Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Gezelim & Görelim > Buram Buram Türkiye'm > Akdeniz


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 26.01.2009, 00:58   #1
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri





Yüzölçümü:
15.853 km²

Nüfus: 1.595.938 (2007 Yılı Kaynak:Türkiye İstatistik Kurumu)
İl Trafik No:33

Türkiye’nin 81 ilinden 33 kod numarasıyla anılan, yüzölçümü yaklaşık 16.000 km2. ve 2007 yılı nüfus sayımına göre toplam 1.595.938 kişilik nüfusa sahip olan ve eski adı İÇEL olan MERSİN ili doğusunda Adana, batısında Antalya, kuzeyinde Niğde, Konya ve Karaman illeri, güneyinde ise Akdeniz ile çevrili olup, Taşlık Kilikya’nın tümünü ve Ovalık Kilikya’nın Berdan Çayı havzasını kaplar. Kuzeyden Toros dağlarının en yüksek tepelerine kadar uzanan yaylaları içine alıp, doğu Akdeniz boyunca güney batıya doğru uzanır. Dağlık alanlar kratase, eosen, miosen ve pliosen tortularından ibaret kireç taşı tabakalarından, ovalar ise IV.zamanda başlamış olan alivyonal birikmeyle oluşmuştur. İldeki Toros Dağları genç dağlardır. Torosların Mersin bölümünde kalan kısmı Bolkar Dağları adını alır. Bolkarların en yüksek yeri 3524 m.ile Medetsiz Tepesi’dir. Orta Torosların geçit verebilen yeri Gülek Boğazıdır(1050 m.). İkinci önemli geçit ise Mut ilçesi yakınlarındaki Sertavul Geçidi’dir. İl’de birkaç set gölünden başka göl yoktur. Silifke’deki Akgöl, Keklik Gölü ve Paradeniz gölleri deniz bağlantılı olduklarından suları tuzlu olup, bol balık yaşamaktadır.


Bitki örtüsü genellikle Akdeniz iklimine uyum sağlayan maki’dir. Defne, Yabani Zeytin, Keçi Boynuzu, Mersin, Zakkum, Böğürtlen ve Kuşburnu’dur. 100-1000 m. arasında Meşe, 100-1200 m. arasında Kızılçam, 1500 m. Karaçam ve 2000 m. yüksekliklerde Sedir ve Ardıç Ağaçları yer alır.


Turistik bir il olan Mersin’e bağlı ilçeler şunlardır: Erdemli, Anamur, Gülnar, Mut, Silifke, Tarsus , Çamlıyayla, Bozyazı ve Aydıncık’tır.


Efrenk Deresi (Müftü)


Mersin’in akarsuları Deliçay, Efrenk Deresi (Müftü), Tece Deresi ile batıda Lamas çayı ile Mezitli çayından ibarettir. Anamur’da Dragon Çayı, Tarsus’ta Berdan Çayı, ve tarihe tanıklık etmiş olan Silifke’de Göksu Nehri ilin önemli akarsularındandır. İl, deniz-kum-güneş üçlemesinin dışına çıkarak, alternatif turizm çeşitlerini sunmaktadır. İnanç , Yayla, Trekking, Rafting, Yamaç paraşütü, Su sporları, Kayak, Dağcılık gibi. Dağlara çıkıldıkça farklı iklimler yaşanmakla beraber, kıyı şeridinde tipik Akdeniz iklimi hüküm sürer; yani yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise ılık ve yağışlı geçer. İlin yaklaşık 108 km.uzunluğunda kumsal plajları vardır.

Adana’dan 69 km.,Antalya’dan 487 km. ve Konya’dan 348 km. uzaklıkta olan Mersin merkezi yeni ve modern bir liman şehridir.Büyük kentlerle demiryolu ve karayollarıyla ulaşım yapılırken, yabancı limanlarla da gemi seferleriyle bağlantılıdır. Yıl boyunca Mersin ile Gazimagosa arasında düzenli feribot seferleri vardır. Mersin’in modern bir kent olması nedeniyle, turistler burada kalmakta ve Mersin’i Kapadokya, Güney doğu Anadolu Batı Akdeniz ve Kıbrısa, geçiş merkezi olarak seçmektedirler.

