Girişgenlik, Duyarlılık, İhtiyatlılık, Soyuta Odaklılık, Ketumluk, Kendini sorgulama, Değişimlere Açıklık, Kendine Yeterlilik, Mükemmeliyetçilik, Gerginlik temel kişilik katagorilerinde gencin bulunduğu durumu tespit eder. Kişilik özelliğine göre belilenen Meslek kategorilerinden Gerçekçi, Geleneksel, Girişimci, Sosyal, Sanatçı, Araştırmacı alanların hanilerinin ön planda olduğu belirlenir. Yaşadığı sorunlara bağlı olarak risk alanları ile başarılı olacağı genel yetenekler tespit edilir.

16 PF Kişilik Envanteri ise şu bölümleri içermektedir;

Cevaplama Tarzı İndeksi : Farklı Görünme Eğilimi, Genelden Sapma Eğilimi ve Genele Aşırı Uyum Eğilimi
5 Genel Kişilik Eğilimi : Dışadönüklük, Endişe Düzeyi, Gerçekçilik, Bağımsızlık ve Oto-Kontrol
16 Temel Kişilik Özelliği : Sıcakkanlılık, Problem Çözme, Strese Tolerans, Baskınlık, Canlılık, Kurallara Bağlılık, Sosyal Girişkenlik, Duyarlılık, İhtiyatlılık, Soyuta Odaklılık, Ketumluk, Kendini Sorgulama, Değişimlere Açıklık, Kendine Yeterlilik, Mükemmelliyetçilik ve Gerginlik
Genel Eğilimler : Duygusal Uyum, Yaratıcılık Potansiyeli, Etkin Bir Liderlik Tarzına Olan Benzerlik, Seçilmiş Bir Lider Rolü Üstlenme Potansiyeli, Yapılandırılmış Durumları Tercih Etme, Resmi/Akademik Alanları Tercih Etme
Yönetici/Çalışan Rolleri Genel Eğilimi: Otoriter, Başkalarını Memnun Edici, Katılımcı, İşbirliği Yapan, Hoşgörülü, Serbest Düşünen, Tartışmacı, Kontrollü, Objektif, Destekleyici
Kariyer/Meslek İlgi Alanları: Etki Etmek, Düzenlemek, Yardım Etmek, Yaratmak, Analiz Etmek, Üretmek, Girişimcilik ve 27 kariyer alanı için Öngörülen Kariyer Etkinlik Puanları
Çeşitli Mesleklerle İlgili Mesleki İlgi Alanları
İstatistiksel Özet ve Ham Puanlar: Bireyin envanterdeki sorulara verdiği cevapların dökümü
16 PF Kişilik Envanterinin uygulamasından elde edilebilen raporlar ise şunlardır:
Temel Sonuç Raporu
Temel Yorum Raporu
İnsan Kaynakları Gelişim Raporu
Kariyer Gelişim Raporu
Takım Çalışması Raporu
Liderler İçin Koçluk Raporu
16 PF Kariyer Gelişim Raporu, kişinin kariyer planlamasının ve kariyer hedeflerinin belirlenmesi için gerekli olan kişisel değerlendirmeyi ve araştırmayı kolaylaştıran etkili bir danışmanlık aracıdır. Ayrıca, bireyin kariyer ilgi alanları ve kişiliğiyle ilişkili olarak, iç görü kazanmasını sağlamaktadır.

Raporun başlıca kullanım alanları;
Kariyer Danışmanlığı
Koçluk ve Süpervizyon Süreçleri
Kariyer Yönetimi Kararları
Kişisel ve Organizasyonel Gelişim
Eğitim Süreçleridir.
16 PF Kariyer Gelişim Raporu iki alt rapordan oluşmaktadır;
Bireye Ait Geri Bildirim Raporu
Danışman Raporu
Bireye Ait Geri Bildirim Raporu:

