Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türk ve Dünya Tarihi > Türk Tarihi


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 28.01.2009, 03:00   #1
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler



Osmanlılar adayı ne zaman almış ve idari yapıyı nasıl düzenlenmiştir?

Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'ta üslenen korsanların Akdeniz'den geçen gemilere saldırmalarını önlemek ve Katolik Venediklilerin baskısı altında inleyen Ortodoks Rumlarına yardım etmek için 1571 yılında, 80 bin şehit vererek, Kıbrıs'ı fethetti. Kıbrıs'taki Osmanlı İdaresi fiilen tam 307 ve hukuken 352 yıl boyunca sürdü. Bu süre içinde, Kıbrıs, tarihinde yaşamadığı bir özgürlük yaşadı. Türkler, Katoliklerin kapattığı kiliseleri açtırdı ve Rum Halka dini özgürlük sağladı. Başpiskoposu Rum Halkının siyasi temsilcisi olarak kabul ederken, halkın şikayetlerini doğrudan Saraya bildirme hakkını onlara tanıdı. Böylece Başpiskoposları siyasi yönden de güçlendirmiş oldu.

İkinci olarak Katolik Venedik döneminde tamir edilmeyen kilise vb. ibadet yerlerini tamir ettirdi ve bakımlarını yaptırdı. Kıbrıs Rumlarının bütün bunlara yanıtı ise, 1821'de başlayan Yunan isyanını asker, silah ve para göndererek desteklemek ve yine aynı yıl tüm ada Türklerini katletmeyi öngören bir ayaklanma tezgahlamak oldu. Osmanlılar döneminde Adada yaşayan Rumların ekonomik durumları daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak biçimde düzeldi. Bu dönemden başlamak üzere, kendilerine tanınan geniş hoşgörü ile yavaş yavaş adadaki ticari hayatı ele geçirmeye başladılar. Osmanlılar döneminde adadaki idari yapı da yeniden düzenlendi ve ada "KADI" ların yönetimi için oluşturulan 17 ilçeye ayrıldı. Ada yönetimi için oluşturulan Divan'da Rumlarla birlikte adada yaşayan Maronit ve Ermenilere de temsiliyet hakkı tanındı. Böylece tarihte ilk kez Kıbrıs Rumları, adanın yönetiminde söz sahibi yapıldı.

Osmanlılar, ada Rumlarının eğitimlerinin geliştirilmesini ve vergilerin Kilise tarafından toplanmasını da kabul ederek, onlara bir nevi kendi kendilerini yönetme hakkı tanıdı.

Osmanlı yönetimi boyunca Kıbrıs'ta birçok Su Kemeri, Hanlar, Kütüphaneler, Camiler, Çeşmeler yapılarak adanın imarı sağlandı.


Kıbrıs Türklerinin kökeni nedir?

Kıbrıs Türklerinin kökeni Anadolu'daki Türk Halkıdır. Kıbrıs'ın fethinden sonra adanın gelişmesi için üretici nüfusa ve sanatkara gereksinim olduğunu gören Padişah 2. Selim, adada kalan 20 bin civarında askerin yanısıra 10 bin civarında sanatkar ailenin de Kıbrıs'a gönderilmesini kararlaştırır. Bu amaçla çıkarılan bir "SÜRGÜN HÜKMÜ" ne göre Anadolu, Karaman, Rum ve Dülkadriye Kadıları şehir ve kasabalarda oturan zenaat ve meslek sahipleri arasında seçme yapılarak, her on haneden bir hanede yaşayan aileler Kıbrıs'a gönderildiler. Bu meslek sahipleri içinde ayakkabıcılar, terziler, dokumacılar aşçılar, mumcular,semerciler, nalbantlar, bakkallar, demirciler, dericiler, taşcılar, kuyumcular, yapıcılar, kalaycılar ve kazancılar başı çekmekteydi.

Bunların yanında ise;

Taşlı ve verimsiz toprak çalıştırıp geçimini sağlayamayanlar,

Kötü davranış içinde olanlar,

Kendi bölgelerinde adları kütükte kayıtlı olmayanlar ve onların oğulları,

Batka bölgelerden göç etmitolanlar,

Uzun zamandan beri tarla veya bahçe almak için müracaat etmiş olanlar,

Köyünü ve tarlasını bırakıp, şehirlere göç edenler,

Köylerde ve şehirlerde işsiz olup, toprağı çalıştırmayanlar da Kıbrıs'a gönderileceklerdi.
21 Eylül 1571 tarihini taşıyan bu "Sürgün Hükmü" ile toplam 572 Hanenin Kıbrıs'a göç ettirilmesi öngörülmekteydi. Adaya gelen bu Türkler kısa sürede ekonomik yaşama büyük bir canlılık getirdi.

Yunanistan ise daha Osmanlı egemenliği altında olması nedeni ile Rumları kışkırtacak durumda değildi. Megali İdea fikri ortaya atılana kadar, iki halk Osmanlıla rın adil yönetimi altında barış içinde bir arada yaşadı. Denebilir ki adadaki iki halkın barış içinde birarada yaşadığı tek dönem fiilen Osmanlı İdaresi altında yaşanan bu 307 yıllık dönemdir


Kıbrıs Rumlarının kökeni nedir?

Kıbrıs'ın ilk yerli halkı Anadolu'dan gelmiştir. Ve, tarihte hiçbir zaman Kıbrıs, Yunanistan'ın egemenliğine girmemiştir. Bunun yanında tarihte hiçbir zaman Yunanistan'dan Kıbrıs'a büyük çapta bir göç de olmamıştır. Peki Rumlar niye kendilerini Yunan saymaktadır?

Kıbrıs Anadolu'nun doğal bir uzantısıdır. Jeolojik dönemin birinci zamanında Anadolu'nun Hatay bölgesine bitişik olan Kıbrıs, ikinci ve üçüncü zamanlarda oluşan çökmelerle Anadolu'dan kopmuştur. Adada Anadolu'da yaşayan cüce fil fosillerinin bulunması bunun kanıtıdır. Bu arada Kıbrıs'taki kazılarda bulunan vazolarla Anadolu'da ortaya çıkarılan vazolar ve evler birbirine çok benzemektedir. Bundan hareketle, ilk yerli halkın Anadolu'dan geldiği kesinlik kazanmaktadır. Bundan ayrı olarak Kıbrıs tarihte; Hititler, Mısırlılar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Ptolemiler, Romalılar, Araplar, Bizanslılar, Templer Şovalyeleri, Lüzinyanlar, Cenevizliler, Venedikliler, Osmanlılar ve İngilizler tarafından yönetilmiştir. Kıyıları ise korsanların yatakları olmuştur.

Anadolu'dan gelen yerli halkla, Kıbrıs'ı işgal eden bu ulus ve kavimlerin karışması sonucu, tarih içinde ortaya melez bir halk çıkmıştır. Bu melez halk zaman içinde denizci bir kavim olan Miken'lerin kültürel etkisi altında kalmıştır. Miken'ler bilindiği gibi Yunanlılar tarafından Helen ırkından sayılmaktadır. Bundan ayrı olarak Kıbrıs'ın Roma İmparatorluğu'nun egemenliğine girmesinden sonra M. S. 46 yılında St. Paul Kıbrıs'a gelerek Hristiyanlığı yaymıştır.

Bizans döneminde ise Bizans'ın, resmi dili olarak Yunancayı; resmi din olarak Ortodoks Hristiyanlığı kabul etmesi ve bunu zorla Kıbrıs'taki melez yerli halka da kabul ettirmesi, adadaki bu melez halkın kendisini zamanla Yunanlı olarak görmesi sonucunu doğurmuştur. Kimlik bunalımı içindeki melez halkın bir ulusal kültür, ve bir ulusal kimlik arayışı içinde olması da bu oluşumu etkileyen bir unsur olmuştur.

Sonuç olarak adanın esas yerli halkı, Anadolu'dan gelmiştir. Bu halk zaman içinde Kıbrıs'ı işgal eden kavimlere karışarak melezleşmiştir ve Bizans döneminde Bizans'ın dini-kültürel etkisi ile kendini Yunanlı görmeye başlamıştır.


Megali İdea nedir?

Megali İdea, kelime anlamı ile "Büyük İdeal, büyük fikir" demektir. Bu fikre ve ilkeye göre, 1453'de Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen İstanbul tekrar ele geçirilecek, Yunanistan, Girit, Rodos, Kıbrıs, Anadolu ve ta Büyük İskender'in uzandığı İskenderiye'ye kadar olan topraklar işgal edilerek, bir Helen İmparatorluğu olarak kabul edilen büyük Bizans İmparatorluğu kurulacaktır. Bu imparatorluğun başkenti ise eski Bizans'da olduğu gibi hala "Konstantinopolis" diye andıkları İstanbul olacaktır. Megali İdea fikri ilk kez Rigas Ferreros adlı bir Rum tarafından gündeme getirilmiştir. Rigas Ferreros, bu amaçla ilk Megali İdea haritasını 1791-1796 yılları arasında Bükreş'te hazırladı ve 1796 yılında Viyana'da yayınladı. Megali İdea'nın yaşatılması ve nesilden nesile aktarılması görevini Rum Ortodoks kilisesi ve Ortodoks mezhebinin merkezi olan İstanbul'daki Patrikhane üstlenmiştir. Kilisenin bu amaçlarını ve eylemlerini gerçekleştirmek için Osmanlı İmparatorluğunun kendisine tanıdığı geniş hoşgörüden yararlandığı inkar edilemez bir gerçektir. Örneğin 1754 yılında Padişahın yayınladığı bir fermanla, Başpiskopos, adanın ikinci politik ve nüfuzlu kişisi olma hakkını kazanmıştı. Bu tarihten itibaren Başpiskopos'a "Ulusal Lider" anlamına gelen "ETNARH" denemeye başlanmıştı.

Megali İdea çerçevesinde 1821 yılında Mora isyanı patlak vermiş ve Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra Megali İdea haritası içinde yer alan toprakların ele geçirilmesi için faaliyete başlanmıştır.

Nitekim daha sonra Girit, Rodos, 12 adalar ve diğer Ege adaları ele geçirilmiş, Anadolu'ya asker çıkarılmıştır. Ne var ki Anadolu'da Atatürk önderliğindeki Türk Halkı, Kıbrıs'ta ise Anavatan Türkiye desteğindeki Kıbrıs Türk Halkı tarafından, hedeflerine ulaşmaları engellenmiştir.

Önemle vurgulanmalıdır ki, Yunanistan ve Kilise bu çabalarında başta İngiltere ve Çarlık Rusyası olmak üzere her zaman Batılı ülkeler tarafından desteklenmiştir


Filiki Eterya ve Ethniki Eterya nedir?

Megali İdea fikri ortaya atıldıktan sonra bu fikir, Osmanlı İmparatorluğu aleyhine genişleme emelleri olan Rus Çarlığı ile İngilizler ve çeşitli Balkan Üleleri tarafından desteklenmeye başlandı. Megali İdea'yı gerçekleştirmek için bir örgüt gerekliydi. Bu amaçla 1814 yılında, yani Megali İdea haritasının çizildiği 1796 yılından 21 yıl sonra, Rusya'nın Odessa şehrinde Filiki Eteriya adlı Örgüt Çarlık Rusyası'nın gizli desteği ile kuruldu. Yine çarlığın desteği ile tüm Balkanlar'da örgütlenme faaliyetlerini başlatan Filiki Eteriya'nın başına da Rus Çarı 1. Aleksandros İpsilantis getirildi. Bu gelişme örgütün ilk başarısı oldu. Nitekim daha sonra Rus Çarı'nın desteği ile bu örgüt tarafından 1821 Mora isyanı başlatılacaktı. Filiki Eteriya'nın örgütlenme çalışmalarını Kıbrıs'a kadar uzattığı ve başta kiliselerdeki papazlar olmak üzere, kiliselerin yoğun propagandasının etkisi altında bulunan Rumlar arasında geniş bir taban bulunduğu, hatta Kıbrıs'taki ayaklanmanın perde gerisindeki örgütlü güç olduğu biliniyor.

Filiki Eteriya'dan sonra, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasının ardından bu kez de Yunan ordusu içinde Ethniki Eteriya adlı bir başka örgüt kurulmuş ve bu örgüt Girit'in Yunanistan tarafından ilhakında önemli bir rol oynamıştır.

Her iki örgüt de esas hedef olarak Megali İdea'yı benimsemiş ve tüm çalışmalarını, bu hedefe ulaşılması için Osmanlı toprakları üzerinde gizli ayaklanma hazırlıklarına yöneltmişlerdir.


Enosis nedir?

Enosis, Megali İdea hedefi çerçevesinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasını, ilhak edilmesini ifade etmektedir. Kelime anlamı ile " İLHAK " demek olan Enosis (yani adanın Yunanistan'a bağlanması) ilk Megali İdea haritasının çizildiği 1791 yılından beri gündemde olan bir konudur. Bir anlamda Kıbrıs sorununun da bu tarihten itibaren varolduğu söylenebilir. Yunanistan'ın Kıbrıs'ı talep etmesi ise 30 Aralık 1918 yılında gerçekleşti. 18 Ekim 1828 tarihinde İngiltere, Rusya ve Fransa'ya bir nota veren Yunanistan, RESMEN İLK KEZ Enosis fikrini ortaya atmış ve adanın kendisine bağlanmasını istemiştir.

1. Dünya savaşından sonra Paris'te toplanan Barış Konferansı'na Yunanistan'ın toprak isteklerini sunan Yunan Başbakanı Venizelos, aralarında Kıbrıs'ın da bulunduğu şu bölgeleri talep ediyordu:

1- Batı Anadolu (İzmir,Bursa,Çanakkale, İzmit ve civarları)
2- Pontus (Trabzon, Sivas, Kastomonu ve civarları)
3- Kuzey Epir (Güney Arnavutluk)
4- Kıbrıs, Rodos, Meis, Girit, Bozcaada ve İmroz
5- Batı ve Doğu Trakya

Kıbıs'ta Yunan kilisesi, Patrikhane ve Yunan Hükümeti tarafından desteklenen Enosis hareketi, bu idealin yıllar boyunca kilise ve okullarda genç beyinlere aşılanması sonucu Kıbrıs'ın başına büyük felaketlerin gelmesine neden oldu. Bu ideali gerçekleştirmek için 1821 yılından itibaren birçok kez Türk halkına saldırılar düzenledi. Enosis önünde bir engel olarak gördükleri Türk halkını ortadan kaldırmak için 1895'de, 1912'de, 1955-74 döneminde Türk halkına saldırılar ve katliamlar uygulandı.

Enosis fikrinin 1918'lerde Rum çocuklarına nasıl aşılandığını bir Rum yazar olan Tenekides şöyle açıklıyor:

"Rum okulları Helen düşüncesini yaymak amacı ile kullanılıyordu. Rum öğretmenler, çiçeklerle çerçevelenmiş Yunanistan'la birleşmelerini temsil eden armağanları Vali'nin kasabaları ziyareti sırasında verirken, mızraklı bir alay gibi sıraya sokulan ögrenciler, önceden öğretilmiş olan "Yaşasın enosis" çığlıkları atıyordu..." (Tenekides-Chypre. Menter Şahinler. Türkiye'nin 1974 Kıbrıs siyaseti sayfa 111.197- İstanbul).

Enosis politikasının yakın hedefi bugün için Rum egemenliğinde tüm Kıbrıs'ta hakim olacak bir Rum Cumhuriyeti kurulması, bu Rum devletinin AB'a tam üye yapılarak Yunanistan'la dolaylı Enosis'in gerçekleştirilmesi ve Türk halkının azınlık statüsüne düşürülmesidir.


1821 İsyanı ve ilk enosis bildirisi nedir?

Yunanistan'ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra bu devletin uyguladığı yayılmacı ve hegemonyacı politika, birbuçuk asırdır Kıbrıs'a huzur ve barış yüzü göstermedi. Bunun böyle olacağı Mora isyanının başladığı ilk günlerden belliyi. Nitekim Yunanistan'da isyanın başlamasından sonra Kıbrıs'ta da her zaman olduğu gibi Rum toplumu içindeki gerici, fanatik, milliyetçi çevrelerin başını çekmekte olan Kilise, bir isyan hazırlığına girişir. Önce Kiliselerdeki ayinlerde, kiliseye bağlı ruhban okullarında yoğun bir propaganda ve beyin yıkama faaliyetine girişilir. (Zaten bu kampanya hiç durmamıştı). Bu arada 19 Haziran 1821'de Filiki Eteriya'nın liderlerinden Konstantin Kanaris, Kıbrıs'a uğra***** isyanın propagandasını yapar, bildiriler dağıtır, Yunanistan'daki isyancılara götürmek üzere para, silah, yiyecek toplar. Bunun ardından, Başpiskopos Kiprianos, kiliseleri birer silah deposu haline getirir. Ayaklanma için çeşitli bölgelerdeki kiliselere mektuplar gönderir, ayaklanmanın nasıl olacağını anlatır. Ne var ki, Dağ kazasına bağlı Ayanni köyünde oturan Dimitri adlı bir Rum, Osmanlı Valisi Küçük Mehmet Paşa'ya yazdığı bir ihbar mektubu ile isyanı ele verir. Vali Küçük Mehmet, bu ihbar üzerine kiliseleri basarak, isyan için depolanan silahlara ve saldırı aletlerine el koyar. İsyanın elebaşlarından kimisini idam eder, kimisini sürgüne veya hapse gönderir. Bu arada Hacı Petros Vaskos adlı Rum tarafından Başpiskopos Kiprianos'a ve Mihail Kilikya adlı Ruma yazılmış isyanla ilgili mektuplar da ele geçirilir. Bunun üzerine yakalanan Başpiskopos Kiprianos ve isyanın elebaşları idam edilir. İsyan daha başlamadan bastırılır.


Dimitri adlı Rumun Valiye gönderdiği ihbar mektubu şöyledir:

"Paskalya gecesi saat altıda Lefkoşa'da top atışı olacaktır. Başpiskopos Kiprianos, Rumca yazılmış mektubunu kendi adamına vererek adı geçen köyde (Ayanni) kilisede okutmuştur. Bu mektuba göre, top atışı duyulduğu vakitte, bütün Hristiyanlar harp silahları ile Lefkoşa'ya hücum edeceklerdir. Tüm adayı almak için birlikte hareket ederek sözleşmelerini öneren Başpiskopos'a göre Hristiyanlar, Lefkoşa'yı da ele geçirdikten sonra, bütün müslümanları katledip ortadan kaldıracaklardır. Bu konuyu Hristiyanlara kesin olarak bildirip tenbih eden adı geçen mektubu diğer köylere de yollayıp okutmuştur".

Görüldüğü gibi daha Osmanlı döneminde tüm Türklerin katledilmesi tasarlanabiliyordu.

Vali Küçük Mehmet'in Sürgüne gönderdiği bir kısım papazlar ise 1821 yılı sonlarında Roma'da toplanarak ilk Enosis bildirisini yayınlıyorlar ve tüm Hristiyan Krallarına çağrıda bulunarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı için yardımcı olmalarını istiyorlardı...


Kıbrıs İngilizlere nasıl geçti ve adadan Türk göçü oldu mu?

1878'de Osmanlı-Rus savaşını fırsat bilen İngiltere, "Ruslara karşı yardım" vaadi ile, Kıbrıs'ı yılda 92000 altına kiralamayı başarmıştı. İngiltere, Doğu Anadolu'daki Kars, Ardahan ve Batuma giren Rus ordularının geri püskürtülmesinde yardımcı olacak vaadi ile, Kıbrıs'ı kiralamıştır ama bu kiralama geçici idi. Tehlike geçtikten sonra ada yeniden geri verilecekti. Yani Kıbrıs İmparatorluğun bir parçasıydı. Padişah kira anlaşmasına (Ayestafanos-Yeşilköy) imza atmadan önce (Hukuku Şahaname asla halel gelmemek üzere muahadenameyi tasdik ederim) notunu dütmüt ve sonra imza etmitti. Ne ki, İngiltere adaya yerleştiği günden itibaren Kıbrıs'ı nasıl ilhak edeceğinin hesabını yapmıştı. Nitekim Osmanlı İmparatorluğunun Almanya yanında 1. Dünya savaşına katılması ile böyle bir fırsatı bulmuş ve yayınladığı bir emirname ile Kıbrıs'ı ilhak ettiğini duyurarak, her yıl ödemesi gereken 92 bin altını da ödemeyi durdurmuştu.

İngiltere daha sonra savaşın sonlarına doğru, 27 Kasım 1917'de yayınladığı bir "Krallık Konseyi Emri" ile, ada halkına İngiliz vatandaşlığına geçmeleri için iki yıllık bir süre tanıdı.
Bu emirname şunları içeriyordu:
1- Osmanlı uyruğunda olup da Kıbrıs'ta oturan ve 5 Kasım 1914'de gerçekten adada oturuyor olanlar,
2- Osmanlı uyruğunda olup da Kıbrıs'ta oturuyor olan ama 5 Kasım 1914'de geçici bir nedenle adada bulunmayanlar,
3- Adada yerleşik olmayan ama, 5 kasım 1914'de adada bulunan Osmanlı vatandaşlarından savaşın bitiminden sonraki iki yıl içinde Yüksek Komisere başvurarak bağlılık yemini eden ve yerleşiklik koşullarını yerine getirenler, İngiliz vatandaşlığına alınacaklardı.

İngilizlerin bu haksız emrivakisi karşısında İngiliz vatandaşı olmak istemeyen binlerce Türk Anadolu'ya göç etti. 1878'de, 1914'de,1917'de yaşanan göçlerden sonra Lozan Anlaşması ile Kıbrıs kesin olarak İngiltere'ye bırakılınca, büyük bir göç olayı daha yaşandı. Sonunda 20 Temmuz 1923 Lozan anlaşmasının 20. maddesi ile Ada hukuken de İngiltere'ye bırakıldı.

Bu madde şöyledir: "Türkiye İngiliz hükümetince 5 Kasım 1914 tarihinde ilan edilen Kıbrıs'ın İngiltere'ye katılışını tanıdığını bildirir". Bu anlaşma ile Kıbrıslı Türklerin "Hakkı Hıyar"larını (seçme hakkı) kullanarak Türk vatandaşlığı ile İngiliz vatandaşlığı arasında tercih yapmaları istendi. Türk vatandaşlığını tercih edenler Türkiye'ye göçe başladı ve bu göç 1940'lara kadar sürdü. Bütün bu dönemlerde 30 binden fazla Türk, özellikle aydınlar Türkiye'ye göç etti.

Kıbrıs'tan bir diğer göç de 1960'da İngiliz idaresinin son bulması ile İngiltere'ye oldu. Bu göç 1963-1974 döneminde Rumların baskıları, saldırıları ve teşvikleri ile sürdü. Bugün 400 binden fazla Kıbrıslı Türk dışarıda yaşıyor. Bunun 225 bini Türkiye'de, 120 bini İngiltere'de, 40 bini Avustralya'da, 10 bini ABD, Kanada'da ve 5 bini de diğer ülkelerde yaşamaktadır.


Türkler Ve Rumlar İngiliz idaresini nasıl karşıladı?

Kıbrıslı Türkler için anavatandan kopmak acıların en büyüğü oldu. Adanın İngiliz egemenliğine geçmesinden hemen sonra, bu tepkilerinin bir ifadesi olarak Türkiye'ye büyük çapta göçler oldu. Bugün Kıbrıs'ta Türk nüfusunun Rumlardan daha az olmasının bir nedeni de bu göçlerdir. Nitekim daha sonraları bizzat Atatürk'ün emri ile bu göçlerin durdurulduğu biliniyor.

Kıbrıslı Rumlar ise daha Lefkoşa'da Türk bayrağı yerine İngiliz bayrağı çekilirken, Enosis çığırtkanlığını artırmaya, Türklere hakaret etmeye başlamışlar. İngiliz idaresini alkışla***** bu değişikliğin kendilerine Enosis yolunu açacağını düşünmüşlerdir. Nitekim, 1907 yılında adayı ziyaret eden Churchill'e "Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmek istediği" belirtiliyordu. Bundan batka 1880'de Yunanistan Türkiye ile savaşa hazırlanırken İngilizlerin hoşgörüsü ile katır satın almak için adaya gelen Yunanlı subaylar, büyük törenlerle karşılanıyor, onlara para ve silah yardımı yapılıyor ve Yunan Kralına yazılan Kıbrıs'ın ilhakını öngören bir mektupla birlikte uğurlanıyorlardı. Bu arada 1879 Türk -Yunan savaşı sırasında Yunan Konsolosu Filemon Kıbrıslı Rumlardan oluşan gönüllüleri Yunanistan'a gönderiyor ve Türkler aleyhinde mitingler düzenleniyordu. Hem de ada hukuken bir Türk toprağı olmasına karşın. Yine bu arada Vatimbella adlı Yunan konsolosunun da 1916-1917 yılları arasında ilhak lehinde kışkırtıcı davranışlarda bulunması Türk halkını tedirgin ediyordu. 1918 yılı başlarında ise Venizelos'un davetlisi olarak Yunanistan'a giden Kıbrıs Piskoposu Medaxakis, Atina Metropoliti yapılmış ve Enosis kampanyalarını örgütlemeye başlamıştı.

Görüldüğü gibi Kıbrıs Rumları İngilizlerin ada yönetimini devralmasından şikayet edecek durumda değildi. Çünkü bu değişiklik onların Enosis faaliyetleri açısından bulunmaz bir nimetti. Bunun yanında Osmanlı devlet memurlarının adadan ayrılmasından sonra, boşalan devlet kadroları, Rum memurları tarafından doldurulmuştu. Bu da Rumların İngiliz yönetiminden memnuniyetlerinin bir başka nedeniydi.


İngiliz yönetiminin ilk yıllarında Türk-Rum ilişkileri nasıl olmuştur? İlk kavgaları nelerdir?

İngiliz yönetiminin ilk yıllardan itibaren Rumlar Enosis taleplerini tırmandırmaya başlamışlardır. Bunun sonucu olarak Türk ve Rum halkı sürekli bir çatışma içinde olmuştur. İngiliz yönetiminin ilk yıllarında belli başlı çatışmaları şöyle toparlamak olasıdır:

*Rumlar 1879'da 54 imzalı bir muhtırayı İngiliz yönetimine vererek Enosis talep ettiler.

*1880 yılı sonunda adaya gelen Yunanlı subaylara 250 katır 150 gönüllü ve para verilerek Osmanlılara karşı savaş desteklendi. Müftü Ali Rıfkı bu durumu protesto etti.

*Rumlar 7-8 Nisan 1881'de "Teselya-Epir-Kıbrıs-Enosis" sloganları ile gösteri yaptı.

*Ocak 1893'de Rumlar Enosis için mitingler yaptılar. Yeni Zaman gazetesi 23 ve 30 Ocak 1893 sayılı nüshalarında ve Müftü Hacı Ali Rıfkı ve Osman Mustafa Bey'ler 30 Ocak 1893 tarihli dilekçelerinde bu durumu protesto ettiler.

*Mart 1894'de 400-500 Rum ve aynı sayıdaki Türk, Rumların Baf Camisi önünde yaptıkları tahrikler nedeni ile kavga etti. Aynı günlerde Lefkara'da da Türklere saldırıldı.

*1899'da Limasol'da Enosis gösterileri yapıldı. İngiliz Yönetimi 1990 yılı Şubatında Yunan Konsolosu Filemon'u tahriklerinden dolayı sınır dışı etti.

*Türkler 22 Haziran 1902'de bir telgraf kampanyası ile Enosis tahriklerini protesto etti. Bu arada 600 imzalı bir muhtıra İngiliz yönetimine gönderildi. Kavanin Meclisi'nde Enosis karşıtı konuşmalar yapıldı.

*5 Temmuz 1903'de Türk üyelerin Kavanin Meclisi'nde olmamasını fırsat bilen Rum üyeler Enosis'i öngören bir karar aldılar.

*6 Temmuz 1903'de Türkler Kavanin Meclisi'nde bir karar alarak adanın tekrar Osmanlı yönetimine verilmesini istediler. Rumlar 4 büyük şehirde Enosis mitingleri yaptılar ve Türkleri protesto ettiler ve Enosis kararları aldılar. Türkler Limasol'da 174 imzalı bir dilekçe ile durumu protesto ettiler. Rumlar Kalavaç köyünde Türklere saldırdılar. Köyün ileri gelenleri İngiliz yönetimine bir muhtıra vererek tahrikleri protesto ettiler.

*1906 yılında Limasol ve Larnaka Limanlarına gelen Yunan askeri gemisi Miyaoli "Yaşasın ilhak" sloganları ile karşılandı. Aynı yıl içinde Paşaköy'de taşlarla Türklere saldırıldı. Bu saldırılar ve Enosis faaliyetleri Vali nezdinde protesto edilirken, İstanbul'a giden bir heyet de Paditaha tikayette bulundu.

*1907 yılı 29 Mayısında İstanbul'un fethi yıldönümünde Rumlar her yana siyah paçavralar asarken, Türkler de camileri bayraklar ve kandillerle süslediler.

*Rumlar adayı ziyaret eden Churchil'e 10 Ekim 1907'de Enosis istediklerini bildirdiler. Türkler bu durumu protesto ettiler. Rumlar aynı yıl Lefke, Angastina ve Akarsu köylerinde Türklere saldırdılar. Nisan 1908'de Akatu köyü camisi saldırıya uğradı. Mayıs 1908'de ise Geçitkale ve Ayakebir köylerinde Rumların saldırısı üzerine kavgalar çıktı.

*Türkler, İngilizlerin Osmanlılara verdiği yardıma teşekkür için 28 Ekim 1908'de Sarayönü'nde bir miting düzenledi ve Türk ordusuna yardım için bir "ASKERE YARDIM" kampanyası başlattı.

*1909'da Dikomo'da Gönyelili Tavukçu Ali Rumların saldırısına uğradı.

*8 Kasım 1914'de Kıbrıs, İngilizler tarafından ilhak edildi.

*İngiliz hükümetinin 1915'de adayı Yunanistan'a teklif etmesi üzerine Türk liderleri ortaklaşa imzaladıkları bir protesto mektubunu Vali'ye göndererek bu durumu protesto ettiler ve Enosisin 60 bin Türk için felaket olduğunu söylediler.

*Rumlar 5 Aralık 1918'de Başpiskopos 3. Cyril başkanlığındaki bir heyeti Enosis lehinde kulis yapmak için Londra ve Paris'e gönderdiler.

*16 Ağustos 1919'da bütün Rum Piskopos ve Belediye Başkanları imzaladıkları bir muhtırayı Sömürgeler Bakanına göndererek Enosis talep ettiler.

*12 Nisan 1920'de bir batka Enosis heyeti Paris'e gitti.

*Mayıs 1919'da İngiliz yetkilileri bir muhtıra göndererek 60 bin Türkün Enosise karşı olduğunu belirttiler.

*1920 yılında Enosis faaliyetlerini organize etmek için kilise önderliginde bir "Ulusal Konsey "oluşturuldu.

*1921 yılında 500 kilisede toplanan Rumlar ilk Enosis plebisitini yaparak Enosis kararı aldılar.

*Rumlar 1929 yılı Ekim ayında İngiltere'ye yeni bir Enosis heyeti gönderdiler.

*1930 yılında Yunanistan'ın bağımsızlığını elde etmesinin 100. yıldönümünü kutlayan Rumlar, 500 imzalı bir dilekçe ile Enosis'in gerçekleşmesi için Sömürgeler Bakanlığı'na başvurdular.
*26 Haziran 1930'da Başpiskoposlukta toplanan Rum Ulusal Konseyi, "Kıbrıs Ulusal Örgütü"nün Enosisci tüzüğünü onayladı ve ilhak talep etti.


Kıraathane-i Osmani ve ilk Türk gazetesi Zaman'ın yayın ilkeleri nedir?

Adanın İngiltere'nin eline geçmesinden sonra Rumların Enosis faaliyetlerini yoğunlaştırması, Kıbrıs Türk Halkı arasında büyük endişelerin doğmasına neden olmuştu. Bir yandan kilise, bir yandan da sayıları 10'u aşan Rum gazeteleri, Enosisin gerçekleştirilmesi için sürekli çaba içinde bulunuyorlardı. Bu durum karşısında Kıbrıs Türk aydınları ise, ne bir gazeteye, ne de bir örgüte sahiptiler. Toparlanmak gereği her gün kendini daha çok hissettiriyordu. İşte bu yaklaşımla ve bir anlamda Rum Kıraathanesi olan Kipriyakos Sillogos'a karşı 1880'li yılların sonuna doğru OSMANLI KIRAATHANESİ kuruldu. Bu örgütün belli bir tüzüğü, kayıtlı üyeleri olmamasına karşın bir siyasi örgütlenme niteliği taşımaktaydı. Türk aydınları burada toplanıp durum değerlendirmesi yapmakta ve Enosise karşı çıkmak gerektiğini sürekli olarak vurgulamaktaydılar.

Nihayet Tüccarbaşı Hacı Derviş Efendi'nin öncülüğü ile Enosise karşı çıkacak bir yayın organını çıkarmayı başarırlar. ZAMAN Gazetesi (bugün elimizde bulunan en eski Türkçe gazetedir) 25 Aralık 1891 yılında böyle doğar. Gazete, batlangıçta OSMANLI KIRAATHANESİ' nde toplanan aydınların görüşlerine uygun olarak, JÖN TÜRK hareketini de benimser.


Bu örgütün amaçlarını daha iyi anlamak için, çıkardıkları ZAMAN gazetesinin yayın ilkelerine bakmakta yarar var.

İngiliz sömürgeciliği ile savaşmak,

Ulusal bilinci ayakta tutmak,Anavatana güven ve bağlılığı devam ettirmek,

Kıbrıs sorununu yalnız Rumların bakış açısından dünyaya duyurmaya çalışan kalabalık Rum gazeteleri ile savaşmak,

Enosise karşı durmak,

Dünya kamuoyuna Türklerin sesini duyurmak,

Türk dilini yazı dili olarak da ayakta tutmak,

Türk toplumunu her alanda kalkındırmak, Türk esnaf ve işçilerinin haklarını korumak,

Türk ahlak ve eğitimine hizmet etmek,

Kişisel çıkarları değil, ada Türklerinin çıkarlarını gözetmek,

Kimseye kin gütmemek, kimseden yana olmamak.
(Zaman gazetesi 2. Türkçe gazetedir. Kıbrıs Türklerinin yayınladikları ilk gazete 1889 yılında yayın yaşamına giren SADED gazetesidir. Ne yazık ki Limasol'da yayınlanan bu gazetenin elimizde tek nüshası bile bulunmamaktadır).


1895 olayları nedir? İlk eşitlik talebimiz ne zaman olmuştur?

Osmanlıların 1878'de ada yönetimini geçici bir süre için İngilizlere devretmesi, Kıbrıs Rumları arasında Enosisin gerçekleşeceğine dair umutları artırmıştı. Birçok günlük ve haftalık gazete, kilise, Yunan konsolosluğu ve okullar, ara vermeden Enosis propagandasını sürdürmekteydi. İşte bu ortam içinde Lefkoşa'nın Tahtakale semtinde yaşayan Türklere yönelik saldırılar oldu. 25 Mart 1895'de Yunan Bağımsızlık Günü şenlikleri esnasında meşaleler taşıyan Rumlar, büyük bir yürüyüş kolu oluşturarak, Tahtakale Türk mahallesine girmişler ve Türkleri kesip katledeceklerine dair şarkılar söyleyerek, tahriklerde bulunmuşlardı. Lefkota Kaza hakimi Mr. Seafer'in 17 Nisan 1895 tarihinde Londra'da sömürgeler genel sekreterine gönderdiği bir mektupta bu gelişmeler anlatılarak, Türklerin de bir toplantı düzenleyerek saldırıları protesto ettikleri ve önlemler aldıkları belirtilmektedir. Yine aynı günlerde Vadili ve Vitsada köylerinde de Yunan konsolosu Filemon'un başını çektiği tahrikler ve saldırılar yapılmıştır.


Mağusa Komiseri Mr. B. Travers'in sömürge müsteşarına yazdığı bir mektupta tahriklerin, Türklerin soğukkanlılığı sayesinde atlatıldığı anlatılmakta ve şöyle denmektedir:

"Öyle anlaşılıyor ki aynı saldırgan Rum metodları, hem Vadili'de hem de Vitsada'da uygulanmıştır. Yani bazı Rumlar gecenin ortasında silahlanarak yollara dökülmüş ve diğer Rumları da "kendi emniyetleri için" aynı şeyi yapmaya teşvik etmişlerdir. Vitsada'da Rum olduklarına inandığım bazı kişiler birkaç el ateş açarak kaçmışlar ve daha sonra suçu Türklere yüklemeye çalışmışlardır".

Rumların bu tahrikleri, gerek Kıbrıs Türkleri, gerekse Osmanlı devleti adına Said Paşa tarafından İngiltere nezdinde protesto edilmiş ve "Yunanlı ajanların" kışkırtmalarının önlenmesi istenmiştir. Bu çevrede Müftü Ali Efendi ile Baş Kadı Mustafa Fevzi Efendi 17 Nisan 1895 tarihinde hazırladıkları bir muhtırayı 22 Nisan 1895'de İngiliz Yüksek Komiseri'ne vererek, Enosis tahriklerini protesto etmitlerdir. Bu muhtırada "Okullarda ve sokaklarda Türklere hakaret ve küfür edildiği, "sizi öldüreceğiz" şeklinde tehditler savrulduğu, Dohni'de Türklere saldırıldığı, Rum öğrencilerin Türk okullarını taşladığı, Türk polislere Rumlar tarafından hakaret edildiği belirtiliyordu. Bu tahriklerden 3 yıl önce 1882 yılında ise, İngiliz yönetimi bir Danışma Meclisi oluşturmaya karar verir. Bu Meclise 9 Rum, 3 Türk ve 6 memur atamayı kararlaştırır. Ne var ki, Türk halkı bu ayrımcı tutumu protesto ederek EŞİTLİK talebinde bulunur. Bu, Türk halkının EŞİTLİK mücadelesinin başlangıcıdır ve bu mücadele 100 yıl sonra bugün de devam etmektedir...
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.01.2009, 03:01   #2
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

Türklerin 1911 mitingleri nedir?