Tırmıl Tepesi



Mersin kentinin merkez sınırlarını, doğuda Tırmıl Tepe, Batıda Yumuktepe Höyükleri oluşturmaktadır. Bu Höyükler , Mersin kurulmadan çok önceleri Neolitik ve Kalkolitik dönemlerde, bu alanda yerleşimlerinin olduğunu kanıtlamaktadır. J.Garstang tarafından Yumuktepe’de yapılan kazılar sonucunda en yoğun yerleşimin Neolitik ve Kalkolitik dönemlerde olduğu ortaya çıksa da 1993 yılında yeniden başlayan kazı çalışmaları , bu yerleşik düzenin Arap istilaları ve Bizans döneminde de devam ettiğini göstermiştir.

Antik dönemde ise Mersin’in deniz kıyısında bir yerleşim yeri olduğunu gösteren veriler vardır. C. Texier Mersin’in antik Zephyrium Kenti olduğunu yazmaktadır. Halkevi civarındaki temel kazılarında ve Çavuşlu Mahallesinde ele geçen rastlantısal buluntular kentin tarihini Antik döneme kadar götürmektedir. Antik kente ait harabeler XIX. Yüzyılda Mersin’e gelen seyyahlar tarafından da gözlenmiştir. Ortaçağda Mersin hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu dönemde özellikle Tarsus’un önemli bir merkez olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlığın hac kentlerinden biri olan bu kent, Müslüman Araplar ile Bizanslar arasında sık sık el değiştirmiştir.

Anadolu Selçuklu Döneminde de varlığını sürdüren kentin yakınında “ Mersin “ isminde bir yerleşimden XIX. yüzyıl seyyahlarına gelene kadar bahsedilmemektedir.

Mersin Yumuktepe ve Zephyrium yerleşmelerine rağmen, ancak 19. Yüzyıl ortalarında gelişme sürecine girmiş ve İçel İli’nin merkezi olmuştur. Kaynaklarda, Mersin adının Mersin oğulları aşiretinden veya yörede bol miktarda yetişen Mersin ağacından geldiği yazılmaktadır.

150 yıllık geçmişinde buralarda , farklı dinlere , kültürlere ve etnik topluluklara mensup insanların yaşaması, toplumsal kaynaşmanın gerçekleştiğini ve bunun devam ettiğini göstermektedir. 1886’ da Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya gibi bir çok ülkenin konsolosluklarının bulunduğu önemli bir liman kenti olmuştur. I. Dünya savaşından sonra Mersin’in sosyo-ekonomik yapısında önemli değişiklikler olmuş ve ekonomik dinamizmini kaybetmiştir.



Mersin şimdi ikinci hızlı kentleşmesini yaşamaktadır. Modern limanı, Serbest bölgesi, Büyük Sanayi ve Ticari Kuruluşları ile hızla gelişmekte olan bir İl’dir. Çok sayıda Antik örenyerleri, denizi , Narenciye bahçeleri ile çevrili yeşil doğası ve kültürel etkinlikleri ile büyük bir kültür ve turizm potansiyeline sahiptir.