Bireyin kişiliğiyle ilgili bilgiler, güçlü yönlerine ağırlık veren bir tarzda yorumlanmaktadır. Raporun bu kısmındaki alt başlıklar;
Problem Çözme Becerisi
Stresle Başa Çıkma Tarzı
Kişiler Arası Etkileşim Tarzı
Organizasyonel Rol ve Çalışma Ortamı Tercihleri
Kariyer İlgi Alanları
Raporun bu kısmında, ek olarak yedi sayfadan oluşan ve bireyin araştırma ve planlama sürecini kolaylaştıran bir bölüm de bulunmaktadır. Bu bölümde bir takım egzersizler yer almakta ve bu egzersizler, bireyin kişiliğinin ve kariyerinin güçlü yönlerini, mesleki ve kişisel performansının etkinliğini arttırabilmek için duyduğu gereksinimleri, gelecekteki kariyer adımlarını, kariyer ve kişisel gelişimi ile mesleki hedeflerini kendi başına analiz etmesine yardımcı olmaktır.

5. Türkiye normalarında alınan grafikler ve rakamsal veriler nedir?

IPAT (Institute for Personality and Ability Testing,Inc.) tarafından geliştirilen, 16 PF Kişilik Envanteri Türkiye için seçilen tek temsilci olan Dbe tarafından uygulanmaktadır. 16 PF Kişilik ve Envanteri Beşinci Vresiyonunun Türkçe soru kitapçığına ilişkin psikometrik analizleri ve norm çalışmaları 17-60 yaş aralığındaki yaklaşık 30.000 kişilik bir örneklem içinden istatistiksel yöntemlerle belirlenmiş 2230 kişilik bir alt örneklem grubuyla gerçekleştirilmiştir. 16 PF Kişilik Envanteri Beşinci Versiyonunun güvenirlik analizleri(test-tekrar test, iç tutarlılık gibi), psikolojik testlerin taşımaları gereken psikometrik kriterlere uygun olduğunu göstermektedir. Türkçe 16 PF Beşinci Versiyonunun Türk Kültürüne uyum çalışmaları sonuçları, İngilizce orijinal versiyonun teorik yapısına uygun olduğunu göstermektedir. Çalışma sonucunda Türkiye’deki 16 PF raporlarında kullanılan “Türk Norm Tablosu” oluşturulmuştur.

Şeyda Özdalga
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 03:28   #90
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Çocuklara Kitap Okumayı Nasıl Sevdiririz?




Fazla çaba sarf etmeden eğlendirip, bilgilendiren televizyon, bilgisayar gibi teknoloji harikası iletişim araçları ile görsel cazibesi yüksek, oyalayan ve eğiten bir çok oyun ve oyuncak arasından çocuklara kitabı sevdirmek günümüzde artık daha zorlaşmaktadır. Bu kadar uyarana sahip olmadığımız 20-30 yıl öncesinde tercih ettiğimiz, doğum günlerinde hediye olarak seçtiğimiz kitaplardı. Şimdi ise çocuklar klasik roman kahramanlarını değil, çizgi film kahramanlarını daha iyi tanıyorlar.

Bebeklikten başlayarak çocukları renk, çizgi ve sözcüklerle tanıştıran, anadilini öğrenmesine yardımcı olan kitaplar, hem görsel, hem de dilsel özellikler ile çocuğun oynama, eğlenme, görme, duyma, dokunma yoluyla tanıma ve keşfetme gereksinimlerini karşılayan, duygu ve düşünce dünyasını besleyen, yaratıcılık ve hayal dünyasını geliştiren araçlardır.

Çocuk okuma alışkanlığını öncelikle ailede, sonra da okulda kazanır.Ebeveynler kitaba değer veriyorsa, düzenli olarak okuyorsa çocuklarının okumaları için de model oluyorlardır.Çocukların kitabı sevmeleri, bebeklikten itibaren anlama, algılama, fiziksel, zihinsel ve psikolojik durumuna ait gelişim özelliklerindeki ilgi ve beklentilerine göre sağlanabilir.
Çocuk kitap ilişkisi çocuğun okuma yazmaya başlamasından çok önceki bebeklik döneminden itibaren başlar. Bu nedenle kitapla ilk tanışma bu dönemlerde başlamalıdır.