Kıbrıs Rumlarının süren Enosis histerisi ve dış dünyaya da taşırılan yoğun ilhak eylemleri üzerine birşeyler yapılması gerektiğine inanan Kıbrıs Türkleri, VATAN Gazetesi sahibi Bodamyalızade Mehmet Şevket Bey'in girişimi ile ilhakı protesto mitingleri düzenlerler.

1911 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun İtalya ile savaş halinde bulunmasından ve Trablusgarp savaşından Osmanlıların güç durumda kalmasından yararlanan Rumların başlattığı yoğun tahrikler, Enosis mitinglerine dönüşmüştü. Rumların yaptığı sevinç gösterilerini, Türklere yönelen tahrikleri ve Enosis lehindeki gösterileri protesto için yapılan miting, 21 Eylül 1911 akşamı, Lefkoşa'da Sarayönü Meydanı'nda (Atatürk Meydanı) 2000 kişinin katılımı ile yapılır. O dönemde Türk nüfusunun 56 bin kişi olduğu göz önüne alınırsa mitinge olan katılımın gerçekten büyük olduğu ortaya çıkar. İkinci miting 24 Eylül 1911 sabahı, Lefke'de binlerce kişinin katılımı ile yapılmıştır. Yapılan her mitingde Rumların tahriklerini ve Enosis yönündeki eylemlerini protesto eden kararlar alınır. Karar tasarılarının üçü de 16 Ekim 1991 tarihli Vatan gazetesinin 14. sayısında yayınlanır. Halk tarafından da onaylanan bu kararlar, Türk Halkının Kavanin Meclisi'ndeki temsilcileri olan Lefkoşa-Girne-Larnaka-Mağusa ve Limasol-Baf milletvekilleri tarafından imzalanarak İngiliz yönetimine gönderilir. Kararlarda "İngiltere'nin adadan çekilmesi halinde, adanın meşru sahibi olan Osmanlı devletine iadesi gerektiği ve bu amaçla gerekirse tüm ada Türklerinin kanlarının son damlasına kadar savaşacakları" belirtiliyordu.


1911 mitinglerinin Kıbrıs'ın yeni bir Girit olmaması için verilen mücadelede büyük önemi vardır. Ve bu önem, mitinglerin, Kıbrıs Türklerinin Enosise karşı en yaygın, en örgütlü ve en kitlesel tepkilerini yansıtmış olmalarından kaynaklanmaktadır.(1911 yılı öncesinde de Kıbrıs Türkleri, Enosis girişimlerine karşı çeşitli gösteri ve toplantılar yapmışlar, yüzlerce telgrafı İngiltere'ye göndermişlerdi. Ama bunların hiçbiri 1911 mitingleri kadar geniş çaplı olmamıştı).

1912 Saldırıları nedir?

İtalya ile savaşın yaralarını sarmadan Balkan ülkelerinin saldırısına uğrayan Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'la ilgilenecek durumda değildi. Bunu fırsat bilen ve Balkan ordularının ilerlemelerinin Enosisin gerçekleşmesine olanak yaratacağını uman Kıbrıs Rumları, bu kez de Mayıs 1912'de yeni tahriklere başvururlar. Bir yandan Osmanlı ordularının gerilemesini sevinç gösterileri ile kutlayıp, Türkleri rencide ederken,bir yandan da Enosis eylemlerini yoğunlaştırırlar. Nitekim Mayıs ayının sonlarına doğru "Enosis ve Yaşasın Yunanistan" nidaları ile önce Hamit Mandraları (bugünkü Hamitköy) nde oturan Türklere saldırdılar.

27 Mayıs 1912 tarihli VATAN gazetesinde,Rumların saldırılarını anlatan Bodamyalızade Mehmet Şevket Bey, saldırıların "Kıbrıs'taki Yunan müsevvikleri (Provakatörleri) tarafından kışkırtıldığını" yazıyordu. Sir George Hill ve SÖZ gazetesi de, olayların Trablusgarp savaşındaki yenilgi nedeni ile Rumların Türkleri alaya almaları üzerine başladığını yazıyordu. 3 Haziran 1912 tarihli ve 35 sayılı Vatan gazetesi Yunan provakatörlerinin kışkırtması ile Rumların Leymosun Panayırında taş, şişe ve her çeşit silahla saldırıya geçtiğini anlatıyordu. Beş altı bin kişilik kalabalığın,"Yaşasın Yunanistan, Yaşasın İlhak" naraları ile Türk mahallelerini yağmaladığı ev, dükkan ve dini yerleri tahrip ettiği belirtilen gazetede, çeşitli bölgelerde de Türk sakinlerin dövüldüğü, taciz edildiği, küfre uğradığı belirtiliyordu. 4 kişinin öldürüldüğu 100'den fazla kişinin de yaralandığı olayların, Rumların Türk Halkına yaptığı ilk kanlı saldırılar ve ölümle sonuçlanan ilk kitlesel çatışmalar olduğu için Kıbrıs tarihinde ayrı bir önemi vardır.

Bu saldırıların ardından yaygın bir Rumdan Ruma kampanyası başlatılıyordu. Türk dükkan ve mallarının boykot edilmesi ve Türklerin ekonomik bakımdan çökertilmesi için Türk halkı üzerinde dayanılmaz baskılar uygulanıyordu. Yine aynı günlerde Rum kilisesi önderliğinde oluşturulan Enosis heyetleri başta İngiltere olmak üzere birçok Avrupa ülkesine İLHAK gezileri düzenlerken, Kıbrıs'tan da yüzlerce Enosis telgrafı İngiltere'ye gönderiliyordu.
Meclis-i Milli nedir?

1. Dünya savaşının ardından toplanan Paris Barış Konferansı Rumların Enosis yönündeki eylemlerini yoğunlaştırmalarına bir vesile olmuştu.

1915 yılında İngiltere'nin yaptığı "kendi safında savaşa girmesi" koşuluyla Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi şeklindeki öneriyi reddeden Venizelos, savaşın bitimine doğru Almanya'ya savaş ilan etmişti. Savaşın sona ermesinden sonra ise 1915'de verilen söze uygun olarak Kıbrıs'ın kendisine verilmesini öne sürmeye başladı. Yunanistan'ın bu talebi Kıbrıs'ta da Rumların yaptığı gösterilerle desteklenmeye başlandı. Bu arada Başpiskopos 2. Cyril başkanlığında kalabalık bir heyet oluşturan Rumlar, önce İngiltere, sonra Fransa'da kulis çalışmaları yaparak İngiltere'nin sözünü tutması ve adayı Yunanistan'a vermesini istiyordu. (1918)

Paris Barış konferansı, bu amaçla büyük bir fırsattı. Tehlikeyi sezen Türk halkı, derhal başöğretmen Mehmet Remzi Okan ve Müftü Ziyai Efendi'nin girişimi ile 10 Aralık 1918 tarihinde Lefkoşa'da Meclis-i Milli adlı bir ulusal kongr e topladılar. "1. Ulusal Lefkoşa Kongresi" olarak da adlandırabileceğimiz bu kongre, 10, 11, 12, Aralık 1918 tarihinde tüm ada Türklerini temsil eden ve köylerle kasabalardan seçilen 200'e yakın delegenin katılımı ile üç gün boyunca sürdü. Kongre boyunca Kıbrıs Türklerinin içinde bulunduğu durumla birlikte, Kıbrıs Rumlarının Enosis yönündeki çabaları ve alınacak önlemler görüşüldü. Sonunda iki karar alındı. Kararlardan birinde şöyle deniyordu:

"Kanun-u evvel 1918'de Lefkoşa'da içtima eden Meclis-i Milli Mukarreratı"

"Her fırsat düştükçe Cezire'nin Yunanistan'a ilhakı mes'elesini meydana getirerek Cezire Ahal-i İslamiyesini rencide eden Rum vatandaşlarımızın bu kerre dahi Sulh-u Umumi-daimi kongresinin in'ikad edeceği münasebetiyle o hissiyat-ı milliyelerini tekrar izhara kıyam ettiklerinden bizi Kıbrıs müslümanları Rum vatandaşlarımızın işbu hareket ve metalibatını şiddetle protesto eder ve buna mukabil, biz ahali-i müslime dahi kendi hissiyat-ı milliye ve hamiyet-i vataniyetimiz izhar ile cezirenin mukadderatı kongrede mevzuu bahsi olduğu sırada cezirenin sahib-i meşruu olan ve hilafet-i islamiye ile saltanat-ı aliye osmaniye'yi cami bulunan devlet-i aliyemize terk ve iadesi yegane amal-i milliyemiz olmak suretiyle temenni ve istirham eyleriz".
Görüldüğü gibi birinci kararda Türklerin Enosise karşı olduğu ve adanın tekrar Osmanlı İmparatorluğuna devri istenmekteydi. İkinci kararda ise Türklerin bu görüşlerini Paris'te toplanacak delegelere aktarılması için Müftü Ziyai Efendi'nin temsilci seçildiği belirtiliyordu. Ne var ki İngiliz yönetimi Müftünün ada dışına çıkışını yasaklayacaktı.

Kıbrıs Türk Cemaat-ı İslamiyesi nedir?

Kıbrıs Türklerinin bir siyasi parti kimliğindeki ilk örgütlenmesinin 1924 yılında "Kıbrıs Türk Cemaat-ı İslamiyesi" adlı örgüt olduğu bilinmektedir. Müftü ve öğretmen Hacı Hafız Ziyai Efendi tarafından kurulan bu örgüt, "Osmanlılığı" bir yana bırakıp, adında "Türk Cemaatı" ifadesini kullanan ilk siyasi kuruluştur. 1918 yılında Kıbrıs Türklerinin topladığı ilk ulusal kongre olan "Meclis-i Milli" nin örgütleyicilerinden Hafız Ziyai Efendi'nin böyle bir oluşumun başını çekmesi şaşırtıcı olmasa gerektir. Çünkü Hafız Ziyai Efendi, dönemin en aydın, önde gelen Türk yöneticilerindan olduğu gibi, Türk Halkının önderliğini yapan Müftülük makamını dolduran bir kişiydi de... Kadı Muhittin Efendi'nin kitaplığında bulunan "Kıbrıs Türk Cemaat-ı İslamiyesi'ne Mahsus, Teşkilat-ı Esasiye Nizamnamesi" adlı broşürün, bu örgütün tüzüğü olduğu anlaşılmıştır. Bu tüzükte ise Cemiyetin amacı şöyle belirtilmektedir:

"Teşkilatın amacı, adadaki Türk İslam Cemiyeti'nin mevcudiyet ve bekasını, inkişaf ve terakkisini, tekamül ve tealisini temine çalışmaktır".

Görüldüğü gibi bu örgütün de amacı, kendisinden önce kurulan Osmanlı Kıraathanesi gibi, "Kıbrıs Türkünün tehlikede olan varlığını ve geleceği ile toplumsal çıkarlarını" korumaktadır.

Tüzüğün eğitim itleri ile ilgili bölümünde ise töyle denmektedir:

"Heyet-i Merkeziye... Mahkeme-i Şeriyye'nin asrın terakkiyatı ve mahalin icabatı ile mütenasip bir şekilde yeniden tensikini hükümetten talep edecektir. Nitekim bu talep daha sonra Milli Kongre ve sonraki örgütlenmelerin de birinci mücadele hedefleri içinde olacaktır. Bu örgütlenmenin adında görülen "Türk" tanımı ve mahkemelerde ilgili talepleri, örgütü kuran aydınların, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni derhal benimsemiş olduklarının da kanıtıdır."


Türk ve Rumların Türk ulusal Kurtuluş Savaşına karşı tavırları nasıl oldu?

Kıbrıs Türk Halkının varoluş savaşımı açısından önemli bir dönüm noktası da Türk Ulusal Kurtuluş Savaşıdır. Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basması ile başlayan Türk Ulusal Kurtuluş Savaşının bütün aşamaları, Kıbrıs Türkleri tarafından büyük bir coşku ile izlenmiş, olanaklar ölçüsünde bu onurlu kavgaya katkıda bulunulmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede sömürge yönetiminin baskılarına karşın, o günlerde yayınlanan Doğru Yol ve Söz gazeteleri ile İrşad dergilerinde yüzlerce coşkulu makale yazılmış, bağış kampanyaları örgütlenmiş, geliri Kuvay-ı Milliye'ye iletilmek üzere, açık artırmalar, müsamereler düzenlenmiş, tiyatrolar oynanmıştır. Bu bağlamda yalnız 1921-1922 yılları arasında tesbit edilebildiği kadarı ile gençler ve kadınlar tarafından 20'den fazla tiyatro oynanmış ve yardım kampanyalarını örgütlemek üzere tüm kuruluşları çatısı altında toplayan "MUHACİRİN-İ İSLAMİYEYE YARDIM CEMİYETİ" adlı bir üst örgüt kurulmuştur. Bu arada kurtuluş savaşına yardım gönderen birçok Türk de tutuklanıp Girne kalesine hapsedilmiş, gemileri ve mal varlıklarına el konmuştu. Kurtuluş savaşına daha aktif katkıda bulunmak isteyen birçok Kıbrıslı Türk de Anadolu'ya geçerek fiilen görevler üstlenmiştir. Dr. Binbaşı Osman Necmi Bey, bulunduğu tepeyi çok az bir kuvvetle savunan mülazım Tahir Bey, eski Valilerden Fatin Güvendiren bunlardan sadece birkaçıdır.

22.3.1920 tarihinde Mehmet Remzi Okan tarafından Doğru Yol gazetesinde yayınlanan bir yazıda şöyle deniyordu:

"Muhterem Türk, sevgili İzmirimizin felaketzedelerine yardım olmak üzere verilecek tiyatro için sen de kardeşlik borcunu öde. Tiyatro biletlerinden almayı unutma. Ailenin o günkü yiyeceğini yerlerinden yurtlarından uzaklarda, yağmur ve çamur içinde İzmir için ağlayan bedbaht kardeşlerine hasret. Sen ve çocukların o gün aç kalın. Yiyecek paranı mazlum kardeşlerine gönder".

Kıbrıs Türkleri Kurtuluş Savaşına bu denli yardıma koşarken ve Anadolu'nun işgali karşısında kedere boğulurken, Rumlar da, Yunan ordusunun İzmir'e ayak basmasını Enosisin gerçekleşmesinde son adım olarak grerek şenlikler yapıyor, Türkleri alaya alıyor, hakaretler ve tahrikler yapıyor, hatta İzmir'de Yunan ordusu ile birlikte Türk katliamına katılmak için binlerce gönüllüyü Anadolu'ya gönderiyordu.


Rum Ortodoks kilisesinin belgelerinden yararlanılarak yapılan araştırmalara göre 5972 Kıbrıslı Rum, Türk Ordusuna karşı Yunan İşgal ordusu saflarında savaşmak üzere başvuruda bulunmuştu.

Kıbrıs Türklerinin ayaklanma girişimi nedir?

Türk Kurtuluş Savaşının gelişimi, Kıbrıs Türkleri arasında büyük umutların ve heyecanların doğmasına neden olmuştu. Kıbrıs Türkleri Atatürk'ün liderliğindeki Kurtuluş Savaşında zafer üstüne zafer kazanılması karşısında, Enosis ve İngilize karşı verdikleri savaşımı her geçen gün artırmaya başladılar. Bu arada Mayıs 1919'da, yani Atatürk'ün Samsun'a çıktığı günlerde "60 bin müslüman Türk adına" İngiliz Sömürgeler Bakanlığına gönderilen bir dilekçede de Enosis isteklerine karşı konulması ve adanın İngiliz yönetimi altında tutulması" isteniyordu. Diğer yandan ise Kıbrıs Türklerinin umutsuz durumunun ve bu arada Anadolu'da işgale karşı yer yer başlayan halk direnişinin etkilerinin sonucu olarak, Kıbrıs'ta İngiliz sömürge yönetimine karşı bir ayaklanma hazırlığı yapılır. Sömürgeler Bakanlığınca "Türkçü ve İslamcı bir hareket" olarak nitelenen bu olayı sir George Hill şöyle anlatır:

"Rum heyetinin müslümanlar arasında yarattığı tedirginlik, adanın Türkiye'ye geri verilmesini savunan küçük bir partinin örgütlenmesine yol açtı.."

Hill, daha sonra partinin önderleri arasında İttihat ve Terakki üyeleri, Sadrazam Kamil Paşa'nın damadı Dr. Esat ile Dr. Behiç ve Hasan Karabardak'ın olduğunu belirterek töyle devam ediyor:
"Bu önderler bir ayaklanma ile Mağusa'da bulunan savaş esirlerini (Bu esirler Çanakkale cephesi ile diğer cephelerde esir alınan Türk askerleri idi ve Mağusa Karakol bölgesindeki esir kampında kalıyorlardı. Bu kampta esirlik sırasında ölenlerin mezarları da bulunmaktadır. Bugün Mağusa'daki Çanakkale Şehitleri Anıtı, esirlikleri sırasında ölen bu askerlerin anısına yapılmıştır). Serbest bırakmayı tasarlıyorlardı. Hill, daha sonra adanın yöneticilerinden Malcolm Stvenson'un aldığı önlemler sonucu isyan hareketi önderlerinin tutuklanıp hapsedildiklerini ve İngiltere'nin Akdeniz donanmasında 50 kişilik bir makineli tüfek birliğinin derhal Lefkoşa'ya gönderildiğini bildiriyor. Nitekim bu çerçevede Kurtuluş savaşına yardım ettikleri gerekçesi ile birçok Türkün de tutuklanarak Girne Kalesine hapsedildikleri ve tüm mallarına el konduğu bilinmektedir.

Milli Cephe nedir?

30.11.1926'da adaya Vali olarak gelen Sir Ronald Storrs, ada Türklerinin haklarını bir bir ortadan kaldırmaya ve Türklere karşı ayrımcılık uygulamaya başlamıştı. Diğer yandan da Vali'nin yönetiminde çalışan Kavanin Meclisi'nde Türk üyelerin sayısı azaltılıyor ve Türk halkının sesinin Meclis'te güçlü bir şekilde yansıması engellenmek isteniyordu. Bundan da önemlisi,seçimlerde İngiliz sömürge yönetiminin desteğini alan İngilizci adaylar seçiliyordu. İşte böyle bir ortamda, 1930 yılı seçimleri yaklaşırken, İngiliz Yönetiminin ayırımcı tutumuna ve Türk toplumunun haklarının gasbedilmesine karşı mücadele etme gereğine inanan Kemalist Kıbrıslı Türk aydınlar, Mehmet Necati Özkan'ın (Mısırlızade) önderliğinde MİLLİ CEPHE PARTİSİ (VEYA GRUBU)'ni kurdular. Bu gurubun temsilcilerinden oluşan HALKÇILAR listesi ile, 1930 yılı KAVANİN Meclisi seçimlerine katıldılar. HALKÇILAR listesinin Necati Özkan Başkanlığındaki ekibinde Fadıl Korkut, Dr. Pertev, Mehmet Zeka, Av. Sait Hoca gibi dönemin Türk aydınları vardı. Bu grubun karşısında ise Sir. Münür başkanlığındaki İngilizci ekip bulunmaktaydı. Seçimler sırasında halkın desteğini alan MİLLİ CEPHE adaylarından Necati Özkan ve Mehmet Zeka, büyük bir zafer kazanmışlardı. MİLLİ CEPHE'nin bu önderleri, daha sonra 1931 yılında MİLLİ KONGRE'yi topladılar. Ancak Rumların 1931 ENOSİS isyanını vesile bilen İngiliz Yönetimi, tüm siyasi faaliyetleri yasaklayınca, MİLLİ CEPHE gizli olarak çalışmaya başladı. Bu faaliyetler 1940 yılı başlarına kadar sürdürüldü. Daha sonra 2. Dünya savaşı koşulları nedeniyle faaliyetlerine son verdi.

Milli Cephe'nin ve Milli Kongre'nin lideri Necati Özkan 2. dünya savaşından sonra siyasi faaliyetlere izin verilmesi ile birlikte, bu kez Kemalist çizgide İSTİKLAL PARTİSİ'ni kuracak ve İSTİKLAL gazetesini yayınlayacaktı

1930 Seçimlerinin önemi nedir?

Kıbrıs Türklerinin Enosise ve İngiliz Sömürgeciliğine karşı mücadelelerinin bir başka önemli dönüm noktası da 1930 Kavanin Meclisi Seçimleridir.

Atatürk devrimlerini savunan ve Kemalist Türk Milliyetçiliği hareketine gönül veren, ezici çoğunluğun temsilcisi olan Necati Özkan, seçimlere "HALKÇILAR "adı verilen bir grupla katıldı. Halkçılar grubunun içinde Lefkoşa-Girne bölgesi için Necati Özkan, Limasol-Baf bölgesi için Av. Ahmet Said Hoca ve Mağusa-Larnaka bölgesi için de Av. Mehmet Zeka Bey vardı. "İngilizciler" olarak nitelenen ve İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından desteklenen Evkaf Murahhası Sir. Mehmet Münür başkanlığındaki ikinci grupta ise, Baf-Limasol bölgesinden Dr. Eyyüp Necmettin, Lefkoşa-Girne bölgesinden Sir Mehmet Münür vardı.

Seçimler, Halkın desteğindeki Kemalist grupla, sömürge yönetiminin desteğindeki İngilizci grup arasında kıyasıya bir mücadele şeklinde geçti. Sonuçta Halk, Kemalist duygu ve düşüncelerinin bir ifadesi olarak Sömürge Yönetiminin tüm baskılarına karşın Halkçı gruptan Necati Özkan ile Mehmet Zeka'yı Kavanin Meclisi'ne gönderdi. Baf'ta ise diğer gruptan Dr. Eyüp Necmettin seçimleri kazandı. Bu sonuç, İngiliz sömürge yönetimi ve işbirlikçiler için büyük bir tokat oldu.

Kıbrıs Türk halkı, sömürge yönetiminin tüm baskılarına, aleyhteki tüm propagandalarına ve kendi adaylarına verdiği tüm desteğe karşın, Kemalist Necati Özkan'ı, bir arkadaşı ile birlikte Kavanin Meclisi'ne göndermeyi başarmıştı. Yalnız bu olay bile sömürge yönetiminin baskısı altındaki Kıbrıs Türkünün hiç bir şekilde Kemalist ilkelerden ve düşünceden taviz vermiyeceğinin kanıtıydı...

Milli Kongre nedir?

1930 Kavanin Meclisi seçimlerinde sömürge yönetimine sert bir tokat indiren Kıbrıs Türk Halkı, Kemalist aydın Mehmet Necati Özkan'ın önderliği ile ulusal bir kongre toplamakta gecikmedi. Tarihte Milli Kongre diye adlandırılan ve 2. Ulusal Lefkoşa Kongresi olarak da isimlendirebileceğimiz bu Kongre, 1 Mayıs 1931 tarihinde Lefkoşa'da toplandı. Necati Özkan'ın kendi evinde tüm adadaki köylerden ve mahallelerden gelen 200'ü aşkın delegenin katılımı ile toplanan kongre, 6 saat boyunca süren ateşli tartışmalardan sonra, çok önemli altı karar aldı. Necati Özkan'ın açış konuşmasından sonra Av. Ahmet Behaettin Bey'in Başkanlığa, Öğretmen Teki Bey'le, Başöğretmen Turgut Bey'in de katipliklere getirildiği Kongrede alınan kararlar şöyledir:

1-Kıbrıslı Türklere de diğer toplumlara tanınan serbest eğitim hakları tanınmalı ve eğitime ayrılan ödenekler artırılarak okulların yönetimi Türk Halkına devredilmelidir.

2-Kongre, 1928 yılında lağvedilen müftülük makamının yeniden ihya edilmesini ve müftünün maaşının Evkaf'tan karşılanmasını, yetkilerinin bir yasa ile belirlenmesini ve dinimize aykırı olarak müslüman olmayan biri tarafından yönetilen Evkaf'ın aynı zamanda müftülük işlerini yönetmesine engel olunmasını.

3-Şer-i Mahkemelerin yeniden düzenlenmesi, gelirlerinin bağımsızlığını ortadan kaldıran Evkaf yerine, genel bütçeden karşılanması, medeni hukukun yeniden düzenlenmesi ve eğer bunlar yapılmayacaksa bu mahkemelerin yetkilerinin medeni, çağdaş mahkemelere aktarılarak Türk hakimlere görev verilmesi.

4-Evkaf'ın dini yetkilerini müftüye devretmesi ve yalnız ekonomik bir kuruluş olarak çalıştırılması, yönetimin ise Kongre tarafından seçilecek altı Türk üye ile hükümetçe tayin edilecek bir üye tarafından yönetilmesi ve 1928 yılında çıkarılan (Evkafı ve Müftülüğü İngiliz yönetimine devreden) yasanın iptal edilmesi isteniyordu.

Bu arada 5. maddede Av. Sait Hoca'nın Kıbrıs Müftüsü seçildiği bir emrivaki ile duyurulurken, altıncı maddede de Necati Özkan, Mehmet Zeka, Av. Behaettin, Av. Fazıl, Av. Con Rifat, Dr. Pertev, Dr. Şefki, Av. Ahmet Raşit ve Sait Hoca'dan oluşan bir MERKEZ HEYETİ'nin de bir "Yürütme Komitesi" olarak seçildiği belirtiliyordu. Bu kongrenin sömürge yönetimin gasbettiği toplumsal hakların yeniden elde edilmesi açısından mücadelemizde çok önemli bir yeri vardır. İngiliz Yönetimi ise derhal yaptığı bir açıklama ile Kongreyi, aldığı kararları ve Müftü seçtiği Said Hoca'yı tanımadığını açıkla***** yeni bir baskı kampanyasına başlıyordu.

1921 Enosis Plebisiti ve 1931 İsyanı nedir ?

Yunan isyanının 100.yıldönümü olan 25 Mart 1921'de 500 kilisede toplanan Rumlar ilk Enosis Plebisitini yaparak ilhak yönünde bir karar onaylarlar ve İngiliz Yönetimine başvurarak Enosis talep ederler. Bu plebisitten 10 yıl sonra 1931'de Enosis için ayaklanırlar. Kıbrıs Türkleri Milli Kongre ile İngiliz Sömürge Yönetimine karşı bayrak açmışken, karşılarında yeni Enosis yaygaraları ile Kıbrıs Rumlarını ve Yunanistan'ı bulurlar.


1800'lü yıllardan beri süren yoğun Enosis propagandası,nihayet 1931 yılında fiili bir ayaklanmaya dönüşmüştü. Nitekim, Milli Kongre'nin toplanmasından 6 ay sonra, 17 Ekim 1931' de Kavanin Meclisi Üyesi Nikodimos'un (bir papazdı) bir vergi konusunu bahane ederek yaptığı Enosis çağrısı ile, Kıbrıs Rumları silahlı bir ayaklanma başlatmışlardı. Ne var ki ayaklanma, Kıbrıs'ın sömürge idaresinden kurtulup bağımsızlığını kazanması için değil; bir başka sömürgeci ülke olan Yunanistan'a bağlanması, yani Enosis için yapılmıştı. Kıbrıslı Türkler ise, kendilerine kölelik ve acı getirecek, yok olmalarını sağlayacak Enosis amaçlı bir isyana katılmazlardı. Nitekim katılmadılar da...

Enosis'ci Kıbrıs Rumları ise, Yunan Konsolosu Kyrou'nun da kışkırtmaları ile "Milli Kurtuluşumuz Yunanistan'la birleşmektir" diyen Papaz Nikodimos'un peşinden giderek, "İlhak" naraları ile hükümet binalarına saldırmışlar ve Vali konağını yakmışlardı. Bu saldırıda 7 kişi ölmüş, 67 kişi yaralanmış, binlerce liralık maddi hasar meydana gelmişti.

Sonuçta ise İngiliz yönetimi aldığı sert önlemlerle isyanı bastırmış,400 kişiyi tutuklamış, isyancı elebaşlarını ve kışkırtıcı rol oynayan Yunan Konsolosu Kyrou'yu adadan sürmüş, milli tarihlerin okutulmasını yasaklamış, basına sansür uygulamış, siyasi faaliyetleri ve milli bayrakların çekilmesini yasaklamış, yasama meclisi niteliğindeki Kavanin Meclisi'ni kapatmıştı. İsyana katılmayan, hatta isyana karşı çıkan Kıbrıs Türkleri de sömürge yönetimi tarafından cezalandırılmış, temsilcileri Kavanin Meclisi'nden uzaklaştırılmış, konan tüm yasaklamalara muhatap olmuştu. Böylece Türk Halkı, bir kez daha sömürge yönetiminin haksız bir baskısına uğrarken, yine bir kez daha başından beri mücadele ettiği ilhak girişimlerinin kurbanı oluyor, katılmadığı eylemlerin sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyordu.

Bu isyanın en önemli sonucu, Türk Halkının başlattığı anti-sömürgeci savaşımın ve sömürge yönetimi tarafından gasbedilen toplumsal haklarımızı elde etmek için verilen mücadelenin doğranması için, Koloni yönetimine bulunmaz bir fırsat vermiş olmasıdır. Nitekim 1942 yılında Dr. Küçük tarafından çıkarılacak olan Halkın Sesi'nin yayın yaşamına girmesine kadar, sömürge yönetimine karşı etkili bir mücadele verme olanağı olmamıştır.

KATAK nedir?

1940 Yılına kadar dondurulan siyasi faaliyetler, bu tarihte belediye seçimlerinin yapılmasına izin verildiği için, yeniden bir canlanma içine girer. Belediye seçimlerine katılan Türklerin çok dağınık olması, diğer yandan da Rumların artan Enosis faaliyetleri, toplum aydınlarını ciddi olarak düşündürmekteydi. MİLLİ CEPHE'nin önderlerinden Necati Özkan ve Fadıl Korkut bir grup, Dr. Küçük ve Necmi Avkıran da bir başka grup olarak seçime katılmışlardı. Bu gruplar 1942 yılında bölünmeye son vermek için Av. Fadıl Korkut başkanlığında birleştiler. Böylece KATAK (Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu) kurulmuş oldu. Birlik ve beraberliğe susamış olan Kıbrıs Türkleri KATAK'ın kurulmasından sonra bu örgüte sahip çıkmış ve yaptığı cömertce bağışlarla örgütün güçlenmesini sağlamıştı. Diğer yandan da tüm adada, en ücra köylerde bile örgütlenmesi için büyük çaba içine girmişti...


*KATAK, tüzüğü ve programı olan bir siyasal örgütlenmedir. Daha önce belirttiğimiz örgütlenmelerden farkı da kendine politik hedefler seçmesidir.

*KATAK, bir yandan İngiliz sömürgecilerine ve Enosis eylemlerine karşı aktif bir politika izlerken, diğer yandan Türk toplumunun ekonomik,sosyal ve kültürel kalkınması için çalışmalarını sürdürdü.

*KATAK'ın ilk kongresi, 18 Nisan 1943 tarihinde Evkaf'da yapıldı.

*Emekli Hakim İzzet Bey, Dr. Rauf ve Fadıl Korkut KATAK yönetimine seçildiler.

*KATAK, Kongreden sonra Lefkoşa, Mağusa, Baf, Larnaka ve Girne'de çalışma gösterecek heyetler oluşturdu...

KATAK tüzüğünün 3. maddesinde kuruluşun amacı şöyle özetleniyordu:

"Cemiyetin maksadı Kıbrıs Türk Azınlığının haklarını aramak, ilmi, iktisadi ve sınai seviyelerini yükseltmek ve umumiyetle Kıbrıs Türklerinin menfaatlerini temine çalışmaktır..."

1948 VE 1949 Mitinglerimiz nedir?

1931 yılında konan kıstılamaların ikinci dünya savaşından sonra hafifletilmesi nedeni ile Enosis yönündeki eylemlerini yeniden yoğunlaştıran Rumlar, mitinglerle, telgaf ve gösterilerle, muhtıralarla, İngiltere ve diğer önemli başkentlere gönderdikleri heyetlerle, basın aracılığıyla, Yunanistan'ın desteklediği yoğun bir ilhak propagandasına girişirler. Türk halkı bu eylemlere ve ilhak yönündeki girişimlere 28 Kasım 1948'de Selimiye Meydanı'nda yaptığı on bin kişilik bir mitingle yanıt verir. Mitingde yapılan ateşli ve kararlı konuşmalarda ve alınan kararlarda Türk Halkının sonuna kadar Enosise karşı çıkacağı, adanın statüsü değiştirilecekse eski sahibi olan Türkiye'ye verilmesi gerektiği belirtilir. Ne var ki, Rumlar Türk halkının tepkisinden gerekli dersi almaz ve Enosis için bir plebisit yapmak üzere hazırlıklara başlarlar. Türk Halkı buna 11 Aralık 1949 tarihinde yaptığı 15 bin kişilik ikinci bir mitingle karşılık verir. 1931-1943 baskı döneminde eylemsiz bir konuma itilen Kıbrıs Türk Halkı, böylece hızla örgütlemeye, Enosis karşıtı eylemlerini başta Türkiye olmak üzere yurt dışına yaymaya başlar.
1949 mitinginde alınan kararda şöyle deniyordu:

1-Adamızın Yunanistan'a ilhak edilmesi hakkındaki arzuları yine şiddetle protesto eder.

2-İlhak gerçekleştirildiği takdirde Kıbrıs'a ekonomik buhran, ırki, sosyal kargaşa dahil iç savaş geleceğine ve bu suretle adanın Ortadoğu'da sulh ve sükunu bozacağına inanmaktayız.

3-İngiltere adadan çekilecekse adanın eski sahibi, en yakın komşusu ve adayı en iyi muhafaza edecek tek Ortadoğu devleti olan Türkiye'ye iade edilmesini talep etmekteyiz.

Ne var ki Rumlar, ilhakçı girişimleri durdurmak niyetinde değildir. Nitekim 1949 yılında AKEL'in öncülüğü ile Enosis amaçlı bir plebisit düzenleme çabası içine girerler.

Milli Parti nedir?

23 Nisan 1944 yılında Dr. Küçük'ün evinde yapılan bir toplantı ile kurulan MİLLİ PARTİ'nin, asıl adı Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi'dir. 25 Nisan 1944 tarihli Halkın Sesi gazetesine göre 23 Nisan'da kendi evinde toplanan kuruculara bir konuşma yapan Dr. Küçük, partinin amacını şöyle açıklamıştı:

"Bizim, yani bugünkü temelleri atılan partinin tek bir gaye ve tek bir hedefi vardır ki, o da kanuni ve meşru yollardan yürüyerek cemaatımız için salah ve refah çarelerini aramaktır".

23 Nisan günü yapılan oylamada; Dr. Küçük Genel Sekreterliğe (Başkanlık yoktu), A. Pertev, Eczacı Münür, Faiz Kaymak, Siret Bahçeli de yönetim kuruluna seçilmişlerdi. Yine aynı gün yaptığı ilk toplantıda mücadele hedeflerini belirleyen parti, bu hedeflerini 29 Nisan 1944 tarihinde Halkın Sesi gazetesinde ilan etmiştir:
Buna göre mücadele hedefleri şöyle sıralanıyordu:


1. Enosise ve muhtariyete karşı çıkmak,
2. Çeşitli dairelere, yüksek mevkilere, Rum unsurundan yapılan atamaların protesto edilmesi ve Türklere de yer verilmesi için mücadele etmek.
3. Rum cemaatinin resmi dini olarak "Yunan Ortodoks"dendiği gibi, Türk cemaati için de sadece müslüman yerine "Türk Müslüman" denmesi.
4. Rum cemaati gibi Türk cemaatinin de bağımsız bir cemaat reisine sahip olması için lazım gelen kanun ve tertibatın alınması.
5. Türkiye'de olduğu gibi aile hukuku ve münasebetlerini tanzih edecek olan medeni bir aile hukukunun kabul edilmesi.
6. Türkiye'de öğrenim gören avukatlara da Kıbrıs'ta çalışma izni verilmesi.

Bir süre sonra adını "KIBRIS TÜRKTÜR" partisine çeviren MİLLİ PARTİ yukarıda sıralanan hedefler dogrultusunda verdiği mücadele ile Kıbrıs Türk Halkı içinde yaygın bir şekilde örgütlenmiş ve sonraki 10 yıl içinde hedeflerinin büyük çoğunluğunu gerçekleştirmişti. Hiç şüphesiz bunun başında da Evkaf'ın ve Müftü seçiminin Türk toplumuna devredilmesi gelmekteydi.

İlk Kıbrıs Türk İşçi Sendikaları Ve Kıbrıs Türk Kurumları Birliği ne zaman ve nasıl kurulmuştur?

1940'lı yıllara kadar Rumlarla birlikte aynı sendikalara üye olan Türk işçileri, üye oldukları Rum sendikalarının Enosis faaliyetlerini yoğun bir şekilde desteklemeleri sonucu, kendi bağımsız sendikalarını kurmaya karar verirler. İlk olarak Niyazi Dağlı başkanlığındaki 12 Türk dülger Rum sendikalarından ayrılarak ilk Türk Amele Birliği'ni kurdular. Çeşitli mesleklerden yeni katılımlar olmasıyle birlikte, Birliğin adı, 1943 yılında "Yapıcı ve Amele Birliği" olarak değiştirildi. Bu birlik perde gerisinde Milli Parti Başkanı Dr. Küçük tarafından da desteklenmekteydi.

Bu arada Ağustos 1944'de Kıbrıs'ı ziyaret eden Sir Cosmos Parkinson'a Enosis lehinde bir muhtıra veren ve "Kıbrıs işçilerinin Enosis istediğini" iddia eden PEO sendikasına üye Türk işçiler de bunu protesto için 22 Ağustos 1944 tarihinde bu solcu sendikadan ayrılarak aynı gün "Güneş Türk İşçi Birliği" ni kurdular. Bu birliğe Niyazi Dağlı başkanlığındaki Türk İşçileri de katılınca, 1000 civarında Türk işçisi bir çatı altında toplanmış oldu. (15 Ekim 1944) Daha sonra ismi "Lefkoşa Türk Birliği" olarak değiştirilen bu birliğin amaçları şöyle özetleniyordu:


- Kıbrıs'taki bütün Türk işçilerini bir çatı altında toplamak
- Kıbrıs Adası Türk İşçi Birlikleri Siyasi Partisini kurmak
- Kıbrıs'taki tüm kuruluşları bir çatı altında toplamak ve Enosis'e karşı tek bir vücut olarak karşı çıkmak.