Mersin'in Kronolojisi

M.Ö. 6000-5500 Neolitik Dönem
M.Ö. 5500-3000 Kalkolitik Dönem
M.Ö. 3000-2000 İlk Tunç Çağı
M.Ö. 2000-1700 Orta Tunç Çağı
M.Ö. 1700-1200 Kizuvatna Krallığı
M.Ö. 1200-612 Kue Krallığı
M.Ö. 546-333 Pers Krallığı
M.Ö. 301-101 Selevkoslar Dönemi
M.Ö. 101- M.S.-395 Roma Dönemi
M.S. 395-661 Bizans Dönemi
M.S. 661 Muaviyenin Mersin'in bazı yörelerini ele geçirmesi.
M.S. 685-960 Yörenin Bizans ve Araplar tarafından sık sık el değiştirmesi.
M.S. 960 Bizanslıların yöreye egemen olması.
1082 Süleyman Şah'ın yöreye egemen olması.
1124 Ermenilerin Tarsus'u ele geçirmesi.
1224 Anadolu Selçukluları Dönemi.
1254 Karamanoğulları Dönemi.
1357 Silifkenin Karamanoğulları Beyliğinin eline geçmesi.
1473 Gedik Ahmet Paşa'nın Silifke'yi Osmanlı topraklarına katması.
1516 Mersin ve Tarsus Yöresinin Osmanlı yönetimine katılması.
1852 Mısırlı İbrahim Paşa'nın Mersin yöresini ele geçirmesi
1859 Mersin yöresinin Osmanlı topraklarına katılması
17 Aralık 1918 Mersin'in, İngilizlerce işgali.
19 Aralık 1918 Tarsus'un, Fransızlarca işgali.
02 Ocak 1919 Mersin'in, Fransızlarca işgali
20 Temmuz 1920 Fransızlarla yapılan Bağlar Savaşı.
05 Ağustos 1920 Pozantı Kongresi.
20 Aralık 1921 Ankara Antlaşması (Çukurova'nın işgalciler tarafından boşaltılması.)
27 Aralık 1921 Tarsus'un düşman işgalinden kurtuluşu.
03 Ocak 1922 Mersin'in düşman işgalinden kurtuluşu.
17 Mart 1923 Atatürk'ün Mersin'i ziyareti
1924 Mersin'in Vilayet oluşu.
1933 Mersin' in ,İçel'in Vilayet Merkezi olan Silifke ile birleştirilmesi ve İl oluşu.
2002 İçel adının Mersin olarak değiştirilmesi.


  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.01.2009, 00:58   #2
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Coğrafya




Fiziki Durum: Mersin ili 36-37° kuzey enlemleri ve 33-35° doğu boylamları arasında bulunmaktadır. İlin kara sınırı 608 km, deniz sınırı 321 km olup, yüzölçümü 15.953 km2’dir. Mersin ilinin büyük bir kısmını oldukça yüksek, engebeli ve kayalık Batı ve Orta Toros Dağları oluşturmaktadır. Ovalık ve hafif eğimli alanlar ise bu dağların denize doğru uzandığı il merkezi, Tarsus, Silifke gibi alanlarda gelişmiştir. Bunun dışında kalan düzlük veya hafif eğimli alanlar, kuzeyde dağların arasında veya yüksek kesimlerinde görülmektedir.



Gülek Boğazı



Dağlar: Orta Toros dağları Mersin ilini İç Anadolu Bölgesinden ayırmaktadır. Mersin il sınırları içinde kalan en yüksek kesim Bolkar Dağları’ndaki Medetsiz Tepesi’dir (3585 m.). Kuzeydoğudan, kuzeybatıya ve güneye doğru yükseklikler azalmaktadır. Bolkar Dağları’ndan batıya doğru, Kümpet Dağı (2473 m.), Elmadağı (2160 m.), Alamusa Dağı (2013 m.), Büyük Eğri Dağı (2025 m.), Kızıldağ (2260 m.), Naldöken Dağı (1754 m.), Kabaklı Dağı (l675 m.) önemli yükseltilerdir. Ayrıca Karaziyaret Dağı, Tol Dağı, Sunturas Dağı, Balkalesi, Ayvagediği, Makam Tepesi ve Kaşkaya Tepesi güneye doğru uzanan diğer önemli yükseklikleridir. Mersin’i kuzeydoğudan Gülek Boğazı (1050 m) ile ve kuzeybatıdan Sertavul Geçidi (1610 m) İç Anadolu'ya bağlamaktadır.



Sertavul Yaylası



Yaylalar: Toros Dağları’nın üst kısımlarında akarsuların, derelerin, atmosferik koşulların ve bölgede bulunan fayların etkisiyle çeşitli düzlükler oluşmuştur. Bu düzlüklerin yüksekliği 700-1500 m. arasında değişmektedir. Belli başlı yaylalık alanlar; Mersin: Aslanköy, Gözne, Fındıkpınarı, Soğucak, Bekiralanı, Mihrican, Ayvagediği ve Güzelyayla Tarsus: Namrun (Çamlıyayla), Gülek ve Sebil; Erdemli: Sorgun, Küçük Sorgun, Toros, Küçükfındıklı ve Güzeloluk; Silifke: Balandız, Uzuncaburç, Gökbelen ve Kırobası; Anamur: Abanoz, Kaş ve Beşoluk; Bozyazı: Elmagözü ve Kozağaç; Gülnar: Bardat, Tersakan ve Bolyaran; Mut: Kozlar, Çivi, Dağpazarı, Söğütözü ve Sertavul Yaylası’dır.






