Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Sağlığımız ve Hastalıklar > Psikoloji

Psikoloji Psikoloji, psikiyatri ve kişisel gelişim


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 26.11.2015, 03:30   #91
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Aile Terapisi ve Okullardaki Kullanım Alanı



Adından da anlaşılacağı üzere aile terapisi, dile getirilen sorunların, ait olduğu bireye atfedilerek değil de, ailenin tümü göz önüne alınarak aşılmasına denir. Bu iyileştirme sürecinde ailenin isleyiş biçimi, aile üyelerinin birbirleriyle ilişki ve iletişimi öncelikli olarak ele alınır.

Şimdi aile terapisinin gelişimine hizmet etmiş teorisyenlerden başlıcalarının çalışmalarına bakalım. Sonra da okul ortamında çalışan psikolojik danışman ya da öğretmenlerin bu terapi yönteminden yararlanabilecekleri noktaları açığa çıkaralım.

“Aile Terapisi”nin Tarihsel Gelişimi

Psikolojik sorunların tedavisi sırasında tüm aile üyelerini bir arada gören ilk kişi 1940 yılında Bowlby olmuştur. Aile terapisinin ortaya çıkması, değişik ekollerden araştırmacıların 1950’lerden itibaren çalışmalarında görülmektedir. İnsanlarda, içinde yaşadıkları ilişki sistemini görme beceriksizliği olduğunu öne süren Hoffman, aile tedavisi hareketinin, insanların semptomatik davranışlarının klinisyenin ofisi yerine doğal ortamında yani aile içinde incelenmeye baslamasıyla doğduğunu söylemistir.

1950'lerin başında bir grup araştırmacı Kalifornia Palo Alto'da şizofren hastalar ve ailelerinde iletişim örüntülerini incelemiş ve 1956'da "Toward a Theory of Schizophrenia" (Bir şizofreni kuramına doğru) adlı makaleyi yayınlamışlardır. Bu grubun çalışmaları iletişim örüntüleri üzerine yoğunlaştığı için bu ilk terapistlerin çalışmaları "İletişim Okulu" olarak bilinir.

Dünyanın ilk aile tedavisi merkezi MRI Mental Research Institute eğitim, araştırma ve tedavi amaçlı olarak, 1959 yılında Palo Alto'da Don Jackson tarafından kurulmuştur. DBE Kurucu Başkanı Psikolog Emre Konuk ve Psikiyatrist Dr. Murat Dokur'un da eğitim gördüğü MRI'a, 1962-1967 yıllarında Jay Haley de katılmış ve iletişim teorisine güç çatışması kavramını da eklemişlerdir.

Haley'nin, 1967 ile 1976 yılları arasında Minuchin ile birlikte çalıştıktan sonra yayınladığı "Problem Solving Therapy" adlı kitabında, sorunlu ailelerde bir diğerinin mesajını etkisiz kılma çabası sonucu ortaya çıkan çatışmalı iletişim incelenmiştir. Bu noktadan hareketle Problem Merkezli Kısa Aile Terapisi Modeli (problem focused therapy) olarak adlandırılabilecek bir yaklaşım doğmuştur. Problemin tanımı ve problem çerçevesinde kimin, ne zaman, ne yaptığı detaylı bir şekilde araştırılır. Problemin devam etmesine neden olan işe yaramayan çözümlerdir. Kalıpların bozulması önemlidir. Semptomun ortadan kalkması ile terapi amacına ulaşmış olur.

Alanın önemli isimlerinden Virginia Satir ise, iletişim teorilerini kabul ederken duyguların iletimine daha önem verir ve aile terapisini benlik saygısının gelişmesi ve kişiliğin olgunlaşmasının en önemli yolu olarak görür. Görüşlerini ortaya koyduğu kitaplardan biri olan "People Making" (1967), 2001 yılında dilimize çevrilerek İnsan Yaratmak adı ile yayınlanmıştır.

1976 yılında Haley, Cloe Madanes ile beraber Aile Terapisi Enstitüsü’nü kurmuş ve Stratejik Terapi veya Kısa Terapi olarak anılan kendi modelini geliştirmiştir.

1965-1981 yılları arasında Philedelphia Çocuk Yönlendirme Merkezi yöneticisi olan Minuchin, Yapısal Okulu kurmuştur. Şehirlerde gecekondu bölgelerinde yaşayan ailelerle ve suç işleyen ergen erkeklerle çalışmıştır. Normal ve disfonksiyonel ayrımı yapar. Terapinin amacı ailenin yapısal olarak yeniden organize olmasını sağlamaktır. Hiyerarşi, sınırlar, alt sistemler ve koalisyonlar en temel kavramlarındandır. Salvadore Minuchin ve Charles Fishman’ın birlikte yazdıkları ‘Aile Terapisi Teknikleri’, yapısal aile terapisinde kullanılan teknikleri incelikle tanımlar.

1980'li yıllarda, Wisconsin Aile Çalışmaları Enstitüsü bünyesinde kurulan Kısa Aile Terapisi Merkezi'nde çalışan Steve de Shazer, Erickson ve MRI'dan etkilenerek yazdığı "Kısa Terapide Çözüm Anahtarları" ve "Kısa Terapi Kalıpları" adlı kitaplarını yayınlayarak, aile terapisinde çok önemli bir gelişmeye imza atmıştır. Çözüm Odaklı Aile Terapisi (Solution-Focused Therapy) olarak adlandırılan bu yaklaşım özellikle okullardaki kullanım alanı açısından dikkate değerdir.

Okullarda “Çözüm Odaklı Aile Terapisi”nin Kullanım Alanı

Okullarda aile terapisinin kullanım alanı çok fazladır. Bir rehber öğretmen için aile terapisinin becerilerini kullanabiliyor olmak, aniden oluşan kriz anlarında, velilerin okulda çocuklarının sorunlarına çözüm aramaya geldikleri zamanlarda ve diğer sıkıntılı anlara yönelik çalışılması gereken durumlarda büyük mesleki kolaylık demektir.

Örneğin, okuldan kendilerine rehberlik edilmesini bekleyen bir ana-babaya, rehber öğretmen yapısal terapinin ana temaları kullanılarak alt sistemler, sınırlar ve koalisyonlarla ilgili öneriler verilebilir. Ya da, aile terapisi yetkinliği olan rehber öğretmen, öğrencisinin yaşadığı sorun ya da sorunlara aile üyesinin katkısı olduğunu hissederse veya sorunun aşılması için aile üyelerinin de desteğine ihtiyaç duyarsa öğrenci ve ailesini okulda görüşme yapmaya çağırabilir. Gerekli durumlarda öğrenciyi ailesiyle beraber iken evinde ziyaret edebilir. Hatta kullanmayı tercih ettiği, kendini yakın hissettiği tekniklere bağlı olarak, ailenin tümünü biraraya getirmesi gerekmeyebilir. Evde yapılacak müdahaleler ve "ev ödevleri" öyle ayarlanabilir ki, öğrencinin bulunmadığı görüşmeler de bile işe yarar adımlar atılabilir. Yetkin olduğu teknikleri kullandığı ve okul ortamının izin verdiği ölçüde oldukça etkili olacağı kesindir.

Bununla beraber, okul ortamında rehber öğretmenin ilgilenmesi gereken öğrenci sayısı çok ve zamanı kısıtlıdır. Bu durum rehber öğretmenler için etkili ve hızlı çözüm yollarını ihtiyaç haline getirmiştir. Çözüm Odaklı Aile Terapisi bu noktada diğer modellerden ayrışmaktadır. Bu yaklaşımın okul ortamındaki müdahaleleri, odak noktası "problemin sebebi nedir?" olmadığı için, diğer tekniklere göre, hem okul çalışanları hem de öğrenciler için daha etkili ve daha az stres vericidir.

