21.11.2015, 03:03 | #1 |
Çevrimdışı
|
Psikoloji ile İlgili Makaleler
HAYAL VE YARATICILIK "Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey yoktur." Sözü size ne düşündürüyor ? Hayallerin gerçekleşmesi o hayalleri kurduğumuz anlarda hissedeceğimizi düşündüğümüz tatminden neden daha yavan geliyor bizlere acaba hiç düşündünüz mü? Hatta gerçekleşen bir hayalinizi hatırlayın hemen şimdi neler ummuştunuz hayaliniz gerçek olunca ne buldunuz karşınızda duygularınız sizi hayal kırıklığına mı sevk etti? Çok mu karamsar bir tablo çizdim artık hayal kurmayın mı demek istedim acaba ! Hayır sevgili dostlar lütfen okumaya devam edin. Hayal kurma eylemine farklı bir açıdan bakalım; hayal hedef ve yaratıcılık arasındaki ilişkiye… Hayal kurmak beyni o hayali gerçekleştirmek için fikir üretmeye sevk eder ki bunun bir adı da yaratıcılıktır. Yaratıcılık için temel olarak; merak duygusuna zekaya ( IQ ve EQ beraber tabii ki) üretme isteğine ( çalışkanlığa ) ve espri yeteneğine ihtiyaç duyarız ama bunlar yetmez hayalimizi hedefimiz haline getirebilmeye… Hayalle hedef arasındaki fark nedir? EYLEMDİR… Hayalin bizi zorlaması gerekir hedefe ulaşabilmek yani başarabilmek için... Peki başarınca ? Eğer onun kadar güçlü yeni bir hayal ( hedef ) bulamazsak işte o zaman sorun çıkar; bizi yaşama bağlayan üretime iten gücümüzü yitiririz. Hayal yoğun değilse yaratıcı olmaya gerek duymaz beynimiz. Eyleme geçmeye üşenir acaba neden? Hepimizin beyninde “Retiküler Korteks” diye adlandırılan özel bir organ var. Bu organın işlevi duyularımız tarafından algılanan her bilgiyi beynimizin ilgili kısımlarına dağıtması. Retiküler Korteksimizde özel bir faaliyete geçirme sistemi bulunur. Retiküler Korteksimize belirli bir hedef için mesajı gönderdiğimizde beynimiz radarını o hedef için açar. Bizim hedeflerimize ulaşmamız için algımızı hedefimiz yönünde çalıştırır. Günlük aktiviteler içinde biz unutsak dahi hayalimizi gerçekleştirecek fikirleri aramaya devam eder. Hedefimizle ilgili bir bilgi veya fırsatla karşılaştığında anında bizi uyarır hatta beyni alarma geçirir. Maalesef bu inanılmaz organın küçük bir sorunu var Retiküler Korteksimize ve bilinç altımıza yeterince açık talimatlar vermezsek ne aradığını bilemiyor bilmeyince algılayamıyor algılayamayınca bizi uyaramıyor. Bizde hep bir şeyleri hayal ediyoruz ama çok ayrıntılı renkli ve coşkulu hayaller kurmadığımız için gerekli “ara-bul” komutunu vermemiş oluyoruz bu değerli organa. Demek ki yapılacak işlem çok basit hayalimizi çok ayrıntılı renkli gerçekleşebilecek boyutlarda zaman kısıtları koyarak senaryolaştıracağız ( düşünsel olarak filme çekeceğiz ) Beynimizde bu filmi ara sıra oynatıp düzeltmeler yapacağız ki buna “görselleştirme” deniyor. Bazı spor takımları hiç antrenmana çıkmadan sadece bu teknik ile çalışıyor ve antrenmana çıkanlar kadar hatta fiziksel antrenmanda yapmışlarsa diğerlerinden çok daha iyi sonuçlar alıyorlar. Şimdi gözlerinizi kapatın ve düşünün ulaşmaya değer bir hayaliniz var mı? Bu hayali hedef haline getirmeye hazır mısınız? Zor değil bir kez başlayın gerisini beyniniz halledecek ama emrin sizden gelmesi lazım. Ne zaman geleceğini bilmeyi istemediğimiz o son ana kadar hayal kurmaktan vazgeçmeyelim ve başardığımız her hedeften sonra onun yerini alacak ondan daha zorlu bir hedef ( hayal ) yaratalım. Gökkuşağı renklerinde hayallerimiz başarmaya değecek hedeflerimiz bizi yaşama bağlayacak umutlarımız hiç bitmesin. Barışın demokrasinin insana ve fikre saygının tam anlamıyla temel değerler olarak kabul edildiği bir dünyada yaşama hayalimizi hiç yitirmeyelim. Dostçakalın Dilek Uçay Yönetim ve Eğitim Danışmanı
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
4 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:05 | #2 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
DEPRESYONDASINIZ Peki Bu Sıkıntılı Ruh Halinden Nasıl Kurtulabilirsiniz ? Yaşamakta olduğunuz bu mutsuzluğa karamsarlıkla bakıp “umutsuz çaresiz “ olarak görüyor olabilir ya da depresyon belirtilerini yok sayıp ve ya görmezden gelmeye çalışarak onlara bir kılıf uydurmak istiyor olabilirsiniz. Ancak bu iki yol da sizi depresyondan kurtarmak için yeşil ışık yakmaz. Oysa ki depresyonu dürüstçe kabul edip onu göğüslemeye karar verdiğinizde yaşanılan sıkıntılar olumlu sonuçlara doğru şekil almaya başlayabilir. Peki sıkıntıdan kurtulmaya nereden başlamalıyız en önemli soru bu… Yaşamakta olduğunuz problemi tanımlayın : İster sıkıntılı yalnız yorgun tükenmiş olun veya cesaretiniz kırılmış olsun; düzelmeye doğru ilk adım; bir probleminiz olduğu gerçeğini kabul edin ve onunla yüzleşmeye hazır olun. Bu adım küçük ve aşina olduğunuz bir eylemmiş gibi gelebilir ancak unutmayın en büyük başarılar küçük gördüğümüz adımlarla başlar. Yardıma ihtiyacı olduğunu kabul etmek istemeyen bir kişiye en etkili çözümlerin bile yardımı dokunamaz. Yardıma ihtiyacınız olduğuna karar verin : Bazı insanlar mutsuz ve yalnız olmaktan gerçekten hoşlanabilirler. Bu durumu fark eden ve farklı algılayıp onun bir yardıma ihtiyacı olduğunu hisseden biri o kişiye bir yardım eli uzatabilir ve bu muhtemelen karşısındaki kişi tarafından geri çevrilir. Kişi yardım isteyene kadar çözümün ana hatlarını çıkartmak zordur. Problemin nedenlerini