Ovalar: Mersin ve çevresinde yer alan ovaların büyük bir kısmı Toros Dağları’nın güney eteklerinde akarsular tarafından ve yamaç eğimine bağlı olarak taşınan tortularca oluşturulmuştur. Tarıma oldukça elverişli olan bu alanlar, Mersin-Adana sınırından başlayıp Silifke’ye kadar, dağlara paralel, şerit şeklinde uzanmaktadır. Bunlar yerleşim alanlarına bağlı olarak; Yenice, Tarsus Mersin, Erdemli ve Silifke Ovaları olarak adlandırılmaktadır. Ülkemizin en mümbit ovalarından olan Çukurova’nın batı uzantısı İlimizdedir. Bunların dışında yine dağların eteklerinde Aydıncık, Anamur ve Bozyazı ovaları gibi birbirinden ayrı küçük düzlüklerde gelişmiştir. Dağların arasında Mut ilçesi çevresinde yer alan düzlük alanlar Göksu Irmağı’nın etkisiyle gelişmiştir.



Tarsus (Berdan) Çayı


Akarsular: Mersin ilinin en büyük iki akarsuyu Göksu Irmağı ve Tarsus (Berdan) Çayı’dır. Bunun dışında Akdeniz’e dökülen çok sayıda irili ufaklı çay ve dere yer almaktadır. Bunlardan bazıları; Mersin’de: Mezitli Deresi, Tece Deresi, Müftü (Efrenk) Deresi, Deliçay Deresi; Anamur’da: Anamur Çayı, Sultan Çayı, Melleç Deresi; Aydıncık’da: Menekşe, Gözsüzce Deresi; Bozyazı’da: Siniçay Deresi, Aksaz Deresi; Erdemli’de: Alata Çayı, Lamas Çayı’dır.




Paradeniz Gölü



Göller: Mersin ilinde yer alan doğal göller; Silifke’de: Akgöl, Keklik Gölü, Paradeniz Gölü; Gülnar’da: Aygır Göl, Kamışlı Göl, Uzun Göldür. Bunlara ek olarak, yörede Gezende ve Berdan Baraj gölleri ve çok sayıda sulama amaçlı yapılmış göletler bulunmaktadır.




İncekum-Taşucu



Kıyılar: Mersin ilinde yerleşim genelde Mersin körfezi çevresinde gelişmiştir. Burası doğuda Karataş burnundan başlayarak batıda İncekum burnuna kadar uzanır . Arada kalan kısımlarda, kayaç türlerine ve akarsulara bağlı olarak çok sayıda irili ufaklı koy gelişmiştir.



Yer Altı Kaynakları




Mersin ili ve çevresinde yüzeylenen önemli maden cevheri oluşum alanları ve yüzeylendikleri alanlar şöyledir:

Mersin: Kromit (Musalı), kireçtaşı, çimento hammaddesi Arslanköy: kireçtaşı, dolomit
Tarsus: Linyit, demir, manyezit
Erdemli: Krom
Silifke: Barit, demir, dolomit, linyit, kireçtaşı
Mut: Linyit, kireçtaşı
Gülnar: Demir, dolomit;
Aydıncık: Dolomit, kuvarsit
Anamur: Barit, bakır-kurşun-çinko, demir-fosfat

Kireçtaşı ve marn çimento sanayinde, dolomit ve kuvarsit cam sanayinde hammadde olarak, kireçtaşları yol yapımında agrega malzemesi olarak, kıyı yapılarının inşaatında dolgu malzemesi olarak, istinat duvarları ve çeşitli sanat yapılarında yapı taşı olarak kullanılmaktadır.