Çözüm Odaklı Aile Terapisi yaklaşımını kullanmakta olan bir rehber öğretmen, sahip olmadıkları, eksik olan becerilerini danışanlarına, öğrencilerine öğretmeye çalışmak yerine, zaten var olan kaynaklara, başarının var olduğu alanlara yönelir. Müdahaleler, sıkıntı yaşanılan anların değil de, problemin var olmadığı özel anların altını çizer. Rehber öğretmen danışanından (öğretmen, veli ya da öğrenci) şimdiye kadar hiç başaramadığı bir şey yapmasını istemek yerine, arzulanan durumu daha önceki benzer bir başarılı anla özdeşleştirir. Örneğin, öğrencilerini kontrol etmede sorun yaşayan bir öğretmene yeni bir davranış programı oluşturmasını önerip, sınıfta bağırıp çağıran öğrencilerine sarılıp, içinden çığlık atmak geldiği anda da gülümsemesini istemek yerine, bir kaç gün önce bir öğrencisinde başarılı olduğu bir müdahaleyi devam ettirmesini söylemek daha etkili olacaktır.

Bu yaklaşım, "normal" olarak tasvir edildiğinde problemleri daha çözülebilir kılan dilin gücünü kullanır. Problemler, pozitif olasılıkların göz önüne alındığı şekilde "yeniden tasvir" edildikçe, başarı ulaşılabilir hale gelir. Örneğin bir öğretmen devamlı kızgın olan bir öğrencisinden şikayet ediyor olabilir. Rehber öğretmen bu durumu, öğrencinin "zaman zaman kızgınlıkla başı belada" şeklinde geri yansıtır. Böylece sorun dışlanır. Kişi problemin kaynağı olmaktan çıkar ve sorun dış etkenlere atfedilir. Hatta rehber öğretmen bir adım daha ileriye giderek öğretmene ve öğrenciye, bu kızgınlığın öğrencinin canını çok da sıkmadığı anları fark etmelerini isteyebilir. Bu yaklaşım öğretmeni, öğrenciyi farklı şekilde algılamasına, öğrenciyi ise yeni bir davranış geliştirebileceği şekilde kızgınlığının farkına varmasına cesaretlendirir.

Başarı amacın gerçekleştirilmesi demek olduğundan, bu amaçları geliştirmek ve belirlemek çözüm odaklı aile terapisi için çok önemlidir. Bu durumda, kontrol edilemeyen değil yapılması mümkün olanı amaçlamak esastır. Örneğin, ne öğrenci ne de rehber öğretmen bir anne-babayı kavga etmekten ya da boşanmaktan vazgeçiremez. Ama bir öğrenci daha önce böylesi durumlarla, çok zorlanmış olsa da, nasıl baş ettiğini hatırlayıp listeleyebilir. Zaten bu danışma seansı bir baş etme durumu değil mi? Nasıl buraya gelmeye karar verdi ve bu kadar açık ve etkili bir şekilde sorununu konuşmayı başardı? İşte böyle basit ve dakikalık durumlar sorunun "kontrol altında" olduğu anlardır. Hatta seans sırasında bu notlar yazıya dökülür, bir kopyası rehberde kalır. Bir kopyasını da öğrenci gerektiğinde bakıp hatırlayabilmesi için evine götürür.

Ayrıca, bir çok okul ortamında rehber öğretmene bir öğrenciyi ya da sorunu düzeltecek, tamir edecek kişi olarak bakılmaktadır. Övgü olarak da düşünülebilse de, günümüzdeki iş yükü ile bir rehberin ya da yöneticinin böyle bir "çözümde tam sorumluluğu" yüklenmesi gerçek dışı görülmektedir. Çözüm odaklı aile terapisi yaklaşımını benimseyen bir okul programı ilk görüşme sonrasında rehber öğretmenin işini hafifletip, sorunu gözlemleyen öğretmene ve öğrenciye daha çok sorumluluk yüklemektedir.

Tüm bu anlatılanlar ışığında, aile terapisi ve özellikle çözüm odaklı aile terapisinin bir rehber öğretmen için ne kadar işe yarar bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Son yıllarda ülkemizde aile terapisi alanındaki ümit veren gelişmeler göz önüne alındığında, düzenlenen eğitimlerle yetkinlik kazanan psikolog, psikolojik danışman ve diğer meslekdaşların çalışmalarında bu yaklaşımı kullanmakta oldukları anlaşılmaktadır. Bu noktadan yola çıkarak denilebilir ki, rehber öğretmenlerin bu çok işe yarar yöntemi okullarda kullanmaya başlamaları da fazla zaman almayacaktır.

Gaye Korkmaz
Psikolojik Danışman

Kaynakça:

1. Kılıç Ö. Emine (1996). Aile Tedavilerinin Tarihçesi. Yayın Sorumlusu: Prof. Dr. Efser Kerimoğlu, Aile Tedavileri, sf.1-9. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiatrisi Bilim Dalı. Ankara, 1996.
2. Bray İrem, Geçmişten Günümüze Aile Terapisi, www.gelishim.netteyim.net/aileterapi1
3. Metcalf Linda (1995). Counseling Toward Solutions. Newyork: The Center For Applied Research in Education


__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.11.2015, 03:50   #92
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Bende bir torun var aman aman
Kız olduğu halde öyle çıkarcı ki anlatamam
Babaanne ben seni çok seviyorum , arkasından da hadi markete gidelim diyor
Çikolatada alalım sakızda alalım jelibonda alalım
Yani dediğin gibi çok uyanık oluyorlar @Aristo .
Torun derken yeğenimin kızı
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 27.11.2015, 01:45   #93
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Alıntı:
Orjinal Mesaj Sahibi Aristo Mesajı göster
Hani derler ya ''çocuktur aklı ermez'' diye...

Külliyen yalan!

Aynen öyle


__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 28.11.2015, 03:32   #94
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

VURMAYIN




Şiddetin aile içi yansımaları özellikle feodal toplumların en derin yarası iken, en az değinilen ve medyada da ajitasyon unsuru olarak kullanılmasının dışında yer verilmeyen mesele çocuk istismarıdır.

Bu mevzunun derinliği birkaç yazının devamıyla ancak kavranabilir sanırım. Bu metinde daha çok fiziksel şiddet boyutundan söz edeceğim.



Yurtiçi ve yurt dışı istatistiklere göre şiddet uygulayan kişi ile eğitimi arasında doğrudan bir bağlantı mevcut değil. Olayın matematiği, şematiği, akademiği vs vs vs… yıllardır yazılıp çizilmektedir. Biz burada tekrar lama sıkıcılığına düşmeyelim.




Aile içi şiddeti yaşamının bir parçası haline gelmiş çocuklar, ilk çocukluk dönemi(0–8)henüz olayı tanımlayamıyor olmanın şaşkınlığı ile dışarıda gözle görünür bir tepki vermezler. Hatta öyle doğal, canlı ve neşeli davranabilirler ki siz serap’ın Ayşe’nin, murat’ın, her akşam tekme tokat darp aldığına, aşağılandığına inanamazsınız. Ne zaman ki bahar gelip de yazlıklar giyinir, o zaman neden bu çocuklar uzun kollu giyiyor, şort giymiyorlar diye belki düşünebilirsiniz. Sıradan doktor muayenelerinde fark edilen çürükler anne ve babası tarafından düşmüş! Çocuk işte diyerek kolayca geçiştiriliverir.