Bunun hemen ardından çeşitli bölgelerde ve değişik kollarda yeni sendikalar kurulmaya başlandı. Ardından da 1945 yılında 20 civarında sendikayı çatısı altında örgütleyen Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu kuruldu. Böylece Kıbrıs Türkleri Enosis'e karşı mücadele eden ve bugüne kadar gelen en köklü işçi örgütünü oluşturmuşlardı.

Kıbrıs Türk Kurumları Birliği Nedir?

Ağustos 1945'de kurulan Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu'nun siyasi amaçları arasında şu noktalar vardı:

- AKEL'in Türk işçileri arasındaki gizli faaliyetlerini etkisiz kılmak.
- Enosis'e karşı etkin bir biçimde mücadele etmek.
- Belediye seçimlerinde tek vücut olarak Rumların karşısına çıkmak.
- Milli Parti, KATAK, Çiftçiler Birliği ve Türk İşçi Birlikleri Kurumu'nun bir çatı altında birleşmesini sağlamak.

Nitekim, İşçi Birlikleri Kurumu'nun kurulması üzerinden çok kısa bir zaman geçtikten sonra, bütün kurumları bir çatı altında toplama girişimleri başlatıldı. İşçi Birlikleri'nin çağrısı ile biraraya gelen KATAK, Milli Parti, Çiftçiler Birliği ve Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu, 23 Aralık 1945'de Kıbrıs Türk Kurumlar Birliği'ni kurdular. Kuruluşun amacı, Enosise karşı tek vücut olarak mücadele etmekti. Ancak bu birlik, çeşitli nedenlerle 6 ay sonra dağılacak ve daha sonraki yıllarda Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu kurulana kadar, her örgüt bağımsız olarak çalışmalarını sürdürecekti.

Kıbrıs Türk Birliği (İstiklal) Partisi nedir?

Daha önce 1930'da İngilizci adaylara karşı Kavanin Meclisi seçimlerine katılan ve seçimleri kazanan, daha sonra ise 2. Ulusal Lefkoşa Kongresi'ni örgütleyen Necati Özkan'ı bu kez bir siyasi hareketin başında görüyoruz. Nitekim 2. Dünya savaşından hemen sonra İSTİKLAL adlı bir gazete yayınla*****, politikaya yeniden atılan Necati Özkan, bu gazeteyi ileride kuracağı partinin bir sesi olarak düşündü. Kendisini CHP'nin Kıbrıs'taki temsilcisi olarak da gören M. Necati Özkan, Atatürk'ün kurduğu parti Cumhuriyet Halk Partisi'nin amblemi olan 6 ok'u kendi partisi için amblem olarak seçmitti. Necati Özkan'ın partisi, "KIBRIS TÜRK BİRLİĞİ (İSTİKLAL)" adı ile 21 Haziran 1949'da örgütlenmeye başladı. 9 Kasım 1949 tarihli İstiklal gazetesinde bir yazı yayınlayan Necati Özkan, o tarihe kadar 10000 kişinin partiye üyelik için başvurduğunu açıkladı. İSTİKLAL Partisi diğer partilerden farklı olarak 90 kişilik bir yönetim kuruluna sahipti ve bu kurulda Lise mezunlarına, sanatkarlara tüccarlara,kasap ve manavlara, kadınlara 10'ar; köylülere ise 30 kişilik kontenjan ayrılmıştı.

Partinin tüzüğündeki bazı maddeler şöyleydi:

Madde 1: "Parti, iktisadi, sınai, milli, kültürel, siyasi bir partidir".
Madde 2: Amacı, Kıbrıs Türk Cemiyeti'nin İktisadi, sınai, kültürel ve siyasi sahadaki ilerlemesini temin etmektir. Bu amaçla mahalli hükümet, Türkiye ve İngiltere hükümetler ile temas etmek partinin görevidir. Parti, adadaki Türk Cemiyeti'nin varlığını tehlikeye koyacak ilhak ve muhtariyete karşı mücadele eder.
Madde 7: Partinin, komünizimle mücadele etmek en büyük şiarıdır.

İlk Kongresini 4 Haziran 1950'de yapan partinin başkanlığına N. Özkan, Yardımcılığına M. Şevki, Sekreterliğe Safi Alper ve Veznedarlığa da Turgut Avkıran seçilmişti.

Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu nedir?

Kıbrıs Türk Kurumları Birliğinin dağılmasından sonra Enosis'e karşı verilen mücadele bir süre dağınık şekilde sürdürüldü. Ancak her geçen gün artan Enosis faaliyetleri, dağınık çalışmanın Türk Halkını bir sonuca götürmeyeceğini ortaya koyuyordu. Bu amaçla biraraya gelen tüm kurum ve kuruluşlar bir üst örgüt kuruma yönünde karar alırlar. Bu birlik, "Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu" adı ile 1949 yılında kurulur ve birleşme yönünde karar alırlar. Bu arada mevcut partiler de, "Kıbrıs Türk Milli Birliği" adı altında birleştirilir. Böylece, birbiri ile koordine içindeki iki merkezi örgüt, 1949 yılından itibaren Türk halkının nabzını eline alarak, Enosise karşı mücadeleyi tırmandırır.

Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu ve Türk Milli Birliği heyetleri ardı ardına Türkiye'ye ve dünyanın belli başlı merkezlerine ziyaretler yaparak, Türk Halkının görüşlerini etkin bir biçimde anlatmaya başlarlar. Bu arada Türkiye'deki siyasi partiler, politikacılar, hükümet, basın, kurum ve kuruluşlar da sürekli olarak uyarılarak Türk Kamuoyunun Kıbrıs'a sahip çıkması sağlanır. İngiltere, BM ve tüm dünya ülkeleri, telgraflarla, mitinglerle Kıbrıs Türkünün sesine kulak vermeye çağrılarak, büyük bir mücadele başlatılır...

Bu arada savcı olarak çalışmakta olan Rauf Denktaş da bu görevinden 1957 yılında istifa ederek, K. T. Kurumları Federasyonu başkanlığına seçilir. Denktaş'ın Federasyonun başkanlığına seçilmesinden sonra bu örgütün çalışmaları yeni bir ivme kazanır. Kıbrıs Türk Halkının siyasi, demokratik ve mukavemetci örgütlenmesi tamamlanarak Enosis'e karşı verilen varoluş mücadelesi, merkezi bir yönetime kavuşur. Böylesine koordineli bir çalışma ile 1960 Zürih ve Londra anlaşmalarında Türk Halkının eşit bir ortak olarak yeni Cumhuriyetin kurucusu olması sağlanır...

1950 Enosis Plebisiti nedir?

Rum liderliği ile Yunanistan'ın Enosis için ortamın çok uygun olduğu inancı ile plebisit yönünde girişimler başlatılması üzerine harekete geçen ve Enosis şampiyonluğunu kiliseye kaptırmak istemeyen Komünist AKEL Partisi daha çabuk davranarak, 1949 yılı içinde Enosis için bir imza kampanyası başlatmıştı. Bu kampanya çerçevesinde seferber olan AKEL üyeleri 1949 yılı Aralık ayında ev ev gezerek, "Enosis istiyorum" yazılarının altında imza toplamaktaydılar. Diğer yandan Enosis şampiyonluğunun bayraktarlığını elinden kaçırmak istemeyen kilise de ayrı bir plebisit düzenleme çalışması içine girer. O zaman Baf metropliti bulunan Makarios ise, plebisit olayının başarı ile sonuçlanması için büyük bir çaba gösterir. Çünkü bu başarısı ona Başpiskoposluk kapılarını açacaktır. Böylece asırlardır Enosisin bayraktarlığını yapan kilise de, 15 Ocak 1950'de bir plebisit gerçekleştireceğini, açıklar ve halkın kendilerinin düzenleyeceği plebisite katılmasını ister. Kilisenin kendilerine cephe alması üzerine, başarısız bir sonuç almak yerine, kiliseyi desteklemeyi uygun gören komünist AKEL partisi, kendi düzenlediği plebisiti iptal eder ve halkın, kilisenin düzenlediği plebisite katılması için çağrıda bulunur. 15 Ocak 1950'de kiliselere konan defterlere "Enosis'e Evet" ya da "Enosis'e Hayır" şeklinde imza atarak gerçekleştirilen plebisit sonucu, Rum halkının %96'sının" Enosis'e Evet" dediği açıklanır. Böylece Kıbrıs Türkü, bir kez daha sağcısı ve solucu ile tüm Rumların Enosisci olduğunu kendi deneyimi ile görmüş olur.

Bu eylemden sonra Makarios Batpiskopos seçilir. Makarios'un Batpiskopos seçilmesinden sonra Enosis faaliyetleri eskiye oranla çok daha fazla yoğunlaşır.

Konu, daha sonra 1954'de Yunanistan tarafından Birleşmiş Milletler'e götürülür. BM'in konuyu reddetmesi üzerine de 1955 yılında EOKA kurularak, silahlı eyleme geçilir. Amaç, politik anlamda plebisit sonuçlarını heyetler vasıtası ile tüm dünyaya duyururken, bu sonuçlara saygı duyulmaması halinde Kıbrıs'ın bir kan gölüne dönüştürüleceğini dünyaya göstermektir. Nitekim, bir süre sonra Kıbrıs gerçekten bir kan gölüne dönecektir


"Kıbrıs Türktür" Komiteleri nedir?

Kıbrıs sorununu Türk kamuoyuna ve Türkiye hükümetlerine mal eden ve konunun ULUSAL BİR DAVA halinde gelmesine en büyük desteği veren Hürriyet Gazetesi ve bu gazetenin kurucusu SEDAT SİMAVİ olmuştur. Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye'ye giden Kıbrıs heyetlerinin görüşlerine ve Kıbrıs'taki gelişmelere büyük yer veren Hürriyet gazetesi, öncelikle Türk gençliğinin Kıbrıs davasına sahip çıkmasını sağlamıştı. Bu çerçevede bir gençlik teşkilatı olarak Türkiye Milli Talebe Federasyonu 24 Temmuz 1954'de yaptığı bir toplantıda bir Kıbrıs Komitesi kuruyor ve sorunu gündemde tutmak için yaygın mitingler örgütlemeye başlıyordu. Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nun, 24 Ağustos 1954 tarihinde basın, gençlik ve üniversite temsilcilerinin katıldığı bir kongre toplaması ile yeni birtakım oluşumların ortaya çıktığı biliniyor. Bu oluşumlar içinde en önemlisi,4 saat süren uzun bir toplantıdan sonra kurulan "KIBRIS TÜRKTÜR KOMİTESİ"dir.

Dr. Hüsamettin Canöztürk, Orhan Birgit, Ahmet Emin Yalman, Dr. Ziya Somer, Nevzat Karagil, Kamil Önal ve gazeteci Hikmet Bil'den oluşan bu komitenin ardından, bütün Türkiye'de aynı isimle birçok komitenin oluşturulduğu gözlenmektedir. Bunun ardından İngiltere'de de bir "Kıbrıs Türktür Komitesi" oluşturulurken, Kıbrıs'ta ise Dr. Küçük'ün başkanı bulunduğu Milli Parti'nin ismi "Kıbrıs Türktür Partisi"ne dönüştürülmüştü. Böylece Türkiye, İngiltere ve Kıbrıs'ta "Kıbrıs Türktür Komiteleri" paralel eylemler, mitingler düzenlemeye başlamışlardı.

"KIBRIS TÜRKTÜR KOMİTELERİ'nin" eylemlerinin ve yaptıkları yüzlerce mitingin en önemli sonuçları, sorunun Türkiye hükümetleri tarafından da Ulusal bir dava olarak ele alınmasını sağlamak, Türkiye kamuoyunu harekete geçirmek, tüm dünyaya Kıbrıs'ta ayrı bir Türk Halkı bulunduğunu, bu halkın Enosis'e karşı çıktığını ve Kıbrıs 'ın geleceği üzerinde söz sahibi olduğunu göstermek olmuştur
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.01.2009, 03:01   #3
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

EOKA nedir, ne zaman kurulmuştur?

EOKA, Kıbrıs'ta Türk halkını yok edip, adayı Yunanistan'a bağlamak için kurulmuş olan bir terör örgütüdür. EOKA için ilk gizli görüşmeler 2 Temmuz 1952'de Atina'da Makarios'un başkanlığında yapılmıştı. Bu toplantıların ardından 7 Mart 1953'de bir "İHTİLAL KONSEYİ" kurulmuş ve bu konseyin kurucuları Enosis için şu gizli yemini etmitlerdir:

"Enosis davası hakkında bildiklerimi ve bundan böyle bileceklerimi işkence altında ve canım pahasına bile olsa bir sır olarak gizli tutmaya Tanrı huzurunda yemin ederim. Bana verilen tüm emirlere sorusuz olarak itaat edeceğim"...

Bunun ardından 1954 yılının ilk aylarında Yunanistan hükümetinin bilgisi dahilinde Kıbrıs'a gizli silah sevkiyatı başladı. Grivas ise 9 Kasım 1954'de gizlice adaya çıktı. Bir süre sonra ise Yunan Dışisleri Bakanı Stefanoplus'un direktifi ile 1 Nisan 1955'de EOKA, ilk bombalarını patlatarak resmen eyleme geçti. EOKA'nın amacı önce İngilizleri adadan atmak,ardından da topyekün bir imha hareketi ile Türk halkını yok ederek adayı Yunanistan'a bağlamaktı. Nitekim kısa süre sonra İngilizlerin adadan ayrılmasını dahi beklemeden, 21 Haziran 1955'den itibaren saldırılarını Türklere de yöneltmeye başladı.


Grivas hatıralarında 22 Kasım 1954'de Makarios'un, kurduğu PEON adlı gençlik örgütünü eğitip silahlandırması için karar aldığını yazmakta, böylece EOKA'nın gerisinde Makarios'un olduğunu vurgulamaktadır. Makarios'un, önceleri Atina'ya yaptığı çeşitli ziyaretlerde konuyu Yunan yetkilileri ile kararlaştırdığı da bilinmektedir. Grivas, 4.6 1959 tarihli bir mektunda Makarios'un kendisini EOKA'yı yönetmek üzere Kıbrıs'a çağırdığından söz etmekte ve tedhiş örgütüne silah alınması için para yardımında bulunduğunu açıklamaktadır. Nitekim 27 Mart 1955 tarihinde de Grivas'ı çağırıp,eyleme geçmesi emrini bizzat Makarios vermiştir. Makarios'un, EOKA'nın siyasi lideri olduğunu ögrenen İngilizler ise, 9 Mart 1956 tarihinde onu tutuklayıp Seyşel adalarına sürgüne göndermişti.

EOKA, eylemlerde bulunduğu süre içinde yüzlerce Türk yanında 100 İngiliz ve yüzlerce Rumu katletmiş, 30 Türk köyünü yakıp yıkmış ve bu köylerde, yaşayan Türklerin göç etmesine neden olarak adayı kan ve ateşe boğmuştur. Aynı EOKA, 1963'de yeniden saldıralara başlamış ve bu kez de 103 Türk köyünü yakıp yıkarak onbinlerce Türk'ü göçe zorlamış, 500'den fazla Türk'ü de katletmiştir. EOKA, 15 Temmuz 1974'de bu kez EOKA B adı ile silahlarını kendi halkına çevirerek 2000 Rum'u katletmiştir.


EOKA bir ulusal kurtuluş örgütü müydü?

Bugün Rum propagandası, EOKA'yı bir "Ulusal Kurtuluş Örgütü" ve EOKA mücadelesini de bir "Ulusal Kurtulut Mücadelesi" olarak sunmaya gayret göstermektedir. Ne acıdır ki, bu yönden yapılan yoğun propagandaya hem kendi halkları içinden, hem de dünyadan inanacak birçok kişi bulmuşlardır. Bu iddiaları çerçevesinde, vurulan EOKA'cıların heykellerini, büstlerini dikmekte, anılarına adanmış anıtlar inşa etmekte ve birer teröristen başka birşey olmayan EOKA'cıları Ulusal Kahraman olarak ilan ederken, EOKA'nın faaliyete geçirildiği 1 Nisan'ı da resmi ulusal tatil olarak kutlamaktadırlar. Oysa bu, gerçeğin saptırılmasından başka birşey değildir. Çünkü bir örgütün ulusal kurtuluş örgütü sayılabilmesi için halkın ve ülkesinin kurtuluşunu ve bağımsızlığını savunması gerekmektedir. Oysa EOKA ne kurtuluşu, ne de bağımsızlığı savunmuttur. EOKA'nın tek bir hedefi vardı: ENOSİS. Çok iyi bilindiği gibi ENOSİS, adanın bağımsızlığını değil; bir başka ülkeye, bağlanmasını, ilhak edilmesini ifade etmektedir. Yani ulusal kurtuluş ve bağımsızlık değil; bağımlılık söz konusudur. Bu kadar da değil. Çünkü EOKA, Enosis'i; Kıbrıs Türklerini köleleştirerek, köleleşmeyi kabul etmeyenleri ise soykırım yolu ile toptan imha ederek gerçekleştirmeyi hedeflemekteydi; yani bir cinayet ve terör örgütüydü, gerici, faşist bir katiller teşkilatıydı. Bu nedenle EOKA'nın bir kurtuluş örgütü olduğunu, mücadelesinin de bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesi olduğunu ileri sürmek kadar saçma ve gülünç bir şey olamaz. Bağımsızlığı hedeflemeyen bir örgütün bu niteliklere sahip olduğu iddia edilemez.


Bugün hala daha EOKA'ya böylesi nitelikler yüklemeye,yani bu terör örgütünü kurtuluş örgütü olarak tanıtmaya çalışmak, onun Enosis mücadelesini haklı görmekten ve Enosisciliği körüklemekten başka birşey değildir...

TMT nedir? Ne zaman kurulmuştur? TMT faşist bir örgüt müydü?

Açık adı "Türk Mukavemet Teşkilatı" olan TMT, 27 Temmuz 1957'de Burhan Nalbantoğlu, Rauf Denktaş ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa'da kuruldu. 1 Nisan 1955'de faaliyete geçen ve Türklere saldırmaya başlayan, Türk köylerini yakıp yıkan, EOKA tedhiş örgütüne karşı Türk halkının savunmasını yapacak bir örgütlenme gereksinimini duyan Kıbrıs Türkleri, önceleri çeşitli mukavemet grupları oluşturmuştu. Bunlar arsında en etkili olanı VOLKAN'dı. Ne var ki bu mukavemet grupları dağınık, küçük ve eğitimsiz oldukları için, askeri bir yapıya sahip EOKA karşısında, Türk Halkının savunmasını yapabilmeleri olası değildi...


TMT, işte bu gereksinimden doğmuş ve dağınık olarak faaliyet gösteren küçük mukavemet gruplarını birleştirerek, tüm adaya yaygın, her Türk köyünde varlık gösteren güçlü bir mukavemet örgütü olmuştu. TMT, Rumların iddia ettiği gibi bir saldırı ve tedhiş örgütü değildi. Zaten EOKA'dan 2.5 yıl sonra, Türklere yönelik saldırıların yoğunlaşması üzerine kurulmuş olması da, buna doğrulayan bir nedendir. Yine aynı şekilde faaliyette olduğu süre içinde hiçbir Rum köyüne saldırmış olmaması, sadece Türk gençlerini eğiterek, onlara savunmaları için gerekli silahları sağlaması ve onları bulundukları yerleşim yerlerini savunmakla görevli kılması da bunun bir başka kanıtıdır...

TMT'nin amaçlarını şöyle sıralamak olasıdır:

1-Kıbrıs Türklerinin can ve mal güvenliğini sağlamak,

2-Enosise ve bu hedef doğrultusunda yapılan girişimlerle estirilen teröre karşı durmak,

3-Türklere yapılacak saldırıları geri püskürtmek,

4-Türk Toplumunun birliğini ve bütünlüğünü sağlamak,
Enosis'i savunan AKEL'in Türk toplumu içinde ideolojik etkinlik kurmasını ve iç cepheyi bölmesini önlemek,

5-Rumlara ve İngilizlere karşı Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmak,

6-Anavatan Türkiye ile sıcak ilişkileri ve Türk Halkının Anavatana bağlılığını sürdürmek...
TMT bu ilkeler doğrultusunda verdiği savaşında başarılı olarak 1958-60 ve 1963-74 döneminde Türk Halkının direnişini örgütlemiş, Rum saldırıları karşısında ayakta kalmasını sağlamıştır. TMT'nin bu direnişi, adanın Yunanistan'a bağlanmasını önlediği ve bağımsızlığın gerçekleşmesini sağladığı için, ilerici bir niteliğe sahipti. TMT'nin direnişi, objektif olarak bağımsızlığa hizmet ettiği için, Kıbrıs'ta asıl Ulusal Kurtuluş Örgütü, Türk Mukavemet Teşkilatı'dır.

Bugün efsanevi mukavemet teşkilatımız TMT'yi karalamak için bir takım çevreler ve Rum liderliği tarafından sürdürülen yoğun bir propaganda ile TMT'nin gerici, faşist bir örgüt olduğu yayılmak istenmektedir. Faşizm, bilindiği gibi ırkçı görüşleri benimseyen, tekelci sermaye çevrelerinin egemenliğini kırmayı amaçlayan, kendinden başka hiçbir görüşe yaşam hakkı tanımayan bir ideolojidir. Faşizm, bu amaçlarına ise tek parti diktatörlüğü ile ulaşmayı öngörür. Oysa TMT, daha önce de vurguladığımız gibi sadece Türk Halkının savunmasını birinci planda tutan bir örgüttür. TMT için birinci planda olan kişilerin sahip oldukları görüşler değil, Türk halkının can ve mal güvenliğidir. Nitekim TMT, Türk halkını savunurken elinde silah olan ve Türk halkı için bir tehlike arzeden EOKA üyelerini veya EOKA ile ENOSİS davasına hizmet edenleri hedef seçmiştir. Yoksa hiçbir Rum, sırf Rum olduğu için hedef alınmamıştır. Hiçbir Rum yerleşim yerine saldırıda bulunulmamıştır. TMT'nin sermaye çevrelerine hizmet etmediği, onların bir aracı olmadığı da ortadadır. Çünkü TMT içinde çetitli kademelerde yönetici ve üye olarak görev alan kişiler sermayeye hizmet için değil, Türk Halkının can güvenliğini korumak için bu örgütte görev almışlardır. Ezici çoğunluğu işçi ve köylülerdir. Zaten eğer TMT faşist bir örgüt olsaydı, toplumun yönetimini eline aldığı 1963-74 döneminde, İtalya ve Almanya'da olduğu gibi faşist bir parti kurar, yönetimini bu partiye bırakır ve Toplumu faşist ideoloji doğrultusunda yönetirdi. Bugün TMT'nin faşist olduğunu söyleyenler, onurlu direnişimizi ve bu mücadelenin örgütü TMT'yi gözden düşürmek ve ulusal değerlerimizi yok edip tarihimizi lekelemek isteyenlerdir.

Taksim nedir?

Kıbrıs Rumlarının bir yüzyılı dolduran Enosis mücadeleleri karşısında Kıbrıs Türklerinin de hem kendi çıkarlarını koruyan, hem de dünya konjonktürüne ters düşmeyen bir hedef ortaya koyması gerekmekteydi. Böyle bir hedef ortaya konmaması halinde, tüm toplumunu bir ülkü etrafında mobilize etmek ve dünyaya ne istediğimizi anlatmak olası değildi. Kıbrıs Türkleri tarihi süreç içinde hep değişen koşullara uygun olarak, değişen birtakım hedefler benimsemişlerdi. Ama esas hedef her zaman Enosisi önlemek ve Rum-Yunan boyunduruğuna girmemek olmuştur. Örneğin 1878-1930 döneminde "Ada eski ve asıl sahibine verilmelidir" denmekteydi. Sonraları, 1930'lu yıllarda ada artık hukuken de bir İngiliz toprağı olduktan sonra, Enosis tehlikesine karşı İngiliz yönetiminin devamı, ancak Türk halkının haklarının korunması savunulmuştur. İkinci dünya savaşından sonra ise muhtariyet görüşü savunulmaya başlanmıştır.

1950 Plebisitinden sonra ve EOKA'nın da eyleme geçmesinin ardından savunulan "TAKSİM" fikri, Kıbrıs Türk Halkının Self-determinasyon hakkına sahip çıkılması görüşünden kaynaklanıyordu. Kıbrıs Rumları, self-determinasyon haklarına dayanarak Enosis istiyorlarsaydı, Kıbrıs Türkleri de yine bu haklarına dayanarak TAKSİM, yani kendilerine ait olan bölümün Türkiye'ye bağlanmasını istemekteydi. TAKSİM fikri, birçok noktadan o günlerde Enosise karşı ileri sürülen en doğru tezdi. Herşeyden önce, Türklerin can ve mal güvenliğini koruyacak bir formüldü. İkinci olarak, Türkiye'nin stratejik çıkarlarını korumaktaydı. Üçüncü olarak, Kıbrıs Türklerinin, Self-determinasyon hakkına sahip çıktığının ve adada ayrı bir halk bulunduğunun ifadesiydi. Nitekim bu tezin doğru olduğu, Türk Halkını mobilize etmesinden, Enosisi önlemesinden ve bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti'nin doğmasına neden olmasından belli olmuştur. Türk Halkı, eğer bu teze sahip çıkmasaydı, ada daha sonra bağımsız Cumhuriyet olmayacak, Enosis gerçekleşecek ve Türkler de azınlık hakları ile yetinmek zorunda kalacaklardı.

27-28 Ocak Direnişi nedir?

TMT'nin kurulmasından sonra yer aldığı en önemli olaylardan biri, 27-28 Ocak 1958'de İngiliz Sömürge Yönetimi ile meydana gelen çatışmadır. TMT'nin insiyatifi ile Liseli Türk Öğrencilerin 27 Ocak günü başlattıkları "TAKSİM" lehindeki yürüyüş, o güne kadar Rumların "ENOSİS" lehindeki yürüyüşlerine seyirci kalan sömürge yönetimi tarafından şiddet kullanılarak dağıtılmaya çalışıldı. Türk öğrenciler barışcı yürüyüşlerinin şiddetle bastırılmasına sert tepki göstererek, sömürge askeri ve polisine karşı koydular. Sömürge yönetimi cop, gözyaşartıcı bomba ve silah kullanarak büyük bir anti-sömürgeci şahlanışa dönüşen gösterileri dağıtmada yetersiz kaldı. Çatışmalar, gösteri ve yürüyüşler ertesi gün de sürerek bütün adaya yayıldı. Limasol, Baf, Mağusa va Larnaka'da büyük protesto gösterileri oldu. Bu çatışmalarda 100'den fazla kişi yaralandı, birçok kişi tutuklandı, 7 Türk de öldürüldü. 27-28 Ocak Direnişi bir kez daha, Kıbrıs Türk Halkı dikkate alınmadan varılacak herhangi bir çözümün yaşama şansı olmadığını gözler önüne serdi.


27-28 Ocak direnişinin bir diğer önemli yanı ise, Türk Halkının, iddia edildiği gibi İngiliz yanlısı olmadığını net bir şekilde ortaya koyması ve Enosise olduğu kadar sömürge yönetimine de karşı olduğunu göstermesiydi. 27-28 Ocak direnişi, Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye'nin pozisyonunu güçlendirdi. 27-28 Ocak direnişi, adanın bağımsızlığına giden yolun açılmasına neden oldu. 27-28 Ocak direnişi, Türk halkının Enosise karşı mücadele azmini kamçılayan bir olay oldu.

Muhtariyet nedir, bu amaçla ne gibi planlar sunulmuştur?

Muhtariyet, İngiliz sömürge yönetiminin, 2. Dünya savaşından sonra dünyada bağımsızlık lehinde esen rüzgarların ve içte de Türk ve Rum toplumlarının sömürge yönetimine karşı artan hoşnutsuzluklarının ve tepkilerinin etkisi nedeniyle ortaya attığı bir görüştür. İngiliz sömürge yönetimi bu etkilerle 1947 yılından itibaren temelde birbirine benzeyen çeşitli muhtariyet veya "Self-government" planı önermeye başlamıştır. Bu planları şöyle sıralamak olasıdır:

*1947 Lord Winster Planı

*1948 Jackson Planı

*1955 1. Mac Millan Planı ( Eylül)

*1955 1. ve 2. Harding Planları (Kasım 1955-Ocak 1956)

*1956 Rad Cliffe Planı (Aralık)

*1958 2. Mac Millan Planı

*1958 SPAAK Planı (NATO Genel Sekreteri)
Bütün bu planların ortak unsuru adadaki İngiliz hakimiyetinin sürmesi düşüncesi üzerinde kurulmuş olmalarıydı. Buna göre adadaki İngiliz egemenliği devam edecek, bu egemenliğin simgesi Vali olacak, Vali'nin başkanlığında Türk ve Rumların nüfus oranlarına göre katıldıkları bir Danışma veya Yasama Meclisi olacaktı. Ne var ki bu Danışma veya Yasama Meclisinin yetkileri sınırlı olacak ve çıkardıkları yasalar Vali tarafından onaylandıktan sonra, yürürlüğe girecek, bunun yanında bu Meclisler hiçbir şekilde adanın İngiliz hakimiyetinden ayrılması konusunu görütmeyeceklerdi. Burada en önemli konu, sunulan bütün planların da Enosis'i tam olarak öngörmediği için, Rum liderliği tarafından reddedilmesidir. Nitekim Rum liderliği aşamalı olarak bağımsızlığa gidebilecek muhtariyet tekliflerini reddederek, Enosis'i gerçekleştirmek için EOKA'yı kurmuş ve silahlı eylemlere başlamıştı. Onlar için çözüm yolu tekti ve o da ENOSİS'ti. Bu amaçla sömürge yönetiminin tek yanlı olarak oluşturduğu Meclislere katılma***** "Aşamalı Enosis" yerine "Doğrudan Enosisi" öngören "Enosis ve Yalnız Enosis" sloganına sarıldılar.

Kıbrıs'ın Türkiye için önemi nedir?

Hiç şüphesiz Kıbrıs'ın Türkiye için önemi, en başta adada aynı soydan gelen, aynı kültürü, aynı dili paylaştığı Kıbrıs Türk Halkının yaşamasından kaynaklanır. Türkiye, sınırlarından 40 deniz mili ötede Kıbrıs Türk Halkının ezilmesini, katledilmesini,köleleştirilmesini ve insan haklarından mahrum edilerek acılar içinde yaşatılmasını kabul edemez.

Türkiye'nin birinci hedefi adadaki Türk halkının barış, özgürlük ve güvenlik içinde yaşamasını temin etmek ve Kıbrıs'ın bölgede bir barış adası olmasını sağlamaktadır. Buna ilaveten Türkiye 1960 Garanti Andlaşması ile Kıbrıs'ta huzuru, sükunu ve adanın bağımsızlığı ile bağlantısızlığını koruyacağına dair uluslararası yükümlülük altına girmiştir. Uluslararası yükümlülüklerine ve taahütlerine bağlı bir ülke olan Türkiye, Kıbrıs'ta anlaşmalara aykırı gelişmelere göz yumamazdı. Dolayısı ile Kıbrıs, Türkiye'nin uluslararası andlaşma ve yükümlülüklerine bağlılığını kanıtlaması açısından da önemlidir. Bunun yanında Doğu Akdeniz'in en kilit noktasında bulunan Kıbrıs, Türkiye'nin Güney sahillerinin güvenliği açısından çok önemli bir stratejik konuma sahiptir. Nitekim tarihte Kıbrıs'a üslenen korsanlar, Akdeniz'deki ticaret gemilerine saldırabildikleri gibi, yine Kıbrıs'ı elinde bulunduran kavimler de burasını üs olarak kullanarak, Anadolu'nun Güney sahillerine sürekli olarak akınlar düzenlemekteydiler. Ege Denizi'nde Yunanistan'a verilen adalarla kuşatılmış bulunan Türkiye'nin, tek açık olan sahil kapıları güneydedir. Bu sahillerin karşısında ise Kıbrıs bulunmaktadır.

Kıbrıs'ın Türkiye'ye düşman bir ülke elinde olması halinde Anadolu'nun bütün ikmal yollarının kapatılmış olacağı ve Türkiye'nin kendi güvenliğinin tehlikeye gireceği açıktır. Nitekim daha sağlığında Atatürk de bu gerçeğe parmak basmıştır. Güney sahillerinde bir tatbikatı izlemekte olan Atatürk, çevresinde topladığı kurmaylarına "Türkiye'nin yeniden işgal edildiğini ve Türk Kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. İkmal yollarımız ve imkanlarımız nelerdir?" sorusunu sorar. Subaylar birçok görüş ve düşünceler ileri sürerler. Atatürk hepsini sabırla dinler, sonra elini haritaya uzatır ve Kıbrıs'ı işaret ederek, "Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir" der.

Atatürk'ün de çok açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi Türkiye'nin Kıbrıs'a karşı yüklendiği uluslararası yükümlülükleri olmasa bile, Türkiye kendi sahillerinin güvenliği açısından Kıbrıs'ın düşman elinde bulunmasına izin veremez. Bütün bunlara ilaveten önümüzdeki 5-10 yıl içinde Kafkasya, Orta Asya ve Hazar petrolleri ile doğal gazı, borularla İskenderun körfezine gelecek ve buradan dünyaya pazarlanacaktır. Irak petrolü, halen buraya akmaktadır. Türkiye'nin bu bölgede denize dökülen suyu da yapılacak yükleme istasyonları vasıtası ile Orta Doğu'ya ve Kıbrıs'a aktarılacaktır. Gelişen İskenderun ve Mersin limanları Türkiye'nin ithalat ve ihracatında önemli bir rol oynamaktadır. GAP ile birlikte yaşanacak üretim patlaması, bu limanlardan dünyaya pazarlanacaktır. İşte Kıbrıs, bu stratejik bölgeyi kontrol eden bir konumdadır. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, 6 Nisan 1998'de yaptığı açıklamada Doğu Akdeniz'in 2005-2010 yıllarında dünyanın en stratejik bölgesi olacağını söylemiş ve Türkiye'nin ulusal güvenliği ve ulusal çıkarları açısından bu bölgeyi kontrol eden Kıbrıs gibi bir mevziden asla vazgeçmeyeceğini, bunun bedelini de ödemeye hazır olduğunu tüm dünyaya ılan etmiştir. İngiltere, ABD ve AB da olaya bu açıdan yaklaşarak stratejik üstünlük elde etmeye çalışmaktadır. Nitekim daha yıllarca önce İngiliz Amirali Lord John Hay, Kıbrıs'ı, "bir deniz üssü olarak elde edilebilecek en iyi yer" olarak nitelerken, İngiliz Devlet Adamı Beaconsfiled de Kraliçe Victoria'ya Kıbrıs'ın, "Ön Asya'nın Anahtarı" olduğunu söylüyordu.

Kıbrıs'ın Anamur'dan sadece 40 deniz mili uzakta olduğunu düşünmek ve Yunanistan ile komşu ülkelerin Türkiye üzerinde her zaman için tarihten kaynaklanan yayılmacı emeller beslediğini bilmek bile, Kıbrıs'ın Türkiye için stratejik değerini daha kolay ortaya çıkarır ve Türkiye'nin Enosis tehlikesi karşısında niye sessiz kalamayacağını açıkça izah eder. Türkiye'nin Enosise bu karşı çıkışı ve direnişe geçen Türk halkına verdiği sarsılmaz destek, adanın Yunanistan'a bağlanmasını önleyip, bağımsızlık kapısını açan en önemli faktör olmuştur.

Londra Konferansı nedir?

1950 Yılında yapılan Enosis plebisitinden sonra, Yunanistan'ın siyasi tercihini daha açık bir şekilde Enosis lehinde ortaya koyması, Kıbrıs Rum liderliği için yeni arayışların doğmasına neden olmuştu. Kıbrıs Rum lideriği ve kilise sorunu, "Self-determinasyon hakkı" gibi kutsal bir çerçeveye sokarak, dünya platformalarına taşımak niyetindeydi. Nitekim Yunan yönetimi ile yapılan işbirliği sonucu sorun ilk kez 1954 yılında "Self-determinasyon", yani "Kıbrıs'ın kendi geleceğini tayin etme hakkı" gibi saygıyla karşılanacak bir taleple BM'e götürüldü. Oysa Kıbrıs'ta iki ayrı halk vardı ve Self-determinasyon söz konusu olursa, bu hak her iki halk için de geçerli olmalıydı. Türk halkının ve Türkiye'nin, Yunanistan'ın bu başvurusuna tepkisi büyük oldu. Bu tepkinin etkisi ve İngiltere'nin karşı yönde tavır koyması sonucu konu BM gündemine alınmadı.

Kıbrıs Rumları bundan sonra 1 Nisan 1955'den itibaren silahlı eyleme başladı. İngiltere'nin Orta-Doğu'daki etkinliğini kırıp yerini almak ve Ak Deniz'de bir güç olmak isteyen ABD de, Rum-Yunan ikilisinin Enosis istemini desteklemekte, İngiltere'yi köşeye sıkıştırmaya çalışmaktaydı. Bu baskılar altında çıkış yolları arayan İngiltere, Türkiye'yi de Kıbrıs sorununa resmen taraf yapmak ve bir denge sağlamak amacı ile 29 Ağustos 1955'de Londra Konferansı'nı organize eder. İngiltere'nin çağrısı ile Londra'da toplanan bu konferansa Türkiye Yunanistan ve İngiltere katılır. Yunanistan bu toplantıda "Self-determinasyon" adı altında Enosisi savunurken, Türkiye, adada iki halk bulunduğunu ve her iki halkın da Self-determinasyon hakkının varlığını savunur.

Toplantıdan somut bir sonuç çıkmaz. Ama siyasi bakımdan Türkiye artık soruna resmen taraf olur ve ondan sonraki her gelişmede görüşü ve onayı alınmak gerekliliği doğar. Konferansın, bu açıdan üzerinde durulması gereken tarihi önemi vardır.

Zürih ve Londra anlaşmaları nedir?

Kıbrıs Türk Halkının Enosise verdiği mücadele, 1960 öncesinde adanın Yunanistan'a bağlanması ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'nin doğmasını sağlayan en önemli faktör olmuştu. Rumların Enosis talepleri karşısında Türk halkının her yolla Self-determinasyon hakkına sahip çıkması, tek yanlı bir Enosis gerçekleşmesi olasılığını tümden ortadan kaldırmıştı.