İklim: Mersin ili ve çevresinde yaygın olarak tipik Akdeniz ikliminin etkisi görülür. Yazları kurak ve sıcak, kışlar ise ılık ve yağışlıdır. Ortalama yağış miktarı 1930-2001 yılları arası dönemde 603 mm olarak hesaplanmıştır. Son 30 yıllık döneme bakıldığında yıllık ortalama yağış 450-736 mm arasında değişmektedir. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nün yağış gözlem istasyonu verileri, dağlık kesimlerde yağışların daha yüksek olduğunu göstermektedir. Yıllık ortalama sıcaklık 18,7 C°’dir. Yıl içinde sıcaklığın en düşük olduğu aylar Ocak ve Şubat; en yüksek olduğu aylar ise Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Kıyı bölgelerinde hakim rüzgar yönü güneybatı-batıdır. Kent içinde yıllık ortalama rüzgar hızı 2,1 m/s olarak ölçülmüştür. Nispi nem oranı son 30 yıllık dönemde ortalama % 64,1 olup, yıl içinde birbirlerine yakın değerler sunmakta, % 60,0 - % 66,6 arasında değişmektedir. Yıllık ortalama kapalı günlerin sayısı 40,7 gün olarak gerçekleşen bölgede, deniz suyunun ortalama sıcaklığı 20,8° olarak ölçülmüştür.
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.01.2009, 00:59   #3
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Tarihçesi


20. Yüzyıla Kadar Mersi Tarihi




Kilikia, jeolojik yapısına bağlı olarak ikiye ayrılır: Dağlık Kilikia (Trakheia) ve Ovalık Kilikia (Pedias). Dağlık Kilikia, Korakeison (Alanya)’dan Soloi/Pompeipolis’e (Viranşehir) kadar uzanır. Ovalık Kilikia, Soloi/Pompeipolis’den başlayıp, doğuda Alexandria Kat İsson (İskenderun)’a kadar olan bölgeyi içerir. Stratejik coğrafi konumu itibariyle Kilikia, tarihinin her döneminde önemli olaylara sahne olmuştur. Mezopotamya’dan Sardes’e uzanan ticaret yolunun Kilikia kapısından (Pylai Kilikias) geçtiğini Xenophon bize bildirmektedir.

Kilikia bölgesinin tarihi, Mersin Yumuktepe ve Tarsus Gözlükule’de yapılan kazıların buluntuları sonucunda, Proto-Kalkolitik ve Neolitik çağa kadar gitmektedir. Hitit’lerin Anadolu’ya egemen oldukları uzun yıllar boyunca, Kilikia’da da faaliyette bulunduklarını yine kazılardan çıkan mimari buluntularla belgelemek mümkündür. Kilikia ismi ilk kez M.Ö. 8. yüzyılda Asur dokümanlarında görülür; bundan önce ise M.Ö. 13. yüzyıla inen Mısır kayıtlarında bu ülke “Kedi” ya da “Kode” isminin çeşitli söylenişleriyle görülmektedir.


Batı Kilikia’da M.Ö. 8. yüzyıl sonu - M.Ö. 7. yüzyıl başlarında Hellen kolonizasyon hareketleri görülmektedir. Pomponius Mela’ya göre Samos’lular Kelenderis’i ve Nagidos’u, Aegina’lılar Aphrodisias’ı, Lindos’lular da Soloi ve Tarsos’u kurmuşlardır. Kilikia bölgesinde M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren sırasıyla önce Pirundu yerel krallığının, sonra Babil ve Pers egemenliklerinin hüküm sürdüğü görülür. M.Ö. 6.yüzyıl başlarında başkenti Ura şehri olan Pirundu krallığı Lamos (Limonlu) ve Kalykadnos (Göksu) nehirleri arasında güçlenmiştir. Bu güç, M.Ö. 557 yılında Babil krallığı tarafından yıkılmış ve bu M.Ö. 546 yılına kadar bölgeyi yöneten bağımsız Syennesis sülalesine yaramıştır. Bu tarihte Anadolu’yu istila eden Perslerin eline geçen Kilikia bölgesinde, M.Ö. 521 yılında tahta geçen Darius ile birlikte bir satraplık kurulmuştur. Ancak bölge yine de yerli bir sülale tarafından yönetilmiş ve Persler’e 500 talent gümüş ve 500 beyaz at vergi vermekle yükümlü kılınmıştır. M.Ö. 5. ve 4. yüzyılda Pers egemenliğine rağmen özellikle Kelenderis, tarihinin parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Attika-Delos Deniz Birliği’nin en doğudaki üyesi olma özelliğini elde eden bu kentin ismi aynı zamanda M.Ö. 425 yılındaki Atina vergi listelerinde de görülmektedir. Bu durum Atina’nın himayesinin Kilikia kıyılarına kadar uzandığını ve onların koruyuculuğu altında Kilikia’nın bağımsızlığını koruyup ticari faaliyetlerine devam ettiğinin göstergesidir.