araştırın : Bunalımlı ruh haliniz kendinize mal etmek yerine yaşamakta olduğunuz sıkıntıların nedenlerini olumlu ve dürüst bir bakış açısıyla araştırın. “Beni bu duruma getiren şey nedir? Niçin kendimi böylesi kötü hissediyorum? Aslında ben ne istiyorum? Farkında olmadan yaptığım yanlışlarım neler olabilir? “ gibi basit soruları kendinize sorun sorun hakkında bilgi toplayın. Hafif bir depresyonda bazen bu minik ve basit soruların çok da işe sorunu çözmede çok da işe yardığı görülür. Kendinize alternatifler yaratın epresyonunuzu bir çok yönüyle ortaya çıkardıktan sonra bir danışmandan yardım alın. Depresyonunuz fiziksel bir semptomla ilişkili olabilir yada alışkanlık haline getirdiğiniz davranışlar olabilir ( çok fazla kahve içmek fazla şeker kullanmak…) İç sıkıntınızın nedeni bu küçük ihmaller de olabilir. Kendinize acımaktan vazgeçin : Bir insan sadece kendisine acıma duygusuna kapıldıktan sonraki dönemde depresyona girer. İçinde bulunduğunuz durumu kabullenip durumunuzu bir memnuniyet duygusuyla ayarlayabilirsiniz. Sorunlardan kaçının : Güçlü bir ruh halinde değil iken üzüntülü insanlarla birlikte olmamanız özellikle önem taşır.Kolaylıkla depresyona giren bir insansanız sürekli hastalıklarını anlatan bir arkadaşınızla birlikte olmayın.İki üzgün ruhun bir araya gelmesi kötü bir grup oluşturur.Beyninizi olumsuzluktan kurtarıp olumlu şeyleri ön plana çıkarın. Psikolog Esin AŞKIN
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:08 | #3 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
ÇOCUK ERGEN VE MEDYA ÇOCUĞUM MEDYADAN ZARAR GÖRÜR MÜ? Televizyon video bilgisayar gibi iletişim araçlarının çocuk ve ergenler üzerindeki etkileri yıllardır psikologların ve diğer disiplinlerdeki pek çok bilim adamının ilgisini çeken bir konu olmuştur. TELEVİZYON Televizyon ; bilgi verme ürün tanıtma eğlendirme gibi işlevleri olan önemli bir kitle iletişim aracıdır. Televizyon hemen her evde bulunması ve kolay ulaşılabilir bir araç olması nedeniyle çocuklar tarafından çok erken yaşlarda kullanılmaya başlanan bir araçtır. Türkiye’de çocukların ortalama 4 saat televizyon izlediklerini söyleyen araştırma bulguları mevcuttur.çocukların bu kadar yoğun bir şekilde maruz kaldıkları ve onlara oldukça açık ve net mesajlar sunan televizyonun birçok alandaki etkileri ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Televizyon ve saldırgan davranışlar arasındaki ilişki Çocuklar televizyonda şiddeti bir yol olarak öğrendiklerinde ve bunun geçerli ve kabul edilebilir olduğunu düşündüklerinde bu tür davranışlara yönelme riskleri çok daha fazla olmaktadır. Bu sebeple çocuğu yaşamda karşılaşacağı ve izleyeceği şiddet olgularını olası olumsuz etkilerinden korumak ailenin ve toplumun sorumluluğundadır. Televizyon ile zihinsel değişim-dil gelişimi arasındaki ilişki Çocukların yaşlarına uygun ve özel hazırlanmış televizyon programlarını izledikleri ve televizyona ayırdıkları sürenin diğer faaliyetlerini engellemediği durumlarda çocukların zihinsel gelişimleri üzerinde olumlu etkilerinin olabildiği açıktır. Özellikle okul öncesi dönem için hazırlanmış özel programların çocuklara büyük katkıları olduğu bilinmektedir. Bu amaçla hazırlanmış programları izleyen çocukların izlemeyen çocuklara göre daha fazla sıfat eylem ve isim bilgisine sahip oldukları görülmektedir. Televizyon ile Sosyal Roller ve Cinsiyet Rolleri Arasındaki İlişki Bir çocuğun bir şeyi öğrenmesi için omu görmesi model alması yeterli olmaktadır. Çocuk televizyondaki karakterin davranışını gözlemlediği taktirde benzer bir durumda gördüğü davranışa benzer bir davranış ortaya koyar. Böylece çocuk televizyonda farklı durumları izleyerek yeni öğrenmeler gerçekleştirebilirler. Bu bilgilerden hareketle televizyonun çocuklara sunduğu kadın ve erkek modelleriyle çocuklar için birer örnek olduğu görülmektedir. Televizyonun Çocuk ve Ergenler Üzerindeki Genel Etkisi Çocuklar ve ergenler zihinsel süreçlerindeki özelliklerinden dolayı izlediklerini yetişkinler gibi algılayamamakta ve bu nedenle yetişkinden farklı bir biçimde etkilenmektedirler. Yetişkinlerin çoğu televizyonu eğlenmek amacıyla izlerken çocuklar ise eğlendirici buldukları televizyonu dünyayı tanımak ve anlamak için izlemektedirler. Çocuklar kurmaca ve gerçek arasındaki farkı çoğu kez yetişkinler kadar kolay bir biçimde algılayamamaktadırlar. Bir çok açıdan çocuklar televizyon karşısında yetişkinlere oranla daha korunmasız durumdadırlar. Olaya bu açıdan bakıldığında zararlı çıkanlar ”çocuklar” gibi görünmektedir. Çocukların Televizyondan Olumsuz Etkilenimlerini En Aza İndirebilmek İçin Ailelere Düşen Görevler · Çocuğun televizyon izleme süresi ile ilgili olarak ; yaşı yapması gereken diğer faaliyetler ve uyku ihtiyacı göz önüne alınarak onunla birlikte bir kural belirleme · Çocukların hangi televizyon programlarını izledikleri hangi filmleri izledikleri hakkında bilgi sahibi olma · Televizyon programlarında ve sinemalarda izledikleri şiddet hakkında onlarla konuşma · Şiddet davranışının gerçek hayatta ne kadar acı verici olduğunu ve ne tür ciddi sorunlara yol açabileceklerini anlamalarını sağlama · Sorunların şiddet kullanmadan nasıl çözülebileceğini onlarla tartışma · Şiddete karşı davranışlar sergiledikleri