İki halk arasında başlayan çarpışmalar sonucu, Rumların savunduğu Enosis ve Türklerin savunduğu Taksime karşı bir orta yol olarak, adanın bağımsızlığı fikri doğmuştu. Bu fikrin, İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve ABD tarafından benimsenmesinden sonra, 11 Şubat 1958'de Zürih anlaşması ve 19 Şubat 1959'da da Londra anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaların altına İngiltere ve iki anavatan yanında, adadaki her iki toplum da eşit statüde iki kurucu ortak olarak imza attı. Zürih ve Londra anlaşmalarına göre Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı Türk olacaktı. Bakanlar Kurulu 7 Rum 3 Türk üyeden; Temsilciler Meclisi 35 Rum 15 Türk üyeden; Cumhuriyet Ordusu 60-40 ve memur kadroları 70-30 oranı ile her iki toplum fertlerinden oluşacaktı. Her iki toplumun kendi iç işlerine bakacak birer Cemaat Meclisi olacaktı. Bu Meclis toplumsal harcamalar için vergi koyma hakkına sahip olacaktı. Ayrıca din, eğitim ve kültür işlerinden de sorumlu olacaktı. İç güvenliği, polis ve jandarma sağlayacaktı. Ceza davalarında mahkeme heyeti suçlunun ait olduğu toplumun yargıçlarından oluşacaktı. Beş büyük şehirde ayrı belediyeler olacaktı. Resmi dil Türkçe ve Rumca olacaktı. Cumhurbaşkan Muavini Veto yetkisine haiz olacak ve önemli konularda Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğu gerekli olacaktı. Her iki anavatan kendi toplumlarına eğitim ve kültürel alanlarda mali yardımda bulunabilecekti.

Enosis ve Taksim yasaklanmıştı, Ne ki Rum liderliği bütün eski EOKA'cıları Cumhuriyetin kilit noktalarına yerleştirmiş ve Anayasada yasaklanmasına karşın Enosis faaliyetlerini bizzat Makarios'un önderliğinde sürdürmüştü.

Anayasal konulardaki anlaşmazlıklar için bir Türk, bir Rum ve bir de tarafsız yargıçtan oluşacak Anayasa Mahkemesi kurulacaktı. Nitekim bu mahkemenin ilk tarafsız yargıcı Alman Anayasa Hukuku Profesörü Ernest Forsthoff olmuştu. Yardımcı ise Christian Heinze idi. Ne var ki Rumlar bu tarafsız yargıcın verdiği adil kararlardan rahatsızlık duyduklarından, uyguladıkları tehdit, baskı ve yıldırma kampanyası sonucu Forsthoff ve yardımcısının isifa edip adadan ayrılmasına neden olmuşlardı.


İttifak anlaşması nedir?

İttifak Anlaşmasının 1. maddesine göre "taraflar ortak savunmaları için işbirligi yapacaklardır. Savunma dolayısı ile ortaya çıkan sorunlarda birbiri ile danışacaklar. 2. maddeye göre "Taraflar Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığına veya toprak bütünlüğüne karşı doğrudan veya dolaylı yönetilen herhangi bir hücum ve saldırganlığa ortak karşı koyacaklar".

3. maddeye göre "Bu ittifakın amaçları bakımından ve yukarıda gösterilen amaca erişmek için Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarında bir üçlü karargah kuracaklar. Üçlü, karargaha katılacak Yunan askerlerinin sayısı 950; Türk askerlerinin sayısı ise 650 olacaktı. Buna paralel olarak ise Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı ve Muavini anlaşarak Yunan ve Türk Hükümetlerinden birliklerini artırmayı ve azaltmayı isteyebilirler. Yunan ve Türk birliklerindeki subaylar Kıbrıs Ordusunun eğitimi işini de yapacaktı. Üçlü Karargah'ın komutanlığı Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı ile Muavininin atayacakları Kıbrıslı, Yunan ve Türk generaller tarafından bir sene süre ile rotasyonla yapılacaktı. Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye Dışişleri Bakanlarından oluşan ortak bir komite, ittifakın en üst organı olacak ve üç bağlaşık ülkenin hükümetlerinin sunacakları ittifakı ilgilendiren sorunları inceleyeceklerdir.

...
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.01.2009, 03:02   #4
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

Garanti anlaşması nedir?

Zürih ve Londra anlaşmalarına ek olarak, Kıbrıs, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan GARANTİ ANLAŞMASI'nın 1. maddesinde, "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolayısı ile teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder" denilmektedir. Buna göre adanın Yunanistan, Türkiye veya AB'la birleşmesi, mümkün değildir...

İkinci maddede ise şöyle denmektedir: "Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Kırallık, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bu anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve aynı zamanda Anayasanın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti ederler". 4. Maddenin son paragrafında ise şöyle denmektedir: "Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı taktirde garanti veren her üç devletten herbiri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutarlar. Türkiye, 1974 Barış Harekatını, işte bu anlaşmanın 4. maddesinin kendisine verdiği hakka dayanarak yapmıştır. Bu nedenledir ki, 1974 Barış Harekatı Uluslararası bir anlaşmadan doğan bir hakkın kullanılarak, o anlaşmanın yüklediği vecibelerin yerine getirilmesidir. Bu nedenledir ki, Rum-Yunan liderliği sürekli olarak garanti anlaşmasına saldırmakta ve bu hakkın korunması için ısrar edilmesi, en azından tek yanlı müdahale hakkından taviz verilmemesi halinde, olası bir anlaşmayı imzalamayacağını söylemektedir. Türkiye'nin garantörlüğünün kaldırılması veya B. M. Güvenlik Konseyi'nin kararına bağlanarak sulandırılması, Enosis'in gerçekleşmesi için gerekli zemini yaratacaktır.


İngiltere'nin elde ettiği olanaklar nedir?

Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken İngiltere de birtakım olanaklar elde etmiştir. Buna göre Ağrotur, Piskobu, Paramal, Dikelya, Pergama, Ay Nikola ve Ksilofago bölgelerinde İngiltere tam egemen olacaktı. Bu bölgeler arasında personel ve her türlü malzemenin nakli için yol, liman ve diğer kolaylıkları serbestçe kullanabilecekti. Bu arada Mağusa'daki limandan ve her türlü su, telefon, telgraf, elektrik vb. hizmetlerinden yararlanabilecek, askerlerin eğitimi için tesbit edilen bazı yerleri kullanabilecek, Lefkoşa uçak alanını, meydanda veya meydana bağlı gerekli tüm bina ve kolaylıkları kullanabilecek, İngiliz askeri uçaklarının barış ve savaşta hareketi için hava trafiği üzerinde sınırsız uçabilecek, üsleri ve tesisleri teknik bakımdan geliştirmek için yeni bölgeleri ve hakları Kıbrıs Cumhuriyeti ile görüştükten sonra elde edebilecekti. Bu anlaşma ile İngiltere 31 yerde çeşitli "bölgelere ve tesislere" sahip olurken 11 yerde de eğitim ve atış sahalarına sahip olacaktı.

Egemen üs bölgelerinin yüz ölçümü sorunu taraflar arasında uzun tartışmalara yol açmış bir sorundur. Başlangıçta İngiltere bu bölgelerin 12 mil kare olmasını istemiş, buna karşılık Makarios 36 mil kare olmasını önermişti. Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine Dr. Küçük'ün önerdiği 100 mil kare esası üzerinden anlaşmaya varılarak, bu bölgelerin adanın 3576 mil karelik yüzölçümü içinde 99 mil kare olması kararlaştırılmıştı.

Bugün adadaki İngiliz askeri varlığı ve Dikelya ile Ağrotur askeri üsleri bu anlatma çerçevesinde faaliyet göstermektedir. Bu bölgeler "İngiliz Toprağı" sayıldığından idari bakımdan tam egemen durumdadırlar.


Cumhuriyetin işleyişi ve anlaşmazlık konuları nelerdir?

a. Bakanlar Kurulu'ndaki Oylamalar
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının 46. maddesinin 2. fıkrası, Cumhuriyet Bakanlar Kurulu'nun 7 Rum ve 3 Türk'ten oluşmasını öngörmekteydi. Bakanlar Kurulu, her iki toplum Cemaat Meclislerine açıkça tanınmamış olanlar dışında kalan bütün konularda karar alma yetkisi ile donatılmıştı. Rum Bakanlar, Rum olan Cumhurbaşkanı tarafından, Türk Bakanlar da Türk olan Cumhurbaşkan Muavini tarafından seçilmekteydi. Bakanlar Kurulu'nda kararlar salt çoğunlukla alınmaktaydı. Cumhurbaşkanı veya Yardımcısının Veto hakları bulunmaktaydı. Bazı önemli konularda Türk Bakanların ayrı oy çoğunluğu da gerekmekteydi. Bakanlar Kurulu'nda Rumlara çoğunluk sağlayan bu orantı ancak çoğunluğun iyi niyetli tavırları istismar etmemesi ile işleyebilirdi. Ne var ki Rum bakanlar, hiçbir zaman bu iyi niyeti göstermemişler, Türklerin en hassas olduğu konularda kendi çoğunluklarına dayanarak kararlar alma yoluna gitmişlerdir. Bunların en güzel örneği ise belediyeler konusunda yaşanmıştır. Anayasa her iki toplumun da 5 büyük tehirde ayrı belediyelere sahip olmasını öngörmesine karşın, Temsilciler Meclisi Rum çoğunluğu, bu konuyla ilgili yasayı yapmamış, Bakanlar Kurulu da Rum üyelerin çoğunluğu ile belediyeleri İnkişaf Encümeni olarak tanımlayan bir karar almıştır. Ne var ki Türk tarafının Anayasa Mahkemesi'ne başvurması sonucu bu tek yanlı karar iptal edilmişti.

b. Anayasa Mahkemesi'nin Dinlenmesi
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nın 153. maddesine göre tarafsız bir hakimin başkanlığında bir Türk ve bir Rum yargıçtan oluşan Anayasa Mahkemesi Cumhuriyetin yaşadığı üç yıl boyunca kritik ve dikkatleri üzerinde toplayan bir kurum oldu.

Alman Anayasa Profesörü E. Forsthoff'un başkanlığını yaptığı Anayasa Mahkemesi'nde gerek belediyeler konusunda, gerekse 60/40 oranı nisbetinde kurulması öngörülen ordu konusunda önemli davalar açıldı. Kıbrıs Türk liderliğinin açtığı bu davaların düşürülmesi veya olumsuz sonuçlanması için Rumlar ve bizzat Makarios tarafından yargıçlar üzerine büyük baskılar yapıldı, tehditler savruldu.

Forsthoff'un Yardımcısı, Dr. Christian Heinze EOKA üyeleri tarafından taciz edildi, takip edildi. Hakkında çeşitli dedikodular çıkarıldı. Özellikle belediyeler konusunda büyük baskılara dayanama***** istifa ettiği zaman yaptığı açıklamada, kendisine yapılan baskıları açıklamıştı. Esasen Makarios, belediyeler konusunda mahkemenin kararından önce yaptığı açıklamada alınacak kararın aleyhte olması halinde bu karara uymacağını açıklamıştı. Yasaları uygulamakla görevli olan bir cumhurbaşkanının anayasayı uygulamaması, bu konuda Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararı ise dikkate almaması, herhalde dünyada eşine ender rastlanan bir olaydır.


c. Veto Hakkına Karşı Çıkılması
Veto hakkı, Kıbrıs Rum Liderliğinin iki halklı ortaklık Cumhuriyetini Meclis ve Bakanlar Kurulu'nda çoğunluklarına dayanarak istedikleri yere sürükleme girişimlerini en etkili şekilde önleyen bir silahtı. Türk olan Cumhurbaşkanı Muavini'ne, Bakanlar Kurulu ve Temsilciler Meclisi'nin kararlarını Veto etme, yani yürürlüğe girmesini önleme yetkisi Anayasanın 50. maddesi ile verilmişti.

Türk olan Cumhurbaşkanı Muavini, Dışişleri, Savunma ve Güvenlik konularında Temsilciler Meclisi ve Bakanlar Kurulu kararlarına karşı Veto hakkını kullanabilmekteydi. Bunun yanında diğer konularda bir diğer önlem de, gerek Cumhurbaşkan Muavini'ne, gerekse Cemaat Meclislerine tanınan, Anayasa Mahkemesi'ne başvurma hakkıydı. Bu önlem, Rumların kendi çoğunluklarına dayanarak iyi niyete, Cumhuriyetin kuruluş, amaç, ilke ve niteliğine ve Anayasaya ters kararlar alarak, Türkler aleyhine uygulamalar içine girmelerini önlüyordu. Nitekim Cumhuriyetin yaşadığı 5 yıl boyunca Rum liderliği Anayasanın bu maddesinin iptali veya etkisizleştirilmesi için her türlü çabayı göstermiştir. Rum liderliğinin Türklere tanınan bu haklara uymamak istemesi, Anayasa Mahkemesi'nin iptal edeceğini bile bile Anayasaya ters kararlar almaları iki halk arasındaki ilişkileri kökünden dinamitlemekteydi.

d. Temsiciler Meclisi'nde Sorunlar
Kıbrıs Anayasasının 6, maddesine göre yasama yetkisi, Anayasada her iki halkın Cemaat Meclislerine tanınan konular dışında kullanılmak üzere, "Temsilciler Meclisi" adlı 50 üyeli Meclisteydi. Bu Meclisin 35 üyesi Rum, 15 üyesi de Türktü. Temsilciler Meclisi'ndeki bu sayısal eşitsizliğin sorun yaratmaması için aynen Bakanlar Kurulu'nda olduğu gibi iyi niyetin varolması zorunluydu. Ne var ki Rumlar, Temsilciler Meclisi'nde sahip oldukları çoğunluğu her zaman kendi istedikleri tek yanlı kararları almak için kullanmışlardı. Bu eğilimleri nedeniyle gerek vergi, gerek Anayasanın emrettiği ayrı belediyeler kurulması, gerekse ordunun kurulması konusunda sert tartışmalar olmuş, Meclis bu konularda iki halk arasındaki güveni geliştirme yerine güvensizliği besleyen bir odak noktası haline gelmiştir.

Gerek Bakanlar Kurulu'nda, gerekse Temsilciler Meclisi'nde Türklerin durumunu iyileştirecek, Türk bölgelerini gelittirecek kararlar sürekli olarak engellenmiştir. Türk liderliği bu nedenle sık sık Veto yetkisini kullanmak veya Anayasa Mahkemesi'ne başvurmak zorunda kalmıştır.

e. 70/30 Oranının Uygulanmayışı
Kamu Hizmetlerinde 70/30 oranının uygulanmak istenmemesi, iki halk arasında bir diğer ihtilaf konusunu oluşturmaktaydı. Rum liderliği, Kamu Hizmeti Komisyonu'nun Rum üyeleri ile işbirliği içinde açılan münhalleri Rumlarla, özellikle eski EOKA'cılarla dolduruyor ve anayasanın emredeci kurallarına karşı 70/30 oranını uygulamaya yanaşmıyordu. Bu ayrımcı tutum, Türk aydınları arasında işsizliği ve göçü teşvik ettiği gibi güvensizliği körükleyen başlıca etkenlerden biriydi. Hiç şüphesiz Rumların böyle bir uygulamaya girmesindeki esas amaç, devleti bütünüyle bir Rum devleti haline getirmek ve tüm kamu kurumlarını içten işgal etmekti. Nitekim kamu hizmetlerine alınan Rumların çoğunluğunu, EOKA tedhiş örgütünün azılı militanları oluşturmaktaydı. Görevleri ise bu kurumlarda çalışan Türk memurları baskı altına almaktı. 7 Rum , 3 Türk üyeden oluşan Kamu Hizmeti Komisyonu; Rum üyelerin oyları ile yaptığı tek taraflı atamalara yöneltilen eleştirilere karşı, Türkler içinde okumuş insan olmadığını ileri sürüyordu. Oysa o dönemde adada üniversite mezunu olan toplam 3274 kişiden 640'ı Türk (%19.5); 2634'ü ise Rum (%80.5).

f. Orduda Ve Poliste Sorunlar
Ordunun oluşturulmasında en birinci sorun, eski EOKA militanlarının Kıbrıs Ordusu'na doldurulmasıydı. En önemlisi ise Eoka'cı Yorgacis'in İçişleri Bakanlığına getirilmesiydi. Bu, EOKA'dan çok çeken Türk halkı için büyük bir tehlike idi. Eski EOKA'cıların ellerine silah tutuşturulması Türklerin kabul edemeyeceği bir durumdu. Bunun yanında orduya atanan 150 subayın hepsi de EOKA üyeleri idi. Aynı şekilde polis birliklerine de eski EOKA'cılar doldurulmuştu. Bu işlem gerçekleştirilirken, Türk polisler anayasaya aykırı olarak işten atılmıştı.

Ordu ile ilgili ikinci anlaşmazlık noktası, Anayasanın 132. maddesinin uygulanması konusunda oldu. Buna göre eğer bir yerleşim yerindeki halk sadece Türklerden oluşuyorsa, o yerleşim bölgesine yerleştirilecek kuvvet sadece Türk ordu mensuplarından oluşacaktı. Rum liderliği bu görüş çerçevesinde ordunun küçük birliklere ayrılarak belirlenecek bölgelerde konuşlandırılmasına karşı çıkıyordu. Bundan güdülen hedef ise Türk bölgelerini savunmasız bırakmak ve Türk ordu mensuplarını belli bir bölgede çoğunlukta olan Rum ordu mensuplarının baskısı altında tutmaktı.

g. Vergiler Konusundaki Sorular
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının 78. maddesi, vergi konusunda Temsilciler Meclisi'nde alınacak kararlarda, her iki toplum milletvekillerinin ayrı ayrı yapacakları oylamalarda çoğunluk oyunu gerekli kılmaktaydı. 31 Aralık 1960'da süresi sona eren vergi yasalarının yerine, yeni vergi yasaları çıkarmayan Rum liderleri, uzatmalarla konuyu geçiştirmeye çalışıyordu. 1961 Ocak- Mart döneminde, 3 aylık uzatmayı kabul eden Türk milletvekilleri, Rum liderliğinin Türklerden topladığı vergilerle Kamu hizmetlerine eşitsiz oranda Rum alınması ve Türk bölgelerinin kalkınması için harcama yapılmazken, Rum bölgelerine oluk gibi para akıtılmasına kullanma karşısında, ikinci bir uzatmayı ancak 3 aylık bir süre için kabul edeceklerini açıkladı. Ne var ki Rum liderliği, "Kıbrıslı Türklerle varolan diğer gerilimli sorunların çözümünde, Rumlara baskı yapma fırsatı vereceğine inandıkları için" bu öneriyi reddetti. Türk liderliğinin ve milletvekillerinin tüm iyi niyetli girişimlerine karşın, tek yanlı anayasa dışı tutumunu sürdürmekte ısrar eden Makarios, vergi dairelerine doğrudan emir vererek ilk 3 aylık sürenin dolduğu 31 Mart 1961'den sonra da vergi dairelerinin vergi toplamayı sürdürmelerini istedi. Türk liderliği ise bu yasa dışı uygulamayı protesto için halkı vergi ödememeye çağırdı. Makarios ise, Türklerin bu haklı tepkisi üzerine yangına adeta körükle gidiyor ve gerekirse 70/30 oranının hiç uygulanmayacağını, anayasanın kendisini kısıtlıyan maddelerine uymayacağını açıklıyor ve tüm dünyada Türkleri suçlu göstermek için kampanya başlatıyordu.

Makarios, bunlara paralel olarak Türklere tanınan ve Anayasa tarafından garanti altına alınan tüm hakları ortadan kaldırmak için sunduğu 13 maddelik anayasa değişiklik önerilerinin Türkiye, İngiltere ve Kıbrıs Türk halkı tarafından reddedilmesi üzerine, 21 Aralık 1963'de kanlı Noel saldırılarını başlattı. Nitekim 1964'de Kıbrıs Rum Milli Muhafız Ordusu Komutanı olan Korgeneral Karayannis, "Türkler anayasanın değiştirilmesine karşı çıkınca, Başpiskopos planını uygulamaya koydu" diyerek, saldırıların nasıl planlı başladığını açıklayacak ve Akritas Planı'nı doğrulayacaktı.


Ayrı Belediyelerin Kurulması Konusunda Anlaşmazlık

Kıbrıs Anayasasına göre 5 büyük şehir olarak Lefkoşa, Mağusa, Limasol, Larnaka ve Baf'ta ayrı belediyeler kurulacak ve bu belediyeler kendi toplumlarının yaşadığı bölgelerin imarı için çalışacaklardı. Esasen 1941 yılından 1958 yılına kadar ortak belediyelerde nüfus oranlarına uygun temsiliyetleri ile birlikte çalışan Kıbrıs Türkleri ile Rumları, bu konuda daha başlangıçta kötü bir deneyime sahipti. Rum belediye başkanları, belediye meclislerinde çoğunluğu oluşturan Rum üyelerin de desteği ile Türk bölgelerine hizmet vermiyor, Rum bölgelerine götürülen hizmetlerin onda biri bile Türk bölgelerine götürülmüyordu. Türklerin belediyelerde olan işleri zamanında yapılmıyor, Türk mahalle ve sokak adları Rumca olarak değiştiriliyor, Türk şehitlerinin kabirleri ile kutsal sayılan yerler yıkılıyor, her türlü yolla şehirlerin Türk karakteri ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu. Rumların bu tutumu, belediye meclislerini iki halkın çatıştığı, çok sert tartışmaların yapıldığı bir arena haline getirmişti. Nihayet 1958 yılında Kıbrıs Türkleri bir emrivaki ile kendi belediyelerini kurmak zorunda bırakılıyordu. Kıbrıs Türkleri, ikide birde tüm dünyaya Enosis telgrafları çeken ve Enosis mücadelesinin şampiyonluğunu yapan bu meclislerde daha fazla duramazlardı.


Anayasa görüşmeleri yapılırken iki halk da bu konuda görüş ayrılığı içine düşmüş değildi. Ayrı belediyelerin varlığı fiili bir gerçek olarak kabul edilmişti. Hatta eski Yunan Dışişleri Bakanı Averof'un "LOST OPPURTUNITIES" (Kaybedilen Fırsatlar) adlı eserinde açıkladığı gibi, Makarios, fakir Türk bölgelerinin yükünü çekmemek için ayrı belediyeler kurulmasını da bizzat istemişti. Ne var ki daha sonra bu madde anayasaya girince, bu kez, "söz konusu kuralın uygulanması halinde adanın taksim edileceğini" söylemeye başlamıştı. Oysa Türkler için bu bir kimlik sorunuydu. Ayrı belediyeler, "The Observer" gazetesinin dış haberler editörü Robert Stephens'in de vurguladığı gibi,"Türklerin kendi kendilerini yönetmelerinin ve Kıbrıslı Rumların, Türk toplumunun ayrı bir kimliği olduğunu ne denli kabul ettiklerinin bir göstergesiydi".


Anayasa, belediyelerle ilgili yasaların 6 ay içinde yapılmasını öngörmesine karşın, Rum liderliği bu yönde bir çalışma yapmadığı gibi bu alandaki gelişmeleri de engelliyordu. Vakit gelip dayanmıştı. İngilizler tarafından kabul edilen ve 1958 yılında kurulan ayrı Türk belediyelerini tanıyan kanun, 31 Aralık 1960'da yürürlükten kalkmıştı. İki toplum liderleri arasında yapılan görüşmelerde Makarios'un anayasa dışı uyulamada ısrar etmesi sonucu, bir sonuç alınamadı. Bu durum karşısında eski yasalar 3'er aylık sürelerle uzatılmaya başlandı. Ne var ki Makarios, 1962 yılı sonunda artık bu süreleri uzatmayacağını açıkladı. Türk Cemmat Meclisi bu durumda 29 Aralık'ta aldığı bir kararla Türk belediyelerinin çalışmalarını sürdürmelerini kararlaştırdı. Bu arada Lefke'de de bir belediye kuruldu. Rum liderliği buna tepki gösterdi. Önce Türk belediyelerin telefonları kesildi. Çalışmarını engellemek için her yola başvuruldu. Bütün bu engellemelerin başarılı olmadığını gören Makarios, Türk belediyelerini yetkisi olmadığı halde fesh ettiğini açıkladı. Bakanlar Kurulu'nun Rum üyeleri ise, 2 Ocak 1963'de aldıkları bir kararla Türk belediyelerin sınırları içine giren bölgeleri "İnkişaf Sahaları" olarak ilan edip bu bölgelere inkişaf encümenleri atıyordu. Türk liderliği bu durum karşısında Anayasa Mahkemesi'ne başvuruyor ve başvuruyu görüşen Anayasa Mahkemesi, Bakanlar Kurulu'nun aldığı kararı Anayasa'ya aykırı bularak iptal ediyordu. Anayasa Mahkemesi, ayrıca, Makarios, "Çıkacak karar olumsuz olması halinde asla tanımayacağım" demesine karşın, beş büyük şehirde ayrı belediyeler kurulması gerektiği konusunda bir karar alıyordu.

Anayasa Mahkemesi başkanı E. Forsthoff'un Yardımcısı Dr. Christian Heinze, bu konuda şöyle diyordu: "Rumların Kıbrıs Anayasasını ihlal ettikleri en önemli örneklerden bir tanesi belediyeler konusuydu. Türkler için ciddi sonuçlar doğuran beş kentte ayrı belediyeler kurulması yönündeki anayasa maddesinin ihlali, Türk liderliği tarafından Anayasa Mahkemesi'ne getirildi. Ancak Rum liderliği Anayasa Mahkemesi'nin alacağı kararı tanımayacağını önceden açıkladı. Böylece, Rumlarla Türkler arasında uyuşmazlıkların getirilebileceği tek bağımsız organ olan Yüksak Anayasa Mahkemesi işlemez hale getirilmişti".


Yabancı yazarlar Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıkılmasını nasıl değerlendirdi?

Profesör Richard A. Patric, "Political Geography and the Cyprus Conflict 1963-1971" adlı yapıtında, Rum liderliğinin Cumhuriyeti yıkmak için sürdürdüğü gizli hazırlığı şöyle anlatıyor:

"Kıbrıs Rum gizli ordusunun el altında kadrolarının doldurulması, eğitim ve teşkilatlanması, 1961'in ilk aylarında başladı. 1955-59 döneminin EOKA teşkilatı dağıtılmıştı ama silahlarının çoğu Kıbrıs polisine teslim edilmemişti. Teşkilatın hücrelerinin karşılıklı bağımsızlık ve yükümlülükleri de hala canlıydı. Bu hücreler yeni kuvvetin önce çekirdeğini oluşturdu. 1967'de bölük çapındaki birliklerin atış ve silah eğitimleri Kıbrıslı Rum subay namzetlerinin nezaretinde ve hükümetin silah depolarından ödünç alınan silahlarla Trodos dağlarında yürütülmekteydi. 1963 Aralık olayları başladığında, saldırılara katılan ve belli bir derecede eğitilmiş 5000 civarında Rum vardı".

Bundan başka H. D. Purchell ve Prof. Pierre Oberling gibi yazarlarla, 1960-1963 döneminde Kıbrıs Anayasa Mahkemesi Başkan yardımcısı olan Alman hukukuçu Dr. Christian Heinze ise, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıkılışına ilişkin gözlemlerini şöyle anlatıyorlar:


"Yalnızca Türk Rum oranı bozulmakla kalmadı. Anayasanın izin verdiği yardımcı Rum polis kuvveti de yaratıldı. Özel olarak yaratılan kadroların çoğu da eski EOKA'cılara nasip oluyordu. Hem polis, hem de jandarmada terfi edenler, çoğunlukla bu teşkilatın eski adamlarıydı.
(Purchell S.315-316)

"Kıbrıslı Rumların anayasayı ihlal ettikleri örneklerden Kıbrıslı Türkler için en ciddi sonuçlar taşıyan bir tanesi, yani beş kentte ayrı ayrı Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk belediyeleri kurulması hakkındaki anayasa hükmünün ihlali Kıbrıs Cumhuriyeti Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin önüne getirildiğinde Rumlar davayı kabul ettiler. Ancak bundan daha önce ve özellikle 1963 Nisan'ında verilen karardan sonra da Kıbrıs hükümetinin Rum kanadı, bu kararı tanımayacağını ilan etmişti. Bu, anayasanın ihlalinin resmen hukuki olarak geçerlilik kazanması ve Kıbrıs'ta Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasındaki uyuşmazlıkların getirilebileceği tek bağımsız merci olan Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin itlemez hale getirilmesi demekti".
(Heinze S.20)

"Forsthoff ve Heinze, Makarios'un anayasa ihlallerini ortaya koyduklarında Kıbrıs Rum Cemaati Liderleri için önemli bir sorun haline geldiler. Saygınlıklarını lekelemek ve istifaya zorlamak üzere dedikodu kampanyası başlatıldı".
(Oberling S.63)

"Dr. Forsthoff "küçük rütbeli bir nazi subayı olmakla" suçlandı, ve Heidelberg Üniversitesi'nin 2. sınıf bir profesörü olmakla nitelendirildi. Dr. Heinze'nin Türklerden aldığı rüşvetle lüks içinde yaşadığı söylentileri yayıldı, hayatı bile tehdit edildi."
(Purchell S.317)

"Müşterek bir yasama oluşturmadaki başarısızlık ilgili tarafların beceriksizliğinden değil, yönetimdeki Kıbrıslı Rumların egemen kesiminin işbirliğine gitmek veya bir uzlaşmaya varmak çabası harcamayıp varolan anayasayı gözardı etmelerinde ve hiçe saymalarında artan bir inatla diretmelerinden gelmektedir. Anayasanın başarısızlığı, bundan yararlanmak için iyi niyetin olmamasındandı".
(Heinze S.25)


"Veto hakkını ortandan kaldırmak bahanesini gösterip, gerçekte kanuna uydurup, Enosis'i gerçekleştirmek istemekteydiler. Bu tasarıyı uygulamak üzere Makarios; Yorgacis, Papadopulos ve Glafkos Klerides, gizli bir eylem planı hazırlamakla görevlendirildi. İlk defa 21 Nisan 1966'da PATRİS gazetesinde yayınlanan meşhur AKRİTAS PLANI, biraz da gizemli bir biçimde "ŞEF AKRİTAS" diye imzalanmıştı. Oysa, bu, AKRİTAS ayni dönemde adada iç barışı sağlamakla görevli olan Yorgacis'ten başkası değildi. Plan, Enosis'i gerçekleştirmek amacı ile hükümet içinde bir darbe yapılmasını ve güçlenmesine izin vermeden Türk muhalefetinin temizlenmesini öngören bir programdı."
(Oberling S.64)

(Bu konularda daha genit bilgi için Bkz: Prof. Richard A. Patric Political Geography And the Cyprus Conflict 1963-1977 S.37-38 Waterloo, Onfario-1976.)
1. H. D. Purchell (Cyprus S.315-316-317) LONDRA 1969
2. Dr. Christian Heinze (The Cyprus Conflict S.20-25) Lefkota 1967
3. Pierre Oberling (Bellapais'e Giden Yol S.63-70)Ankara 1978


Makarios ve Rumlar bağımsızlığı benimsemiş miydi?

Enosis yemini etmiş ve uzun yıllar boyu Enosis içi savaşmış olan Makarios ve Kıbrıs Rumları, hiçbir zaman bağımsızlığı benimsemiş değillerdi. Makarios ve Rum liderliği, bağımsızlıktan Enosise nasıl sıçrayacaklarının hesabını yapmaktaydılar. Nitekim, Londra'da bağımsızlık anlaşmalarının altına imza koyan Makarios, adaya dönüşünde daha ayağının tozu kurumadan Enosis demeçleri vermeye başlıyordu.15 Ağustos 1962'de EOKA'cıların yuvası olan Cikko Manastırı'nda yaptığı bir konuşmada bağımsızlığı değerlendirerek şöyle diyordu: "Sekiz asırdan beridir Kıbrıs'ın yönetimi ilk kez Yunanlıların eline geçmiştir. Kıbrıs Rumları EOKA kahramanları tarafından başlatılan işi tamamlamak için çalışmalıdırlar. Mücadele timdi yeni bir biçimde sürmektedir, hedefimize ulaşıncaya kadar sürecektir".4 Eylül 1962'de Panayia köyünde yaptığı bir konuşmada ise şöyle diyordu:

"Hellenizmin müthiş düşmanı olan Türk ırkının bir parçasını teşkil eden küçük Türk Toplumu adadan kovulmadıkça EOKA kahramanlarının görevi asla sona ermiş sayılmaz".

Yine aynı Makarios 28 Mart tarihinde Cyprus Mail gazetesine verdiği bir başka demeçte ise şöyle diyordu:

"Beni bilen hiçbir Rum, bir Kıbrıs Ulusu yaratmak için uğraşmayağımı çok iyi bilir. Anlaşmalar bir devlet yaratmıştır, fakat bir ulus değil".


Bu arada Kıbrıs Develtinin tüm organlarına eski EOKA liderleri ve Enosis için mücadele eden Eokacılar getiriliyordu. İçişleri Bakanı Yorgacis de bunlardan biriydi. Diğer yandan Rum kesiminde Bayraktar ve Ömerye Camileri ve Vadili İlkokulu havaya uçuruluyor, sivil Türkler yollarda yoklamalara tabi tutuluyor, Türklerin evleri aniden basılarak aranıyordu. Herşey Rum liderliğinin Cumhuriyeti yıkmak istediğini göstermekteydi. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası tarafların iyi niyeti üzerine bina edilmişti.

Makarios ve Rum liderleri anayasaya sahip çıkıp iyi niyetle uygulamaya çalışsalardı, sorunlar görüşmelerle aşılabilirdi. Oysa onlar daha ilk günden, anlaşmaların kendilerine "ZORLA EMPOZE EDİLDİĞİNİ" açıklarken, Rum basını ve önde gelen liderleri de "ZÜRİH VE LONDRA'NIN ZİNCİRLERİNİ KIRACAĞIZ" diye sloganlar atmaktaydı. Böyle bir anlayış, Cumhuriyeti yaşatacak iyi niyeti gösterebilir miydi?


Kıbrıs Türkleri bağımsızlığı benimsemişler miydi?

Kıbrıs Türkleri 1960'dan önce bağımsızlık için mücadele vermemiş olmalarına karşın, anlaşmalarla kurulan düzenden memnundular. Çünkü özverili mücadelelerinin sonucunu görmüşler, adanın Yunanistan'a bağlanmasını önlemişlerdi. Bundan öte, yeni kurulan Cumhuriyetin iki eşit kurucu ortağından biri olmuşlar ve gerek adanın bütününün, gerekse kendi geleceklerinin üzerinde kesin söz hakkına sahip olmuşlardı. Rum ortak kendilerine birşey sormadan, Türk halkının onayını almadan hiçbir adım atamazdı. Kamu hizmetlerinde, orduda, poliste, belli oranlarda katılım hakkı elde edilmişti. Cumhurbaşkanı Muavini Türk olacaktı ve onayı olmadan önemli yasaların yürürlüğe girmesi söz konusu değildi. Üstüne üstlük Türk askeri de 82 yıl sonra yeniden adaya dönmüt ve kurulan rejimin de garantörü olmuttu. Hal böyleyken kurulan rejimi bozmak Türk halkına ne kazandıracaktı? Enosise karşı verdikleri özverili mücadele ile meşru haklarını elde eden Türk halkının bağımsız Cumhuriyetin çözümünden ne kazancı olabilirdi?


Nitekim, Rum liderliğinin 3 yıllık Cumhuriyet dönemi içinde Enosis lehine açıklamaları bir gerçekken ve Enosis için yapılan gizli çalışmalar, gizli örgütlenmeler, gizli silahlanma, belgeleri ile ortaya konmuşken, Türk liderlerinin Cumhuriyetin yıkılmasını savunan veya adanın taksim edilmesini ifade eden tek bir açıklamasına rastlamak olası değildir.

Tam aksi, Rum liderliğinin, kışkırtıcı konuşmalarına karşı sürekli olarak protestoda bulunan, bu tavrın Cumhuriyeti yıkılışa götüreceğini ifade edip uyarılar yapan ve Rum liderini anayasal çizgiye davet eden Türk liderliğiydi. Ne ki, ortaklığa dayanan bir devletin, tek ortağının istemesi ile yıkılmadan kurtulamayacağı bir gerçeklikti. Nitekim, Türk halkının iyi niyeti ve arzusu da Cumhuriyeti kurtarmaya yetmeyecekti.


Makarios'un 13 maddelik anayasa değişiklik önerisi neydi?

Aklına bağımsızlığı sığdırmayan ve yeminine bağlı kalarak Enosisin önündeki engelleri kaldırmak isteyen Makarios, bu amaçla Türk Halkına Cumhuriyette etkin söz hakkı veren Anayasanın 13 maddesini değiştirmek için bir plan hazırladı. Bu plana göre söz konusu 13 maddenin değiştirilmesini Türklere önerecek, reddetmeleri halinde ise zorla empoze edilmesi yoluna gidilecekti, Türklerin karşı koyması halinde "Türkler hükümete isyan etti" diye olay dünyaya duyurulacak, "asilerin ezilmesi", Kıbrıs hükümetinin bir iç meselesi olarak sunulacaktı. Türk halkı ve Türkiye tarafından derhal reddedilen 13 maddelik değişiklik önerileri şöyleydi:

1-Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkan Muavini'nin Veto haklarının kaldırılması. (Anayasaya göre Başkan ve Yardımcısı Bakanlar Kurulu ve Meclis'in Dış İlişkiler, Savunma ve Güvenlik konularındaki kararlarını veto etme hakkına sahipti).

2-Cumhurbaşkanı yurt dışında iken veya görevlerini yerine getirmeyecek durumda olduğunda, Başkan Yardımcısının ona vekalet etmesi. (Bu aslında göz boyamak için ileri sürülmüştü).

3-Rum Temsilciler Meclisi başkanı yurt dışında, ya da görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduğunda, Meclis Başkanlığı görevinin Meclis Başkan yardımcısı tarafından yerine getirilmesi.

4-Meclis Başkanı Rum, Yardımcısı Türk üyelerce ayrı ayrı seçileceklerine, her ikisinin de Meclis Genel Kurulunca seçilmesi. (Bu durumda çoğunlukta Rumlar olduğu için Meclis Başkanı hep Rum olurken, Türk Yardımcı, Rumların istedigi bir kişi seçilecekti. Bu Türklerin birliğini bozmaya yönelik bir öneri idi).