Kimi zaman evin erkeği (?) dir bu işkenceci… Ancak kendini ve insan hayatını böylesine aşağılayan annelerde azımsanmayacak orandadır.

Kocasından gördüğü şiddetin ve cinsel istismarın(eşlerine tecavüz eden beylerin trajedisi ayrı bir yazının konusu)acısını evlatlarından çıkartmakta pek de bir mani görmezler. Ve bu karanlığı aydınlatmaya yetecek örnekleri de olduğunu savunurlar.

Çok yoruluyorum. Hiç söz dinlemiyor. Bu çocuk bunu hak etti. Dayak cennetten çıkmadır. Anne baba değil mi? döverde severde…

Minicik bedenler, bu darplara hiç tepki veremezler belki sadece ağlayabilirler. Sonra da minik karnında ki yara, bacağında ki morluk ve kesik kendilerine sorulduğunda sakin sakin hiçbir duygu ifadesi belirtmeden anlatırlar.



Bu yazıyı okuyanların içinde minik bir sızıntı yayılabilir; ya kendi yaşadıklarından ya da kendi çocuklarına yaptıklarından…

Ancak sızıntı, sızlama, sızlanma ne yaraları iyileştiriyor ne de geleceğe ektiğimiz minik bedenlerin kalbinde ki sönmüş umutları geri getirebiliyor?



Feodal toplumlarda yaşanan trajedilerin en önemlisi yaşanan işkencenin yokmuş gibi yapılması, kol kırılır yen içinde kalır atasözümüze sadık kalınarak, dışarıya karşı cici gülümsemelerin takınılmasıdır.




El ne der? Eller duymasın! Rezil oluruz ele âleme, vs…

Yıllar önce Ankara da yaşadığımız büyük bir site vardı. Orta halli işçi ve memur ailelerinin yaşadığı bu uzun apartmanlarda her evden değişik sesler gelirdi. Henüz dokuz yaşlarında saçları örgülü bir ilkokul öğrencisi iken alt katımızda s…adlı arkadaşımın evinden yükselen sesler çocuk belleğime kazınmıştı…



Sabahları muhtemelen hiç uyuyamadan, belki yorgunluk ve acıdan birkaç saat sızdıktan sonra hiçbir şey yok gibi o kara önlükleri giyer, dantel yakarlımızı takar ve okul yoluna düşerdik.

Konuşmazdı. Konuşamazdı. Ne desin di? Kime ne desin? Nasıl anlatsın? Kim çare olabilir di?



Yıllarca sürdü bu. Sürebildi. Çocuktum o zamanlar. Ben ne deseydim? Bütün komşular bilirdi o evde ne cehennemlerin yaşandığını…




Onların geldiği ortamlarda ağır bir sessizlik olurdu. Annesi kadınların toplantılarına katılamazdı çürüklerinden utancından. Kimse de bir şey yapmazdı. Herkes seyretti olup biteni.

Sessizlik, uğursuz bir sessizlik…



Taşındık sonra ve tekrar karşılaştığımızda,gözlerinde öfke,kalbinde ise masum bir bekleyiş gördüm.üniversiteyi okuyamadı.evlendi mi bilmiyorum….sevdi mi hiç? Sevildi mi? Sevginin ve emeğin değerini bilen insanlarla karşılaşabil dimi?




Nedir bir insanı arkadaştan ayıran?

Kalabalık mıyız? Toplum mu?

Siz hiç kendi yavrusuna tekme tokat girişen bir hayvan gördünüz mü?

Bir şiirimde şöyle demiştim;

Kötülük gücünü sessiz çoğunluktan alır…




Pınar NURHAN

Eğitimci Yazar ( rehberlik )
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.11.2015, 03:51   #95
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Masallarda Terapi, Terapide Masallar





Gökten üç elma değil, yüzlerce masal düştü. Siz kendi masalınızı yakalayın
1916 yılından bu yana, psikolojik danışmanlar, kitapları terapi aracı olarak kullanıyorlar.
''Şimdi, çocukluğunuza bir yolculuk yapacağız sizlerle. Çocukluğunuzdaki masalları anımsayacağız. Kendimizi rahat bırakalım. Gözlerimiz kapalı.
... Çocukluğunuzu düşünüyorsunuz. Sıcak, güvenli bir ortamda küçük bir çocuksunuz. Hani size anlatılan masallar vardı. Masala ben başlayacağım siz devam edeceksiniz...
Bir varmış
Bir yokmuş
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Develer tellal iken
Pireler berber iken
Ben annemin beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
.....
İlk çağrışımları yakalayın ve bellek arşivinizden çıkıp gelen o masalı sürdürün lütfen...
Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesinde düzenlenen "II. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu"nda (4-6 Ekim 2006) konferans salonunu dolduran çocuk, genç, yetişkin yüzlerce katılımcı, yukarıdaki yönergeye uyup düşler alemine dalmış, çocukluklarından bir masalı yaşıyor...
Sunucu, yönergeyi sürdürüyor: "Masal kahramanlarını gözünüzün önüne getirin, onu iyice canlandırın hayalinizde, o nasıl bir kahraman... Özellikleri neler... Masaldaki olayları anımsayın. Siz masalda hangi kahramanla özdeşleşiyorsunuz? Size hangi yönlerden benziyor acaba... Nasıl bir çocuk o masalı dinleyen... O masal sizin için ne ifade ediyor?.. Tüm bunları hissetmeye çalışın. O duyguyu yakalayın: O çocuk ne istiyor sizce ve masal ona istediğini veriyor mu?.. Hazır olduğunuzda gözlerinizi açabilirsiniz..."
....
Katılımcılar neler yaşadıklarını paylaştıktan sonra sunu şu soru ekseninde sürdürülüyor: Kitaplar bizi iyileştirir mi?
Bibliyoterapi: Okumayla sağaltım
Bibliyoterapi; bireylere problemleri çözmede ya da kendilerini daha iyi tanıyıp anlamalarında edebiyat eserlerinden yararlanmalarını sağlayan bir sürecin ya da etkinliğin düzenlenmesi olarak tanımlanabilir. Kitap ile okuyucu arasındaki bu dinamik sürecin iyileştirici, geliştirici etkisinin keşfedilmesi, kitapların psikolojik danışma alanında kullanımına dikkat çekmiştir.
Samuel Crothers'in, kitapların terapi amaçlı kullanımını bibliyoterapi olarak tanımladığı 1916 yılından bu yana, psikolojik danışmanlar, kitapları terapi aracı olarak kullanıyorlar. Aslında bibliyoterapi çalışmalarına temel oluşturan, kitapların insanı iyileştirici özelliklerini vurgulayan ilk yaklaşım, Eski Yunan'da bir kütüphanenin girişinde, kapının üzerinde yazılı olan bir tümce ile özetlenmiştir: "İnsanın Ruhunun İyileştirildiği Yer".
Tarihsel gelişim çizgisine bakıldığında, bibliyoterapi çalışmalarının sistematik olarak 1930'larda kütüphaneciler tarafından yapıldığı görülür. Bu çalışmalar, kütüphanecilerin, insanların üzerinde iyileştirici etkileri olan kitapları belirleme ve listeleme çabaları, okuyuculara yararlanabilecekleri, potansiyel olarak iyileştirici (terapotik) bir güce sahip kabul edilen kitap listesini ortaya çıkarıyordu. Böylece kitaplar, sessiz ve adsız, alçakgönüllü birer psikolojik danışman gibi okuyucularına psikolojik yardım hizmeti sunma işlevini yerine getirmeye başladı.
Bibliyoterapi süreci, gerçekte "bireyi doğru kitapla doğru zamanda buluşturmak"la başlar. Bir diğer deyişle birey, seçilen kitabı okumaya başladığında psikolojik danışma/ terapi süreci başlamış olur.
1. Evre: Özdeşleşme ve yansıtma