her ortamda çocukları destekleyip ve ödüllendirme · Şiddete karşı durmanın ve direnç göstermenin daha fazla cesaret gerektirdiğini anlatma · Anne ve babanın kendi tavır ve tutumları ile çocuğa olumlu modeller olunması İNTERNET Doğru kullanıldığında birçok bilgiye kolaylıkla ulaşmayı sağlayan internet özellikle gençler arasında son yıllarda giderek rağbet görmektedir. İnternetin kimi özellikleri onu çekici kılmaktadır. · İlgi alanları benzeşen kişilerin birbirleriyle haberleşmelerini sağlar. · Birbirleriyle hiç karşılaşma şansı olmayan kişilerin temas kurmalarını sağlar. · İletişim maliyeti düşüktür. · İnternet kullanımının gizemli bir yönü de vardır. Pek çok kişi bu gizemli yönü cazip bulmaktadır. · Kullanıcılar arkadaşlarıyla minimum düzeyde zaman ve para harcayarak iletişimlerini sürdürebilirler. · İnternet kullanıcılara kendine güven duygusunu destekleyici nitelikte olabilecek bir statü sahipliği ve modernlik duygusu verir. · Kullanıcının ciddiye alınmasına ve dinlemesine olanak sağlar. İnternetin rahat ve özgür bir sohbet ortamı sağlaması gençler için cazip gelen yönlerinden biridir. Bulundukları yaş dönemi itibariyle bir kimlik geliştirme çabası içinde olan ergenler İnternetin onlara sunduğu çok çeşitli kimlikleri deneyimleme onlarla ilgili geribildirim alabilme imkanını yaşayabilmektedirler. Çocukların internet başında geçirdikleri zaman bazen aileleri endişelendirmektedir. Oysaki çocukluğundan itibaren gerekli ve doğru donanımlarla gelmiş bir ergenin internetten ve orada kurulan arkadaşlıklardan etkilenmesi mümkün olmayacaktır. Çocukluk döneminden itibaren aile ile iletişim içinde büyümüş demokratik bir anne-babaya sahip bir çocuk internetin bilgiye ulaşma ve kimi zaman eğlenceli vakit geçirme olanakları arasındaki dengeyi kendisi sağlayabilecektir. Uzman Psk. Özgür Kızıldağ
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:09 | #4 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
SINAV KAYGISI SBS ve ÖSS 'ye hazırlanan öğrencilerin omuzlarında önemli bir yük oluşturan ve hazırlanma sürecinde ayak bağı olan sınav kaygısı aileleri de üzmekte ve sıkıntıya sokmaktadır. Bu kaygı öğrenciler tarafından yaşanılmakta fakat bir ucunda aileler bir ucunda da öğretmenler durmaktadır. Üç sacayağının iyi iletişim kurması ve işbirliği yapması sonucu sınav kaygısı ile başa çıkabilmek daha kolaylaşacaktır. Öğrencinin sınava yüklediği anlamlar sınavla ilgili kafasında oluşturduğu imaj sınav olmanın ötesine geçince kaygı kendisini göstermeye başlamaktadır. Öğrencinin sınavla ilgili düşünce ve tutumları kendi kontrolünden çıkarak kendisini esir etmeye başlar. Böylece kişinin mücadele edeceği bir sorun yaratılmış olur. Adı sınav kaygısı. Sınavlara hazırlanan öğrenci bilinçli olarak ve isteyerek bu kaygıyı oluşturmuyor. Bu sınavın önce ailede ne anlama geldiği sorgulanmalı ve ailenin sınav konusundaki tutum ve yaklaşımları sorgulanmalıdır. Sınava ilişkin kaygıların gelişmesinde ailenin hangi tutumunun payı olabileceği saptanmalı ve ailenin sınav ile ilgili yaklaşımı ve bakış açısı değişmelidir. Bazı durumlarda aileler kendi kaygılarını dolaylı olarak öğrenciye farkında olmadan aktarırlar. Öğrenci ailede kendisini ortaya koymanın kanıtlamanın ve prestij sahibi olmanın en birinci yolunun sınav sonucu ile ilgili olacağı düşüncesini kafasına yerleştirmeye başlar. Anne-babanın ve yakınlarının bazı yaklaşımlarından bu sonucu çıkarabilir. Böyle düşünce bazında oluşturulan bu bakış açısı kişide inanç haline gelmeye başlar. Bu aşamadan sonra bu konu ile ilgili güvensizlikleri ve duyguları devreye girmeye başlar. Farkında olmadan ailedeki bazı telkinler öğretmenlerin bazı yaklaşım ve telkinleri kaygıyı oluşturmaya başlar. Kişinin bazı hataları ve eksiklikleri kendisinde fark etmesi ile beraber güven kaybı gittikçe çoğalır ve kaygının dozu artmaya başlar. Ailede sınav konusunun sıklıkla gündeme gelmesi ve sınavla ilgili olağan olmayan bir durum yaratılması sınavı gittikçe daha önemli bir hale getirmeye başlar. Buna ailenin öğrencideki beklentilerinin ifade edilmesi ve sıklıkla konuşulması da eklenince sınav ile ilgili korku gelişmeye başlar. Sınav sadece bilgilerin test edildiği sınandığı bir durum olmaktan çıkarak kişinin kendisini kanıtlaması aracı haline gelir. Sadece kendi isteklerinin yerine getirilmesine yarayan bir mekanizma olmaktan çıkarak ailenin ve çevrenin beklentilerinin gerçekleşeceği bir olgu olmaya başlamaktadır. Sınav kaygısı duygusal düzeyden ileriye gidip fiziksel düzeyde de yaşanılmaya başlanınca ailelerdeki tedirginlik artmakta ve tutum değişikliğine gitmektedirler. Birden bire sınavın önemli olmadığını çocuğun önemli olduğunu sonuçlarla ilgili beklentileri olmadığını ifade etmeye başlarlar fakat bu çok gerçekçi bir durum olarak algılanmaz öğrenci açısından. Bu aşamaya gelinceye kadar anne-babalar kaygı yaratan tutumlarının farkına varamazlar. Sınav kaygısının öğrenci üzerindeki etkisi: Öğrenci yoğun kaygının etkisine girmeye başladıkça huzursuzluk artar başarısızlık korkusu ve sıkıntı belirgin hale gelmeye başlar. Ders çalışmaya karşı ilgisizlik isteksizlikendişe ve tedirginlik gittikçe yoğunlaşmaya başlar. Kaygının etkileri bir süre sonra fiziksel düzeyde de hissedilmeye ve yaşanılmaya