5-Bazı yasaların Meclis'te onaylanması için, ayrı çoğunluk şartının aranmaması. (Anayasaya göre vergi, belediyeler ve seçim yasaları için ayrı ayrı çoğunluk gerekirdi. Bu durumda Rumlar herşeyi çoğunluklarına dayanarak istedikleri gibi yapacaklardı).

6-Birleşik Belediyelerin kurulması. (Anayasaya göre beş büyük şehirde ayrı belediyeler kurulacaktı. Bu durumda Belediye Başkanları hep Rum olacaktı).

7-Adaletin dağıtımının birleştirilmesi. (Rum suçlulara Rum, Türk suçlulara da Türk yargıçlar bakıyordu. Bu durumda Türk sanıklar suçsuz olsalar bile Rum yargıcın insafına kalıyorlardı. Bunun bir batka tehlikesi de Rum yargıçlardan alınacak tutuklama ve arama emirleri ile ikide bir Türk evleri ve yerleşim yerlerinin aranması, kişilerin tutuklanıp baskı altına alınması idi).

8-Güvenlik Kuvvetlerinin, polis ve jandarma olarak ikiye ayrılmasına son verilmesi.

9-Güvenlik Kuvvetlerinin sayısının yasa ile belirlenmesi. (Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ve yardımcısı sayıyı ortaklaşa olarak azaltıp çoğaltabilirdi).

10-Hükümete ve orduya iki toplumun katılma oranlarının iki toplumun nüfus oranına göre değiştirilmesi.(Bu önerinin kabulü, Kıbrıs Türkleri için yok olmayı kabul etmekti).

11-Amme Hizmeti Komisyonu'nun üye sayısının 10'dan 5'e indirilmesi. (On üyeden üçü Türk'tü).

12-Amme Hizmeti Komisyonu'nun tüm kararları basit çoğunlukla alması. (Bu durumda çoğunlukta olan Rum üyelerin her istediği olacaktı).

13-Rum Cemaat Meclisi'nin yürürlükten kalkması. (Bu öneri de Rumların Cumhuriyet yönetimini bir Rum yönetimi yapmak girişiminin bir sonucuydu).


Kıbrıs Cumhuriyeti nasıl yıkılmıştır?

1963 yılı Rum liderliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yıkmak için hazırlıklarını yoğunlaştırdığı bir yıldır. 25 Mart 1962'de yapılan ilk saldırıdan sonra, 25 Ocak 1963 gecesi Rum bölgesindeki Bayraktar Camisi ikinci kez havaya uçuruldu. Rum polisi tarafından Türklere yönelik baskı ve kışkırtmalar yoğunlaşırken 3 Mart 1963'de bir konuşma yapan İçişleri Bakanı Yorgacis, "Ulusal hedefimizin gerçekleşmesi için ilerlemekte azimliyiz" diyordu. 12 Mart'ta ise "özgürlük savaşımızın ruhunu fiiliyat sahasına aktarmalıyız. Halkımızın emellerinin gerçekleşmesi bize bağlıdır" demekteydi.

3 Mart günü Marat'taki Pertev Pata Türbesi tahrip ediliyordu. 30 Mayıs akşamı Ömeriye Camii ikinci kez saldırıya uğruyordu. 7 Ekim 1963'de Karpaz Bölgesi EOKA'cılar Cemiyeti bir toplantı yaparak "Cumhuriyeti yıkıp ilhakı gerçekleştirmek için mücadele etmeye karar verdiğini" açıklıyordu. Cumhuriyeti koruyup kollamakla görevli Cumhurbaşkanı Makarios ise cemiyet üyelerine gönderdigi bir mesajla onlara batarılar diliyordu. Oysa Anayasa Enosisi ve Enosis yönünde çalışmayı yasaklamaktaydı. Ama ne İçişleri Bakanı, ne de Cumhurbaşkanı Anayasanın bu maddesini uygulamak niyetinteydi...

9 Aralık günü Lefkoşa Türk Lisesi Rum Polisler tarafından basılıyor, açılan ateş sonucu Türk öğrenciler yaralanıyordu. 21 Aralık günü Atatürk Heykeli ve Türk Lisesi Rum polisleri tarafından yine kurşunlanırken, Türk bölgeleri bütün gece kurşun yağmuruna tutuluyor ve 22 Aralık günü Matyat köyü yakılıyordu. 23 ve 24 Aralık'ta çarpışmalar bütün gün sürdü. Silahlı Rumlar Küçük Kaymaklı ve Kumsal bölgelerine saldırdı. Kaymaklı yakıldı, Kumsal'da binbaşı İlhan'ın çocukları ve eşi banyo içinde katledildi. Birçok Türk evlerinden alınıp götürüldü. Bu arada Türk memur ve milletvekilleri silah zoru ile yönetimden uzaklaştırılarak devlet gasbedildi. Tüm devlet daireleri, Radyo-TV işgal edildi. Böylece Cumhuriyet bir Rum devletine dönüştü.

..
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.01.2009, 03:02   #5
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

Akritas Planı nedir?


Rum liderliği Cumhuriyeti yıkma girişimini AKRİTAS adlı bir plan uyarınca gerçekleştirdi. 21 Nisan 1966 tarihli PATRİS GAZETESİ'nde yayınlanan bu plana göre Türk halkı ani bir saldırı ile yok edilecek ve ada Yunanistan'a bağlanacaktı. Bu planın hazırlayıcıları arasında AKRİTAS kod adlı İçişleri Bakanı Yorgacis, Cumhurbaşkanı Makarios, Meclis Başkanı Klerides gibi isimler de bulunmaktaydı...7 Şubat tarihli PATRİS gazetesi bu planda görev alan Rum liderlerini şöyle sıralamıştır:
Başkan : Polikarpos Yorgacis
Başkan Vekili : Çalışma Bakanı Thassos Papadopulos
Kurmay : Milletvekili Nikos Koçit
Kurmay Daireleri Md : Meclis Başkanı Glafkos Klerides

Planın anahtarı şöyleydi:
"Makarios'un verdiği demeçler milli davanın alacağı yönü göstermiştir. Esas gaye değişmemiştir. (İlhak, Enosis) Amaca ulaşmak için iç ve dış tahrikler izlenecektir.

- EOKA müdahalesinin son safhasında Kıbrıs davası dünya kamuoyuna ve diplomatik çevrelere "Kıbrıs Halkının self-determinasyon hakkına kavuşması" şeklinde sunulmuştu. Şimdi ilk hedefimiz uluslararası alanda Kıbrıs probleminin çözümlenmediği ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanaatını yaymak olmalıdır. Bu amaçla, bulunmuş olan çözümün tatminkar olmadığı adil olmadığı, iki toplumun birarada yaşayabileceği belirtilmelidir.
- Kıbrıs liderliği yerinde bir davranışla anlaşmaları halk oyuna sunmamış ve elimizdeki bu durum koz olmuştur.
- Kıbrıs'ın şimdiye kadar Rumlar tarafından idare edildiğini, Türklerin ise sadece olumsuz, köstekleyici bir fren rolü oynadığını gösterdik.
- Gizliliğe uyulacaktır..."

Planın diğer bölümlerinde imhanın yeraltında çalışmalarını sürdüren EOKA aracılığı ile nasıl gercekleştirileceği anlatılmaktadır. Buna göre her bölgede ne kadar kuvvet bulundurulacağı, silah miktarı, bölge sorumluları, saldırı planları, ayrıntılı olarak şemalar üzerinde gösterilmiştir. 21 Aralık günü Atatürk Heykeli ve Türk Lisesi Rum polisleri tarafından yine kurşunlanırken, Türk bölgeleri bütün gece kurşun yağmuruna tutuluyor ve 22 Aralık günü Matyat köyü yakılıyordu. 23 ve 24 Aralık'ta çarpışmalar bütün gün sürdü. Silahlı Rumlar Küçük Kaymaklı ve Kumsal bölgelerine saldırdı. Kaymaklı yakıldı, Kumsal'da binbaşı İlhan'ın çocukları ve eşi banyo içinde katledildi. Birçok Türk evlerinden alınıp götürüldü.

Bu arada Türk memur ve milletvekilleri silah zoru ile yönetimden uzaklaştırılarak devlet gasbedildi. Tüm devlet daireleri, Radyo-TV işgal edildi. Böylece Cumhuriyet bir Rum devletine dönüştü. Nitekim saldırıların da aynen bu planda öngörüldüğü gibi gerçekleştirildiği daha sonra ortaya çıkmıştır. Ne ki Türk Halkının mukavemeti, planda öngörülen sonuçların, bütünü ile gerçekleşmesini önlemiştir.

Planın tam metni şöyleydi:

Çok Gizli Karargah
Başpiskopos Makarios'un verdiği son demeçler Milli davanın yakın bir gelecekte alacağı yönü gösterir. Geçmişte de belirttiğimiz gibi milli davalar bir günde halledilemez. Milli davaların çeşitli gelişim merhalelerinin tamamlanması için belli zaman tahditleri koymak da mümkün değildir. Davamız şimdiye kadar yer almış olan gelişmelerin, bu süre içinde belirmiş şartların ve alınmış tedbirlerin ışığında, bu tedbirlerin ayarlanması ve tatbiki de göz önüne alınarak incelenmeli ve alınacak tedbirler iç ve dıştaki politik duruma uygun olmalıdır. Bütün bu işlem gerçekten güçtür ve birçok safhadan geçirilmesi şarttır; çünkü sonucu etkileyecek olan çok ve çeşitli nedenler vardır. Herkesin, alınan tedbirlerin esaslı bir inceleme sonucu alındığını ve gelecekte alınacak tedbirlerin temelini teşkil ettiğini bilmesi kafidir. Ayrıca, şimdi düşünülen bu tedbirlerin, `ilk adım'ı ve `self-determinasyon' hakkımızı kayıtsız şartsız ve tam olarak tatbiki olan gayemizin `yalnız bir safhasını' teşkil ettiğini de bilmesi kifayet eder.

Esas gaye değişmeyip aynı kaldığına göre, incelenmesi gereken bu gayenin gerçekleştirilmesi için izlenecek yol ve usüldür. Bunlar da, zaruri olarak iç ve dış (uluslararası) taktikler diye ikiye ayrılmalıdır. Çünkü, davamızın, içte ve dıştaki takdimi ve yönetilmesi ayrıdır.

A. Dıtta Kullanılacak Metod
EOKA mücadelesinin son safhasında Kıbrıs davası dünya kamu oyuna ve diplomatik çevrelere "Kıbrıs halkının self-determinasyon hakkına kavuşması: şeklinde sunulmuştu. Fakat hatırlanacağı gibi bu arada 'Türk azınlığı sorunu', bilinen şartlar altında ortaya atılmış ve toplumlararası çarpışmalardan sonra iki toplumun birleşik bir idare altında beraber yaşayamayacağı fikrini kabul ettirmek için büyük çaba harcanmıştı. Sonunda problem birçok uluslararası çevrelerin zannınca Londra ve Zürih anlaşmaları ile halledilmiş ve bu anlaşmalar, mücadele eden taraflar arasındaki görüşmeler sonunda varılan çözüm olarak gösterilmişti.

a. Bu sebeple ilk hedefimiz, uluslararası alanda, Kıbrıs probleminin çözümlenmediği ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanısını yaratmak ve yaymak olmuştur.
b. Aşağıda belirtilen kanıların yaratılması ilk gaye olarak kabul edilmiştir:
i. Bulunmuş olan hal çaresi tatminkar ve adil değildir.
ii. Varılan anlaşma, çatışmakta olan tarafların iradesi sonucu elde edilmemiştir.
iii.Anlaşmaların tadili arzusu Rumların imzalarını inkar etme niyetinden değil; onların varolması için elzem oluşundan doğmaktadır.
iv.İki toplumun birarada yaşaması mümkündür, ve
v. Yabancıların güvenmesi ve dayanması gereken kuvvetli unsur Türkler değil, Rum ekseriyetidir.
c. Yukarıdaki gayeleri gerçekleştirmek çok güç ise de tatminkar sonuçlar alınmıştır. Birçok diplomatik temsilci, anlaşmaların tatminkar ve adil olmadığına gerçek görüşmeler sonucu değil de, gözdağı ve baskı ile imzalandığına ve birçok tehditler sonunda empoze edildiğine inandılar. Anlaşmalar sonucu varılan hal çeresinin halkın tasvibine sunulmamış olması elimizde önemli bir kozdur. Liderliğimiz de aklıselimle hareket ederek bir referandumdan kaçındı. (Aksi halde, 1959'daki atmosfer içinde halk anlaşmaları mutlaka tasvip ederdi). Genel olarak dıtarıya Kıbrıs'ın şimdiye kadar Rumlar tarafından idare edildiğini, Türklerin ise sadece olumsuz, köstekleyici bir fren rolü oynadığını gösterdik.
d. Birinci safhadaki faaliyetlerimizi ve gayelermizi böylece tamamladıktan sonra ikinci safhayı uluslararası bir seviyede gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu ikinci safhadaki gayemiz aşağıdaki hususları belirtmek ve kabul ettirmektir:
i. Rumların gayesi Türkleri ezmek değil, idari mekanizmanın aykırı ve makul olmayan kısımlarını ortadan kaldırmaktır.
ii. Bunların hemen ortadan kaldırılması gerekir, çünkü `yarın' çok geç olabilir.
iii. (yayınlanmamıştır)
iv. Bu gözden geçirme sorunu Kıbrıslıların bir iç sorunudur ve bunun için kimseye, dıştan herhangi bir müdahale -güç kullanılsın veya kullanılmasın- hakkını vermez; ve
v.Öngörülen değişiklikler makuldür, adildir ve azınlığın makul addedilen haklarını da korur.
e. Genel olarak denilebilir ki bugünün uluslararası düşünüşü her türlü baskının -bilhassa azınlıklara yapılan baskının- karşısındadır. Şimdiye kadar Türkler dünya kamu oyunu Adanın Yunanistan'a ilhak edilmesinin kendilerini köle durumuna sokacağına inandırmakta başarı gösterdiler. Bu şartlar altında mücadelemizi "Enosis" değil de "self-determinasyon" temeline daya***** dünya kamu oyunu etkileyebiliriz.

Self-determinasyon hakkımızı tamamen ve engellenmeden kullanabilmemiz için de anlaşmalardan (Garanti ve İttifak anlaşması vs) ve anayasanın halk iradesinin kayıtsız bir şekilde ifadesini engelleyen ve dış müdahale tehlikesi arz eden hükümlerinden kurtulmamız gerekiyor. Bu sebeple ilk hedefimiz Kıbrıslı Rumlarca kabul edilmemiş diye belirtilmesinde karar kıldığımız Garanti Anlaşmasının elimine edilmesidir. Garanti anlaşması ortadan kalktıktan sonra önümüzde bizi bir plebisitle kendi geleceğimizi seçmekten alıkoyabilecek hiçbir hukuki ve manevi engel kalmayacaktır.


Yukarıdaki izahattan anlaşılacağı üzere planımızın başarısını temin etmek için kademeli bir "çaba ve gelişme" yolu seçilmesi gerekiyor. Bu çabalar ve gelişmeler gerçekleşmezse gelecekteki davranışlarımız kanun bakımından haksız, politik yönden ise başarısı imkansız bir hale girer. Ayrıca Kıbrıs'ı ve halkın (Rumları) büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakmış oluruz.

İzlenecek hareket hattı şöyledir:

a. Anayasanın olumsuz maddelerini tadil etmek ve bunun sonunda "Garanti ve İttifak anlaşmalarını" de facto olarak ortadan kaldırmak.
Bu adım kaçınılmazdır; çünkü herhangi bir anlaşmanın olumsuz yönlerini tadil etmek ihtiyacı, genellikle bütün dünyaca kabul edilmiştir ve makul addedilmektedir. (Burada bir pasaj yayınlanmamıştır). Buna karşılık böyle bir tadil çabasını önlemek gayesini güden herhangi bir dış müdahale haksız ve gereksiz sayılmaktadır.
b. Bunu gerçekleştirir gerçekleştirmez Garanti Anlaşması (müdahale hakkı) kanunen ve esas olarak tatbik edilmez.
c. Garanti ve İttifak anlaşmalarının self-determinasyon hakkını kısıtlayıcı hükümleri böylece ortadan kaldırıldıktan sonra Kıbrıs halkı (Rum toplumu) kendi iradesini serbestçe ifade edip uygulayabilecektir.
d. O zaman, devlet kuvvetlerinin (Polis Gücü) ve buna ek olarak dost ülke askerlerinin, dıştan veya içten gelen herhangi bir müdahaleye karşı koyması mümkün olacaktır, çünkü o zaman tamamen bağımsız bir durumda olacağız.

Görülüyor ki harekatın (a) maddesinden d maddesine kadar olan kısımlarının belirttiğimiz sıraya göre tatbik edilmesi şarttır.

Bunun sonucu olarak da belirtilen gerçek şudur: Eğer Uluslararası alanda başarı şansı umuyorsak mücadelemizin herhangi bir safhasını, bir önceki safha tamamlanmadan açıklamamak zorundayız. Örneğin, yukarıda bellirtiğimiz dört safhanın gerekli sırayı teşkil ettigi kabul edilirse, bu sıranın (d) maddesi önceden açıklandığı zaman (a) maddesindeki tadillattan söz etmek anlamsız ve faydasız olur, çünkü anayasanın olumsuz hükümlerini tadil etmek yollarını ararken böyle bir revizyonun Devlet ve Anlaşmaların fonksiyonu için gerekli olduğu bahanesini öne sürmekle gülünç bir duruma düşmüş oluruz.

Yukarıda belirtilenler, hedef ve gayelerimiz ve uluslararası alanda izlenecek usul ile ilgili noktalardır.


B. İç Cephe
İç alandaki hareketlerimiz Türklerin yapacakları tepkiye, dışta bu hareketlerin yorumlanmasına ve yapacaklarmızın milli davamız üzerindeki etkisine göre düzenlenecektir.

`Aşılmaz' diye tanımlayabileceğimiz tek tehlike asker kullanarak yapılacak bir dış müdahale ihtimalidir. Kısmen veya tüm olarak kendi gücümüzle karşılayabileceğimiz bu tehlike, yaratması muhtemel maddi zarardan ziyade politik alanda yapacağı olumsuz etki yönünden önemlidir. Eğer dış müdahale, planımızın 'c' safhası uygulanmadan önce yapılırsa, böyle bir müdahale tamamen haklı görünmese de hukuki yönden geçerli sayılabilir ki bu da uluslararası alanda ve Birleşmiş Milletler'de aleyhimize olur. Son zamanlarda yer almış olan buna benzer olayların tarihi gösteriyor ki, hiç bir müdahale olayında -müdahale hukuk dayanağından tüm olarak yoksun olsa bile- mütecaviz,saldırıya uğrayandan önemli tavizler koparmadan, ne Birleşmiş Milletler ne de diğer kuvvetler tarafından sökülüp atılmıştır. İsrail'in 1959'daki Süveyş saldırısında, harekatın Birleşmiş Milletler tarafından takibine ve Sovyetler Birliği'nin duruma müdahale tehdidine rağmen, saldırıyı yapan İsrail, geri çekilmesine karşılık Kızıl Deniz'deki Eliat limanını elde etmesini bilmiştir. Kıbrıs için böyle bir durumda çok daha büyük tehlikeler vardır.

İyi çalışır ve yukarıda (a) safhasında belirtilen teşebbüsümüzü başarılı kılarsak, göreceğiz ki hem müdahaleyi haksız gösterecek, hem de bütün dünyanın desteğini kazanmış olacağız, çünkü Garanti anlaşmasına göre garantör devletler (İngiltere, Yunanistan ve Türkiye) arasında müzakereler yer almadan müdahale yapılmaz. Asıl uluslararası desteğe işte bu devrede (müdahale öncesi temas devresi) ihtiyacımız olacaktır. Böyle bir desteği de ancak Anayasada yapılmasını teklif ettiğimiz değişiklikler haklı ve akla yakın görüldüğü zaman kazanabiliriz. Bu sebeple öne süreceğimiz değişiklikleri kararlaştırırken çok dikkatli olmamız gerekir. Bu durumda, ilk adım, müdahale tehlikesini ortadan kaldırmak için Anayasayı tadil etme teklifi yapmaktadır. İzlenecek taktik (yayınlanmamıştır).


Aşikardır ki müdahalenin haklı gösterilmesi için anayasadaki basit bir revizyon teklifinden daha ciddi bir sebep, daha yakın bir tehlike olması gerekir. Bu sebepler tunlar olabilir:
a. 'a' ve 'c' hareketi yerine getirilmeden ENOSİS'in ilanı.
b. 'Türklerin katliamı' diye aksettirilecek ciddi toplumlararası huzursuzluk ve çarpışma.

İlk sebep, birinci safha için hazırlanan plan gereğince kendiliğinden ortadan kalkmıştır; böylece geriye `toplumlararası çatışma' tehlikesi kalmış oluyor. Tahrik edilmeksizin Türklere karşı bir katliam girişmek veya hücum etmek niyetimiz yoktur. Bu sebepten...(Bu kısım Rum yayın organlarınca gizli tutulmuş yayınlanmamıştır) Türkler şiddetli reaksiyon göstererek olaylar ve çatışmalar yaratabilirler, veya çarpışmalar yaratarak Rumların kendilerine hücum ettiği ve bu yüzden can ve mal emniyetleri için müdahalenin kaçınılmaz olduğu intibaını yaratmaya çalışabilirler.

İzlenecek taktik: Anayasayı tadil etme çabalarmız gizli olmayacak. Daima barışçı görüşmelere hazır görüneceğiz ve hareketlerimiz hiç bir zaman tahrik edici veya sert bir şekilde olmayacak. Patlaması muhtemel her olay, başlangıçta kanun çerçevesinde ve kanuni kuvvetler -Devletin Polis Gücü- tarafından, belli bir plana göre karşılanacaktır. Bütün hareketlerimiz hukuki bir çerçeve içinde yapılacaktır.

(Bu madde gizli tutulmuş yayınlanmamıştır).

Türklerin, Anayasayı tadil için girişeceğimiz ciddi hareketlere tepki göstermeyeceğini düşünmek ve genel planımızın yukarıda anlatılan birinci safhasını gerçekleştirme çabalarımıza karşı olaylar ve çatışmalar yaratmayacaklarına inanmak safdillik olur. Bu sebeple Teşkilatımızın varlığı ve kuvvetlenmesi zaruridir. Çünkü:
a. Türklerin içten gelen bir direnmesine karşı bizim karşı hücumumuz ani olmazsa, Rumlar arasında -özellikle kasabalarda- panik yaratılması tehlikesi vardır. O zaman geniş ve çok önemli bölgelerde Türklere 'hücum gücümüzü' ani olarak ve etkili bir tekilde gösterebilirsek, kendilerine gelecekler ve hareketleri önemsiz, tecrid edilmit olaylara inhisar edecektir.
b. Türklerin planlı veya plansız herhangi bir hücumu karşısında- bu hücum bir gösteri olsun veya olmasın- hemen harekete geçmek, şiddet kullanarak böyle bir hücumu en kısa bir zamanda bastırmak zorundayız. Çünkü durumu bir iki gün içinde tam olarak kontrol edebilirsek, dış müdahale mümkün olmayacağı gibi haklı da görülmeyecektir.
c. Herhangi bir Türk tetebbüsünün kuvvet kullanarak, kat'i olarak bastırılması, bizim sonradan gireceğimiz ve Anayasada yeni tadilata matuf hareketlerimizi kolaylaştıracak ve aynı zamanda tatbikatta bir Türk reaksiyonunu önleyecektir. Çünkü Türkler, gösterecekleri herhangi bir reaksiyonun toplumları için ciddi sonuçlar doğurabileceğini kavramış olacaklardır.
d. Çatışmaların yayılıp büyümesi halinde plandaki (a) ve (d) safhalarını uygulamaya ve ENOSİS'i derhal ilan etmeye hazır olmalıyız. Çünkü o zaman diplomatik faaliyete ihtiyaç kalmamış olacaktır.


Bütün bu safhaların tatbikinde büyük rol oynayacak bir faktörü unutmamak lazım. Üyelerimizi ve halkı aydınlatmak ve planlarımızı bilmeyen veya bilmesine imkan olmayan `tutucu' çevrelerin propagandalarına karşı koymak. Bellirttiğimiz gibi mücadelimizin en azdan dört safhadan geçmesi şarttır. Ayrıca bu süre içinde planlarımızı ve niyetlerimizi, zamansız olarak açıklamamak zorunluğundayız.

Görüleceği gibi bu konuda her şeyi gizli tutabilmek milli görevden de üstün bir görevdir. "Gizlilik" başarımız ve bekamız için hayati bir önem taşır. Bunun böyle olması 'tutucu' zümreyi ve sorumluluk duygusundan yoksun demagogları, tahrik edici konuşmalar yapmaktan, sözde millici beyannameler dağıtmaktan alıkoymayacaktır. Planlarımızın geçiş safhaları onlara bir çok fırsatlar verecek niteliktedir. Liderlermizin esas gayesi'nin 'milli hedef' olmadığını ve yalnız anayasayı tadil etme peşinde koştuğumuzu söyleyecekler, ithamlar yağdıracaklardır. Anasyasayı, kararlaştırdığımız gibi aralıklı merhalelerle ve hüküm sürülen şartlar çerçevesinde tadil etmek gerekliliği işimizi daha da güçleştiriyor. Bütün bunlar bizi sorumsuz demagojiye, sokak politikasına ve millicilik yarışına itmemelidir. İcraatımız bizi, inkar edilmeyecek bir şekilde, haklı gösterecektir. Her halukarda, hepimizin iyi bildiği nedenler yüzünden, bu Planın gelecek seçimlerden çok önce tatbik edilmesi ve başarı ile sonuçlanması gerektiğine göre, önümüzdeki kısa devre içinde göstereceğimiz itidal ve soğukkanlılıkla temayüz etmeliyiz. Buna paralel olarak vatansever kuvvetlermizin birliğini ve disiplinini korumak ve bununla da kifayet etmeyip bu birliği takviye etmek zorunluluğundayız. Bu konuda başarı sağlamak için üyelermizi iyice aydınlatmalıyız ki onlar da halkı aydınlatabilsinler.

Herşeyden önce 'tutucuların' gerçek kimliklerini açıklamalıyız. Bunlar küçük, sorumsuz demagoglar ve fırsatçılardır. Son yılların tarihi bunu açıkça ortaya koymuştur. Bunlar, liderliğimize kuduz köpekler gibi saldıran, fakat geçerli, pratik ve akla yakın herhangi bir çözüm yolu göstermekten aciz, başarı yoksunu,menfi ruhlu gerici insanlardır.

Hareketlerimizde başarı sağlayabilmemiz için, son dakikaya kadar kuvvetli ve istikrarlı bir hükümete ihtiyacımız vardır. Bu böyle bilinmelidir. Bu tutucular güruhu, nutuk çekmekten başka bir şey yapmaktan aciz gürültücü parolacılardır. Daima, ciddi ve kesin bir hareket gerektiği zaman, fedakarlık gerektiği zaman, ortada güçsüz zavallılar olarak kalmışlardır ve kalacaklardır. Bunun en tipik örneği şimdiki tutumlarıdır: En iyi hareketin Birleşmiş Milletler'e başvurmak olduğunu teklif ediyorlar. Bu yüzden bunların tecrid edilmeleri ve daima uzakta tutulmaları şarttır.

Planımızı üyelerimize YALNIZ SÖZLÜ olarak anlatmalıyız. Toplantılar teşkilatın Alt-Karargahlarında (bölge karagahlarında) yapılmalı ve üyelerimizin halkımızı aydınlatabilmeleri için, bölge karargah lideri ile üyeleri, planımız ve niyetlerimiz konusunda iyice aydınlatılmalıdır. HERHANGİ BİR YAZILI İZAHAT YAPILMAMALIDIR. YUKARIDAKİLERLE İLGİLİ HER HANGİ BİR DÖKÜMANIN KAYBI VEYA DIŞARIYA SIZDIRILMASI VATANA İHANET SUÇU SAYILIR. Bu dökümanın açıklanması, ihbarı veya muhalefet tarafından yayınlanması kadar zararlı ve mücadelemize bu kadar ağır bir darbe indirecek başka bir hareket düşünülemez.

Üyelerimizin sözlü aydınlatılması dışındaki bütün çalışmalarımız, bilhassa basındaki yayınlarımız çok ılımlı olmalı ve planımız hiçbir şekilde ifşa edilmemelidir. Yalnız sorumlu üyeler halka hitab edebilir, nutuk söyleyebilir beyanat verebilir. Onlar da planımıza temas ederken kendi şahsi sorumluluklarına ek olarak alt-karargah başkanlarının sorumluluğu ile hareket ederler. Yazılı plandan söz etmek gerekirse, bu, alt-karargah başkanlarının izni ile yapılır. Başkanlar yapılacak konuşmayı veya verilecek demeci iyice kontrol ederler. Hemen şunu de bildirelim: Böyle bir konuşma veya demecin HİÇ BİR ŞEKİLDE BASINDA VEYA BAŞKA YAYINLARDA YER ALMASINA İZİN VERİLMEMELİDİR.

İzlenecek taktik: Üyelerimizi ve halkı SÖZLÜ OLARAK aydınlatmak için büyük çabalar harcanmalıdır. Kendimizi "ılımlı" gösterebilmek için hiç bir çaba esirgenmemelidir. Hiç bir yazıda, veya basında, veya herhangi bir dökümanda planımızdan bahsedilmemelidir, böyle bir konuya temas edilmemelidir. Sorumlu üyelerimiz halkı aydınlatmaya devam edecekler, moral yükseltmek, halkın mücadele ruhunu takviye etmek için gerekli çalışmayı -basın veya diğer kanallarla planlarımızı ifşa etmeden- en iyi şekilde yapacaklardır.

NOT: Bu döküman, alındığı günden itibaren on gün içinde, alt-karargah başkanının sorumluluğu altında ve bütün kurmay üyelerinin huzurunda yakılmak suretiyle yok edilecektir. Bu dökümanı kısmen veya tüm olarak kopya etmek şiddetle yasaktır. Alt-karargahın kurmay üyeleri, başkanlarının sorumluluğu altında planı alıp inceleyebilirler. Lakin bölge başkanı dahil hiç bir üye bu dokümanı alt-karagah binasından çıkaramaz.


Batkan

AKRİDAS
Olaylardan Kıbrıs Türkü'nü sorumlu tutanlar için, yukarıda açıklanan belgede bir çok cevap bulunmaktadır. Kimin kurulu düzeni bozmak için planlar hazırladığı, şu kadar zaman sonra atılacak adımı hesapladığı ve sonuca dolu dizgin ilerlemek için kan akttığı bu sayede açığa çıkmıştır. Rum-Yunan ortak cephesi, 1960-1963 devresinde geçirilen tüm krizlerin nedenini teşkil etmiştir. İstenen, Anayasanın işlemediğini isbat idi. Bu uğurda belediye, ordu, memur meseleleri, vergiler üzerinde tartışma yaratılmış, hatta Anayasa Mahkemesi başkanının yıpratılmasına kadar gidilmiştir. Amaçları, sunduğumuz belgeden de anlaşıldığı gibi, halk oyu ile Enosisi tahakkuk ettirmektir. Sadece dikkat edilen husus, Türk müdahalesinin bertaraf edilmesi idi. Nitekim, Aralık 1963'e yaklaşıldığında, "Garanti Andlaşması"nın silahlı müdahale hakkı tanımadığı tezinin ortaya atıldığı görülmüştür.

Bu belge ile şunu ortaya koymaktayız: Rumlar Cumhuriyetin devamında samimi değildir. Rumlar Cumhuriyeti bir ara aşama kabul etmekteydiler. Bir takım kişilerin Makarios'u bağımsızlığın timsali yapmaları, tepeden tırnağa kadar hatadır. Makarios, icabında kan dökerek adayı ilhak etmek kararında idi ve bunu Aralık 1963'de uygulamıştır. Niçin Aralık 1963 seçilmiştir? Yayınlanan belgede de belirtildiği gibi, Cumhuriyet'ten Enosise geçişi başarabilmek için ortaya konan plan kademe kademe uygulanmalı idi. Bunun için 1961'de yahut 1962'de silahlı hareket olamazdı. Çünkü Anayasanın işlemediği isbat edilmemiş, belediye, ordu, memur meseleleri dışa duyurulmamıştır. Ve uygulama bir sıraya göre oluyordu.

Siyasi planlama yanında ismi konmaksızın, "Teşkilat" olarak anılmakta olan bir Rum Yeraltı Teşkilatı kurulmuştur. Kademe kademe gidişin bir gün silahı gerektireceği zaten kendilerince teslim edilmiştir. Yeraltı Teşkilatı kurulmuştur. Kademe kademe gidişin bir gün silahı gerektireceği zaten kendi PATRİS Gazetesinin 22 Ocak 1967 tarihli sayısında da silahlı Rum teşkilatı hakkında gerekçe şu şekilde verilmiştir: (Yukarıda geçen (a),(,©, ve (d) maddelerini burada da özetliyerek tekrarlamayı faydalı görüyoruz) "TEŞKİLAT NASIL KURULDU: Kayıtlar AKRİDAS (Yorgacis) tarafından hazırlanmıştır. Kuvvetli bir teşkilatın varlığı zaruridir.

Çünkü:
a. Türkler tepki gösterirse ve ani hücumumuz olmazsa, Rumlar arasında paniğe sebep olacağız. O zaman tamiri imkansız bir durum doğacaktır. Bir çok bölgeleri kaybetmiş olacağız. Bu bölgeler Türklerin eline geçecektir. Gayelerimizden biri Türkleri dar bölgelere sıkıştırmaktır.
b. Türklerin, sebeplerini perdeleyerek girişecekleri hareketlerini, kısa zamanda durdurmak zorundayız. Türkleri birkaç günde bertaraf edersek, bir dış müdahale imkan dahilinde olmayacaktır. Ve böyle bir müdahale haklı görülmeyecektir.
c. Yukarıda belirtildiği gibi istenen olursa, ilerdeki hareketlerimiz kolaylaşacak ve tepki ile karşılaşmayacağız. Çünkü Türkler, tepkilerinin kendilerine zararı dokunacağını anlayacaklardır.
d. Eğer çarpışma genelleşirse ve adaya yayılırsa yukarıdaki planlara göre hareket etmeli ve derhal Enosisi ilan etmeliyiz. Çünkü diplomatik faaliyet için sebep olmayacaktır.


Akridas'ın görüşleri: Tek tehlike dıştan şiddet yoluyla bir müdahale ihtimalidir. Böyle bir müdahaleye karşı koyabileceğimiz için, maddi zararımız ağır olmayacaktır. Sadece tamamlanması gereken, siyasi sahadaki güçlüklerdir". Bu gerekçe ile Cumhuriyetin İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis başkanlığında silahlı bir teşkilat kurulmuştur. Yorgacis "Akridas" takma adını kullanmıştır. Teşkilat, Lefkoşa esas alınarak kurulmuş ve vuruş kabiliyeti buna göre ayarlanmıştır. Patris gazetesinin 27 Ocak 1967 tarihli sayısında ilgili evrakın listesi de verilerek "Genel Harekat Planı" açıklanmıştır. Plan Türk bölgelerinin kontrol altına alınması ve Türk liderlerinin kaçırılmasını öngörmekte idi. Esas noktalar şöyle belirtilmektedir.

Plan 1:
(Lefkoşa ve Varoşları Karargahının Harekatı Planı) Lefkoşa ve civarı "Karargah" adı altındaki bölgeyi teşkil etmektedir. Bölge beş kesime ayrılmıştır.

Birinci Kesim: Şehrin Batı kesimi (Ayios Pavlos-Ayios Demotios) (Hava alanı yolu)
İkinci Kesim: Eski Şehir (Dereden Mağusa kapısına kadar)
Üçüncü Kesim: Kuzey Kısım (Yenişehir-Kızılbaş)
Beşinci Kesim: İç Kısım (Şehir ve civarlarının diğer kısımları) bu kesime yedek kuvvetler de dahildir.

- Her "kesim", bölge komutanı tarafından idare edilecektir.
- Bu komutan "Karargaha" bağlıdır. "Karargah" aynı zamanda Lefkoşa kazasındaki grupları da idare eder.
- "Karargahın görevi": Türklerin planlı ve plansız her hücumuna karşı, Kıbrıs Rum halkının can va malını, okulları ve saireyi korumak ve Türklere karşı büyük çapta misillemeye girişmektedir.
- Her bölgenin komutanı da aynı görevi paylaşır. Ve bu gaye için kuvvetler bulunmaktadır.
Savunma grupları: Türklerin hareketlerini püskürtmek için.
Yedek grupları: Savunma gruplarını takviye için.
Sabotaj grupları: Bu gruplar, Türklerin herhangi bir hareketine karşı, misillemeye giriteceklerdir.
Emniyet grupları: Bu gruplar, binalar çevresinde devriye gezeceklerdir.

Yukarıdakilere ilaveten karagahın emrinde yedek ve sabotaj grupları bulunmaktadır. Bu gruplar her hangi bir bölgenin imdadına koşabilecektir.

- Her bölge ve yedek kuvvetler için ayrı harekat planları vardır. Bu planlar, genel planın bir parçasıdır.
- "Karargah", durumu izleyip, yedek kuvvetleri ihtiyaçlı yerlere gönderir.
- "Karargah" Planların engelsiz çalışması için gerekli personeli, kararlaştırıp herkesi yerine sevkedecektir. Yukarıdakilere ilaveten, şehir ve civarı karargahı aşağıdaki işleri yapmalıdır:
(Bu kısım Rum yayın organlarınca mahzurlu buluna-rak yayınlanmamıştır).

- Türk semtlerine giritilecek sabatoj hareketleri için genel bir plan hazırlanmalıdır. Ve plana göre her bölgenin sabotaj grupları faaliyete geçirilmelidir.
- Daha büyük bir plan hazırlanması ve "karargah'a" bağlı olan grupların bunu tahakkuk ettirmeleri gerekmektedir.
Örnek: Patlayıcı madde taşıyan arabaları uçurmak Benzin arabaları ile yangın çıkarmak v.s.
- Silahsız halkı teşkilatlandırmak ve kendilerine av tüfekleri vermek. Böylelikle her evde bir av tüfeği bulundurmak ve ailenin emniyetini temin etmek mümkün olacaktır. Bu takdirde yoldan her geçen Türke atet edilebilecektir.
Şimdi elde bulundurulmakta olan zırhlıların varlığını tamamiyle gizli tutmak ve sırası geldiğinde bunları kullanmak önemlidir. Bu zırhlıları kullanacak kişiler eğitim göreceklerdir".