Kitapla birey buluşturulurken, birinci evre, okuyucunun öyküdeki kahramanın sorununu tanıyarak, kendi yaşamakta olduğu sorunla benzer ve farklı yönlerini bulup onunla özdeşim kurabilmesinin sağlanmasıdır. Bu noktada danışmanın rolü, öykü kahramanının kişilik özelliklerinin tanınması ve kişilik dinamiklerinin işleyişi ile ilgili yorumlar yapabilmesinde bireye yardımcı olacak açıklamalar sunmasıdır. Ayrıca bireyin öyküdeki iletişim ağını tanımasına ve ilişkileri yorumlayabilmesine yardımcı olmaktır. Okuyucunun öyküden çıkardığı anlamı, kendi yaşamakta olduğu soruna uygulayabilmesi ve sorununa ilişkin farklı bir görüş kazanabilmesi için danışman bireye yardım eder, ipuçları verir, yönlendirir. Özetle bibliyoterapinin birinci evresi "özdeşleşme ve yansıtma" işlevinin sağlandığı evredir. Bu evre başarıldığı zaman, yani okuyucu öykü kahramanı ile özdeşim kurabildiği ve kendi sorunuyla ilgili bir yansıtma yapabildiği zaman, danışman yavaş yavaş bireyin kendi duygularını ortaya koyması için onu cesaretlendirir ve arınma evresine hazırlanmasına yardımcı olur.

2. Evre: Arınma (katarsis)

Okur (danışan) hazır olduğunda, duygular ortaya çıkarılmaya çalışılarak onu rahatsız eden, bastırılan yaşantılarının ifade edilmesi, duygusal boşalmayla birlikte arınma (katarsis) ile belirli bir rahatlamanın yaşanmasına yardımcı olunur. Birey yaşadığı bu rahatlama duygularını, bazen sözel olarak ifade edebilir, bazen de kendi içinde yaşayabilir. Bu evre, bibliyoterapiyi normal okuma sürecinden farklı kılar. Hem öykü kahramanını hem de kendi duygularını tanımaya başlayıp adlandırmasıyla, birey unuttuğu, bastırdığı, tanıyamadığı, bir anlam veremediği birçok duyguyu yakalamaya, yaşamaya ve anlamaya başlar.

3. Evre: İçgörü ve bütünleşme

İlk iki evrenin ne kadar süreceği bireyin ve sorunun yapısına, danışma sürecinin dinamiklerine bağlı olarak değişir. Ancak, birey (danışan) sorunlarını kabul etmeye ve onlar üzerinde çalışıp nedenlerini anlamaya başladığında üçüncü evreye girilmiş olur. Bu evre, bibliyoterapinin son evresidir. Bireyin kendi özelliklerine, yaşadıklarına, sorunlarına ilişkin bir içgörü kazanarak kendi içinde bir bütünlüğe ulaşabilmesi ile tamamlanır. Danışmanın yardımı ile içgörü kazanan birey, kendi yaratıcı gücünü kullanarak, öyküdekinden farklı, kendine uygun çözüm seçenekleri üretmeye başlar. Kendi iç güçlerini harekete geçirir, kendini algılayışı değişir, farkında olmadığı yönleri tanıyıp kabul etmesiyle bütünlük kazanır. Böylece bu süreçle öykü işlevini tamamlamış ve bireyin kendi öyküsünü yeniden oluşturmasına katkıda bulunmuştur.
'Çocuklukta bizi uyutan, avutan, düşler alemine yolculuğa götüren masallar şimdi içimizdeki çocuğa ulaşıp onunla iletişim kurmamızı sağlayabiliyorsa o masal kahramanı artık bizi uyandırıp kendimizle yüzleştiriyor ve düşler aleminden gerçeğe doğru yolculuğa çıkarıyor demektir'.
Gökten üç elma değil, yüzlerce masal düştü. Siz kendi masalınızı yakalayın. Masallarınızı hiç yitirmeyin!

BİNNUR YEŞİLYAPRAK: Prof. Dr., Ankara Üni.

UĞUR ÖNER: Prof. Dr., Çankaya Üni.




__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.11.2015, 03:53   #96
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Hızlı Ve Tehlikeli Araç Kullanımının Perde Arkası




Trafikte araç kullanımında uyulması gereken kurallar, geçmiş yıllarda uzun süreli araştırmalardan elde edilen verilerden ve kimisi hayat kayıplarına yol açan üzücü deneyimlerden, kimisi de göreceli olarak daha az sıkıntıya yol açan maddi kayıpların sonuçlarından sağlanan bilgilerle oluşturulmuştur. Özellikle son yıllarda trafiğe çıkan araç sayısındaki artış, trafiğe çıkan bu araçların daha eski yıllara göre daha yüksek süratlere ulaşabilir olması, daha seri ve kıvrak kullanılabilir olma özellikleri nedeniyle kural ihlalleri ve trafik kazalarında artmaktadır. Özellikle büyük şehirlerde insanların yaşam koşullarını daha iyi hale getirmek için, ek işler yapmak zorunda oluşları ve bu nedenle bir yerden bir yere yetişmek için sınırlı bir süreye sahip olmaları, aşırı hız ve diğer kural ihlallerini yapmalarına neden olabilmektedir. Bunun yanında özellikle aracı kullanan kişilerin içinde bulundukları ruhsal durum da kişilerin hatalı araç kullanmalarına ve trafik kazalarına yol açabilmektedir. Bu psikiyatrik sorunlar arasında kişilik bozuklukları (özellikle antisosyal, narsisistik, paranoid, histrionik ve sınırda kişilik bozuklukları), iki uçlu duygu-durum bozukluğu, panik bozukluk ve dissosiyatif bozukluklar, alkol-madde kullanım bozuklukları sayılabilir.
Normal koşullarda hayatımızın kolaylaştırılmasına hizmet edecek olan araçlar, bu gibi durumlarda birer savaş aleti ve ölüm makineleri haline gelebilmektedir. Araçların içindeki sürücüler birbirlerine cesaretlerini (!) kanıtlayabilmek için adeta, zırhlara bürünmüş ve ellerindeki mızraklarla birbirine doğru at koşturan ortaçağ şövalyelerine benzemektedirler. Bir başka benzetme ile birbirini düelloya davet eden ortaçağ askerleri ya da derebeyleri gibi hareket etmektedirler. Tabii ki içinde bulunduğumuz çağ bilgi ve iletişim çağıdır. Artık cesaret gösterileri ortaçağ zihniyetindeki gibi kaba kuvvete dayanmamaktadır. Cesaret ve üstünlük kişilerin kendilerini sosyokültürel açıdan geliştirerek, içinde oldukları toplulukları etkileyebilmeleri, daha farklı kültürlerle bir araya geldiklerinde, kendi bilimsel varlıkları, sosyal yaşantıları ve değerlerini kabul ettirebilmeleri ile belirlenmektedir. Bu da doğal olarak sadece belli bir maddi birikime dayanmamakta, bunun yanında kişinin gerekli manevi değerlere ve olumlu kişisel özelliklere sahip olması da gerekmektedir.