başlar. Mide bulantısı kalp atışlarında hızlanma ellerde titreme ağız kuruluğu iç sıkıntısı terleme uyku düzeninde bozukluklar karın ağrıları ve kasılmalar gibi belirtiler ortaya çıkar. Dikkat ve konsantransyon bozulmaya başlar hiçbir şey bilmiyormuş duygusu gelişir. Kendisini yetersiz görme değersiz görme gibi benliği ile ilgili olumsuz ve gerçek dışı değerlendirmeler oluşur. Kaygıyı arttıran düşünceler: Sınavın kendisini ortaya koyacağı kanıtlayacağı ve kendi kişiliğinin ölçüleceği bir durum olarak algılanması ve kabul edilmesi. Çevredeki insanların kendisini bu sınavın sonucuna göre değerlendireceği duygusu ile kazanamaması durumunda onlarla ilişkisinin nasıl olacağı onların kendisini nasıl değerlendireceği düşüncesi. Öğrencinin sınav sonucu ile ilgili kafasında kurduğu olumsuz senaryolar. Bir süre sonra bu senaryolar gerçekleşmiş gibi algılanmaktadır. Öğrencinin ailesinin beklentilerini boşa çıkaracağı korkusu ve onların beklentileri karşısında düşeceği olası durumlar. OKS/ ÖSS 'nin kişinin geleceği ve hedeflerinin gerçekleşmesi için tek bir yol olduğu düşüncesi. Anne babalara öneriler: Sınava hazırlanan ve kaygı yaşamaya başlayan çocuğunuza daha fazla ilgi göstermeye başlayın. Yaşadığı kaygıları ve duyguları onunla paylaşın anlamaya çalışın. Yaşadığı duygularını yok saymayın. Evde olağanüstü bir ortam ve durum varmış gibi davranmayın. Sınavı olağan üstü bir durum haline getirmeyin. Başkaları ile çocuğunuzu kıyaslamayın ve aldığı puanları karşılaştırmayın. Sınav sonuçlarının ilişkinizi etkilemeyeceği ve çocuğunuzun değerini önemini değiştirmeyeceği duygusunu hissettirmeye çalışın. Çocuğunuzun sınava ilişkin performansı ile ilgili beklentilerinizi sıklıkla dile getirmeyin ve böyle bir baskı oluşturmayın. Öncelikle kendi kaygılarınızla yüzleşin ve bu kaygılarınızdan kurtulmaya çalışın. Sizin yaşadığınız bir kaygı varsa bunu ne kadar hissettirmemeye çalışsanız da çocuğunuza aktarırsınız. Kendi kaygınızı yenmediğiniz sürece çocuğunuzun kaygısını gidermek için ortaya koyacağınız çabalar inandırıcı olarak algılanmayacaktır. Öğrencinin gerçek hedefler oluşturmasına ve hedeflerin kişisel performans ve gerçeklerine uygun olmasına destek olunuz. Onun eğilimlerini ve potansiyelini tanımaya çalışın olduğu gibi kabul edinzorlamayın. Öğrencinin yaşadığı kaygıları küçümsemeyin önemsemezlik etmeyin ve gerektiği durumlarda profesyonel yardım almaktan çekinmeyiniz. Öğretmenlere öneriler: Öğrencilere yönelik olarak güven kırıcı telkin ve sözlerden uzak durmaya çalışın. Yönlendirmede bulunurken öğrencinin duygusal özelliklerini hesaba katınız. Öğrencinin eksik olduğu konularını telafi etmeye çalışırken yetersizlik duygusu yaşamamasına özen gösterin. Öğrencinin bireysel özelliklerine uygun yönlendirmelerde bulunmaya çalışın. Destek olduğunuzu ve başarabileceği duygusunu vermeye çalışın. Pozitif bir bakış açısı aşılamaya çalışın. Öğrencinin dikkatini sürekli yetersiz olduğu eksik olduğu konulara yöneltmeyin iyi olduğu ve başarılı olduğu alanları da vurgulayın. Olumsuzluğa odaklanmamasına dikkat ediniz. Öğrencinin herhangi bir konudaki eksikliğini dile getirirken uygun bir yöntem bulun ve duygusal olarak olumsuz etkilenmemesine dikkat ediniz. Kaygı yaşayan öğrencilerin anne - babaları ile birlikte karşılıklı bu kaygıları ve öğrencinin durumunu konuşun paylaşın. Öğrencilere öneriler: Yaşadığınız kaygıların kaynağını keşfetmeye çalışın ve içsel duygularınızla yüzleşin. En çok hangi düşünceler kaygınızı arttırmaktadır. Bu düşünceleriniz ne kadar gerçekçidir. Bu düşüncelerinizi öğremtnelrinizle ailenizle konuşun paylaşın. Sınavın anlamı sizin için nedir. Bu anlamları parçalara ayırmaya çalışın yazın. Olumsuzluğa odaklanmaktan ve sürekli olumsuz düşünmekten vazgeçin. Şimdiye kadar elde ettiğiniz başarıları düşünün. Bu sınavın tamamen bir bilgi ölçme mekanizması olduğunu kişiliğinizi ve değerinizi ölçmediğine kanaat getiriniz. Olumsuz senaryolar kurmaktan vazgeçiniz. Kurduğunuz olumsuz senaryolar olumsuz duygular geliştirmenize neden olacaktır. Fiziksel egzersizler yaparak yürüyüş yapmaya zaman ayırarak nefes agzersizleri yaparak rahatlamaya çalışınız. Hoşunuza giden aktivitelere zaman ayırınız. Kendinize hata yapma hakkı tanıyınızkusursuzluğa odaklanmayın. Düşünce düzeyinde sınavı kendiniz için bir tehdit olmaktan çıkarın. Sınavla ilgili kullandığınız dili değiştirin. Yapamam edemem başaramam ne yapacağım gibi sözleri çıkararak yapacağım başaracağım üstesinden geleceğim gibi kelimeleri dilinize yerleştirin. Sınavı bir şikayet konusu olmaktan çıkarın. Günlük konuşmalardaki bu değişim duygularınıza olumlu olarak yansıyacaktır. Psikolojik Danışman Ali Rıza Erdoğan
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:16 | #5 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