Rum toplumunun "tetkilatlanması" hakkında 29 Ocak 1967 tarihli Patris gazetesinde aşağıdaki belge ile yeni bilgiler elde edilmiştir. Önemli olduğu için tercümesini aynen veriyoruz:

Plan 2:
Lefkoşa ikinci harekat planı

1- Kıbrıs Türklerinin nümayiş yapmaları ve daha sonra Rum semtlerine girip sabotaj hareketlerinde bulunmaları muhtemeldir. İlaveten ani ve gizli olarak, bilhassa geceleyin Rum semtlerine, Rumların can ve mallarına tecavüz etmeleri mümkündür. Ayrıca daha büyük harekatlara girişimleri muhtemeldir. Aynı zamanda açık veya kapalı yerlerde toplu halde bulunan Rumlara hücum etmeleri ve hükümete veya fertlerine ait binaları bombalarla havaya uçurmaları mümkündür.
2- Bölge emirleri: Türk nümayişlerine karşı koymak kudretinde olmalıdır.
- Baf sokağı ve Ermu sokağı güneyinde, Ayluka ve Aykasyanos'taki Rum evlerini, Türk hücumlarına karşı korumak ve Türklerin Rum semtlerine akmalarına mani olmak.
- Türklerin harekatları püskürtüldükten sonra Türk semtlerine sızmak ve cetvel 2'de gösterilen hedeflere sabotaj yapmak.
(Cetvel 2 Rum yayın organlarınca yayınlanmamıştır).
- Ermu sokağına yakın Türk evlerini yok edecek durumda olmalıdır. Türk semtlerine yakın olan önemli binaları kilise, okul v.s.'yi korumak.
- Cimnasyo, Fanoromani Kilisesi ile Fanoromani Okulunu korumak.

3- Eski Şehirdeki bütün Rum semti bu bölge komutanlığına bağlıdır. Ortak bölgedeki sokaklar şunlardır:
Baf, Ermu, Karababa, Ayyakavos, Büyük Konstantin, Yuannu Çimitku, Kraliçe Elizabeth, ayiospridanos, Franro, Su Deposu.
4- Bu bölgeye şu gruplar bağlıdır:
9 Savunma grubu :109 kiti
2 Emniyet grubu : 24
4 Yedek grubu : Normal kadro
4 Sabotaj grubu : 20 kiti
Mevcut Silahlar : 25 otomatik (sten tipi), 2 bren,
19 piyade, 91 av tüfeği, 4 tabanca. Ayrıca
Bazuka, havan ve el bombası.
(Yedek grupların silahları dahil değildir)"

31 Ocak 1967 tarihli Patris gazetesinde Rumların silahlı harekatları ile ilgili tamamlayıcı bilgi yayınlanmıştır. Aynen aktarmaya devam ediyoruz:

Plan 3:
Lefkoşa şehri 4.bölge harekat planı:


1- Kıbrıs Türklerinin özellikle Ortaköy, Gönyeli ve Mandrez'den, Yenişehir ve Kızılbaş bölgelerine büyük ve küçük gruplar halinde sızıp Rum emlakine karşı mevcut irtibatını kesmeleri, nihayet açık ve kapalı yerlerdeki Rum topluluklarına hücum etmeleri mümkündür.
2- Bölge emirleri: Bu iki bölgedeki Rumları Türk bölgelerinden gelecek hücumlara karşı korumak.
- Yenitehir'in savunması, normal savunma ile yapılacaktır. Kızılbaş'ın ise Gönyeli ve Ortaköy'den gelen yolların üzerinde mevziler yerleştirilerek yapılacaktır.
Görevlerden biri de iki bölge arasındaki irtibatı temin etmektedir. Türk semtlerinde Cetvel 4'de görüldüğü gibi.(Cetvel 4 Rum yayın organlarınca açıklanmamıştı)
- "Karargahtan" alınacak emirler üzerinde sabotaj hareketlerinde bulunacaklardır.
Üçüncü bölgedeki grupların Türklere karşı girişecekleri hücumlarda kendilerine yardım edilecektir. Bu bölge "Doğudadır". Bu bölgedeki Türk aileleri bertaraf edilecektir.
3- Bölgedeki gruplar:
4 Savunma grubu : 44 kiti
2 Emniyet grubu : 8 kiti
3 Yedek grubu :.....(Rakam gizlenmiştir)
2 Sabotaj grubu :10 kiti
Silahlar : 3 tabanca, 11 otomatik (sten tipi),
1 ağır makineli, 1 bren, 32 av tüfeği,
bazuka ve el bombaları." Yedek
grupların silahları dahil değildir.

1 Tubat 1967 tarihli Patris gazetesinde Rum silahlı teşkilatı hakkında tamamlayıcı bilgi yayınlanmıştır. Beşinci bölge hakkında bilgi verilmemiş, altıncıya geçilmiştir.
6- Birinci Savunma Grubu: (Grup komutanının adı verilmedi. Bu grup 16 kişiden kuruludur. Silahları: 2 Otomatik (sten tipi), 1 bren, 11 av tüfeği ve el bombaları.
Hilarion sokağından, benzin istasyonuna ve oradan Trafik polisine kadar görev yapacaktıi. Daha sonra Cavella sokağından Kilisenin üstüne kadar mevzilenip Türklerin sızmasına mani olacaktır. Trafik polisinin işgalini planlayacak ve "Karargahın" emrinden sonra harekete geçecektir. Kızılbaş ve Un fabrikasındaki Rumlarla irtibat kurup Girne yolunun kapanmasını sağlayacaktır.
7- İkinci Savunma Grubu: Bu grubun kuvveti 12 kişidir. Silahları: 1 Bren,1 Otomatik, 1 tabanca, 2 piyade, 7 av tüfeği. (Grup komutanın adı ile el bombası adedi verilmedi).
Görevi: Truman sokağından, Dangli sokagına kadar mevzilenip, Türklerin sızmalarına mani olmak. Devamlı olarak buzhanenin önünden Türk okulları ile civardaki Türk evlerine ateş açılacaktır. Birinci ve üçüncü gruplarla iplik fabrikası ve buzhane grupları ile irtibat halinde bulunacaktır. Toplanma yeri iplik fabrikasıdır.
8- Üçüncü Savunma Grubu: Grubun kuvveti 18 kişidir. Silahları: 3 Otomatik (sten tipi), 2 piyade, 13 av tüfeği. (El bombaları ve komutanın adı verilmedi).
İşgal edeceği mevkiler: Dangli sokağı ile Truman sokağından, Yenişehir'deki okullar arasındaki bölgeden sorumlu olacaktır. Türklerin sızmasına mani olacak. Yenşehir'deki okulda, kuvvetli bir mukavement kuracaktır

Devamlı atışla, Tepedelen sokağı kontrol edilecektir. Kaymaklı'nın batısında olan gruplara yardım edecek durumu yaratacaktır. Ateş saha ile Kızılbaş grubuyla irtibat temin edecektir. Toplanma yeri isidoru sokağıdır".
Gazete 9 ve 10. maddeleri yayınlamaktan sakındı.
11- Birinci Yedek Grupları: Bu gruplar tam kadrolu ve silahlı olup, ismi verilmeyen bir komutanın emrindedir. Bölge komutanı tarafından emir alır almaz derhal sabotaj hareketlerine girişecektir. Dangli sokağının doğusundaki Türk semtine sızma yapacak ve cetvel 4'teki gibi, (cetvel 4 Rum yayın organlarınca yayınlanmadı) sabotaj hareketleri yapacaktır. Toplanma yeri Saray Sokağıdır.
12- İkinci yedek grubu: Yenişehir
Tam kadrolu ve silahlıdır. Emir verilince şu görevleri yapacaktır:

İkinci grupla beraber Yenişehir'de kalan Türk ailelerini bertaraf edecektir. Bir ve İkinci savunma gruplarını takviye edecektir. "Karargahtan" emir çıktıktan sonra Trafik polisini işgal için birinci gruba yardımcı olacaktır. Güney ve batıdaki Türk semtlerine sızacak, cetvel 4'deki gibi sabotaj hareketleri yapacaktır. Toplanma yeri Bidinu sokağıdır.
Aşağıdaki savunma gruplarını teşkilatlandırmak ve silahlamak, bu bölgenin sorumluluğundadır:

Un fabrikası, İplik fabrikası, Buz fabrikası, Dianellos Tütün fabrikası.

Bu grupların kadrosu ve silahları yeterli derecede tutulmalıdır. Kadrosu, bu fabrikalarda çalışan işçilerden olacak ve silahlar bu fabrika sahipleri tarafından satın alınacaktır. Fabrikaların savunma grubu komutanları, Kızılbaş ve Yenişehir'deki gruplarla temas edip, birbirlerine yardımcı olmaya çalışacaklardır. Fabrikaların gözetimi daimi olacaktır. Silahlar şimdiden fabrikalarda saklanacaktır".


Mart 1964 tarihli kararın önemi nedir, Yeşil Hat ne zaman çizildi?

Saldırıların sürmesi üzerine 24 Aralık 1964'de bir toplantı yapan Türkiye Hükümeti, ateş-kes anlaşmasına uyulmaması halinde ateş-kesin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından sağlanması yönünde bir karar aldı. Ancak saldırılar yine durmadı, tam aksi, Yunan Alayı da saldırılara katıldı. Küçük Kaymaklı düştü. Lefkoşa'ya saldırılar yoğunlaştı. Bunun üzerine 25 Aralık 1963'de, Türk Savaş uçakları Lefkoşa üzerinde alçak uçuşlar yaptı. Bir müdahaleden korkan Rumlar, İngiltere'nin arabuluculuğu ile bir ateş-kesi kabul etti.


27 Aralık günü bir İngiliz generalin komutasında üç garantör ülkenin askerleri "Barışı Koruma Kuvveti" adı altında göreve başladı. Bu arada 30 Aralık günü görevli İngiliz general tarafından mevcut durum çerçevesinde YEŞİL HAT çizildi. Bu hat, Lefkoşa'nın Türk ve Rum kesimini ayıran ve Rum saldırılarının durdurulduğu hattı. Yeşil bir kalemle çizildiği için adına YEŞİL HAT denmişti. Diğer yandan Denya, Ayvasıl, Şillura köyleri işgal edildi. Ayvasıl köylüleri toptan kadledilerek toplu mezara gömüldüler. 24 Aralık günü yer alan bu katliamda 21 sivil insan katledildi.

1 Ocak 1964'de ise Makarios 1960 anlaşmalarını tek yanlı olarak feshettiğini açıkladı. Ardından Şubat ayı içinde Arpalık, Limasol, Baf, Mağusa, Poli Türkleri saldırıya uğradı. Bunun üzerine Türkiye 13 Tubat 1964'de Güvenlik Konseyi'ne bat vurdu. Güvenlik Konseyi 4 Mart 1964 tarihinde bir karar aldı. Bu kararda Kıbrıs'ta durumu kötüleştirecek davranışlardan kaçınılması, bu amaçla bir BM. Barış Gücü kurulması ve bir arabulucunun tayini istenirken "Kıbrıs Hükümeti"nden şiddet ve kan dökülmesini önleyecek her türlü tedbiri alması isteniyordu. İşte bu "Kıbrıs Hükümeti" ifadesidir ki, yasadışı Rum yönetiminin yasal Kıbrıs Hükümeti olarak tanınmasını sağlamıştır. Çünkü bütün dünya bu karara dayanarak yasal hükümet olarak devleti ele geçiren Rum yönetimini tanıdı. Türkiye de, gerek Kıbrıs'ta Türk kanı akıtılmasını önlemek için bir an önce ateş-kes olmasını sağlamak, gerekse Güvenlik Konseyi üyelerinin kendisine Rumları yasal hükümet olarak tanımayacakları şekilde verdikleri güvenceye dayanarak, bu karara olumlu oy vermiştir. BM Güvenlik Konseyi üyeleri ise verdikleri sözleri tutma*****, gayrı meşru, gaspçı Rum idaresini tüm Kıbrıs'ın meşru hükümeti olarak tanımıştır. Bundan sonra bu karar gaspçı Rum idaresinin Kıbrıs hükümeti olarak tanınmasını sağladığı için anlaşmanın önündeki en büyük engel olmuş, bizim yalnızlığa itilmemize neden olmuştur.


BM Barış Gücü adaya ne zaman gelmiştir ve fonksiyonları ne olmuştur?

4 Mart 1964 tarihli meshur kararın alınmasından sonra, bu karar uyarınca bir BM Barış Gücü Ordusu kurulması çalışmaları başladı. BM Barış Gücü Ordusuna asker verecek ülkeler hazırlıklarını sürdürürken, Rum, liderliği, Barış Gücü askerleri adaya gelmeden önce mümkün olduğu kadar çok Türk köyünü ele geçirmek için Mart ayı boyunca saldırılarını sürdürdüler. Baf, Malya, Yayla, Larnaka, Bağlarbaşı, Kazafana, Gaziveren, Lefkoşa Türk bölgesi yoğun saldırılara uğradı, ağır kayıplar verildi. Bu arada 17 Mart 1964'de Barış Gücü'nün (UNFICYP) kurulması tamamlanmış, 24 Mart'ta Sakari Tuomiojia arabulucu olarak atanmış, 27 Mart 1964'de ise BM Barış Gücü göreve başlamıştı. Ne ki, Nisan ayı içinde de saldırılar durmuyor ve Erenköy, Lefkoşa, Boğaz,bölgeleri saldırıya uğruyor, yollardan alınan Türkler kurşuna diziliyor, köylere yapılan saldırılar sonucu, onbinlerce Türk daha salim bölgelere göç etmeye devam ediyordu. Bu dönemde tam 103 köyden onbinlerce Türk göç etmiş, 1203 yaralı, 203 kayıp ve 500'ü üzerinde şehit verilmiş, büyük oranda maddi kayba uğranılmıştı. BM Barış Gücü ise saldırıya uğrayan Kıbrıs Türklerine yardım edeceği ve saldırıları durduracağı yerde, Rum liderliğine yardımcı bir tavır içinde giriyordu. BM'nin sadece yaptığı; saldırılar başladığı zaman aradan çekilmek ve dışarıdan bir gözlemci gibi, ölenlerle yaralananların kendine göre raporunu tutmaktı.

Türk bölgelerine girişlerde kurulan barikatlarda, sivil halkın, insan haklarına aykırı ve insanlık onurlarını yaralayıcı bir şekilde aranmasına seyirci kalınıyor, Rum yönetiminin izin verdiği oranda, açlık çeken bölgelere sadece yiyecek götürülmesine aracılık ediyordu. Bu durum 26 Nisan 1964'de yapılan büyük bir mitingle protesto edilerek BM'nin tarafsız davranması istendi. 20 Haziran 1964'de ise BM Barış Gücünün ilgisizliğini protesto için kayıp aileleri büyük bir miting yaptı. Bu durum Barış Gücünün Türklerin güvenliğini sağlayamayacağını ortaya koydu.


Erenköy Direnişi nedir? Türkiye'nin ilk fiili mücadelesi ne zaman olmuştur?

Rum saldırılarının başlaması ile birlikte Erenköy merkez olmak üzere Süleymaniye, Alevkaya, Bozdağ, Mansura ve Erenköy'den oluşan bir Türk kantonu meydana gelmişti. Rum EOKA çeteleri bu kantonu işgal etmek için Nisan ayından itibaren düzensiz saldırılara başladılar. Ne var ki gördükleri şiddetli direnç yüzünden bu saldırıları başarıya ulaşmadı. Bu arada ingiltere ve Türkiye'de yüksek öğrenimde bulunan Kıbrıslı Türk gençler de, 40-50 kişilik, gruplar halinde önceleri sandallar, daha sonraları ise hücumbotlar aracılığı ile Erenköy bolgesine çıkarak köylülerin oluşturduğu savunma cephesine katılmaya başladılar. Diğer yandan Erenköylü balıkçılar da küçük sandalları ile ANAMUR'a giderek, silah ve cephane getirmeye başladılar.

Bu silah getirme işine TMT sözlüğünde BEREKET, silah getirenlere de BEREKETÇİ deniyordu. Getirilen silahlar gizli olarak tüm adadaki direniş ve savunma yuvalarına dağıtılmaktaydı. Denebilir ki Türk Halkının saldırılar karşısında yok olmamasının en büyük etkeni, Erenköy'lü balıkçıların getirdiği bu silahlardı.

Bu arada 9 Haziran 1964'de adaya gelen Grivas, Nisan ve Mayıs ayları boyunca süren saldırılarla bir sonuç alamayan Rum-Yunan birliklerinin başına geçti ve Yunan Genel Kurmayı tarafından Başkomutanlığa atandı. Grivas, ilk olarak 5 Ağustos'da Mansura ve Bozdağ'a, ardından Selçuklu ve Alevkaya'ya saldırdı. 10 binin üzerinde bir kuvvetle tank ve topçu desteği ile gerçekleşen saldırılar sonucu, bu köyler düştü, mücahitler ise Erenköy'e çekildi. 30 km.'lik bir cepheyi savunan 500 üniversiteli ile 200 köylü mücahit, Erenköy'de son savunmayı yaparken, 8 Ağustos'da Türk jetleri sınırlı bir polis harekatı gerçekleştirildi. Bu harekat, saldırılar durdurmayınca operasyon 9 Ağustos'da da devam etti. Sonuçta Rum Yunan ordusu, ateş-kesi kabul etti, ancak işgal ettikleri bölgelerden de geri çekilmediler. Türkiye'nin bu harekatı, Rum liderliğine, Enosisin gerçekleştirilmesine Türkiye'nin izin vermeyeceğine dair kesin bir ihtar oldu. Ve bu direniş Enosis canavarına vurulan İLK HANÇER oldu. Olayın en önemli yanı ise Türk köylerine yapılan saldırıları izleyen BM Güvenlik Konseyi'nin derhal toplanarak Türkiye'ye "Dur" çağrısı yapmasıydı. Rum saldırıları sürerken onlara "Dur" çağrısı yapma gereğini duymayan BM'nin bu tutumu, tarafsız davranmadıklarının ve Türk halkının güvenliğini sağlayamayacağının kanıtıydı.

....
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.01.2009, 03:03   #6
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

AKEL'in 1963 saldırılarına ilişkin tavrı neydi?

Her zaman şövenizme karşı çıktığını ve uzlaşmaz olanın Türk liderliği olduğunu söyleyerek, Türklere karşı dostluk politikası güttüğünü iddia eden komünist AKEL Partisi liderleri, Rum çetecilerinin Türklere yönelttiği saldırılara karşı hiçbir tepki göstermediler.


Nitekim AKEL MERKEZ Komitesi'nin 14 Mayıs 1964 tarihli bildirisinde şöyle deniyordu:

"Kıbrıs Rumlarının kurtuluş mücadelesi, şüphesiz ki Türk dostlarımızın gerçek çıkarlarına hizmet edecektir".


Hiç şüphesiz AKEL "Kurtuluş"dan ENOSİSİ anlamaktaydı. AKEL Merkez Komitesi'nin Acheson planına ilişkin olarak 8 Ağustos 1964 tarihinde yaptığı bir açıklamada ise şöyle deniyordu: Kıbrıs halkının isteği emperyalist NATO ile birleşmek değil, Yunanistan'la olacak birleşmedir. Yunanistan'la olacak birleşmeye EVET, NATO ile olacak birletmeye HAYIR".

Yine AKEL eski Genel Sekreteri Papayuannu 22 Ağustos 1964 tarihinde, Ortadoğu Haber Ajansı ile yaptığı söyleşide ise şöyle diyordu:
"Partimiz, her zaman Enosisten yana olmuştur. Kıbrıs Halkı, kendi geleceği için karar verme zamanı geldiğinde biz Enosisten yana oy kullanacağız".

Papayuannu 8 Eylül 1964 günü Associated Press'e verdiği demeçte de şöyle diyordu:
"Partimizin politikası her zaman için Yunanistan'la birleşme yolu ile milli rehabilitasyondan yana olmuttur".


Papayuannu, 16 Eylül 1964 tarihli Merkez Komitesi toplantısında yaptığı konuşmada self-determinasyon hakkından ne anladığını açıklıkla ortaya ko***** şöyle diyordu:
"Kendi kaderini tayin hakkını kullanmak, Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesi için oy kullanmak demektir".

Aynı doğrultuda bir açıklama da AKEL Merkez Komitesi'nin Plaza Raporuna ilişkin olarak 5 Nisan 1965 tarihli bildirisi ile yapılmıştır:
"Anti-emperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı mücadelemiz değişmemiştir. Bu hedef, kendi kaderini, tayin hakkını kullanması ile Kıbrıs'ın anavatan Yunanistan'la birleşme hedefidir.

Kıbrıs Türklerine yoğun saldırılar olurken, AKEL'in Enosisten başka söz etmemesi, bu partinin gerçek yüzünü göstermekteydi.

Cumhuriyetin yıkılmasında Yunanistan'ın sorumluluğu nedir?

Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'nin devamını sağlayacak garantörlerden biri olarak Yunanistan, bu bağımsız Cumhuriyetin çökmesinde baş sorumlulardan biridir. Çünkü Yunanistan, Cumhuriyeti yıkmayı amaçlayan Rumların silahlanması, eğitilmesi ve örgütlenmesi için her türlü askeri yardımı sağlamıştır. 1964'de gizlice, adaya takviye edilmiş 20000 kişilik bir tümen çıkaran Yunanistan'dır. Örneğin Yunanistan Savunma Bakanı Garafulyas, 28 Mayıs 1964'de Grivas'a gönderdiği bir mektupta şöyle diyordu:
"... Bu amacı gerçekleştirmek için hükümetim, başından beri hemen her gün Kıbrıs'a top dahil, her türlü savaş malzemesini göndermekle yetinmemiş çok sayıda subay da göndermiştir".

Yine Garafulyas'ın Cumhuriyetin iç güvenliğini sağlamakla görevli İçişleri Bakanı Yorgacis'e gönderdiği 30 Haziran 1964 tarihli bir başka mektupta ise şöyle denmektedir:
"Yine biliyorsunuz ki ilk andan Kıbrıs'a her türlü savaş malzemesini göndermeye başlamıştım".

"... Kıbrıs'a 10 bin kişilik daimi bir ordu ile 5-6 bin yedek kuvveti silahlandırabilecek top, tanksavar ve ağır silah dahil her türlü silahı göndermiş bulunuyoruz. Bu kuvvetleri yönetmek için adaya 300 kadar subay da gönderdim. Eğitilmek için Atina'ya 500 kadar öğrenci gönderilmesi üzerine, Kıbrıs'a, onlarlar birlikte asker gönderme olanağı buldum. Şunların hazırlanması gereğini bildirmiştim: Bir gecede Karpaz bölgesi de dahil bütün ada sathının temizlenmesi için bir plan hazırlanması..."

Yine Yunan Savunma Bakanı Garafulyas bir başka raporunda ise, Ağustos 1964'de Enosis planı hazırladığını belirterek,şöyle diyordu: "... Bu düşünceler beni, mevcudiyeti tehlike yaratan ve kanamakta olan bir yarayı tedavi için tek yol, olarak, Enosisi tek yanlı ilan etmemiz gerektiği sonucuna sevk etmiştir..."Garafulyas raporunda daha sonra muhalefet partilerinin de katıldığı bir toplantıda "bu planın kabul edildiğini, Makarios'un da bunu onayladığını ve bu durumu Başbakan Kostopulos'a bildirdiğini" yazıyor...

Yine bu arada Andreas Papandreu'nun yazdığı "Namlunun Ucundaki Demokrasi" adlı kitapta da, babası Yorgo Papandreu'nun adaya 20 bin tam teçhizatlı Yunan askeri gönderdiği belirtilmektedir.1964'de gerçekleştirilen fiili Yunan işgalini saptayan BM belgelerinde ise böyle denmektedir:
"19... Son raporumdan bu yana Yunanlı asker ve subayların sayısında artış olup olmadığı konusunda BM kesin bir bilgi elde edememiştir. Kamuoyuna göre komuta yapısı, milli muhafız ordusunun birer üyesidir" (S/7350 June 1966)

"22... Adadaki Yunan Alayı'nın dışında her rütbedeki Yunanlı askerler adada bulunmaya devam etmektedirler. Rum Milli Muhafız Ordusu üniformalarını giyen bu askeri personelin kesin sayısı hakkında BM'nin elinde kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

"Mağusa'nın kuzeyindeki küçük Boğaz limanının adadaki Yunanlı subay ve askerlerin yeni birliklerle değiştirilmesi amacıyla kullanıldığına inanılmaktadır. (S/7969 Haz. 1967).

"24... 11 Temmuz 1967 tarihinde bir yasa geçiren Temsilciler Meclisi, timdiye dek örtülü olarak Milli Muhafız Ordusu'na komuta eden Yunan ordusu subaylarına yasal statü sağladı".

"Bu yasa Rum Bakanlar Kurulu'na Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olmayan birini Rum Milli Muhafız Ordusu Komutanlığı'na atama yetkisi veriyordu".


"Bu yasa ile Yunanlı subay ve askerler Milli Muhafız Ordusu yönetimine atanabilecekler, ancak herhangi bir disiplin suçu için Kıbrıs askeri mahkemelerinde yargılanamayacaklardı".

"41... BM gözlemcileri, Kıbrıs hükümetinin Temmuz ayı boyunca Limasol limanından büyük miktarda silah, askeri teçhizat getirdiğini tesbit etmişlerdir. Aynı yoldan Yunanistan'dan da 5.000 kişi adaya getirilmiştir. Adaya getirilen silah ve askeri teçhizatın 1.000 kasa içinde yaklaşık 3.000 ton civarında olduğu tahmin edilmektedir". (S/6228 Mart 1965).

"37... Büyük çoğunluğu stratejik önemi haiz malzeme, Mağusa'nın 16 mil kuzeyinde olan Boğaz bölgesindeki yeni limandan adaya sokulmuştur. Bu malzemelerin ada içine nakli ise 10 Eylül 1965 tarihli anlaşmaya aykırı olarak BM'den habersiz bir şekilde yapılmıştır". (S/6228 Mart 1965).

"24... Hükümet silahlı kuvvetlerinin etkili bir çoğunluğu, Kıbrıs'taki Yunan subayları ve askeri personelle takviye edilmiş ve bunlar Milli Muhafız Ordusu ile bütünleşmişlerdir. (S/7191 Mart 1966).

"74... Kıbrıs'ta iki toplum arasındaki gerginliğin artmasındaki en önemli faktör, Kıbrıs Hükümeti (Kıbrıs Rum Hükümeti) tarafından adaya silah, cephane ve askeri araç getirilmesidir". (S/7191 Mart 1966).

"21... Rum Milli Muhafız Ordusu'nun yaptığı tatbikatlar ve ordudaki hareketlilik, normal eğitimlerinin dışında oldukça artmıştır. (S/11294 Mayıs 1967)

"25... Yeni yasa ile adada bulunan Yunan askeri personeli Kıbrıs'taki Yunan Alayı'nın bir parçası değildir. Ve BM Barış Gücü'nün de bunların sayıları ve nerede olduklarına ilişkin kesin bir bilgisi yoktur. Fakat hükümetin silahlı güçleri içinde önemli bir yerleri olduğuna inanılmaktadır. Ve yine bunların Mağusa'nın kuzeyindeki küçük Boğaz limanından değiştirildikleri bilinmektedir.

Daha önce de gizli deniz hareketleri saptanmıştı. (Bak. S/7969 para 22. S/8286 December 1967).


"25... Bilindiği gibi binlerce Yunan askeri, beraberinde askeri teçhizatları, askeri araç ve tankları olduğu halde adayı terk etmişlerdir. Bunların hükümetin silahlı güçlerinin bir parçası olduğuna inanılmaktadır. Çok sayıda Yuanlı subay ve askerin Rum Milli Muhafız Ordusu'nun çeşitli yönetici kademelerinde görev yaptığı bilinmektedir. Fakat BM Barış Gücü bunların sayılarını tesbit edebilecek durumda değildir". (S/8446 Mart 1968).

Bu arada eski Yunan Başbakanı Andreas Papandreu da "Namlunun Ucundaki Demokrasi" adlı kitabında şöyle diyordu:
"O zaman Yunan ordusunda Tuğgeneral olan Grivas, Kıbrıs Türklerine karşı gelecekte yer alacak askeri çatışmaları tanzim etmesi maksadı ile Kıbrıs'a yollandı. Aynı zamanda Yunanistan'dan askeri birlikler getireceğine söz verdi ve sözünde durup bu askerleri gizlice Kıbrıs'a çıkardı. Bu işi yönetmeyi Savunma Bakanı Peter Garafulyas üstlendi. Meşhur gazeteci Takis Theodorlecoplus'a göre Garafulyas karanlık altında fevkalede bir darbe yapmayı başardı. Küçük yatlar ve balıkcı sandalları kullanarak 9.000 adam ve 950 subay tamamıyla hazırlanmış ve pek iyi silahlanmış bir şekilde Kıbrıs'a çıktı".


1964-1974 Döneminde Türk halkının yaşantısı nasıldı? Yasak maddeler listesi neydi?

Kıbrıs Türk halkının 1964 saldırılarından sonra Devletin tüm organlarından dışlanması ve 11 yıl sürecek insanlık dışı bir kuşatma altında yaşamaya zorlanması, olumsuz etkisini her alanda gösterdi. Göçmen olan 30 binden fazla Türk, çadırlarda, sinema salonlarında okullarda barınmak zorunda kaldı... Türk Halkı üretimden koptu. Her yaştan tüm erkekler elde silah can güvenliklerini korumak için mevzilere doldu. Adanın % 3'lük bir bölümündeki kuşatma boyunca, dış dünyadan soyutlanan Kıbrıs Türklerinin haberleşmesi, ulaşımı, ekonomik ilişkileri tümü ile yasaklanmıştı. Türk bölgelerine mektup gelmesi, mektupların dış dünyaya ulaşması yabancı turistlerin Türk bölgelerine geçmesi bütünü ile engellenmekteydi. Ulusal gelir günden güne düşerken, Türk Halkı sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin gönderdiği yardımlarla ayakta durabilmekteydi. Yıllarca her Kıbrıslı Türk kamu görevlisine 30 KL. maaş eşit olarak verildi. Bu para Anavatan Türkiye'nin gönderdiği maddi yardımdan sağlanmaktaydı. Yiyecek doktor ve ilaç ihtiyacı bütünü ile Türkiye'den Kızılay'ın gönderdiği yiyecek, doktor ve ilaç yardımları ile karşılandı. Bu arada Kızılay, tam teşekküllü bir hastahaneyi de hizmete soktu... Diğer yandan açlığa mahkum etmekle Türk toplumunu çökerteceğini sanan Rum liderliği, aralarında çividen, bot bağına kadar her çeşit malzemenin bulunduğu tam 37 çeşit malın Türk bölgelerine girişini yasakladı. Rum liderliği bu 11 yıl boyunca Türk halkının bütçedeki hakkını, dış yardımların tümünü gasbetti. Vergileri topladı ama, Türk bölgelerine tek bir kuruşluk yatırım yapmadı... Yol, su, elektrik, sağlık hizmetlerinden yararlandırmadı. Halkımız utanç barikatlarında onur kırıcı yoklamalara maruz kaldı. Türk halkı bütün bu ağır koşullara karşın teslim olmadı, direnişini sürdürdü. Bu insanlık dışı koşullar 1974 Türk Barış Harekatı'na kadar devam etti.

Yasak Maddeler Listesi:


Yıllarca Türk bölgelerine girişi yasaklanan ve 37 çeşitli eşyayı içeren liste şuydu:

1. Demir ve demirden araçlar ve etyalar
2. Çelik ve çelik ürünler
3. Kereste ve kereste çivisi
4. Taş, kum, çakıl, çimento
5. Tel
6. Kamuflaj ağı
7. Kablo
8. Tel kesiciler
9. Mayın arayıcıları
10. Patlayıcılar
11. Telsizler, radyolar
12. Telefonlar
13. Saçma
14. TNT, dinamitler
15. Detonaforler
16. Kükürt
17. Amonyum Nitrat
18. Çelik yün
19. Akaryakıt
20. Oto yedek parçaları
21. Oto lastiği
22. Akü ve bataryalar
23. Dikenli tel
24. Ölçümlü aletleri
25. Yangın söndürücü
26. Torba çetitleri
27. Çizme, çizme çivisi, deri, çizmebağı
28. Lastik ökçe
29. Haki kumat
30. Eldiven
31. Deri ceket
32. Çorap
33. Palto ve yağmurluk
34. Yünlü maddeler
35. İthal kömür
36. Termos
38. Plastik boru

Rum baskıları BM belgelerine nasıl yansıdı?

Rum saldırılarını ve insanlık dışı davranışlarını çok yakından izleyen BM Genel Sekreteri, gözlemlerini sürekli olarak BM Genel Kurulu'na aktarmış ve bu insanlık dışı uygulamaları örnekleri ile belgelemiştir. Türk halkının 1964-74 döneminde çektiği ekonomik sıkıntıları uygulanan ekonomik ablukaları, ve bilinçli olarak nasıl geri bıraktırıldığını anlamak için BM Genel Sekreteri'nin sunduğu raporlara göz atmakta yarar vardır. Bu raporlar, dikkatlice incelendiği zaman, Türk halkının içine itildiği, 11 yıl boyunca yaşamak zorunda bırakıldığı ekonomik durum ve bu durumun 1974 sonrasının özgürlük ortamı ile mukayese bile kabul etmeyeceği ortaya çıkar.

Şöyle diyordu BM Genel Sekreteri raporlarında:
S/5950 10 Eylül 1964 tarihli raporun 140. paragrafı "Yılın birinci yarısında tarım ve endüstride meydana gelen zararlara ilaveten, Türk toplumu başka gelir kaynaklarını kaybetmişti ve bunlar içerisinde Kıbrıs hükümetinde ve Kıbrıs Rum bölgelerinde olan kamu ve özel firmalarda çalışmakta olan 4.000 kişinin maaşları da vardır."

"Türk Cemaat Meclisi tarafından yayınlanan rakamlara göre Kızılay'dan şu veya bu şekilde yardım alanlarının sayısı 56.000'di"
31 Mayıs 1973 tarihli S/10940 sayılı raporun 67.paragrafı.


"Tekrar gözden geçirilmekte olan zaman zarfında yaşadıkları yerlerden göç eden Kıbrıslı Türklerin problemlerinin halledilmesine doğru hemen hemen hiçbir ilerleyiş olmamıştır".
S/10842 sayılı 1 Aralık 1972 tarihli raporun 48. paragrafı.

"Kıbrıs Türk göçmenlerinin genel problemlerinin çözümü için hiç ilerleyiş olmamıştır. Lefke kasabasında bulunan Türk köyü Yağmuralan'ın tekrar yerleşime açılması "hükümet" tarafından reddedildi".
S/5950 sayılı 10 Eylül 1964 tarihli raporun 205. paragrafı.

"Gerçi Kıbrıs Türk bölgelerinde açlık görünmedi. Bu kısıntılara tabi tutulanlarda ciddi rahatsızlıklar oldu ve bazı meselelerde şartlar zorluk safhasına erişti".

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Güvenlik Konseyi'ne sunduğu UN Doc. S/8286 sayılı ve 8 Aralık 1967 tarihli raporunda şunları söylüyordu:
"Aralık 1963'te başlayıp da 1964'ün başlarına kadar devam eden olaylarda, sadece arabalarında ve yanlarında taşıyabilecekleri kadar eşyaları ile kendilerine göre daha güvenli olarak gördükleri Türk köy ve bölgelerine sığındılar".

Genel Sekreter, 10 Eylül 1964 tarih ve UN Doc. S/5950 sayılı raporunda ise şöyle diyordu:
" 180. BM Kıbrıs Barış Gücü, adada olayların hüküm sürdüğü dönemde meydana gelen zararları saptamak açısından ayrıntılı bir araştırma yaptı. Çoğu Türk veya karma olan 109 köyde 557 ev tahrip edildi, 2.000 ev de zarara uğratıldı ve tahrip edildi. Kasabada 38 ev ve dükkan tamamen, 122 adet ise kısmen tahrip edildi. Lefkoşa'nın K. Kaymaklı köyünde 50 ev tamamen tahrip edilmiş olup, aynı yöre çevresinde ise 240 ev kısmen tahrip edildi".

10 Eylül 1964 tarihli ve S/5950 sayılı rapordan;
"222 -Durum endite yaratmaktadır. Kıbrıs'taki Türk toplumuna uygulanan ekonomik kısıtlamalar, "Kıbrıs Hükümeti'nin" ekonomik baskı yoluyla olası bir çözümü zorla***** kabul ettirmeye çalıştığını gösterir".

"188 - UNFICYP'nin üzerinde duracağı problemler arasında en önemlisi ekonomik kısıtlamalar sorunudur. Bu kısıtlamalar, Kıbrıs Türk toplumuna olan olumsuz etkisi ve adadaki hukuk düzeninin korunmasını olanaksız hale getirmesi nedeniyle özel önemdedir".

"189 - 21 Aralık 1963'de başlayan karışıklıklardan itibaren Kıbrıslı Türklere 15 Haziran tarihli raporumda da açıkladığım, çeşitli kısıtlamalar uygulanmıştır. Kısıtlamalar ve Türklere yapılan ayırım nedeni ile yollarda dolaşım özgürlüğüne sahip değiller, toplumun temsilcileri zor durumda bırakılıyor ve hiç ekonomik faaliyette bulunmuyorlar. Bu raporda daha önce de belirtildiği gibi UNFICYP kararlı olarak çeşitli alanlardaki zorlukları ortadan kaldırmaya çaba sarfetti. O dönemde, yaklaşık 25.000 Kıbrıslı Türkün göçmen durumuna düşmesiyle işsizlik çok yüksek düzeye çıktı ve buna bağlı olarak Türk toplumunun gerçekleştirdiği ticaret önemli ölçüde azaldı".

"191 - Temmuz ayının ortalarında hükümet, Kıbrıs Türk toplumuna daha fazla zorluk yaratmak için iki önlem daha aldı. 17 Temmuz'da UNFICYP'e resmen 25 maddenin daha Kıbrıs Türk bölgelerine girmesinin yasaklandığını bildirdi. Bu maddeler çimento, demir, elektirikli malzemeler, bataryalar, odun, otomobil aksesuarları, lastikler, kimyasal maddeler, akaryakıt v.b. idi. Ayrıca Kızılay'ın yaptığı yardımlara da kısıtlamalar getirilmiştir".