Kişilerin içinde büyüdükleri aileler onları çocuk yaşlarından itibaren, hatta daha anne karnındayken iyi ya da kötü yönde etkilemeye başlar. Olumsuz etkileşimler sürekli olduğunda, çocuğu çaresizlik içinde bırakacak derecede fiziksel, duygusal ya da cinsel tacizler şeklini aldığında daha ağır sonuçlara yol açabilmektedir. Duygusal tacizler (çocuğun sağlık ve eğitiminin çevresindeki yaşıtlarına göre ihmal edilmesi, ebeveynin çocukla duygusal iletişimlerinin yeterli ve doyurucu olmaması, gereken sevgi ve destekleyici yaklaşımın sergilenememesi) anne-babanın çocuğa örnek olamaması ya da çocuğun dışarıdaki yanlış örnekleri seçmesi de bu uygunsuz gelişimlere yol açabilmektedir. Bunlar sonrasında çocuk kendi gelişimsel aşamalarını yanlış ve eksik bir şekilde tamamlamakta, bu durum kişilik bozukluklarının temelini oluşturmaktadır. Bu da ilerleyen dönemlerde meslek hayatı, evlilik yaşantısı ve toplumsal hayatında sorunlu ilişkilere yol açmaktadır. Sorunlu ilişkiler de, kişilerde aşırı düzeylere varan tepkilerin çoğu yerde ve aniden göstermelerine yol açabilmektedir. Bunlar arasında da trafik ön planda gelen alanlardan biridir.
Kişiler bazen "hep en önde ben olmalıyım, beni kimse geçememeli, kimse benden ve benim arabamdan hızlı gitmemeli" şeklinde düşünebilirler. Bu kişilerde narsisistik kişilik yapıları düşünülür. Bu kişiler tüm kişilik bozukluklarının ortak özellikleri olan kendini hep haklı görme, etrafı suçlama eğilimi içindedirler. Gerçekte çok kırılgan ve zayıf olan benlikleri, bu şekilde gerçekçi olmayan bir halde şişirilir.
Bazı durumlarda da bireyler üzerlerine çok fazla yük alırlar. Başkalarına hayır diyemezler. Kendi yapacakları işler yanında başkalarının da tüm yükleri bu kişilerin sırtına biner. Bu durumda kişiler oradan oraya koşuştururken, sürat limitlerini aşabilirler.
Eğer kişinin hayattan beklentisi kalmamışsa, her gün mutsuz, isteksizse ve uyku, iştah, enerji ve dikkat sorunları yaşıyorsa, kendini suçluyor ve aşağılıyorsa, depresyon tablosu yaşıyor demektir. Bu duruma bazen intihar düşünceleri de eşlik edebilir. Hızlı ve tehlikeli araç kullanmak da bir tür intihar girişimidir.
Sürücünün yanında başkası varsa gene bu tip kuraldışı davranışlar olabilmektedir. Yanındakini isteklerini yapmaya zorlamak için, bu şekilde araç kullanarak korkutmak ve boyun eğdirmeye zorlamak da rastlanılan durumlar arasındadır. Yanındakini etkilemek için hızlı araç kullanmak genellikle ergenliğin erken dönemlerinde görülmektedir. Ancak özellikle erkeklerde andropoz dönemi olarak bilinen, vücutsal ve cinsel performansın azaldığı dönemlerde, kişiler bu durumu kendi kendilerine inkar edebilmek için hız yapabilirler.
Bazen kişinin trafikte uygunsuz araç kullanan kişilere ders vermek amacıyla, onu aynı şekilde izleyerek yolda tartışmaya başlaması da rastlanılabilen ilginç durumlar arasındadır. Bu kişiler adeta kendilerini bir yargıç gibi görebilmektedirler.
Şüpheler üzerine hareket eden kişiler ya da aşırı alınganlık gösterenler de hız yapabilirler. Kendini geçen kişinin kendine güldüğünü, yanındaki bayana bakıldığını ya da arabasının arkasına çok sokularak sıkıştırıldığını düşünenler bunun intikamını almaya çalışabilirler. Bu tip bir kişilik yapısında paranoid eğilimler ön plandadır ve herşeyi kendileri için bir tehdit ya da saldırı olarak algılamaya adaydırlar.
Kişiler eğer evlilik hayatlarında eşlerine ya da mesleki yaşamlarında iş arkadaşlarına , amirlerine karşı kendilerini uygun bir şekilde ifade edemiyorlarsa, eziliyorlarsa bunun acısını trafikte canavar kesilerek, başkalarından çıkarmaya çalışabilirler.
Dürtü kontrol bozuklukları olarak adlandırdığımız psikiyatrik sorunlarda kişiler hissettikleri yoğun kaygının etkisini aniden bazı davranışlarla gidermek isteyebilirler. Bu tür durumlar arasında ani öfke patlamaları, kumar oynama, alkol alma ,aşırı yemek yeme atakları gözlenebilmektedir. Öfke ile hızlı ve tehlikeli araç kullanma da bunlardan biridir.
Dissosiyatif bozukluklarda, kişiler bazen farkında olmadan, yaptıklarını hatırlamadıkları girişimlerde bulunurlar. Daha ileri boyutta arabayı kullanan kişi kendisi değildir ve içindeki kişilik asıl gerçek kişiliği öldürmek için hızlı ve tehlikeli araç kullanabilir.
İşte bu şekilde yanınızdan hızlı geçen ve yolda adeta büyük slalom yapan kişilerin öncelikle psikiyatrik tedaviye gereksinimi olan kişiler olduğunu düşünün. Ve sakın ve sakın onlarla benzer davranışlar içine girmeyin sevdiklerinizi sizsiz, başkalarını da sevdiksiz bırakmayın.

Uzman Dr Bahadır Bakım


__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.11.2015, 03:55   #97
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Uff.. Canım Çok Yanıyor!




Acının her türlüsü, berbat bir şey. Psikolojik ya da fiziksel olsun, şiddeti yüksek ya da düşük olsun insanın canı yanmaya görsün, dünyası kararıyor. Normal zamanda en çok yapmaktan zevk aldığı şeyi bile gözü görmüyor o zamanlar.
Aslında bugün özellikle diş ağrısından söz etmek istiyorum. Katlanması imkansız gibi gözüken şu ağrı var ya hani işte ondan..
Benim dişim hiç ağrımadı, diyen kaç kişi çıkar bilemiyorum ama bir insanın yaşamı boyunca en az bir kere şu müthiş sancıyı çekmiş olması gerek diye düşünüyorum.
Ağrıyı çeker ve son çare ondan kurtulmak için dişimizi çektirmeye gitmek isteriz ama bunu bir türlü başaramayız... İşte olay o noktada başlıyor “dişçi korkusu”.
Almanya'da böyle oluyormuş;
Almanya'da diş hekimleri bu korkuyu yenmenin bence pek de yaratıcı olmasa da, yollarını bulmuşlar. Örneğin, Alman Diş Tedavisi Fobisi Kurumu Derneği, ülkelerinde beş milyon kişide bu korkunun olması nedeniyle harekete geçip genel anestezi yöntemiyle hastaları tedavi yoluna gitmişler.
Ülkemizde de böyle;
Aslında ülkemizde de bundan pek de farklı olmayan bir yöntem kullanılıyor. Yeditepe Üniversitesi Ağız- Diş-Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kemal Şençift de hastaları yarı baygın bir şekilde “bilinçli sedasyon” yöntemiyle tedavi ettiğinden söz etmiş. Her tedavi yönteminde olduğu gibi bu yöntemde de komplikasyonlar olabilir.
Neden işi bu noktaya getirmeden önce çözmüyoruz?
Evet diş hekimiyle bir kere travmatik bir deneyim yaşamamış olabiliriz belki. Ama çocukların bu korkuyla büyümemeleri için yapacak birçok şey var.
Bilindiği gibi birçok şeyi çocukluk döneminde öğreniyor ve hayatımız boyunca aksi bir müdahale olmadıkça, deneyimlerimizi doğru bilip yaşıyoruz. Bu nokta da ise anne-babaya büyük iş düşüyor.
Sonun şöyle çözülür;
İlk yapılacak şey çocuğu belirli periyotlarla diş kontrolüne götürmek. Çocuğun hem alışkanlık kazanması hem de, sadece sancılar içinde kıvranıp gidilen korkutucu bir yer olmadığını öğrenmesi için faydalı bir yol olacaktır.
Onları neden korkutuyorsunuz?
Çocuğun bu dönemde desteğe ihtiyacı vardır, bazı anne-babaların yaptığı gibi kösteğe değil. Çocuğunuzun ileride fobi geliştirmesini istemiyorsanız eğer, “Ödevini yapmazsan seni dişçiye götürürüz dişini çeker” ya da “doktor teyze sana iğne yapar” ya da “polis amcalara veririm seni” gibi anlamsız cümlelerden kaçının.
Evet, size bütün bunlar yapılmış olabilir aileniz tarafında benzer şeylerle korkutulmış olabilirsiniz, ama siz bilinçli birer anne-baba olduğunuzu söyleyip durmuyor musunuz hep.
O zaman siz yapmayın!
Çocuklarınızı korkutmayın!