Agresif Ve Öfkeli Çocuklarla Yaşamak Yaşam devam ederken gün içinde hangi yaştan olursak olalım birçok duyguyu yaşarız. Bunların bir kısmı sevgi hoşlanma eğlenme gibi “pozitif” kabul edilen bir kısmı ise nefret kıskançlık kızgınlık ve korku gibi “negatif” veya olumsuz görülen duygulardır. Aslında tüm duygularımız birtakım olayların doğal sonucu olarak doğarlar ve bizi doğru-yanlış iyi-kötü yapmazlar. Burada asıl önemli olan nokta ne hissettiğimizden çok bunları nasıl yansıttığımızdır. Bu durum sadece biz yetişkinlerin dünyasında yaşanmaz. Örneğin bebekler hoşlanmadıkları veya olumsuz buldukları durumlarla karşılaştıklarında ağlayarak reaksiyon verirken 2-3 yaş çocukları bağırarak veya vurarak tepkilerini ortaya koyarlar. Bu yaşlarda öfke patlamaları doğru yönlendirilmeyen çocuklar ileride ciddi anlamda sorunlar yaşayabilirler. Bu sebeple en erken dönemlerden itibaren çocuğun verdiği saldırgan tepkilerin nedenleri anlaşılmalı ve onları yetiştirirken bazı noktalara dikkat etmelidir. Dikkat edilecek ilk nokta öfke patlamaları olan çocuğun içinde bulunduğu ev ortamının nasıl olduğudur. Anne ve babanın sorunları saldırgan bir şekilde ele aldıkları bir ortamda onun da bu yolu öğrenmesi kaçınılmazdır. Böyle bir durumda anne ve babanın bireysel tutumları üzerinde yoğunlaşması gerekir. Bunun yanı sıra hayatında son dönemlerde oluşan; yakın bulduğu birinin ölümü kardeşin olması taşınma vs. gibi bir takım değişikliklerde çocuğun agresif davranışlarını arttırabilir. Bu noktaların üzerinde durduktan sonra bazı çocukların da yukarıda saydığımız temel sebepler olmaksızın diğerlerine göre olaylara ani tepkiler verebildiğini görmekteyiz. Saldırgan ve agresif tepkiler aile içinde zaman zaman kabul edilse de okul yaşantısıyla beraber sorunlar oluşturmaya başlar. Öncelikle sınıfta etiketlenen çocuk zamanla okulda da kötü bir ün sahibi olur. Arkadaşları tarafından dışlanan öğretmenleri tarafından yaka silkinen çocuk da bir süre sonra bu durumla başa çıkmak için değişik davranışlar geliştirir; genellikle ya okula ilgisini kaybedip buradan soğur ya da okulun kabadayısı haline gelir. Bu noktadan sonra değişim daha zor olacağından baştan bazı önlemler almak gereklidir. Anne ve babalar öfke kontrolünde sorun yaşayan çocuklarını yetiştirirken bazı noktalara dikkat etmelidir. İlk olarak öfke kontrolü zayıf olan çocuklarla yaşarken etkili disiplin yöntemlerini uygulamak gerekir. Bu çocukların yaşamındaki kurallar anne ve baba tarafından ortak bir şekilde net olarak koyulmalı ve tutarlı bir şekilde takip edilmelidir. Onun bir birey olduğunu hissettirirken yaşamı konusunda sınırları olacağını hissetmelidir. Disiplini ev içinde sağlamaya çalışırken onlara aynı kuralları defalarca hatırlatmak veya bağırmak yerine etkili iletişim yolları kurmak gerekir. Özellikle bu tip çocuklarda yerine getirmesi gereken herhangi bir sorumluluğu veya uyması gereken bir kuralı “bozuk bir plak” gibi söylemek yalvaran veya kızgın bir ses tonu ile konuşmak değil sakin kısa cümlelerle göz kontağı kurularak anlatılmalıdır. Bu yöntemler temel alınarak uygulansa da bazı çocuklara aşağıda okuyacağınız gibi daha farklı yollar uygulamak gereklidir. Öfkesini kontrol etmekte zorlanan çocuğunuzla duygular hakkında etraflıca konuşun. İnsanların hangi duyguları hissettiğini hangi olaylara nasıl tepkiler verdiklerini çevreden örneklerle paylaşın. Bu sohbet esnasında “kızgınlık” duygusunun hangi öfkeli davranışlara sebep olduğunu ve bunun insanların hayatında nasıl olumsuz durumlara yol açtığını ayrıntılarıyla konuşun. İletişim becerileri zayıf olan çocuklar kendilerini ifade ederken zorlandıklarında agresifleşirler. Bu sebeple ona kendini ifade etmesi için değişik ortam ve durumlar yaratın. Olaylar hakkında konuşurken küçük yaşlardan itibaren etkili konuşma yollarını öğretin. Örneğin “ben____ hissediyorum çünkü sen___________ yaptın ve şimdi senden_____ yapmanı istiyorum” gibi. İletişim becerilerinin yanı sıra karşılaştığı problemleri çözme becerisi zayıf olan çocuklar herhangi bir sorunla karşılaştığına paniğe kapılıp öfkeli davranışlar sergilerler. Bunun için; başınızdan geçen ufak problemlerden onun yaş dönemine uygun olanlarını anlatıp beraber çözüm yolları oluşturabilirsiniz. Ayrıca bir oyunmuş gibi hayali durumlar yaratıp (örnek:iki kişide elma yemek istiyor ama bir elma var ne yapabilirler?) sonrasında beraberce çözümler oluşturabilirsiniz. Öfkeli veya saldırgan bir davranışını ödüllendirmemeye özen göstermelisiniz. Örneğin alışveriş merkezinde istediği alınmadı diye ağlayıp çevreye vuran bir çocuğun durması için sonunda istediğinin yapılması onun bu yolu öğrenmesine sebep olacaktır. Sorunlarla ilgili başa çıkmak için ona analitik düşünmesini öğretmelisiniz. Karşısına çıkan problemle ilgili karşısındakine vurmak dinlememek bahaneler üretmek yerine önce var olan sorunu tanımlamalı karşısındakine değil soruna odaklanmalı ve yapacağı davranışların sorumluluğunu almasını öğrenmelidir. İletişime geçtiği insanın sözsüz hareketlerinden ne hissettiğini okumayı başarabilirse onları daha iyi anlayacaktır. Bu tip çalışmaları evde yaparken televizyonun sesini kısıp şimdi “ne hissediyor” oyunu oynamak veya gazetelerdeki büyük resimlerdeki yüz ifadelerinden “ne oldu da ne hissediyor” oynamak etkili olacaktır. Grup halinde oynanabilecek oyunlar veya yapılacak sporlara katılmasını desteklemek gereklidir. Kazanmak veya kaybetmek grubun tamamına mal olacağından buradaki davranışları sorunları çözmeye yönelik olacaktır. Klinik Psikolog Merve Soysal
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:17 | #6 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
Teşekkürler Suzi Hanım. Demek ki Psikolojiyi seviyorsunuz...