"192 - Aralık 1963'den beri 6 gemilik Kızılay yardımı Türk Cemaat Meclisi aracılığı ile dağıtım yapılması için gönderildi. Bu malzemelerin çoğunu tıbbi malzeme ve ilaçlar, un ve diğer yiyecek maddeleri oluşturmaktaydı. 5 gemi Temmuz 1964'den önce geldi ve boşaltıldı, fakat 6. gemi 15 Temmuz'da geldiğinden geminin boşaltılmasına zorluklar çıkarıldı. UNFICYP tarafından yapılan yoğun girişimler sonunda hükümet bu malzemelerin boşaltılmasına izin verdi. Fakat bunlardan gümrük talep etti. Türk toplumu bu yardım malzemelerine gümrük ödemeyi reddettiği için, boşaltılan mallar sadece gümrükten muaf olan mallardır. Bunun bir neticesi olarak 900 tonluk kargodan sadece 390 tonu boşaltılmıştı. Hükümet ayrıca bu gelen yardım malzemelerinin dağıtımını da kontrol için ısrar ediyordu. UNFICYP'in bu konuda yaptığı birçok başvuru da başarısız oldu. UNFICYP'in Kızılay konvoylarına refakat etme girişimlerine de sık sık engeller çıkarılıyordu".

"194 - K. Türk toplumu liderleri hükümetin bu yeni kısıtlamalarının Türk halkını açlığa mahkum etmedeki kararlılığını gösterdiğini belirttiler ve Cumhurbaşkan Muavini Dr. Küçük bu kısıtlamaları şiddetle protesto etti.

195 - Bu hükümet girişimlerinin çok ciddi gelişmelere yol açacağının bilincinde olan UNFICYP hükümetin dikkatini bu ek kısıtlamaların yaratacağı tehlikelere çekti.

Aynı zamanda uluslararası Kızılhaç örgütü ile sıkı bir işbirliği yaparak gelen ve zaten kısıtlanmış olan yardım malzemelerinin dağıtımı için gerekli başvuruları yaptı. Fakat bu girişimler 5-10 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy çarpışmaları ile sona erdi ve Türk toplumuna yapılan yardımlar durduruldu. Gıda ve diğer gerekli malzemelerin yokluğu bilhassa Erenköy ve bütün Baf bölgesinde çok ciddi sorunlar yarattı ve Türkler insancıl açıdan UNFICYP'in ve Kızılhaç'ın Lefke ve Koççina'ya acil yardımlar yapması için başvurdu.

"196 - Dillirga savaşından sonraki durum:
Dillirga savaşından sonra hükümet Kıbrıs Türkleri tarafından Lefkoşa, Koççino ve Limnidi'de kontrol edilen bölgelere tüm yardımların durdurulacağını ilan etti".
Bu ilandan sonra bu bölgelere girecek olan gıda ve diğer elzem malzeme konvoylarının hedeflerine gitmeleri engellendi. Şayet bu çok aşırı önlemler devam ettirilirse, Türklerin durumu dayanılmaz olacak ve Türklerin silaha başvurmalarını gerekli kılacak".

197 - Özel temsilcim ve Barış Gücü Komutanı üzüntülerini hükümete bildirdiler ve ekonomik kısıtlamalardaki herhangi bir artışın çok ciddi sorunlara yol açacağını bildirdiler. Görütmeler hükümet ve Türk liderleri ile yapıldı ve bu hayati soruna bir çözüm bulunmaya çalışıldı.

Kıbrıs Türkleri açlığa mahkum edildiklerini iddia ediyorlar ve Rumlar da Türklerin depolarda kendilerine aylarca yetecek kadar gıda olduğunu ve gelen gıdaların da Türk savaşçılarına gittiğini iddia ediyorlar.

Ben anlaşmazlığı gözönüne alarak, 16 Ağustos'da, UNFICYP'e Kıbrıs Türklerinin yaşadığı 142 köy ve 5 şehirde, Türklerin gıda ve diğer elzem maddelerini araştıran bir çalışma yaptırdım. Bu çalışma o zaman köylerin % 40'ından fazlasının unu olmadığını ve bazılarının sadece birkaç gün için yetecek kadar yemekleri bulunduğunu ve köylerin % 25'inin bir-iki haftalık unları bulunduğunu ve en çok unu olanların da ancak bir ay dayanabileceğini gösteriyordu.

Bu araştırma ayrıca süt, süt ürünleri, pirinç ve tuz eksikliği olduğunu, gaz yağının ise çok az olduğunu gösterdi. Buna ek olarak tıbbi teçhizatın da köylerde çok az olduğu tesbit edildi. Şehirlerde ise durum köylere nazaran daha iyi olduğunu ama gün geçtikçe durumun oralarda da kötüleştiğini gösteriyordu. UNFICYP'in araştırmasının getirdiği bir diğer sonuç da, bu kısıtlamaların Türk bölgelerinde para sıkıntısı ortaya çıktığını ve bunun işsizlik ve diğer sıkıntılara yol açtığının tesbit edilmesiydi. UNFICYP ayrıca yardım malzemeleri stoğunun çok az olduğunu gösteriyordu. Dolayısıyle Türklere uygulanan ambargonun ve arazilerde yetiştirdikleri sebzelere rağmen çok büyük kısıntılara girdiğini tesbit etti."

"200 - UNFICYP hükümetin, Lefkota, Lefke ve Koççino dışındaki Kıbrıs Türk bölgelerine yapılan ambargonun kaldırılacağına dair verdiği teminat üzerine bu bölgelere gerekli yardımın yapılması için girişimlerde bulundu. Fakat maalesef o bölgelerde hala daha UNFICYP zorluklarla karşılaşmaktadır. 27 Ağustos'da Mağusa'dan Baf'a 39 ton gıda maddesi götüren bir Kızılay konvoyu Rumlar tarafından durduruldu. Fakat UNFICYP'in yaptığı pretesto sonucu sadece bir bölümün yoluna devam etmesine izin verildi. Ama aynı tarihte bir Kızılhaç ekibinin eksikliği hissedilen maddelerle Lefke'ye girmesine izin verilmedi.

"202, 203 - Özel Temsilcim yapılan anlaşmalara karşın süren engellemeleri protesto etti. Hükümet, bu olayların tüm güvenlik kuvvetleri aydınlatılmadan önce olduğunu söyledi. Ancak 3 Eylül'ün ilk haftasında gıda ve diğer malzemeler ile Türk bölgesine et ve peynir taşıyan bir konvoyun Lefkoşa'nın Türk kesimine girmesine izin vermedi. 4 Eylül'de UNFICYP'den gelen raporlar, hükümetin anlaşmayı uygulamak istemediği yönündeydi. Konuyu derhal hükümetle ele aldık. Ama hükümet kısıtlamayı kaldırmak yerine Mağusa ve Larnaka'nın Türk bölgelerini de kısıtlı bölgeler listesine ekledi. Hükümet ayrıca UNFICYP'e diğer bölgelere de ekonomik kısıtlama hakkı olduğunu bildirdi. Nitekim daha sonra engelleme ve el koymalar artmıştır..."

Yine aynı konuda 16 Eylül 1964 tarihinde bir yazı yayınlayan Time dergisi Türk şoförlere yapılanları şöyle anlatmaktadır:
"Bazı barikatlarda Kıbrıslı Türk kamyon şoförleri durdurulup usandırıcı araştırma yapılmaktaydı ki bu arama maksadıyle meyve veya sebze yükleri yere boşaltılıyor ve bazen de kullanılması için hasar veriliyordu".

Purcell ise kitabının 358 ve 369 sayfalarında uygulanan ekonomik baskıları şöyle dile getiriyor:
"Geçen Kıbrıslı Türklere hareket edilmekteydi. Fırsat düştükçe de soyulmaktaydılar".

4 - Kıbrıslı Türklere ait ekilebilen arazinin çoğu Rumların elinde olduğu halde Makarios Hükümeti "Türklerin elinde bulunan Rum arazisini dengelemek" amacıyla Kıbrıslı Türklerin hububat komisyonu vasıtasıyla satılan hubutata % 20 vergi koydu. Bu vergi meselesi Kıbrıslı Türklerin hububatını, Hububat komisyonu vasıtasıyla satmalarını önemli şekilde engellemek suretiyle bir sürü anlaşmazlıklara yol açtı.

5 - Makarios Hükümeti 1963 Aralığından itibaren Kıbrıslı Türklere sosyal sigorta haklarını ödemeyi durdurdu.

6 -1966 Kasım'ına kadar, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk bölgeleri arasındaki posta hizmetleri durduruldu. Yeniden başladığında Kıbrıslı Türklere ait mektuplar sansüre tabi tutuldu.

7 - Makarios Hükümeti Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumların mağazalarından ihtiyaç duydukları emtiayı alırken, Kıbrıs parası yerine döviz (Türkiye'den ithalı zorunlu olan ) vermelerini mecbur tuttu.

Bu sınırlamaların bir sonucu olarak Kıbrıslı Türklerin ekonomisi işlemez hale geldi. Aralık 1966'da Birleşmiş Milletler, Kıbrıslı Türk nüfusunun ortalama üçte birinin yardıma ihtiyacı olduğunu tesbit ediyordu."

Richard Patrick ise Türklerin ekonomik durumu ile ilgili olarak tu bilgileri veriyordu:
"Bu dönemde Türk halkının bütün ulusal gelirine, topraklarına ve dış yardımlara el koyan Kıbrıs Rum toplumu, doğal olarak hızlı bir gelişme gösterdi. Silah zoru ile yokluğa itilen Kıbrıs Türk halkının iç hasılası ise insan başına 1963'te 188 Sterlin'den 1968'e 160 Sterlin'e düşmüştür. Kıbrıs Rumlarının ise 218'den 302 Sterlin'e yükselmiştir. Kıbrıs Rum toplumu eski Başkanı Kiprianu ise sonraları bu yılları mutlu yıllar olarak adlandıracaktı".

Yine aynı konuda New York Herald Tribune'nın 16 Eylül 1964 tarihli sayısında yayınlanan bir yazıda ise şöyle deniyordu:
New York Herald Tribune (16 Eylül 1964) "Ambargo herhangi bir amaç için kabul edilebilir bir araç olarak görülebilir. Ta ki bu uygulama insan haklarını ve insan yaşamını tehdit eder boyuta ulaşmasın. Kıbrıs'taki BM Barış Gücü'nün Hindistanlı Komutanı General Thimayya'nın da belirttiği gibi, Koççino bölgesinde kapana kıstırılmış olan 1.500 Kıbrıslı Türke uygulanan kuşatma, artık kabul edilebilir boyutları aşmış ve insan hakları ile yaşamını tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır. Bu durum Kıbrıs'taki uluslararası Kızılhaç'ın İsviçreli Başkanı Max Stolder tarafından da teyit edilmiştir".

Ekonomik ambargoya BM Genel Sekreteri'nin S/7350 sayılı ve 10 haziran 1966 tarihli raporunun III. paragrafında da değinilmekte ve şöyle denmektedir.
"Resmi liste, hala daha 31 maddeyi içeriyor. Bu maddelerin çoğu inşaat malzemesi, otomobil yedek parçaları gibi sivil maddeleri içermektedir.
Buna ek olarak listede bulunmayan diğer sivil mallara da "Kıbrıs polisi" tarafından el konmaktadır".

Kıbrıslı Türklerin 1964-74 döneminde karşılaştığı zorluklardan biri de eğitim alanındaydı. Rum yönetiminin Kıbrıslı Türklere vermek zorunda olduğu bütçe gelirini ani olarak kesmesi sonucu, 2.000'den fazla Türk öğretmenin maaşları ödenmemiş 10 binlerce Türk çocuğu eğitim olanaklarından ve ders kitaplarından mahrum edilmişti. Göçler sonucu köylerini ve okullarını terk eden Türk çocukları altı aylık bir zaman kaybından sonra tekrar okullarına başladıklarında, gayri sıhhı koşullarda, kitapsız, deftersiz, kalemsiz, silgisiz eğitim görmeye başladılar. Adanın dört bir yanındaki 103 köydeki okullar ya tamamı ile ya kısmen tahrip edilmiş, ya da RMMO tarafından el konmuştu. Diğer taraftan 1963'den sonra doğan Türk çocuklarının kaydı yapılma*****, nüfus kağıdı verilmemişti.

Yurt dışında öğrenime giden Türklere ise her türlü kolaylık gösterilmekteydi. Ama burada bilinmeyen nokta, gidenlere dönüş izni verilmeyeceğiydi. Nitekim yüksek öğrenim için ada dışına çıkan Türk öğrencilerin bu ülkenin vatandaşları olmalarına, aileleri Kıbrıs'ta bulunmalarına karşın, adaya girmelerine izin verilmiyor ve uçak alanlarından geri çevriliyordu.
Bu durum, BM Genel Sekreteri'nin 8 Aralık 1967 tarihli S/8286 sayılı raporunda da belirtilmekte ve şöyle denmekteydi:
"108 -Kıbrıslı Türklere dış seyahatlerinde uygulanan kısıtlamalar bu dönemde çok az değişmiştir. Örneğin: Türkler de Rumlar gibi adayı terk etmekte serbesttirler. Ama Türk öğrencilerin adaya dönütleri engellenmektedir. Türkiye'ye çok kısa bir süre için bile giden Türkler Kıbrıs'a dönüşlerinde çok zorluklarla karşılaşmaktadır". Ne var ki seyahat ve dolaşım özgürlüğünden tek etkilenen öğrenciler değildi.

BM Genel Sekreteri aynı raporunda şöyle diyor:
"87 -31 Ekim 1967 günü erkenden 1964'den beri adaya sokulmayan ve Türkiye'de yaşayan Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı Sn. Rauf Denktaş, gizlice Kıbrıs'a tekrar girmeye çalıştı. Fakat adaya ayak bastıktan kısa bir süre sonra kendisi ile birlikte gelen diğer iki Kıbrıslı Türkle tutuklanmışlardı".

"88 - Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş'ın 1964'ün başında Güvenlik Konseyi'nde konuştuktan sonra adaya dönüşü, Kıbrıs hükümeti tarafından yasaklanmıştı".

Örneğin BM Genel Sekreteri'nin S/5764 sayılı 15 Haziran 1964 tarihli raporunda şöyle deniyordu:
"49 - Ekonomik nedenlerden dolayı şehirler dışına çıkan Kıbrıs Türkleri bir çok Rum polisi tarafından yoklamalara tabi tutulmaktadır ve şahsi güvenceleri de yoktur".

"100 - 1 Temmuz'da hükümetin Lefkoşa'nın Türk kesimini 3 günlüğüne kapatması ve tüm Türklerin buraya giriş ve çıkışlarını yasaklaması ile çok ciddi bir kısıtlama daha getirildi ve Kıbrıslı Türklerin dolaşma özgürlügü ortadan kaldırıldı"./S/7350 10/6/66"

"55 - Son raporumda (S/ 7976 para. 74)'de belirttiğim gibi Hala Sultan Tekkesi'nin durumu, Kıbrıslı Türklerin şikayet gerekçesi olmaktadır. RMMO'nun oradaki birliklerini biraz uzağa kaydırmalarına rağmen, Tekke'yi ziyaret etmek isteyen Türkler, Rum askerlerinin çok yakınından geçmek zorunda kalmaktadırlar ve Türk liderliği hala daha bu camiye serbestçe girme olanağına sahip olmadıklarını belirtmektedirler.
..
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.01.2009, 03:03   #7
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

Acheson Planları neydi?

1963 saldırılarından sonra devreye giren ABD ve İngiltere 31 Ocak 1964'de ortak bir plan sundu. Bu plana göre adaya 10 bin kişilik bir NATO birliği gelecek. Bu arada 1200 kişilik bir ABD birliği de gelerek Türk, Yunan, İngiltere birliklerine katılacak, bu birlikler bir İngiliz Komutanın emrinde olacak ve NATO tarafından bir arabulucu tayin edecektir. Bu planın Makarios tarafından reddinden sonra, ABD Dışişleri Bakanı George Ball tarafından sunulan bir barış planı da, Makarios tarafından reddedildi. Bu arada Makarios, 4 Nisan 1964'de ittifak anlatmasını feshettiğini açıkladı. Bu gelişmelerin ardından 15 Temmuz 1964'de ABD, Acheson aracılığı ile bir plan sundu. Bu plana göre Karpas'da ada yüzölçümünün %5'ini oluşturan bir bölge üs olarak Türkiye'ye verilecekti. Türkiye buna karşılık Enosisi kabul edecekti. Kıbrıs 6 yerel yönetime ayrılacak, bunlardan 2'si Türk denetiminde bırakılacaktı. Enosis'e karşılık Meis adası Türkiye'ye verilecekti. Kıbrıslı Türklere azınlık hakları tanınacaktı. Makarios, planı, "Enosis'i şartsız olarak öngörmediği için" reddetti.

Yunanistan ise sunduğu karşı tekliflerde El-Greco burnunda 32.km. karelik bir alanı üs olarak 25-30 yıllık bir süre için Türkiye'ye vermeyi ve Türklere azınlık hakları önerdi. Türkiye de bunu reddetti. Bunun üzerine Ağustos ayı içinde Acheson 2.planını sundu.

- Buna göre Komikebir'in 2 mil batısından geçen bir Kuzey-Güney çizgisinin doğusu, yaklaşık 200 mil kare, 50 yıl için Türkiye'ye kiraya verilecekti.
- Ada Türklerine azınlık hakları verilecek ve Lefkoşa'da Türk işlerine bakan bir yüksek memur bulunacaktı.
- Ada Yunanistan'a verilecekti.
- Türk Hakları ABD garantisi altına verilecekti.
- Türkiye prensip olarak bu planı reddederken, Makarios da yine aynı gerekçe ile "kayıtsız ve şartsız Enosis öngörmediği için" bu planı kabul etmez.

Sonuç olarak, Makarios, "koşulsuz Enosis" öngörmeyen hiçbir planı kabul etmeyceğini bir kez daha ortaya koymuştu.

Plaza Raporu nedir ve Türkler ilk federasyon önerilerini ne zaman sunmuşlardır?

Acheson'un batarısızlığa uğramasından sonra, Galo Plaza'nın önerileri gündeme gelir. Galo Plaza, 4 Mart 1964 tarihli Güvenlik Konseyi kararı uyarınca arabulucu olarak atanan Sakari Tumioja'nın 9 Eylül 1964 tarihinde ölümü üzerine, 16 Eylül 1964'de arabulucu olarak görevlendirilen Ekvator Devlet Başkanıdır. Plaza taraflarla bir dizi temaslar yapar. Bu temaslarda Rumlar, Kıbrıs'ın üniter devlet olmasını garanti-ittifak anlaşmalarının kaldırılmasını, Türklere azınlık hakları ve bazı konularda muhtariyet verilmesini kendilerine ise self-determinasyon hakkının tanınmasını isterler. Bundan hareketle Enosise ulaşmayı planlamaktaydılar. Türkler ise, 1960 anlaşmaları ile kurulan düzene coğrafi bir temel sağlanmasını isteyerek, ilk kez resmi bir coğrafi federasyon önerisinde bulunurlar. Buna göre Yayla köyünden Lefkoşa'nın merkezine ve oradan da Mağusa'ya çekilecek bir hatla ayrılan ve ada yüzölçümünün % 38'ine eşit olan 1084 mil karelik Kuzey kesimi Türk Toplumuna bırakılmalıdır. Bu çözüm, her bir taraftan 10 bin ailenin göç etmesi ile sağlanabilir. İki Toplum kendi bölgelerinde federal devletin yetkilerine girmeyen bütün konularda muhtariyete haiz olmalı ve anavatanları ile doğrudan ilişki kurabilmelidir.


Dışişleri, Savunma, federal bütçe, gümrük, ticaret, bankacılık, para basımı ölçü ve standartların saptanması, vatandaşlık, pasaport, posta telekominikasyon ve ceza işlerinde yasama ve yargı yetkisi federal devletin yetki alanına girecekti. Federal Yasama organı; üyelerinin %30'u Türk ve %70'i Rum olan bir Temsilciler Meclisi ile, Toplumların eşit sayıda üyelerle temsil edilecekleri Senato'dan meydana gelmelidir. Bakanlar Kurulunda 70-30, ordu ve poliste 60-40 oranı saklı tutulmalıdır. Federal devletin bir başka devlet ile birleşmesi, ve taksimi yasaklanmalıdır, ittifak ve garanti anlaşması anayasanın ayrılmaz bir parçası olmalıdır.

Plaza, görüşlerini içeren raporunu taraflara 26 Mart 1965'de sunar ve BM Güvenlik Konseyi önüne getirir. Buna göre Plaza Rum görüşlerini benimsemiş, Türklere azınlık haklarını önermiş ve anlaşmayı beğenmeyen Türklerin de Türkiye'ye göç edebilmesini öngörmüştür. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri buna karşı çıkarak Plaza'nın yetkisini aştığını, rapor yerine, görüş-öneri sunduğunu ve arabuluculuk yetkisinin sona erdiğini duyurur. Görüldüğü gibi federasyon görüşünü ilk kez ortaya atan ve bunu istikrarlı bir şekilde 1965'den itibaren savunan Türk tarafı olmuştur.

AKEL ve Rum meclisi'nin aldığı Enosis kararları nedir?

a. AKEL'in Enosis Kararı
1964-1974 döneminin en çarpıcı gözlemlerinden biri, bir komünist partisi olarak ezilen halkın ve mazlumların yanında olması gereken AKEL'in, 1960 öncesinde olduğu gibi, ısrarla Enosis politikasını sürdürmesidir. EOKA çetelerinin Enosis hedefi ile Kıbrıs Türklerine saldırdığı günlerde saldırılara ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıkılıp adanın Yunanistan'a ilhakına karşı çıkması gereken AKEL, ne ilginçtir ki tam aksi bir politika ile Mart 1966'da toplanan 11. Kurultayında Enosis konusunda kendi kendini daha çok bağlıyor ve bu yönde bir karar alıyordu. Karar töyleydi:

"Kurultay, AKEL'in ulusal kurtuluş savaşımızdaki sürekli ve değişmez tutumunun bağlantısızlık, bağımsızlık tam egemenlik, Kıbrıs'ın toprak bütünlüğü ile, yabancı üslerin ve casusluk için kullanılan radyo istasyonlarının Kıbrıs'tan kaldırılamasını teyit eder. Ancak bu amaçların gerçekleşmesiyledir ki, Kıbrıs Halkı geleceğini her türlü yabancı baskılardan ve müdahalelerden uzak olarak ve dünyaca kabul edilmiş olan self-determinasyon ilkesi çerçevesinde serbestçe kararlaştırmak olanağına sahip bulunacaktır. Ancak bu tutum çerçevesindedir ki Halkımızın ULUSAL REHABİLİTASYONU - KIBRIS'IN YUNANİSTANLA BİRLEŞMESİ etrafındaki haklı emelleri, herhangi bir şantajın veya zorlamanın sonucu olarak değil de halkın öz iradesinin ÖNCE BAĞLARINDAN KURTULMUŞ OLAN HALKIN zorlanmadan, özgürce ifade edilecek İRADESİNİN SONUCU OLARAK GERÇEKLEŞECEKTİR..."

AKEL'in özetle verdiğimiz bu kararından sonra, 1974 yılına kadar, yani Türk Barış Harekatına kadar bu parti Enosisi açıkça savunmaya devam etmiştir. Bu tarihten sonra Enosisi ağzına almayan AKEL, artık bağımsızlığı savunduğunu iddia etmektedir... Oysa bir parti için geçerli olan Kurultay kararları ile programıdır ve AKEL, bugüne kadar 11. Kurultay kararını iptal eden bir karar almadığı gibi, programında Türklerden AZINLIK diye söz eden ifadeyi de çıkarmış değildir.

Sonuç olarak geçerli olan sözler değil, program ve Kurultay kararlarıdır. Bu arada önemle vurgulanması gereken nokta AKEL'in Enosisi iki aşamada öngörmesidir. Birinci aşamada "tam bağımsızlık" dediği Türk askerinin adadan çıkarılması KKTC'nin yıkılarak "Toprak Bütünlüğünün" sağlanması, ikinci aşamada ise self-determinasyon yolu ile Enosis'dir. AKEL'in, kararı dikkatli bir gözle yorumlandığı zaman çıkan sonuç budur.


b. Rum Meclisinin Enosis Kararı
AKEL'in Enosis kararı almasından sonra, Enosis konusunda her zaman AKEL'le yarış içinde olan Rum sağı, bayrağı AKEL'e kaptırmamak ve tüm Rum halkının Enosisten yana olduğunu vurgulamak için konuyu Meclise getirmeyi uygun gördü. Böylece aynı zamanda, Yunanistan'da darbe ile iş başına gelen ve Makarios'u Enosis konusunda samimi olmamakla suçlayan cuntaya karşı da samimiyeti kanıtlanmış olacak, imkan doğduğu anda Meclise tekrar başvurmadan bir Bakanlar Kurulu kararı ile Enosis'in ilan edilmesi şansı doğacaktı. 26 Haziran 1967'de yapılan Meclis Birleşiminde, oy birliği ile alınan Enosis kararının tam metni şöyleydi:

"Temsilciler Meclisi Kıbrıs Rumluğunun ezeli emellerine tercüman olarak ulusal ereklerini yakın zamanda gerçekleştirmek konusundaki değişmez kararını dile getirip açıklarken,
a. Ne tür güçlüklerle karşılaşılırsa karşılaşılsın, şu anda tüm ELEN dünyasının desteği ile yürütmekte olduğu savaşımı başarıya ulaşıncaya kadar durdurmayacaktır. Başarı derken, arada bir durak yapmadan Kıbrıs'ın bir bütün olarak anavatanla birleştirilmesi kastedilmektedir...
b. Kıbrıs Rum halkı ile anavatan arasındaki gönül birliğinin ve ulusal uğraşımızın başarısı için kaçınılmaz bir koşul olan Yunanistan-Kıbrıs sıkı işbirliğinin güçlenmesi için elindeki tüm vasıtalarla yardımcı olacaktır..."

Rum Meclisinin bu kararı hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak açıklıktadır ve Rum toplumu içindeki tüm siyasi parti ve görüşlerin Enosis yanlısı olduğunu ortaya koymaktadır...

Yine 1974 Barış Harekatı'ndan sonra bu konuyu ağzına almayan Rum Meclisi, yeni bir karar alarak Kıbrıs'ın bağımsızlığı ve bağlantısızlığını içerecek bir çözümü savunduklarını ileri sürmüşlerdir. Ne ki bu karar incelendiği zaman 1967 yılında alınan kararın iptal edilmediği ve 1967 kararının artık geçersiz olduğuna ilişkin bir ifade içermediği de çok açık bir gözle görülecektir... Bu durumda iptal edilmeyen hiçbir kararın hukuken geçerliliğini yitirmediği bilinen bir geçektir. Bunun yanında zaten bağımsızlık, -AKEL kararında da belirtildiği gibi- bir ARA AŞAMA'dır. Nihai amaç Enosis'dir. Dolayısı ile Rum Meclisinin aldığı bağımsızlık kararı ilk aşamayı anlatır, nihai amaç olan Enosis'i dışlamıyor, tam aksi o kapıyı açık bırakıyor. Tüm çağrılara karşın Enosis'i yasaklayan bir karar alamamaları ve Enosis propagandasına ceza getirmemeleri bunun kanıtıdır.

Türk Milletvekilleri Meclis'ten nasıl kovuldular?

Rum liderliği dış dünyaya yaydığı yalanlarda, Türk milletvekillerinin, devlete isyan ederek, Meclis'ten kaçtıklarını iddia etmektedir. Oysa gerçekte Türk milletvekilleri ölümle tehdit edilerek meclisten kovulmuşlardır. 1963 saldırıları ile birlikte can güvenliği nedeni ile meclise gidemeyen Türk milletvekilleri, ortalığın biraz sakinleşmesi üzerine meclise dönmek istedikleri zaman, Rum yönetiminden aldıkları yanıt, "Gelirseniz Can Güvenliğinizi Garanti Edemeyiz" şeklindeydi. Bu durum 1965 yılı yaz aylarına kadar devam etti. 50 kişilik ortak Meclisin 35 üyesini oluşturan Rum milletvekilleri anayasaya aykırı olarak tek başlarına toplanıp, gayrı meşru kararlar aldılar.

Bu arada anayasaya aykırı olmasına karşın Rum Milli Muhafız Ordusu (R. M. M. O.)"yasasını" çıkarıp, yasa dışı bir ordu kurdular. Yunanlı subayların bu yasa dışı orduda görev yapma, yargılama ve hizmet koşullarını düzenleyen hukuk dışı yasalar yaptılar. Polis, jandarma ve belediye yasalarını diledikleri gibi değiştirdiler. Türk halkının anayasada tanınan haklarını gasbettiler. 21 Temmuz 1965'de ise Seçim Yasasını değiştireceklerini ilan ettiler. Getirecekleri değişikliklerde, sadece Rum Cumhurbaşkanının, Rum Bakan ve Milletvekillerinin görev süresinin uzatılması, öngörülmekteydi. Yapacakları ikinci önemli değişiklik ise Türk ve Rum milletvekili adaylarının tek bir listeden seçime girmeleri, bu listelere Rum ve Türklerin birlikte oy vermesi ve ayrı seçim bölgelerinin birleştirilmesiydi. Bunun anlamı Türk adayların ayrı liste çıkarma ve Türk halkının kendi temsilcilerini seçme haklarının fiilen yok edilmesi demekti. Birleşik listelerden aday olacak Türklerin hiç bir zaman seçilme şansı olmayacaktı. Çünkü Rumlar nüfus olarak çoğunluktaydı. Bunun bir diğer anlamı da Türk adayların Rum partilerinden seçime girmelerini zorlamaktı.

Böylece Türk halkının özerkliği, meclisteki temsil hakkı, politik eşitliği ve tüm anayasal hakları fiilen yok edilerek devlet, Rumların egemenliğinde ÜNİTER bir yapıya büründürülecek ve Türkler de Maronit, Ermeni, Latinler gibi önemsiz birer azınlık durumuna indirgenecekti.

Türk Milletvekilleri bu anayasa dışı tutum karşısında 22 Temmuz 1965 tarihinde yeniden Meclis Başkanı Klerides'e başvurarak, Meclis çalışmalarına katılmalarına olanak sağlanmasını istediler. Klerides bu istemi reddetti. Bunun üzerine BM Genel Sekreteri'nin Özel Temsilcisini arabulucu koyan Türk Milletvekilleri Klerides'den randevu talep ederler. 23 Temmuz 1965 sabahı BM Barış Gücü'nün koruması altında Rum işgali altındaki bölgeye geçip Klerides'le görüşen Türk Milletvekillerinden A. M. Berberoğlu, Ümit Onan ve Ramadan Cemil, bir kez daha Meclis çalışmalarına olanak sağlanmasını isterler.

Klerides ise bunun 3 koşulla mümkün olacağını belirtir:

1-Türk milletvekilleri, Rum temsilcilerin 1963-1965 döneminde tek başlarına geçirdiği (anayasaya aykırı olan) tüm yasaları tanıyacaklardı.

2-Bundan böyle geçirilecek yasalarda veto ve ayrı oy çoğunluğu haklarını kullanmayıp Meclis'deki Rum çoğunluğun kabul ettikleri yasaları olduğu gibi onaylayacaklardı.

3-Seçim yasasında yapılacak değişiklikle, diğer önemli bazı yasalarda yapılması tasarlanan değişikliklere engel olunmayacaktı.

Bunun anlamı Türk halkının daha önce reddettiği 13 değişiklik maddesini kabul edip AZINLIK statüsüne indirgenmeyi, devletin tümü ile bir Rum Devletine dönüşmesini, Enosisin önündeki engellerin kaldırılmasını ve o güne kadar anayasaya aykırı olarak yapılan değişiklikleri onaylayıp anayasa dışı eylemlere ortak olmayı kabul etmesiydi. Bir başka deyişle iki yıllık direnişten sonra teslim olmasıydı. Türk milletvekilleri, bu anayasa dışı koşulları kabul etmeyip, meclis çalışmalarına katılmalarının anayasal hakları olduğunu ve Meclise geleceklerini belirttiler.


Klerides ise onlara şu yanıtı verdi:
"Eğer gelirseniz, sizi, fiziki güç kullanarak içeriye sokmam".

Ertesi gün yayınlanan Rum gazeteleri Türk Milletvekillerinin "Meclisten Kovulduklarını" ilan ediyorlardı. Türk Milletvekilleri ve Cemaat Meclisi üyeleri bu durum üzerine Lefkoşa'nın Türk bölgesinde kendi aralarında toplanarak 24 Temmuz 1965'de ikinci bir YASAMA MECLİSİ meydana getirdiler ve Türk Cumhurbaşkan Muavini ile Türk Milletvekillerinin görev sürelerini uzatan ayrı bir yasa yaptılar.

Bu yasa 26 Temmuz tarihinde Dr. Fazıl Küçük tarafından imzalanarak, basılan bir RESMİ GAZETE'de yayınlandı ve yurürlüğe kondu. "1" no'lu Resmi Gazete işte bu kararın yer aldığı gazetedir ve Kıbrıs'ta resmen iki ayrı yasama meclisinin kurulduğu tarihi anlatır. Rumlar ise 23 Temmuz 1965'de öngördükleri değişiklikleri kendi aralarında onaylayıp ayrı bir Resmi Gazete'de yayınlamışlardı. Rumların bu tutumu Türkiye, İngiltere ve BM Güvenlik Konseyi tarafından tanınma***** kınandı. Türkiye ve İngiltere Makarios'a birer sert nota verdiler, ama o bildiğini okumaya ve yarattığı emrivakileri kalıcı hale getirmeye devam etti. Bir anlamda Kıbrıs'ın ilk resmi bölünmesi böyle olmuştur. 1963'de başlayan fiili bölünme 1965'de Rumların zorlaması ile resmi bir bölünmeye dönmüttü.

Ne yazık ki ilk günler Makarios'un bu emrivakilerini tanımayan ülkeler, zaman içinde sessizce tanımaya ve bir Rum devletine dönüşen Makarios'un gayrı meşru yönetimini, Türk-Rum ortaklığına dayanan meşru yönetimmiş gibi tüm Kıbrıs'ın yasal hükümeti olarak kabul etmeye başladılar. Oysa o yönetimin, anayasanın öngördüğü Türk-Rum ortaklık devleti ile uzaktan yakından ilgisi olmadığı, Türklerin gasbedilmiş devletin hiçbir organında temsil edilmedikleri, o devletin Türk halkının iradesini hiçbir şekilde yansıtmadığı ve tam bir DARBE yönetimi olduğu çok açıktı. Dünyanın kendi çıkarları gereği bunu görmek istememesi, Kıbrıs'ın bölünmesinin ve 35 yıldır kangren haline gelmesinin başlıca nedenidir.

Geçitkale Boğaziçi saldırıları ve bu saldırıların sonuçları nedir?

AKEL ve Rum Meclisi'nin aldığı bu kararlardan hemen sonra 15 Kasım 1967'de Grivas liderliğindeki Rum-Yunan ordusu Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldırdı... Aslında, Rum Meclisi'nin Enosis kararından 4.5 ay sonra gerçekleştirilen bu saldırının bir amacının da, ileride planlanan Enosis hareketine karşı, Türkiye'nin mukavemetini ölçmek olduğu ileri sürülebilir...

15 Kasım 1967 tarihinde bu iki köye saldıran binlerce Rum-Yunan askeri, sert bir çarpışmadan sonra köylere girmeyi başardı. BM Barış Gücü askerlerinin gözleri önünde 28 kişiyi öldüren, yaşlı bir ihtiyarı canlı canlı üzerine benzin dökerek yakan, köyleri yağmalayan ve tüm köylüleri esir alan Rum-Yunan Kuvvetleri Türkiye'nin çok sert tepkisi ile karşılaştı. Türkiye derhal Trakya, Ege ve Mersin bölgelerine asker kaydırmaya başladı. Türk donanması Kıbrıs'a gelmek üzere denize açıldı. Türk savaş uçakları işgal edilen köyler üzerinde ihtar uçuşları yapmaya başladı. Bu arada 17 Kasım'da toplanan TBMM, köylerin boşaltılmaması, ve Yunan askerlerinin, geri çekilmemesi halinde adaya müdahale ve gerekirse Yunanistan'la savaş kararı aldı... ABD, İngiltere ve Kanada her zaman olduğu gibi yine devreye girerek Türk müdahalesini önlemeye çalıştı. ABD Cyrus Vance'i barış girişimleri için adaya gönderdi. 24 Kasım'da toplanan NATO Bakanlar Kurulu, iki üyesinin savaşmaması için, konuyu görüştü, NATO Genel Sekreteri Manlio Brasio temaslar yapmakla görevlendirildi. Sonuçta, Türk müdahalesini önlemek için Türkiye'nin istediği koşullar kabul edildi.

Buna göre Grivas adadan ayrıldı, Yunanistan'ın gizlice adaya soktuğu askerlerden 12 bini geri çekildi, sürgünde olan Denktaş'ın adaya dönmesine izin verildi, işgal edilen köyler boşaltıldı ve esirler serbest bırakıldı, Türk bölgelerine uygulanan kuşatmalar gevşetildi. Türk bölgelerini korumak için UNFICYP'in yetkileri ve sayısı artırıldı. Bu arada işgal edilen köylerin halkı tazmin edilecek, RMMO dağıtılacak, toplumlararası görüşmeler başlayacaktı. Ne var ki, ne tazminatlar ödendi, ne de RMMO dağıtıldı. Böylece tehlike geçtikten sonra Rumların anlaşmalara uymadığı bir kez daha ortaya çıktı.
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 28.01.2009, 03:04   #8
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

Genel Komite ve Geçici Türk Yönetimi nedir?