Uzm. Psk. Ceyda ŞENEL


__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.11.2015, 03:57   #98
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Çocuk ve Sokak




“Annee Sokağa çıkabilir miyim?” Bu soru pek çok annenin sıklıkla karşılaştığı bazen ne cevap vereceği konusunda kafasının karıştığı bir sorudur. Acaba çocuğu sokakta ne yapıyor? Kavgalara karışıyor mu? Eziliyor mu? Küfür öğrenir mi? Uzaklara gider mi? Taşıtlara dikkat eder mi? Eve zamanında döner mi? gibi sorular tüm annelerin zihnini kurcalar durur.

Çocuğun oynayabileceği belli başlı mekanlar ev, okul ve sokak alanlarında bulunur. Evlerde odalarında veya birbirlerini ziyaret ederek oynayabilirler. Bu mekanlar yarı yapılandırılmış ortamlardır. Yan odadan bile olsa anne, baba veya evde bulunan yardımcı gibi bir yetişkinin görünmez kontrolü altında oyun oynanır. Oynanabilecek oyunlar evde var olan oyuncaklar ve oynanmasına izin verilen eşyalarla sınırlıdır. Mekan küçüktür.

Okulda ise mekan oldukça geniştir. Ancak oynanabilecek teneffüs zamanı çok kısadır. Üstelik yine öğretmen kontrolü ve okul kuralları altında oynanır.

Sokak ise farklı alternatiflerle doludur. Mekan çok geniş veya dar olabilir. Site bahçeleri, yakında bulunan bir park, boş arsalar, kapı önleri, sokak araları, apartman boşluğu gibi pek çok mekan “sokak” alternatifleri olabilir. Evde yapılan tembihler ve bazı annelerin arada bir neler olduğuna göz atması dışında belirgin bir yetişkin kontrolü yoktur. Kurallar çocuklara bağlıdır. Çok az yapılandırılmış bu ortam çocuğun önceden tahmin edemeyeceği ve bir yetişkinden anında yardım isteyemeyeceği problemlerle doludur. Lider ruhlu çocuklar, belirlenen oyun kuralları, gruplara kabul veya red, mızıkçılık, hangi arkadaşlarla yakınlaşılacağı, hangilerinden uzak durulacağı, kavgalar gibi konuların yarattığı sorunlar karşısında da çocuğun kendi başına bulduğu çareler, sosyal muhakemenin gelişimine önemli katkılarda bulunur. Çocuğun akranlarıyla, kendinden büyük çocuklarla, bitkilerle, hayvanlarla nasıl ilişki kuracağı da sokakta belirlenmeye başlar. Sokak gerçek hayata çok benzer. Hem iyi, hem kötü modellerle doludur. Bunlardan hangilerinin model alacağına dair ilk özgür kararlar sokakta verilir. Verilen yanlış kararlar, deneme-yanılma yolu ile doğruyu bulmalar çok doğaldır. Çocuk seçtiği yolun iyi yada kötü sonuçlarını sokakta çabucak yaşayarak, bir sonraki kararlarını daha farklı bir yönde kullanabilir. Unutmamalıdır ki küçük yaşta yapılan hatalar daha kolay düzeltilir. Yetişkinlik dönemindeki hataların faturası ise ağır olur.


Sokağa yeni, yeni çıkmaya başlayan bir çocuğa ön bilgilendirme yapmak önemlidir. Aile çocuğun sokakta karşılaşabileceği temel sorunların neler olduğunu özetleyip, örnekleyerek çocuğu kendi doğrularına hafifçe yönlendirmelidir. Çocuk ailesinin değer yargıları, doğru buldukları konusunda bir fikre sahip olarak sokakla tanışmalıdır. Sokakta kaç saat kalınacağı, eve ne zaman dönüleceği, hangi tarz problemlerle karşılaşıldığında aileye hemen haber verileceği, nereye kadar uzaklaşılacağı ailenin koyması gereken ön kurallardır.

Çocuk sokağa yeni yeni çıkmaya başladığında, arada bir çocukları rahatsız etmeden neler yaptığına göz atmak, zamanında eve dönüşlere dikkat etmek, ailenin belirlediği sınırlar içinde kalıp kalmadığını kontrol etmek faydalıdır. Bir süre her şey yolunda giderse, çocuk da 9 yaşın üzerinde ise bu kontroller rahatlıkla azaltılabilir. Çocuğun yaşı küçüldükçe kontrolleri biraz daha arttırabiliriz. 6-7 yaşlarındaki çocuklar yanlarında yetişkin olmadan, sıkça yapılan “göz kontrolleri” ile rahatlıkla sokakta oynayabilirler. Daha küçük çocuklar ise az ileride oturarak onları izleyen bir yetişkinin olması koşulu ile sokak ile tanışabilirler.

Sokağın çocuk gelişimine çok büyük katkısı olduğuna inanıyorum. Çevremizdeki yetişkinlere göz attığımızda, bazı kişilerin hayatın getirdiği problemleri paniklemeden kolayca çözdüğünü görürüz. Bunların önemli bir kısmı sokakta büyüyen çocuklardır. Hayatı çok erken öğrenerek başarılı birer problem çözücü olmuşlardır.

Sokağın çocuğun sosyal muhakemesini arttırdığı kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak yine de sınırları olmalıdır. Çocuk gelişimine en az sokak kadar katkısı olan etkinlikler vardır. Aileyle birlikte zaman geçirme, kitap okuma, geliştirici oyuncaklar, TV.deki uygun programlar, özenle seçilmiş bilgisayar etkinlikleri hobiler, spor, akademik etkinlikler dengeli bir biçimde tüm haftaya yayılmış olmalıdır.

Söz konusu kentler olunca çocukların hak ettikleri oyun alanlarının çok sınırlı olduğunu görüyoruz. Çocuğunuzun çıkabileceği nitelikte bir sokak ortamı yok ise yapılabilecek şeyler çok sınırlı. Belki uygun sokak ortamı olan bir arkadaşını ziyarete gidebilirsiniz veya çocuklarınızı parklarda buluşturabilirsiniz. Ama hiçbiri çocuğun evinin hemen yanında olan, ailesinden bağımsız olarak oynayabileceği kendi sokağının yerini tutmaz.