|
3 Üyemiz alkanaga'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:18 | #7 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
Şiddetli Çığlık Şiddet olaylarının artması üzerine yetkili yetkisiz herkes konu üzerinde yorumlar yapıp kendilerince çözümler önermektedir. Dikkat edilirse yapılan konuşmalar genellikle tek yönlü sadece içi boş çerçeve niteliğinde ve yüzeyseldir. Bir sorunu incelerken çok boyutlu bakmayı öğrenmek kaçınılmaz görünmektedir. Aslına bakılırsa şiddet hiç birimiz için sürpriz olmaması gereken bir sorundur. Bu kültür ve coğrafyada yaşayan bizler için şiddet her gün ve her an yaşanabilen ve son derece kanıksanmış bir olgu gibidir. Şiddetten gelen çığlığı çoğu zaman duymayız. Duymadığımız için de anlamak ve yorumlamak derdimiz olmaz. Bir de bize dokunmayan yılanla aramızda sorun olmadığı için şiddet rüzgarlarından etkilenmeyiz çoğu zaman. Şiddetin bireysel ve toplumsal boyutları olduğu gibi psikolojik sosyolojik ve kültürel yönlerden incelenmesi gerektiği ortadadır. Okuldaki şiddetin daha çok ergenlik dönemindeki bireyler arasında olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda ergenlik döneminin özelliklerini yakından bilmek gerekmektedir. Ergenlik dönemi çocuklukla yetişkinlik arasındaki geçiş dönemini kapsamakta olup yaklaşık 11-12 yaşlarında başlamakta ve 20’li yaşlarda tamamlanmaktadır. Her ne kadar belirli yaş diliminden söz edilse bile ergenlik döneminin aslında karakteristik özellikleri itibariyle ileriki yaşlarda da sürebileceği ifade edilmektedir. Hatta çeşitli uzmanlar toplumumuzu “ergen toplum” olarak isimlendirmektedirler. Ergenlik döneminde aşırı derecede duygusallık egemendir. Buna paralel olarak sıklıkla can sıkıntısı alınganlık öfke patlamaları inatçılık ilgi dağınıklığı görülür. Ayrıca bu dönemde kişi her şeyi eleştirme ve beğenmeme eğilimindedir; bir yandan da hayatı çevresinı ve kendini sürekli olarak sorgulamaya başlamıştır. Genel olarak ifade etmek gerekirse bu dönemde kimlik arayışı yaşanır. Bir ergen için temel soru “Ben kimim?” şeklinde ifade edilir. Bu dönemde arkadaşlık ilişkileri de duygu yoğunlukludur. Fanatik bir arkadaşlık anlayışı vardır. Öyle ki bir yandan arkadaşı için doğru-yanlış diye düşünmeden pek çok fedakarlık yapabilir; onun borcunu öder onun için kavgalara karışır riskli durumlarda onu korur. Diğer yandan da çok küçük bir anlaşmazlık yüzünden arkadaşlığını bitirebilir. İlişkileri süreçleri ve duyguları abartma eğilimindedir. Ergenin bir diğer özelliği de benlik açısından ya çok katı ya da aşırı derecede gevşek olmasıdır. Kimi zaman anlamsız konulara takılıp kalma inatlaşma ve ısrarcılık yaşarken kimi zaman da hayranlık duyduğu kişilerle özdeşim kurarak dış etkilere aşırı derecede açık olur. Sosyolojik açıdan bakıldığında da toplum katmanları arasında yaşanan gerginlikler medya kuruluşlarındaki uyduruk programlar mafya dizileri şiddeti körüklemekte ve adeta meşrulaştırmaktadır. Bireyler olarak istesek de bu kirlenmeden kendimizi kurtarma şansımız bulunmamaktadır. Sosyolojik faktörlerin şiddet için uygun bir zemin hazırlaması ve tetikleyicilik yapması ile ergenin gelişim dönemine ait psikolojik özellikler bir araya gelince şiddet olaylarının yaşanması çok da şaşırtıcı sayılmamalıdır. Şiddet olayları ile ilgili olarak belki de en ağır sorumluluk eğitim kurumlarına aittir. Eğitim kurumlarının sorumluluğunu bir başka yazının konusu olarak ele almakta yarar bulunmaktadır. Değerler ve kişilik eğitimini başaramadığı anlaşılan eğitim kurumları bu etkisizliğini gerçekçi bir şekilde sorgulamak zorundadır. Yrd. Doç. Dr. Oktay Aydın
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
3 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:19 | #8 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
Aklın Oyunları Beynimizin gerek psikolojik gerekse beden sağlığımızı korumak için elinden geleni yaptığını ve daha pek çok işlevi ne denli muhteşem bir orkestrasyonla yürüttüğünü biliriz. Mutluluk mutsuzluk sağlık hastalık ve ölüm hepsi onun işi. Göz ardı ettiğimiz şey beynimizin iyiyi de kötüyü de öğrenebildiğidir. Daha önceki bir yazıda iyimser ya da karamsar olmanın yaşamımızda önemli bir yeri olduğunu örnekleriyle anlatmıştım. Bu aklımızın bize oynadığı oyunlardan yalnızca biriydi. Bu kez beynimizin nelere ‘kadir’ olduğunu neredeyse 40 yılı aşkın bir süredir birikmiş literatürden birkaç örnekle anlatmaya çalışacağım. Bunu yalnızca kafaya taktığım için değil eğer gerekli vizyonu oluşturabilirsek hem kişisel yaşamımızda hem de organizasyonların yaşamında köklü değişikliklerin olacağına inandığım için yapıyorum. Beynin Aptal Yanı Beynimizin genetik tasarımı sonuçta bayağı birkaç yüz bin yıl öncesine dayanıyor. O zamanlar hayatta kalmak ve üremek canlı yaratıkların en önde gelen öncelikleri arasındaydı. Bugün üremek önceliklerimiz