Kıbrıs Türk Halkı kurucusu olduğu Cumhuriyetten dışlanınca devletsiz kaldı. Hiçbir halkın devletsiz, yönetimsiz, bir kabile gibi yaşa***** varlığını sürdürmesi olası değildi... Bu nedenle 1964 yılı Ocak ayının ilk günlerinde yönetim işini yüklenecek GENEL KOMİTE adlı bir organ oluşturuldu. Bu organda (diğer bölgeler kuşatma altında olduğu için) sadece Lefkoşa'da bulunan eski Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi ve Bakanlar Kurulu üyeleri ile Anayasa Mahkemesi üyesi Necati Ertekün ve Hakim Mehmet Zekâ Bey bulunmaktaydı. Komitenin başkanı ise Cumhurbaşkan Muavini Dr. Fazıl Küçük'tü. Bu Komite, 1967 yılına kadar Türk Halkı adına zorunlu yasama ve yürütme görevlerini yerine getirdi. Ama artık değişen koşullar yeni ve daha kapsamlı bir örgütlenmeyi dayatıyordu.

Geçitkale saldırılarından sonra sağlanan diplomatik zafer bu amaçla uygun koşulları yaratmıştı. Nitekim bu saldırılardan 1.5 ay sonra 28 Aralık 1967'de Geçici Türk Yönetimi ilan edildi. Geçici Türk Yönetimi, Cumhurbaşkan Muavini ile üç Cumhuriyet Milletvekilini, Cemaat Meclisi Başkanı ile icra heyetinin belirli sayıdaki üyesini, Mücahit Teşkilatını ve Maliye'den tarafsız bir maliyeciyi ihtiva edecek şekilde organize edildi. Buna göre G. T. Y. Başkanlığına Dr. Küçük , yardımcılığına da Cemaat Meclisi Başkanı Denktaş getirildi. Temsilciler Meclisi ile Cemaat Meclisi üyeleri de Türk Yönetimi Meclisi olarak görevlendirildi. Başbakan ve yardımcısı dışında 11 kişilik Yürütme Kurulu, Bakanlar Kurulu olarak göreve başladı. Hemen ardından, 4 yıllık sürgünden sonra 13 Nisan 1968'de Denktat adaya döndü.

Geçici Türk yönetimi bir süre devam ettikten sonra, ismindeki "geçici" ifadesi düşürülerek adı "Kıbrıs Türk Yönetimi"ne dönüştürüldü. Bu arada 1973 yılında seçimler yapılarak yönetim yenilendi. Cumhurbaşkan Muavinliğini ve Türk Yönetimi Başkanlığını Rauf Denktaş tek aday olarak üstlendi. Bu yönetim biçimi, Otonom Türk Yönetiminin ilan edildiği 1974 yılına kadar devam etti.

"EOKA B" nedir?

1968 yılı içinde başlayan toplumlararası görüşmeler sürerken, Kıbrıs Rum Toplumu içinde iki esas görüşün belirginleştiği gözlenir... Bu görütmelerden biri, ani bir askeri harekatla Kıbrıs Türk direnişinin kısa yoldan kırılarak Enosisin ilan edilmesini; diğeri de uzun vadeli bir program çerçevesinde ekonomik ve siyasi baskılarla Türk direnişinin kırılarak, Enosise ulaşılmasını öngörmekteydi... Bu görüşlerden birincisini eski EOKA'cılar ve Cunta yanlısı güçler, diğerini de askeri bir harekatın Türk müdahalesi ile başarısızlığa mahkum olacağını iyi kavrayan Makarios savunmakta idi... Nitekim Makarios Türkler üzerinde ekonomik baskıyı ağırlaştırırken, adadan göç etmek isteyen Türklere her türlü kolaylığı sağlıyor, bir yandan da süren Toplumlararası görüşmeleri uzatarak, Türklere otonomi verilmesini dahi kabule yanaşmıyordu...

Enosis konusunda askeri kısa yolu tercih edenler EOKA'yı canlandırarak "EOKA B" adlı Cunta destekli ve Yunanistan tarafından yönetilen gizli bir örgüt kurdular. Gizli örgüt adada bulunan ve RMMO'yu yöneten Yunanlı subayların yönetimindeydi. İlk etkili eylem olarak 1970 yılı Mart ayı başlarında Makarios'un bindiği helikoptere ateş edildi. Helikopter zorunlu iniş yaptı, Makarios kurtuldu. Bunun üzerine 11 eski EOKA'cı tutuklandı, İçişleri eski Bakanı Yorgacis bu olaydan sonra şüpheli şekilde öldürüldü...

Bunun ardından 28 Ağustos 1971'de Grivas gizlice adaya döndü ve EOKA B'nin başına geçti. RMMO kamplarından silah çalmalar, sabotajlar başladı. Kilisenin Sen-Sinod Meclisi üyesi 3 papaz, Makarios'a karşı cephe aldı, Grivas, Enosis demeçleri vermeye başladı. Makarios 21 Şubat 1971 'de Grivas'a bir mektup yazarak işbirligi yapmalarını istedi. Grivas ise bunu reddetti. 29 Ekim 1971'de bir başka açıklama yapan Makarios, "bütün Yunan hükümetlerinin rızası bulunduğu taktirde, Enosisi ilan etmekte tereddüt etmeyeceğini, fakat bu tür bir girişimin başarısına ve başarısızlığına yol açacak çeşitli faktörler makul olarak değerlendirildikten sonra bunun olanaksız olduğunu" belirtti. Makarios'u devirip kısa yoldan Enosis'e ulaşmayı isteyen EOKA B ise, sabotaj eylemlerini yoğunlaştırdı.

Bu arada şiddet ve terör olayları artarken, 31 Ocak 1973'de yeni bir açıklama yapan Makarios, EOKA B'nin eylemlerini" Enosis'in mezar kazıcıları" olarak niteliyordu.

15 Temmuz 1974 Darbesi nasıl gerçekleşmiştir? Makarios gerçekten Enosis'e karşı mıydı?

Yunanlı subayların yönetimindeki Rum Milli Muhafız Ordusunun lojistik desteği ile her geçen gün artan şiddet olayları karşısında Makarios kendisine bağlı kişilerden bir yedek polis birliği oluşturdu. Bu birliklerle EOKA B elemanları arasında şiddetli çarpışmalar meydana gelmeye başladı. Bu gelişmeler olurken Makarios da hazırladığı bir mektubu 2 Temmuz 1974 tarihinde Yunan cuntasına gönderdi. Makarios, 10 Temmuz 1974'de Yunan Cuntasını, EOKA B ile işbirliği yapmak, kendisini devirmek için komplo düzenlemek, EOKA B'ye silah ve para desteği sağlamak ve RMMO'da görevli subayları EOKA B'yi yönetmek için görevlendirmekle suçla*****, Kıbrıs'ta görevli 650 Yunan subayının geri çekilmesini istiyordu... Cuntanın bu mektuba yanıtı, 15 Temmuz 1974'de yapılan darbe oldu...

Yunanlı subayların komutasında harekete geçen RMMO ve EOKA B, Makarios'un sarayını top ateşine tutarak ele geçiriyor, Polis karakolları ile yedek polis birliklerine karşı tankların desteğinde saldırılara girişiyor ve kendilerine karşı ko***** Makarios'u destekleyen AKEL ve EDEK partisi yanlılarını katledip, iktidara el koyuyordu... 2000 civarında Rum bu iç savaş sırasında ölürken, birçok yaralı Rumun da Cuntacılar tarafından diri diri toprağa gömüldüğü, bizzat onları gömen Papaz Papatsestos tarafından TANEA gazetesinde açıklanmştır. Darbe başarıya ulaştıktan sonra Türk kasabı olarak bilinen Nikos Samson Cumhurbaşkanlığına getiriliyor ve EOKA B yanlılarından oluşan yeni bir hükümet kuruluyordu. Bu arada önce Baf'a, sonradan İngiliz üslerine ve daha sonra Malta'ya kaçan Makarios, İngiltere'ye gidip görüşmeler yapıyor, oradan da BM'e giderek yaptığı konuşmalarla derbeden Cuntayı sorumlu tutuyordu.

Makarios'un o kritik anlarda bile Enosisi düşlediğinin en önemli kanıtı Cuntaya gönderdiği 2 Temmuz 1974 tarihli mektuptur. Bu mektupta şöyle diyordu: "Kıbrıs'taki devlet temellerini yıkma çabasında Yunanistan hükümetlerinin çabaları büyüktür. Kıbrıs devleti ancak ENOSİS durumunda dağılmalıdır". Bu satırlar Makarios'un Enosisciliğinin ve Yunan Cuntası ile aralarında sadece taktik farklılıkları olduğunun en güzel kanıtıdır.

Darbeden iki hafta önce bile Enosis'ten söz eden Makarios nasıl bağımsızlıkçı olarak nitelenebilir?


Makarios, cuntaya gönderdiği 2 Temmuz 1974 tarihli mektupta ne diyordu?


Makarios'un Yunan Cuntası ile çatışmasının en kızgın anında Cuntaya gönderdiği mektup şöyleydi:
Sayın Yunanistan Cumhurbaşkanı
Fedon Gizikis'e
Atina
Lefkoþa, 2 Temmuz 1974.

Sayın Başkan,

Büyük bir üzüntüyle sorumluluğu Yunanistan Hükümetine ait olduğuna inandığım Kıbrıs'taki bazı kabul edilmez durum ve olayları gözler önüne sermek zorundayım. General Grivas'ın Kıbrıs'a kaçak olarak gitmesinin, Atina'daki bazı çevrelerin desteği ve daveti üzerine gerçekleştiğine dair söylenti ve kanıtlar var. Ne var ki ilk geldiği günden itibaren, Milli Muhafız Kuvvetlerinde görev yapan Yunanlı subaylarla görüşüp, onların da desteğiyle sözde Enosis için savaşarak, yasa dışı bir örgüt kurmak için faaliyete geçtiği kesindir. Ve Kıbrıs için birçok kötülüğün kaynağı olan, "EOKA-B" cinayet şebekesini kurdu. Yurtseverlik örtüsü altında ve Enosis sloganlarıyla, siyasal ve bir sürü başka cinayet işleyen bu örgütün faaliyeti bellidir. Yunanlı subaylar tarafından meydana getirilen ve denetlenen Milli Muhafız Ordusu içindeki "EOKA-B"nin üyeleri kendi kendilerine, övücü, "Enosis taraftarları" ve "Enosis Cephesi" adlarını da aldılar.

Birçok kere, yasadışı ve ulusal çıkarlarımıza zararlı, iç cephede bölünmelere ve uyumsuzluklara yol açıp, Kıbrıs Hellenizmini iç savaşla karşı karşıya getiren, bir örgütün neden Yunanlı subaylar tarafından desteklendiğini kendi kendime sormuşumdur. Ve ayni şekilde, birçok kez, bu desteğin ne oranda Yunan Hükümeti tarafından onaylandığını yine kendi kendime sormuşumdur. Bu sorularıma mantıklı bir cevap bulabilmek için, değişik fikir ve varsayımları gözden geçirdim. Ne var ki hiçbir cevap mantıklı bir temele dayanmıyordu. İnkar edilemeyecek tek olaysa, Yunan subayları tarafından "EOKA-B"ye sağlanan destektir. Ada'nın değişik bölgelerindeki ordugahlar çevrelerindeki bölgelerde, Grivas ile "EOKA-B"nin lehine propaganda yapılıyor. Belli ve inkar edilmez bir başka olaysa,"EOKA-B" nin canice faaliyetini destekleyen Kıbrıs'taki Yunan basınının, Atina'dan mali yardım gördüğü ve izleyeceği çizginin Yunan istihbarat Teşkilatı (KİP) VE 2. Genelkurmay bürosu tarafından saptandığıdır.

Yunan hükümetine, bazı subayların tutum ve davranışlarından dolayı şikayette bulunduğum her seferinde, bana bunların Kıbrıs'tan geri çağrılmaları için isimleriyle ve işledikleri suçları belirterek, ihbar etmemi istedikleri doğrudur. Bunu yalnız bir sefer yaptım. Böyle bir harekette bulunmak benim için üzücüdür. Ne var ki kötülükler böyle bir muamele karşısında düzelmiyor. Önemli olan kötülüğün sonuçlarını düzeltmek değil, kötülüğün kökünü sökmektir.

Sayın Başkan, kötülüğün kökünün çok derin olduğunu ve Atina'ya kadar vardığını söylemekle üzüntü duyuyorum. Kıbrıs Hellenizminin, acı meyvelerini bugün tatmakta olduğu, kötülük ağacının, gelişmesini sağlayan bakımı Atina'da yapılıyor. Daha da açık olmak için Yunanistan'daki üyelerin, "EOKA-B" tedhiş örgütünün hareketlerini destekleyip yönelttiklerini söylüyorum. Milli Muhafız Kuvvetlerinde görevli Yunanlı subayların da yasadışı, komplo ve başka kabul edilmez durumlara karışmaları böylece açıklanıyor. Askeri rejimin suçluluğunu, "EOKA-B" yöneticilerinin üstünde bulunan belgeler ispatlıyor. Milli Merkez tarafından, bu örgütün bakımı için bol miktarda para yollanıyordu. Grivas'ın ölümünden ve onunla beraber Ada'ya gelen kumandan Karasu'nun geri çağrılışından sonra, başkanlık için emirler veriliyordu, yani genel olarak herşey Atina'dan yönetiliyordu. Bu belgelerin gerçekliği tartışma konusu yapılmaz; çünkü bunlar tarafından daktiloya alınmış olan yazılarda bile, elle yapılmış düzeltmeler var ve yazanın yazma stili de bellidir. Belirtici olarak böyle bir belgeyi buraya ekliyorum.

Her Yunan hükümetiyle işbirliği yapmanın hem ülkem hem de benim için milli bir görev olduğunu birçok kere açıklamışımdır. Milli çıkar, Atina ile Lefkoşa'nın barışcıl ve sıkı işbirliğini şart koşuyor. Yunanistan'da hangi hükümet olursa olsun, benim için anavatanın hükümeti olduğundan onunla işbirliği yapmam gerekiyor. Askeri rejimlere karşı özel bir sempatim olduğu söylenemez, özellikle bu durumda bile işbirliği konusundaki ilkemden caymadım.

Sayın Başkan, Yunanistan hükümetinin adamlarının bana karşı devamlı komplo hazırlamalarının ve daha kötüsü, Kıbrıs Hellenizmini bir iç savaş aracılığıyla yıkıma itmelerinin, beni ne kadar üzdüğünü umarım anlıyorsunuzdur. Atina'dan uzanan ve benim varlığımı ortadan kaldırmayı amaçlayan eli, birçok kereler görüp hissetmişimdir.

Ne var ki Milli çıkarlar uğruna sessizliğimi gene korudum. Kıbrıs Killisesinde büyük bunalımlara yol açıp, sonra da görevlendirilen üç Piskopos'a hakim olan kurnaz kötü niyetin de doğum yeri yine Atina'dır. Bu konuda hiç bir açıklamada bulunmadım. Yalnızca bütün bunlar niye diye düşünüyorum. Ve eğer bunun Kıbrıs'ta sürmekte olan dramdan tek acı çeken ben olsaydım, Yunan hükümetlerinin rolü ve sorumluluğu konusunda yine susacaktım. Ama bundan tüm Kıbrıs Hellenizmi etkilediği zaman ve Atina'nın emri üzerine Milli Muhafız kuvvetlerinde görevli Yunan subayları, "EOKA-B"yi, siyasal cinayetleri ve genel olarak Devlet'in dağılmasını da içeren, canice siyasetinde destekledikleri zaman sessizliğe ve saklanmalara yer yoktur.

Kıbrıs'taki devlet temellerini yıkma çabalarında Yunanistan hükümetinin sorumluluğu büyüktür. Kıbrıs devleti ancak Enosis durumunda dağılmalıdır. Yunanistan Hükümeti, Milli Muhafız sorununa karşı takındığı tutumla, Kıbrıs Devleti'nin üstüne bir siyaset uyguladı. Birkaç ay önce, Milli Muhafız Kuvvetlerinin Genel Kurmay'ı özel okullarda eğitilip daha sonra askerlikleri süresince subay yapılması düşünülen yedek subay adayları listesini Kıbrıs Cumhuriyeti'nin onayına sunmuştur. Bakanlar Kurulu, listede yeralan 57 adayı onaylamadı. Genel Kurmay bu durumdan bir yazı ile haberdar edildi. Buna rağmen, Atina'nın talimatı üzerine Genel Kurmay, kanunun kendisine verdiği Milli Muhafız'daki tüm subayları atama yetkisine dayanarak, Bakanlar Kurulunun bu kararına hiç bir önem vermedi. Keyfi ve bağışık bir tutum takınan Genel Kurmay, Kıbrıs Hükümetinin kararına aldırmadan ve yasaları çiğneyerek, onaylanmayan adayları subay okuluna kaydetti. Yunan hükümetine bağlı olan Milli Muhafız Kuvvetleri Genel Kurmay'nın bu tutumunu tamamen kabul edilmez sayıyorum. Milli Muhafız Kıbrıs Devleti'nin bir organıdır ve Atina değil, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından denetlenmelidir. Yunanistan-Kıbrıs birleşik savunma bölgesi teorisinin duygusal yönü var. Ne var ki gerçekte durum değişiktir. Milli Muhafız Kuvvetleri bugünkü yapısı ve üyelerinin niteliği yüzünden amacından sapmış yasadışı hareketlerde bulunan kişilerle, Devlet'e karşı komploların hazırlandığı merkez ve "EOKA-B"yi destekleyen kaynak haline gelmiştir.

Bu konuda, son zamanlarda artmış olan, "EOKA-B"nin tedhiş faaliyetleri süresince, Milli Muhafız Kuvvetlerine ait araçların, silahlarla birlikte tutuklanması sözkonusu olan kişileri güvenlik içinde taşıdıklarını söylemem yeter herhalde. Milli Muhafız Kuvvetleri'nin bu sapmasndan da Yunanlı subaylar sorumludur. Bunlardan bazıları "EOKA-B" faaliyetine tepeden tırnağa kadar karışmış durumdalar. Tabii ki bundan da Milli Merkez'in sorumluluğu olmadığı söylenemez.

Yunan hükümetinin bir işareti üzerine bu üzücü durum sona erebilirdi."EOKA-B" belgelerinde kanıtladığı gibi bakımı ve gücü için gerekli olanakları Atina'dan sağladığından, Milli Merkez şiddetin sona erdirilmesi için emir verebilirdi. Ne var ki Yunan hükümeti böyle bir harekette bulunmamıştır. Bu kabul edilmez durumun bir başka işareti olarak da, son zamanlarda Atina'da kilise ve Kıbrıs Büyükelçiliği de dahil olmak üzere başka binaların duvarlarında, benim aleyhime ve "EOKA-B"nin lehine yazıların yeralması gösterilebilir. Suçluları tanımasına rağmen Yunan hükümeti, bunların yakalanıp cezalandırılması için hiç bir gayret sarf etmemiştir. Böylelikle "EOKA-B" lehine yapılan propagandaya da göz yummuş oluyordu.

Söyleyecek çok şeyim var Sayın Başkan, ama sanıyorum ki sözü daha fazla uzatmaya lüzum yok. Sözlerimi bitirirken de, düştüğü durumdan dolayı, Kıbrıs halkının ona olan güveni yitirdiği Milli Muhafız Kuvvetlerini yeni temeller üstünde yeniden düzenleyeceğimi bildirmek istiyorum. Askerlik süresinin tavanını azaltıp, ulusal bir tehlike karşısında görevini yerine getiremeyecek duruma getirdiğimi belirtebilirsiniz.

Burada açıklamak istemediğim nedenlerden dolayı bu görüşe katılmıyorum. Ayrıca Milli Güvenlik Muhafız Kuvvetlerinde görev yapan Yunanlı subayların geri çağrılmalarını rica ediyorum. Bu subayların Milli Muhafız Kuvvetlerinde kalıp, onları yönetmeye devam etmeleri halinde Lefkoşa-Atina ilişkileri zarar görebilir. Bununla beraber eğer, Kıbrıs Silahlı Kuvvetlerinin yeniden düzenlenmesinde görev almak üzere Kıbrıs'a eğitici subay ve askeri danışman gönderirseniz mutluluk duyacağım. Umarım bu arada, Atina, tarafından "EOKA-B" faaliyetine son vermek için gerekli emirler verilmiştir, çünkü, eğer bu örgüt kesin şekilde dağılmazsa yeni bir şiddet ve cinayet dalgası görülebilir.

Sayın Başkan, Kıbrıs'ta uzun zamandan beri sürmekte olan içleracısı durumu belirlemek için birçok üzücü şeyi içten kelimelerle anlatmak zorunda kaldığım için üzgünüm. Ne var ki, her zaman göz ününde bulundurduğum ulusal çıkarlar, böyle bir şey zorunlu kılıyordu.

Yunanistan hükümeti ile işbirliğimi kesmek niyetinde değilim. Ne var ki, benim Yunanistan'ın Kıbrıs'a atadığı vali değil, Hellenizmin büyük bir bölümünün seçtiği önder olduğum anlaşılmalı. Ulusal Merkezin bana karşı tavrı buna göre ayarlanmalıdır.

Bu mektubun içeriği gizli değildir.

İçten dileklerle

Makarios'un 19 Temmuz tarihli konuşması nedir?

Makarios, darbecilerin elinden kurtulduktan sonra durumu görütmek üzere toplanan BM Güvenlik Konseyi'nde konutmak üzere ABD'ye gider. 19 Temmuz 1974'de toplanan Güvenlik Konseyi'nde konuşan Makarios, EOKA B'yi terörist bir örgüt olarak niteleyerek, bu örgütü Yunanistan'ın yönettiğini açıklıyor ve garantör bir ülke olan Yunanistan'ın Kıbrıs'ta darbe yaptırarak adayı işgale yeltendiğini vurguluyordu.

Makarios konuşmasında şöyle diyordu:
"... Darbe, Yunanistan'daki askeri rejim tarafından planlanmış ve RMMO yönetimindeki Yunanlı subaylar tarafından gerçekleştirilmiştir".

"... Yunan askeri rejimi Kıbrıs'ın bağımsızlığını acımasızca katletmiştir. Kıbrıs halkının demokratik haklarını ve bağımsızlığı ile egemenliğini çiğneyerek, kendi diktatörlük sistemini Kıbrıs'a yaymıştır..."

"... Kesinlikle biliyorum ki, yasadışı EOKA-B'nin kökleri Yunanistan'dadır ve en büyük destekçisi de, kaynağı da Yunanistan'dır..."

"... RMMO kamplarında bu yasadışı örgütün propagandasını yapan Yunanlı Subaylar, devletin bir organı olan RMMO'yu yıkıcılığın bir aracı haline getirmişlerdir..."

"... Birkaç gün önce Kıbrıs polisinin eline geçen belgeler, EOKA-B'nin Yunan cuntasının bir uzantısı olduğunu kanıtlamıştır. Eylemleri için gerekli para ve ayrıntılı direktifler doğrudan doğruya Atina'dan gelmekteydi..."

"... General Gizikis'ten RMMO'daki Yunanlı subayları geri çekmesini istedim ve RMMO'nun sayısını azaltarak, bu orduyu devletin bir kuruluşu yapma niyetimi ona bildirdim. İzlenimim, Atina rejiminin, ordunun mevcudunun azaltılması ve Yunanlı subayların geri çekilmesi lehine olmadığıydı. Nitekim Yunan elçisi, Atina'dan aldığı talimat doğrultusunda bana bunu bildirdi ve böyle bir durumun Kıbrıs'ın Türkiye karşısındaki savunmasını zayıflatacağını söyledi... Mantıki gibi görünen bu gerekçenin arkasında başka hesaplar ve menfaatler gizli olduğunu biliyordum. Kendilerine Türkiye'den gelecek tehdidin kendilerinin yarattığı tehdidin yanında hiç olduğunu bildirdim ve kısa süre sonra bu konularında haklı olduğum kanıtlandı..."

"... Şu anda Yunan askeri rejimi tarafından yaratılan durumun ayrıntılarını bilmiyorum fakat, korkarım ki mal ve can kaybı çok ağırdır..."

"... Darbe, dışarıda yapılan çok açık bir işgal olayıdır ve aşikar bir şekilde Kıbrıs'ın bağımsızlığı ile egemenliğini çiğnemiştir. Bu darbe RMMO'daki Yunanlı subayların ve personelinin işidir. İttifak Anlaşması çerçevesinde Kıbrıs'ta bulunan 950 kişilik Yunan kontenjanının da Kıbrıs'a karşı girişilen bu saldırıda belirleyici bir rol oynadığının özellikle altını çizmek isterim... Operasyonları yöneten Yunanlı subayların EOKA-B terör örgütü üyeleri tarafından da desteklendiği ve bunların RMMO silahları ile teçhiz edildikleri bir gerçektir..."

"... Eğer çarpışmalarda Yunanlı subaylar yer almasaydı, cesetleri Yunanistan'a götürülüp gömülenler kimlerdi?... Eğer Yunanlı subaylar darbeyi yönetmeseydi, Yunanistan'dan gece karanlığında gelen uçakların sivil elbiseler içinde getirdikleri personel ve geri götürdükleri ölü ve yaralı kişiler nasıl izah edilecektir? Darbenin Yunan Cuntası tarafından organize edildiğine ve RMMO'daki Yunanlı subaylarla adadaki Yunan Kontenjanı tarafından gerçekleştirildiğine dair en ufak bir şüphe yoktur ve bu gerçek zaten dünya basınında da açıklıkla vurgulanmıştır. Darbe, çok kanlı olmuş ve çok büyük miktarda insan hayatına mal olmuştur..."

"... Darbe, Cumhuriyetin bağımsızlık ve egemenliğini ayaklar altına alan bir işgal olayıdır. Ve, bu işgal, Yunan subayları adada durdukça devam edecektir... Normal anayasal düzene dönülmemesi ve demokratik özgürlüklerin yeniden tesis edilmemesi halinde, bu işgalin sonuçları çok acı olacaktır. Yunan Cuntası dünya kamuoyunu yanıltmak amacıyle RMMO'daki Yunanlı subaylarındeğiştirileceğini açıklamıştır. Fakat konu onların değiştirilmesi değil, geri çekilmesidir. Yunanlı subayların geri çekileceği yönündeki açıklama,bunların darbeyi gerçekleştirmiş olduğunun da kabulu demektir. Ancak bu subaylar darbeyi kendi insiyatifleri ile değil, Atina'dan aldıkları talimatlar doğrultusunda gerçekleştirmişlerdir. Yerlerine gelecek olanlar da Atina'daki rejimin talimatlarını uygulayacaklardır. Böylece RMMO, daima Yunan askeri rejiminin bir aracı olacaktır. Eminim ki BM Güvenlik Konseyi üyeleri bu tuzağı anlamışlardır..." "... Görüşmelerin şimdiye kadar tatmin edici olduğunu söyleyemem. Fakat ATİNA REJİMİNİN iki yüzlü politikası nedeniyle nasıl ilerleme sağlanabilirdi? Görüşmeler, bütün tarafların üzerinde anlaştığı şekilde bağımsızlık temeli üzerinde sürdürülmekteydi. Atina rejimi, bu konuda hem fikir olduğunu belirtmiş ve Yunan Dışişleri Bakanlığı da Yunanistan'ın bu konudaki politikasının açık olduğunu vurgulamıştı... Eğer gerçek buysaydı, Yunan askeri rejimi, amacı adanın Yunanistan'la birleştirilmesi ( ENOSİS) olduğunu açıklayan ve üyeleri kendilerini Enosisci, ilhakçı olarak tanımlayan EOKA-B terör örgütünü niye yaratmış ve desteklemiştir?"

"... RMMO kamplarında görevli Yunanlı komutanlar, sürekli olarak Enosis'in gerçekleştirilmesinin mümkün olduğunu ve benim tarafımdan hasıraltı edildiğini söyleyerek, bana saldırmışlardır. Kendilerine bunları ve Yunanistan'ın bağımsızlığı desteklediği yolundaki açıklamalarını anımsattığımda, bana diplomatların sözlerine fazla önem vermememi" söylediler. Bu koşullar altında görüşmelerin olumlu bir sonuca ulaşması olası mıydı? Yunanistan'ın bu iki yüzlü politikası görüşmelerin önündeki en büyük engeldi..."

"Yunan Cuntasının bu darbesi, görüşmelerin ilerlemesi için en büyük engeldir. Daha da ötesi, bu durumun kısa bir süre devamı dahi sürekli bir huzursuzluk kaynağı olacak ve tamiri güç derin yaralar açacaktır. Güvenlik Konseyi üyelerine çağrıda bulunarak, Atina tarafından yaratılan darbenin son derece olumsuz sonuçlarına ve yaratılan anormal duruma son vermesini ve bütün yolları deneyerek anayasal düzeni ve demokratik hakları daha fazla gecikmeden yeniden tesis etmesini istiyorum. Bu, Kıbrıs Rumlarının bir iç meselesi değildir. Kıbrıslı Türkler de olumsuz şekilde etkilenmiştir. Yunan Cuntasının darbesi bir işgaldir ve bunun sonuçlarından Kıbrıs'ın bütün halkı, Tükler ve Rumlar acı çekmektedir. Adada bulunan BM Barış gücü,bu askeri darbe koşullarında barışı koruma görevinde etkili olmaz. Güvenlik Konseyi, Yunanistan'daki askeri rejime, RMMO'da hizmet yapan Yunanlı subayları geri çekmesi çağrısında bulunmalı ve onların Kıbrıs'ta süren işgallerine son vermelidir... BM Güvenlik Konseyi'nin bu yönde alacağı bir kararın, işgalin sona erdirilmesi ve ihlal edilen bağımsızlığın ve Kıbrıs Halkının demokratik haklarının yeniden tesis edilmesini sağlayacağı konusunda hiçbir şüphem yoktur..."

Türk Barış Harekatı'nın nedeni neydi?

Makarios'un Cuntaya gönderdiği mektup ve darbenin bizzat Yunanlı Subaylar tarafından yönetilmesi, adanın bir yabancı ülke tarafından işgal edildiğinin bir kanıtıydı... Kaldı ki Makarios, 19 Temmuz 1974'de Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşmada bunu açıklıkla ortaya koymuştu. Adanın kısa sürede fiilen Yunanistan'a bağlanacağı da açıktı.

Nitekim, bir Yunan subayları grubunun Atina'da Ajans France Press'e verdiği belgeye göre, darbenin amacı "bir yıllık süre içinde yapılacak halkoylamasından sonra, Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleştirilmesiydi..." Zaten daha önce de EOKA-B'nin amacının "adanın Yunanistan'a ilhakı olduğu" defalarca açıklanmıştı... İç politikada sıkışmış durumda olan Yunan Cuntası ise, dış politikada ulusal bir heyecan yaratarak, asırlardır süren Kıbrıs'ın ilhakı mücadelesini sonuçlandırmak, adayı Yunanistan'a bağlamak, böylece Ulusal Kahraman olmak ve dikkatleri dışa çekmek niyetindeydi... Türkiye, bunları yakından izlemekteydi...

Nitekim, daha sonra Samson'un yayınlanan anılarında da belirtildiği gibi Türk müdahalesinin gerçekleştiği sıralarda, Yunanistan'dan beklediği yardımın gelmesi halinde, Yunan Devlet Başkanı Gizikis'le vardığı anlaşma uyarınca Samson, ENOSİS için hazırladığı mesajı radyodan, okuyup "ilhakın gerçekleştiğini" duyuracaktı.

Bu mesajda şöyle deniyordu:
"Kıbrıs Yunan Halkı Tanrı, insanlık ve Kıbrıs Hellenizmin özgürlük için yaptığı fedakarlıklar adına, Kıbrıs'ın birleştiğini ilan ediyorum. Halkımızın oldum olası var olan isteği ve ülküleri bu an için haklılığa kavuşmuş bulunuyor. Yaşasın Birleşmiş Ulus".

İşte, Türk Barış Harekatı, adanın Yunanistan'a ilhakını, Türklerin ilhaka karşı çıktıkları için yok edilmesini önlemeyi ve Kıbrıs'ın bağımsızlığını koruyup, adada her iki halk için geçerli olacak barışı gerçekleştirmeyi amaçlamaktaydı.

20 Temmuz Barış Harekatı'nın gelişimi nasıl olmuştur?

Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit, adadaki Yunan işgalini önlemek amacı ile müdahaleye karar verdikten sonra, diğer bir garantör devlet olarak İngiltere ile birlikte müdahale etmek amacıyla görüşme yapmak için, 16 Temmuz 1974'de İngiltere'ye gitti. Yapılan görüşmeler sonucu İngiltere'nin ortak müdahaleye yanaşmayacağını anladı. Ecevit, 17 Temmuz tarihinde yapılan görüşmede Başbakan Harold Wilson ve Dışişleri Bakanı Callaghan'dan hiç olmazsa daha az kan dökülmesi için İngiliz üs bölgelerinden çıkartma yapma izni istedi. Bu teklif de reddedildi. Bu durum üzerine Türk birlikleri 20 Temmuz sabahı Girne bölgesinde Pladini Plajı, (Yavuz Çıkarma Plajı) denen bölgede adaya çıktı. Aynı anda da Türk Hava Kuvvetlerine mensup uçak ve helikopterler Boğaz ve Ortaköy bölgelerine indirme harekatı başlattı.

Bu arada Türk halkının yaşadığı ve Türk mücahitlerinin savunduğu bölgelere saldırıya geçen Rum birlikleri, bir çok küçük Türk köyünü yakıp yıkıyor, sivil halkı esir alıyordu. Mağusa ve Lefkoşa hariç olmak üzere, birçok büyük kasaba da Rum-Yunan birliklerinin eline geçmiş bulunmaktaydı. Bu arada özellikle Boğaz, St. Hilarion, Lefkoşa, Ortaköy ve çıkarma bölgesinde yoğun çarpışmalar, sürmekteydi. Harekatın ilk gecesi Türk Alayına doğru saldırıya geçen Yunan alayı ile yapılan göğüs göğüse çarpışmalar, Türk Alayının üstün mukavemeti ile karşılaşıyor ve başarısızlıkla sonuçlanıyordu.

Kıbrıs'ta çarpışmalar sürerken 20 Temmuz günü toplanan BM Güvenlik Konseyi, 353 sayılı kararı alarak, yabancı askerlerin derhal adadan çekilmesini istiyordu. 22 Temmuz tarihinde yeniden toplanan Güvenlik Konseyi, bu kez de 354 sayılı kararı alıyor ve aynı talebi tekrarlıyordu. Türkiye, 22 Temmuz'da saat 17'den itibaren bu karara u***** ateş kesi kabul etti. Bu süre içinde Girne-Lefkoşa Hattı birleştirilmişti.

Kıbrıs'ta ateş-kes sağlanması ile birlikte Yunan hükümeti istifa etmiş, Karamanlis Fransa'dan Atina'ya dönerek bir ulusal birlik hükümeti kurmuş, Kıbrıs'ta ise Samson çekilerek yerine eski Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Klerides geçmişti. Bunun ardından Cenevre'de Cenevre görüşmeleri başlamıştı


1. Ve 2. Cenevre görüşmeleri nedir? 2. Barış Harekatı nasıl gerçekleşmiştir?

Ateş-kesin sağlanmasından sonra 25-30 Temmuz tarihleri arasında 1. Cenevre görüşmeleri yapıldı. Konferansa; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Dışişleri Bakanları düzeyinde katıldılar. ABD, Sovyetler ve BM de gözlemci bulundurdular. 31 Temmuz günü 1. Cenevre Anlaşması imzalanmıştır. Kıbrıs'ın bağımsızlığının teminatçısı olan üç ülkenin imzaladığı anlaşmaya göre, adada iki otonom yönetimin varlığı kabul edilmiştir. Kıbrıs Rumları ve Türk Birlikleri arasında BM örgütü tarafından bir güvenlik bölgesi oluşturulmuştur. Rumlar işgal ettikleri bölgelerden çekileceklerdir. Karma köylerin güvenliğini BM Barış Gücü sağlayacaktır.

1. Cenevre görüşmeleri sırasında Türkiye'yi; Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Yunanistan'ı; Dışişleri Bakanı Mavros, İngiltere'yi; Dışişleri Bakanı Callaghan, Kıbrıs Türklerini Denktaş ve Rum tarafını da Klerides temsil etmişti.

1. Cenevre anlaşmasından sonra Rum tarafının samimiyetsizliği bir kez daha ortaya çıktı. Çünkü anlaşmanın amir hükümlerine karşın, daha önce Rumlar tarafından işgal edilen Türk yerleşim yerleri boşaltılmamış, BM'e teslim edilmemiş, esirler serbest bırakılmamıştı. Bu arada karma köylerde bulunan RMMO askerleri de geri çekilmemişti.

2. Cenevre görüşmeleri bu koşullar altında 8 Ağustos 1974'de başlamıştır. Konferansın başında Türk tarafı, 1. Cenevre anlaşmasının uygulanması için kesin bir tarih saptanmasını istemiştir. Ne var ki Rum tarafı konuyu uzatarak zaman kazanmak eğilimi içindeydi. Bu süre içinde de adadaki askeri gücünü artırmak ve dünya kamuoyunu aleyhimize çevirmek için büyük bir çaba harcıyordu.

Türk tarafı son önerilerini 12 Ağustos günü sundu. Rum tarafı yine oyalama taktiğine başvurunca, görüşmeler 13 Ağustos tarihinde kesildi. 14 Ağustos sabahı ise 2. Barış Harekatı başladı. Harekat, Doğu'da Mağusa ve Batı'da da Lefke'ye kadar ulaşılarak bu bölgelerin ve işgal edilen Türk köylerinin kurtarılmasını amaçlıyordu. Türkiye, 16 Ağustos tarihinde belirlenen hedeflerine ulaşarak ateş-kes kararına uydu. Bu süre içinde Güvenlik Konseyi 357, 358, 359, ve 360 sayılı kararları alarak, ateş-kes sağlanması ve görüşmelere başlanması çağrısı yapıyordu. Bu sırada Türk ordusunun ulaşamadığı bölgelerde bulunan Türklerin tümü esir alınıyor, yeni toplu katliamlar yapılıyordu... Kurtarılan bölgelerde ise adeta bir bayram sevinci yaşanıyordu...

....
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 03.02.2014, 13:03   #9
Çevrimdışı
Melek78
Gerçek Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Kıbrıs'la İlgili Bütün Belgeler, Bütün Gerçekler

Yüreğinize emeklerinize sağlık olsun.. çok güzel bir paylaşım yapmışsınız... umarım herkes okur ve öğrenir.. teşekkürler...
__________________

  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Melek78'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
belgeler, bütün, gerçekler, ilgili, kıbrısla, İlgili


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 20:43.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.