Olcay Güner
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü


__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.11.2015, 04:02   #99
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Akademik Hayattaki Zorluklar



“Çocuğum çok akıllı. Ama, okulda öğrenilenler söz konusu olduğunda, aklını kullanamıyor. Sanki donup kalıyor!”

Her birimiz eşsiz bir yapıda doğarız. Zaman geçtikçe hepimizin öğrenme ile ilgili becerileri de farklı bir profil olarak şekillenir. Miras aldığımız genler, içinde bulunduğumuz psikolojik atmosfer, kültürel etmenler, fiziksel sağlığımız, sosyal çevremiz , eğitim olanaklarımız, kişilik yapımız bu profilin çizilmesinde önemli roller alır.

İnsan beyninde “öğrenme” ile ilgili sayısız beceriler ve beceri kombinasyonları mevcuttur. Bunlar bizlerin yeni şeyleri öğrenmemizi ve ustalaşmamızı sağlayan önemli güçlerdir. Herbiri farklı bir alana hitap eder. Örneğin : bazıları kalemi tutup yazı yazmamıza bazıları bir fıkrayı öğrenip anlatmamıza bazıları ise bisiklete binmemize olanak sağlar. Öğrendiğimiz her şeyin, her bir adımında farklı farklı beceri kombinasyonları çalışır. Beynimizde saklı bu hazinenin parçalarını her birimiz farklı ustalıklarla kullanırız. Kimimiz motor becerilerimizi çok iyi kullandığımız için iyi yüzeriz. Kimimizin dikkat kontrolü ile ilgili becerileri o kadar iyi çalışıyordur ki bir seminerde anlatılan her şeyi kolayca dinler ve öğreniriz. Kimimizin uzun süreli hafıza kayıtları öylesine canlıdır ki, aradan 4-5 yıl geçtiği halde gittiğimiz filmlerin her türlü ayrıntısını sanki filmden az önce çıkmış gibi hatırlarız. Bazılarımız ise az önce sayılan alanlarda (görünür de o insanlardan hiçbir eksiğimiz olmadığı halde) şaşırtıcı derecede başarısız olabiliriz. Örneğin; bir türlü yüzme öğrenemeyiz, az önce tanıştığımız insanın adını hemen unutuveririz veya bir filmi bile başından sonuna izleyecek sabrımız ve dikkatimiz yoktur.

Beceri farklılıkları en çarpıcı biçimde, çocuklarımız okula başladığında beliriverir. Kimi çocukların muhteşem bir ezber gücü varken, yazı yazmayı bir türlü beceremez; kimisi basketbol da harikalar yaratırken , okuma ile başı derttedir; kimisi her şeyin mantığını kolayca kavrarken öğrendiklerini çabucak unutuverir; kimisi ise büyük bir hevesle hazırlandığı sınav esnasında kendini başka şeyler düşünürken buluverir, zaman kaybettiği için de başarısız olur.
Sayısız beceri kombinasyonlarından bazılarının öne çıkması, bazılarının ise daha geri planda kalmasından doğal bir şey olamaz.

Ancak okul sistemleri dil becerileri; hafıza becerileri, ince motor beceriler, aritmetik beceriler, dikkati kontrol etme becerileri gibi beceriler üzerinde yoğunlaştığı için bu alanlarda ortaya çıkan eksiklikler okulda oldukça yoğun problemler yaratır. Örneğin; tahtadaki yazıyı deftere geçirmekte zorluk çekmek, okumasını bir türlü hızlandıramamak ve hala hecelemek, b’yi ve d’yi sürekli karıştırmak, m yerine b yazmak, “çok” u “koç” okumak, matematikte eldeyi sürekli unutmak, bir sütunu toplarken, diğerini çıkarmak x yerine + yapmak, saati bir türlü öğrenememek, problemleri çözerken, uygun strateji geliştirip çözememek, dikkatini yoğunlaştırarak dersi dinleyememek, ev ödevlerini yapmak için yerinde uzun süre oturamamak okulda sorun yaratır. Üstelik tüm buna benzer şeyleri arkadaşlarının becerebildiğini ama kendisinin başaramadığını görmek oldukça zor bir durumdur.


Akademik hayat çocuklarımızın zorlandıkları beceriler üzerine odaklanan görevleri istiyorsa, çocuğumuz herhangi bir noktada takılıp kalabilir. Okulun talepleri arttıkça da çocuğun da, ailesinin de morali bozulmaya başlar. Kimi çocuklar içe kapanır ve silinir. Kimileri ise “madem dersler konusunda kuvvetli değilim, o halde kuvvetli olduğum başka alanlarda kendimi göstereceğim” diye düşünür ve gereksiz şakalarla sınıfı güldürmeye, arkadaşlarına fiziksel güç gösterilerinde bulunmaya başlar. Bir kısmı ise “madem başaramıyorum, o halde istemiyormuş gibi yapmalıyım” diye düşünür ve “ben zaten yazmak istemiyorum. Okulda öğrenen her şey gereksiz, büyüyünce hiçbir işimize yaramayacak, o yüzden ilgilenmiyorum” diyerek umursamazlık maskesi takarlar.

Bu çocuklar o kadar yoğun bir problem yumağı ile uğraşırlar ki, “ben aslında şu anda başarısızım ama bu ileride bir yetişkin olduğumda da başarısız olacağım anlamına gelmez” diye düşünemezler. Bazen bu çocuklara ilkokul 3.sınıfta okumayı çözen Edison’u, başarısız okul hayatları olan Walt Disney’i; Einstein’ı örnek göstermek işe yarayabilir. Gerçekten de bu çocuklar için okul hayatı zordur ama gelişmiş becerilerine yönelik alanlarla buluştuklarında harikalar yaratabilirler. Onları biraz izlersek parlak becerilerini fark edebiliriz. Örneğin; yazıları bir türlü satırlara yerleştiremiyordur ama bir tenis ustasıdır. Çarpım tablosunu ezberleyemiyordur ama TV de gördüğü her tipin taklidini büyük bir ustalıkla yapıyordur. 3. Sınıfta olduğu halde halen heceleyerek okuyordur ama piyano çalma konusunda bir dehadır.

Akademik hayatın istediği beceriler konusunda zayıflıkları olan bu çocuklar “Özel Öğrenme bozukluğu”, “Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite” gibi tanılar alabilirler. Bu çocuklar karşılaştıkları başarısızlık ve hayal kırıklığı ile baş edebilecek güçte değildirler. Onlara yardım etmek gerekir. Yardımın ilk adımı çocuğun güçlü ve zayıf becerilerini araştırmak, gerekiyorsa bir psikolog tarafından belirlenmesini sağlamaktır. Bir uzmanın görüşleri, anne baba gözlemleri öğretmen raporları bir araya getirildiğinde çocuğumuzun öğrenme profili hakkında belirgin bir görüntü elde edebiliriz.

Bundan sonraki adım çocuğa da güçlü ve zayıf yönlerini tanıtarak kolay öğrenme yollarını öğretmek ve en önemlisi zayıf becerilerini geliştirecek çalışmalar yapmaktır. Bu çalışmalara konunun uzmanı olan psikolog, psikolojik danışman veya özel eğitimci yön vermelidir. Bilinçli bir çalışma ve terapi programı ile zayıf öğrenme becerileri antrene edilerek güçlükler aşılabilir. Tıpkı sporcuların düzenli antremanlarla performanslarını giderek arttırdıkları gibi, beceriler de gelişir.

Bir yandan öğrenme ile ilgili aksaklıkları keşfedip, geliştirirken aynı zamanda çocuğun güçlü becerilerini ve özel yeteneklerini ihmal etmemeliyiz. Çocuk bir tarafta zorlansa da, bir başka alanda parladığını farkedince özgüveni artacaktır. Uzun vadede (bir yetişkin olduğunda) hayatına yön verecek uğraşlar zaten bu zengin becerilerine ait alanları kapsayacaktır.