arasında değil. Durmadan cinsellik düşünürüz ama yaşam boyu ancak iki üç defa çocuk yaparız. Sevişebilmek için de evlenmek gibi ciddi bir fatura öderiz. Sağ duyu sahibi bir kişi evlenmeden önce küçük bir pazar araştırması yapsa sonuçları objektif kalarak değerlendirse eğer mazoşist eğilimleri yoksa evlenmez. İnsanların neredeyse %100’ü evlendiğine göre ciddi bir genetik baskı söz konusu. Hayatta kalma meselesi daha da garip. Milyon yıl önce yeni doğanların çok azı ileri yaşlara erişebiliyordu. Çok üremek ve tehlikeye aşırı duyarlılık türün devamını sağlıyordu. O zamanlar tehlike dendiğinde sınavda çakmak ya da işimizi kaybetmek değil niyeti kötü vahşi bir hayvan anlaşılırdı. Kaçmak ya da dönüp vuruşmak tek seçenekti. Bu kararı en hızlı ve çabuk verenler hayatta kalırdı. Vuruşabilmek ya da kaçabilmek içinse yaralanma olursa kan kaybı en az düzeyde olsun diye derinin altındaki kılcal damarların büzülmesi adalelerdeki şekerin enerjiye çevrilmesi kalbin hızlanması yeterli ışık alabilmek için gözbebeklerinin büyümesi gerekli motivasyonun sağlanması için korku ve kızgınlığın yoğun yaşanması ve daha bir sürü fizyolojik olayın devreye girmesi gerekiyordu. Bugün sokaklarda ayı aslan kaplan pek görülmüyor. Zaten olsa da bir şey ifade etmez çünkü hepimiz kapılarımızı yatmadan önce bir güzel kilitleriz. Tüm yaşamımız boyunca hayati bir tehlikeyle çoğumuz karşılaşmayız. Karşılaşmayız ama sanki karşılaşmışız gibi tepkide bulunuruz. Sınavda çaktığımızda dışlandığımızda küçültücü bir tavırla karşılaştığımızda trafik sıkıştığında rapor yetişmediğinde dolar çıktığında dolar düştüğünde yani olumsuz yaşadığımız her durumda sanki karşımıza aslan çıkmış gibi yukarıda sıraladığımız tüm tepkileri hiç eksiksiz yaşarız. İşte ‘beynin aptal yanı’ dediğimizde bunu anlıyoruz. Bunların hiç biri hayati tehlike değildir ama güzel beynimiz o muhteşem organ burada çuvallar. Sanki cana kasıt varmış gibi tüm bedeni ‘vur ya da kaç’ tepkisine hazırlar. Film seyrederken odadan içeri giren adam kadına arkasından yavaşça yaklaşırken kalbim çarpmaya başlar daha sık solumaya başlarım. Benim güzel beynim dönüp bana"‘Bak Emre’ciğim adamın öldürmek istediği bir kadın oysa sen bir erkeksin. Kaldı ki adam da kadın da bir hayal. Canını üzme kalbini serin tut" demez. Beynin bu aptal yanının maliyeti gerçekten yüksektir. Strese bağlı bozuklukların ve hastalıkların tek nedeni; beynin gerçek tehlikeyle hayali tehlikeyi ayırt edememesinden kaynaklanır. İşin daha da vahim yanı; stres yaratan durum karşısında yaşadığım çöküntüyü öfkeyi mantıklı ve doğal bulmamızdır. Oysa yöneticimin beni herkesin içinde eleştirmesi karşısında yaşadığım yoğun duyguların yöneticimin davranışıyla hiçbir şekilde kaçınılmaz bir nedensellik ve mantık ilişkisi yoktur. Yani öfkelenebileceğimiz gibi kayıtsız da kalabiliriz. Kayıtsız kalmayı öğrenmek istiyorsak bunu öğrenebiliriz. Doğu felsefesinin oluşturduğu tüm pratiğin sonuçta bunu hedeflediğini söyleyebiliriz. Alıntı
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:23 | #9 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
Beynin Güzel Yanı Aslında beynimin aptal yanı bana sonsuz olanaklar tanır. Bir hayal yaratıp keyfimi kaçırabiliyorsa başka bir hayal yaratıp keyfimi getirebilir. Biz bu beceriyi zaten günlük yaşamımızda her dakika uygularız. Psikoloji takıldığımız durumlarla ilgili olarak bu değişimi sağlayacak yığınla teknik geliştirdi. Şimdi biraz bu ilginç dansın nerelere uzanabildiğini görelim. Yeni üretilen bir ilacın gerçekten etkili olup olmadığını anlamak için ‘placebo’ deneyleri yapılır. Yani bir grup hastaya gerçek ilaç başka bir grup hastaya da şeklen ona benzeyen bir ilaç verilir. Her seferinde gerçek olmayan ilacın iyileştirici bir etkisi görülür. Gerçek ilaç işe yarıyorsa etkisinin diğerinden farklı olması gerekir. Buna da araştırma dilinde ‘placebo etkisi’ denir. Neredeyse tüm hastalıklarda bir placebo etkisi görülür. Örneğin 1950’lerde koroner kalp rahatsızlıklarında göğüs ağrısını önlemek için yeni bir ameliyat türü denenmeye başlandı. Ameliyat göğüsteki bir damarı bağlamayı içeriyordu. Damarı bağlanan hastaların %40’ında ağrılar yok oldu %65-75’inde ise büyük ölçüde ilerleme kaydedildi. Ancak bazı araştırmacılar iyileşmenin fizyolojik bir temeli olmadığını düşündüler ve bir araştırma yapmaya karar verdiler. Kalp hastaları iki gruba ayrıldı. Bir kısmının damarı bağlandı. Diğer grubun ise göğsü açıldı ve sanki ameliyat yapılmış gibi dikilip bakıma alındılar. Sonuçta ameliyat yapılmayan grubun da ağrıları yok oldu. Bunun üzerine ameliyat artık yapılmaz oldu ama o güne kadar da 10.000 ameliyat yapılmış oldu. Rahatlama teknikleri ile yüksek tansiyonu düşürmeyi amaçlayan bir araştırmada bir gruba "rahatlama tekniklerinin ilk seansta etkili olduğu" diğer gruba da "üçüncü seanstan sonra etkili