Yaş dönemlerine göre kitap özellikleri şu şekildedir ;

0-3 yaş

Müzikli, sesli
Dokunsal alanını uyaran
Tanıdık nesnelerin olduğu
Parlak renkli
Az kelimeli ve bu kelimelere ait bol resimleri olan(hayvan, eşya gibi)
Kolay yıpranmayacak kalitede
Ellerinin boyutuna uygun olmalıdır.
Bu resimli kitaplara dokunma elde tutma ile süreç başlar. Çevreyi tanımasına, çevreyle ilişki kurmasına, dilinin gelişmesine, algılama kapasitesinin artmasına yardımcı olur.

3-5 yaş
Kahraman figürleri olan masallar
Tanıdık durumların anlatıldığı, yaşama ait
Nesneleri sınıflandırabileceği
İyi resmedilmiş
Hayal gücünü harekete geçiren metinlerin önem kazandığı
Konuları sade, resimleri öyküyü anlatacak güçte olmalıdır.
Çocuğa okunan kitap, kavramsal gelişimine ve anlama becerisine katkı sağlar. Bilişsel gelişimine ve kişiliğin temellerine katkı yanında öğrenme isteğini ve merakını tatmin etmeye, soru sormaya teşvik etmeye yardımcı olur.

5-8 yaş
Güçlü hikayeleri olan
Kavram ve dil yönünden gelişmiş
Karakterleri güçlü
Sadece iyi ve doğruyu değil, kötü-yanlış karakterleri de içeren
İçinde bilinen kelimeleri içeren
Gerçek hikayelerden alıntıları olan
Yeni bilgiler öğreten, eğitici
Okumayı yeni öğrenenler için kısa ve büyük yazılarla yazılmış
İlgi alanına giren kitaplar olmalıdır.
Hayal gücünü kullanarak yorumlar yapmaya, yeni şeyler denemeye, duygu ve düşüncelerini tanımaya, dilini uygun kullanmaya ve okuyan kişiyle fiziksel ve duyuşsal yakınlaşmayı sağlar.

8-12 yaş
Çocuğun karakter ve zevkine uygun
Sadece mesaj kaygısı taşımayan, beyin fırtınası yapabileceği
Türk dilinin uygun kullanıldığı
Yaratıcılığını kışkırtan, sonunu kendi tamamlayabileceği
Özdeşim kuracağı
İlişkiler konusunda destekleyici, iyinin yanın da kötüye de yer veren
Farklı kültürleri tanıyabileceği, evrensel, iyi çevirisi olan
Duygusal, Macera türü, öğretici ya da mesaj verici özelliği abartılmamış kitapları seçebilirsiniz.
İlgi alanına yönelik her yeni bilgi ve kahraman onu heyecanlandıracak okuma isteğini arttırmaya başlayacaktır. Heyecanlı, maceralı olaylar ya da duygularını bulabileceği kitaplar ilgisini çekecektir.

ÇOCUKLARIN KİTAP OKUMAYI SEVMESİ İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Anne Baba olarak siz bir kitap okuyucusu modeli olabilirsiniz.
Kitap okumak için özel zamanlar ayırabilirsiniz
Kitap okurken mimik ve ses tonunuzu kullanarak, kitaptaki hayal dünyasının içine çekebilirsiniz.
Kitap okumayı sevmek kitabı tanımakla başlar. Kitapçıya giderek kitapları tanıması konunda rehberlik edebilir, onun nitelikli seçim yapmasını sağlayabilirsiniz.
Ona okunan ya da kendi okuduğu kitabı babasına, arkadaşına anlattırabilir, böylece okumanın değerini, aktarma becerisini, başkasıyla paylaşmakla ilişkiyi geliştirmeyi destekleyebilirsiniz.
Özel günlerinde ona ya da arkadaşlarına kitap hediye edebilirsiniz.
Birlikte kitap evleri ve fuarlarına ziyaret yapabilirsiniz.
Günlük gazete, dergi ve sürekli yayınları takip etmesini özendirebilirsiniz.
Odasında kitaplarını koyabileceği bir kitaplık oluşturabilirsiniz.
Kitaplarını arkadaşlarına ödünç vererek ya da alarak, okulun kütüphanesinden yararlanmasını sağlayabilirsiniz
Şeyda Özdalga
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
ilgili, makaleler, psikoloji


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 12:19.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.