Bazen duygusal problemler öğrenme ile ilgili becerilerin gelişimini geciktirip zayıflatırken; bazen de beceri eksikliği nedeni ile ortaya çıkan duygusal ve davranışsal problemlere de rastlarız. Örneğin; anne babanın boşanmasından sonra bazı çocukların okul başarısı düşebilir. Ancak okulda kronik bir okul başarısızlığı yaşayan bir çocuğun da depresyona girme veya saldırganlık problemleri çıkarma ihtimali vardır. Okul problemlerini çözerken “yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan çıktı” tarzındaki bu soruyu cevaplamanın önemi büyüktür. Altta yatan problem alanı bulunur ve çözüme yönelik müdahaleler yapılır ise yan problemler kendiliğinden çözülecektir.

Anne baba olarak en önemli görevlerimizden biri çocuklarımızın güçlü ve zayıf yönlerini keşfederek, doğru yönlendirmektir. Böylece kuvvetli becerilerini sergileyecek ilgi alanları veya uğraşılar edinerek, başarılı bireyler haline geleceklerdir.

Başarılı bireylerden oluşmuş, başarılı bir toplum olmanın sorumluluğu ise anne babalar kadar eğitim sistemine de düşmektedir. Belli becerileri bol miktarda kullanırken, belli becerilerin üzerinden hafifçe geçen, belli becerilere ise hiç değinmeyen eğitim sistemleri çocuklar için bir fırsat eşitsizliğidir. Sadece yüzmeyi ve koşmayı öğretmeye odaklandı iseniz, balıklar, tavşanlar ve atlar en iyi öğrencileriniz olacaktır. Kuşlar ise yüzmeyi ve koşmayı biraz öğreneceklerdir. Ama eninde sonunda uçaklar ve herkes hayranlıkla onları izleyecektir.

Olcay Güner
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü

__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.11.2015, 04:03   #100
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoloji ile İlgili Makaleler

Anne Ne Olur Beni Yalnız Bırakma




Bebekler 7-8 aylık olmalarından itibaren anne ve babalarına yakın olmak isterler. Özellikle annelerini takip etmeye, onlarla ilişki kurabilmek adına planlı girişimlerde (elini uzatmak, gülümsemek, emekleyerek yanına gitmek vs.) bulunmaya başlarlar. Anneleri bulundukları odadan ayrıldıklarında kaygılanır, geri döndüklerinde ise mutlu olurlar. Yanında olmasalar bile annelerinin sesinin nereden geldiğini duymaya çalışır, oyun oynarken dahi annelerinin ne yaptığını takip ederler. İşte tüm bu duygusal ilişki, çocukluk ve daha ilerisi için de önemli bir belirleyici olacak olan anne ve bebek arasındaki “bağlanma” sürecidir. Eğer bu süreç güvenli bir şekilde atlatılır, anne ve bebek arasındaki karşılıklı bağ doğru bir şekilde kurulursa çocuğun ilerideki yaşamı için de ayrılık önemli bir sorun teşkil etmez.

Ayrılık kaygısı genellikle 1-3 yaşları arasında gözlenen, bebeğin özellikle annesinden ayrıldığında yaşadığı yoğun strestir. Bağlanılan kişiden ayrı kalmaktan kaçınmak 7 ay - 4 yaşları arasında yaşanılması normal bir durum olup, 4 - 5 yaşlarından itibaren bu kaygının yavaş yavaş kaybolması beklenir. Eğer bu kaygı, yaşa ve gelişim düzeyine uygun olmayacak şekilde, 4 haftadan daha fazla devam ediyor ise artık bunun adı “Ayrılık Kaygısı Bozukluğu” dur ve bu bir rahatsızlıktır. Bu çocuklar anne babalarından ayrıldıklarında, onların başlarına bir şey geleceği ve onları bir daha göremeyecekleri endişesini taşırlar. Geceleri yalnız yatmakta güçlük çekerler, sık sık kabuslar görürler.

Genellikle çocuğun yuvaya ya da okula başlamasından önce aileler tarafından fark edilmesi güç olan bu rahatsızlık, anneden ilk ciddi ayrılış olan okul ortamına giriş ile birlikte ebeveynlerin dikkatini çekmeye başlar. Her sabah karın ağrısı, mide bulantısı gibi çeşitli fizyolojik belirtiler dile getiren, “Anne ne olur bugün okula gitmeyeyim” diye yalvaran, yuvada ya da okulda “Anne ne olur yanımda kal” diye bağırıp ağlayarak annesine yapışıp onların gitmesine izin vermeyen çocuklar büyük olasılıkla ayrılık kaygısı sorunsalını yaşıyorlardır. Ve bu süreç eğer bir uzmandan yardım alınmaz ise çok uzun süre devam edebilir. Çocuğun kendini güvende hissettiği annesinin yanından, evinden uzaklaşması, tanımadığı bir ortamda farklı çocuklarla bir arada bulunması kaygısını oldukça arttırır. Bu durum çocuğun okula uyum sağlayamamasına, derslerde dikkatini toparlayamamasına, akademik başarısızlığına, arkadaş edinememesine ve sosyal faaliyetlere katılamamasına sebep olur.

Kaygıyı Azaltmak İçin Yapılabilecek Bazı Öneriler:

• 7 ay – 2 yaş dönemi içerisinde bakıcı değiştirmemeye çalışın. Eğer çalışmaya başlayacaksanız, bebeğinizin siz yanındayken yavaş yavaş bakıcıya alışması için ona zaman tanıyın. Onlar arasındaki güven sağlandıktan sonra bazı görevleri bakıcıya devretmeye başlayın.
• Evden ayrılacaksanız, kesinlikle ona gözükmeden, kaçarak evden çıkmayın. Mutlaka vedalaşın. Onu öpüp ona sarılın nereye gideceğinizi ne yapacağınızı kısa bir sohbetle ona anlatın ve mutlaka geri döneceğinizi söyleyin. O ağlasa bile siz sakin ve huzurlu bir şekilde ondan ayrılın. Eğer ağlayacaksanız bunu ondan ayrıldıktan sonra yapın. Bu hoşça kal sohbetini her ayrılıştan önce rutin bir şekilde mutlaka yapın. Ancak bu şekilde aranızdaki güven ilişkisi sağlamlaşacaktır.
• Kaygılı ve üzüntülü olduğunuzu ona belli etmemeye çalışın ve yüzünüzdeki ifadenin sakin ve huzur verici olmasına özen gösterin. Unutmayın, kaygınızı çocuğunuza da yansıtıp onunda endişeli olmasına sebep olabilirsiniz.
• Sadece olumlu duygularını değil, olumsuz olanları da dinlemeye özen gösterin. Onu bu duygularını da anlayıp kabullendiğinizi gösterip rahatlatmaya çalışın.
• Okulun ilk gününde mutlaka yanında olmaya ona destek olmaya çalışın. Bunun kısa bir ayrılık olacağını, yeni kişilerle tanışıp yeni şeyler öğreneceğini ve iyi vakit geçireceğini ona söyleyin. Eve döndüğünde ise günün nasıl geçtiğini sorup onu sıkmadan sadece dinleyin.
• Sakın geri adım atmayın, kararlı ve tutarlı olun. Onu okula gitmesi için ikna etmeye çalışın.

Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
Klinik Psikolog
Aslı Kızıltoprak Tuna

__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
ilgili, makaleler, psikoloji


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 09:30.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.