olacağı" söylenmiş. Birinci grubun tansiyonu ikinci gruba göre ilk seansta yedi misli daha fazla düşmüş. Çoğumuzun yaşamında bedenimizin bir yerinde bir siğil çıkmıştır. Siğiller yakılır asit dökülür dondurulur ameliyat edilir ama yine çıkar. Zurich’li Dr. Bruno Bloch "‘siğil doktoru" olarak tanınıyor. Ofisinde de bir "siğil yok etme" makinesi var. Kocaman bir şey. Gürültüyle çalışıyor ışıklar yanıyor ve bir takım "ışınlar yaydığı" söyleniyor. Dr. Bloch bu makineyle tedavi gören hastaların %31’inin siğillerinin yok olduğunu söylüyor. Daha sonra hipnozla yapılan kontrollü çalışmalarda gerçekten de siğillerin "git" dendiğinde gittiği görüldü. Örneğin A.H.C.Sinclair-Gieben ve D. Chalmers siğilleri tüm bedenlerine yayılmış olan hastalara hipnoz sırasında bedenlerinin sağ ya da sol tarafındaki siğillerin yok olacağını söylüyor ve öyle de oluyor. Amerika’da süpervizörüm Paul Watzlawick bir seansta siğilli çocuğa sormuştu: "Siğilini kaça satarsın?". Çocuk 40 dolardan başladı ve sonuçta 15 dolara anlaştılar. Ertesi hafta siğili yok eden çocuk 15 dolarını aldı. Bu siğil meselesi niye önemli? Önemli çünkü siğil bir virüsün yol açtığı bir tümör. Herkeste siğil oluşmadığına göre bağışıklık sistemi bir biçimde insanları koruyor. Psikolojik yöntemlerin işe yarıyor olması muhtemelen ya bağışıklık sisteminin harekete geçmesiyle ya da siğili besleyen damarların büzülüp kan akışını durdurmasıyla mümkün. Alıntı
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
21.11.2015, 03:25 | #10 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Psikoloji ile ilgili Makaleler
İsterim Sevileyim Sosyal bağları zayıf yakınlarından ve çevresinden destek alamayan kişilerin daha çok hastalanma eğiliminde olduğunu biliyoruz. Bekarlar ayrılmışlar boşanmışlar ya da eşi ölmüş olanlar evlilere göre daha az yaşıyorlar ve daha sık hastalanıyorlar. Kansertüberküloz ülser depresyon kalp arterit fark etmiyor. Hepsinde daha çok hastalanıyorlar. Lisa Berkman ve S. Leonard Syme’in California Alameda’da 7000 kişiyle yaptıkları çalışma sosyal ilişkilerin sağlığa katkısını çok iyi gösteriyor. Araştırmacılar 7000 kişiyi 9 yıl boyunca izliyorlar. Bekarlar boşanmışlar dullar yakın arkadaşları veya akrabaları olmayanlar sosyal aktivitelere katılmayanlar arasında ölüm oranı diğerlerine göre 2 ile 5 misli daha fazla. Bir başka araştırma Amerika’ya göç eden Japonlarla ilgili. Göç edenlerin ölüm ve hastalanma oranları Amerikalılara yaklaşıyor. Akla hemen diyet vs. geliyor. Ancak göç edenlerin içinde sağlıklarını koruyanlara bakıldığında bunların kendi toplumları içinde yaşadıkları geleneklerini sürdürdükleri görülüyor. Amerikan tarzı yaşamı sürdüren Japonlara göre kalp hastası olma riskleri %80 daha düşük. Sigara içmeleri kolesterol düzeyleri ve diyet bir şey fark ettirmiyor. Sosyal destek öyle anlaşılıyor ki yaşamın köklü bir biçimde değiştiği yoğun stres yaşandığı dönemlerde sağlığa ciddi katkıda bulunuyor. Michigan’da iki otomobil fabrikası kapandığında yüzlerce işçi işini kaybetti. Susan Gore bu işçilerden 110 tanesi ile bir araştırma yaptı. Eşlerinden arkadaşlarından akrabalarından yakın ilgi ve yardım gördüğünü söyleyenlerin ve sosyal aktivitelere katılanların gerek psikolojik açıdan gerekse organik hastalıklar açısından çok daha sağlıklı olduklarını saptadı. Bunların kolesterol düzeyleri de düşüktü. K.B. Nuckholls 170 hamile kadının ne ölçüde sosyal destek aldıklarına baktı. Ortaya çıkan komplikasyonların %91’i stres ve desteğin azlığına bağlıydı. Destek almayanlarda komplikasyon oranı alanlara göre üç misli fazlaydı. Yaşamında bir hayvanın sorumluluğunu almanın da sağlığa ciddi katkısı olduğu anlaşılıyor. Kalp krizi geçirmiş olanlarla bir yıl sonra temas edildiğinde evlerinde hayvan bakanların ölüm oranının beşte bire indiği görülmüş. Hayvanın türü önemli değil. Kedi köpek papağan fare her şey olabilir. İlgi çekici bir araştırma da bir yaşlılar evinde yapılmış. Huzurevinin bir katında yaşayanlara hemşire saksı içinde bir bitki veriyor. Bu bitkinin onun sorumluluğunda olacağını kendisinin karışmayacağını söylüyor. Diğer kattakilere ise çiçeğe kendisinin bakacağını söylüyor. Artık sonucu tahmin edebiliriz. Çiçeğe kendileri bakanların hastalıkları daha çabuk iyileşiyor daha uzun yaşıyorlar. Yani bir çiçeğin sorumluluğunu almak ömür uzatabiliyor ve daha az hastalanmaya yol açabiliyor. Bukadarcığı bile bunu sağlıyorsa insanların biraz ‘gaza geldiklerinde’ neler yapabileceğini hayal etmek bile güç. Alıntı
__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...'' |
2 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti. |
Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz |
Etiketler |
ilgili, makaleler, psikoloji |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
|
|
Önemli Uyarı | |
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz. |