Kilikia hakkındaki en kapsamlı bilgiler, İskender sonrasındaki döneme aittir. İskender Anadolu’ya geçtikten sonra M.Ö. 333 yılında Persleri ikinci kez Issos’da yener ve İskender İmparatorluğu içinde Kilikia da yer alır. İskender’in genç yaşta ölmesinin ardından fethettiği topraklar, müttefik üç general tarafından paylaşılır ve Kilikia’da Seleukoslar dönemi başlar. Bu dönemde Seleukoslar’ın başında Seleukos I. Nikator vardır.

M.Ö. 68 yılı civarlarında Roma senatosunun Kilikia’yı, başkenti Tarsus olan bir Roma eyaleti yapmaya karar vermesi bölgenin geleceği için bir dönüm noktası olmuştur. Böylece Kilikia provincia militaris (askeri bölge) ilan edilmiş olur. Bu ilan, Dağlık Kilikia’nın doğrudan Roma’nın idaresine bağlanması ve bu tarihten sonra düzenli olarak Roma valileri tarafından yönetileceği anlamına gelmektedir.
Roma ve Bizans egemenliğini yaşadıktan sonra XVII. yüzyıldan itibaren Müslüman Arapların da görüldüğü bölgede, Bizans’ın merkezi otoritesinin zayıflamasıyla birlikte aralarında Ermeni prensliklerinin de bulunduğu çeşitli feodal örgütlenmelere rastlanmaktadır.



İçel adının kökenine gelince; ilk kez XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İÇEL” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçuklular’ın bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir. Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.
Mersin’in sınırları içinde yer alan yerleşim yerlerinin, tarih içinde bir çok farklı siyasal ve yönetsel yapı içinde yer aldığı görülmektedir. Araplar ve Bizanslılar arasında bir kaç kez el değiştiren bölge, Araplarca “sûğur” adı verilen sınır bölgelerinden biri olmuştur. Bu sınır bölgeleri konumları itibarıyla sıklıkla egemen devletlerin değişmesine tanık olmuştur. İl, Osmanlı egemenliğine değin önce Bizans ile İslam dünyası arasında, sonra Selçuklu ve Osmanlı Devleti ile Memluklar arasında bir sınır bölgesi olarak el değiştirip durmuştur. Yine bir sınır bölgesi olması nedeniyle, gerek Bizans ve büyük islam devletlerinin değişik dönemlerindeki zayıflıklarından da yararlanarak bölgede feodal diye adlandırılabilecek olan Kilikia Ermeni Prensliği ve Ramazanoğulları Beyliği gibi bölge merkezli siyasal oluşumlara da rastlanmaktadır.
Mersin, Müslüman Arapların 637 yılında bölgeye ulaşan ilk akınlarından 965 yılında Bizans’ın tekrar egemen olmasına kadar, yaklaşık 25 kez el değiştirmiştir. Ancak 637 yılından itibaren il, Hıristiyanlığın yanı sıra İslam kültürünün silinmez izlerini taşımaya başlamıştır.

Bizans’ın Doğu sınırlarındaki feodal Ermeni prensliklerinin varlığına son vermesine ve ilin de içinde bulunduğu bölgeye bir kısım Ermeniler’in göç ettirilmesine 976 ile 1025 tarihleri arasında rastlanır. Bizans İmparatorluğu’nun merkezi gücünün zayıflaması üzerine bölgede 1081’den itibaren Ermenilerin geçici feodal örgütlenmelerine rastlanmaktadır. Bölgedeki Ermeni Prenslikleri, bölgenin sınır özelliklerinden de yararlanarak bazen Bizans’ın, bazen Moğolların ve Memlukluların denetiminde varlıklarını sürdürmeye çalışmış, 1360’da bölgenin kesin Memluk denetimine girmesiyle Ermeni siyasal örgütlenmeleri sona ermiştir.

Türkler’in bölgede ilk kez görülmeleri ise Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman fiah önderliğindeki Türkmen gruplarının 1082-1083 yılları arasındaki akınlarıyla olmuştur. 1097 yılında ilk Haçlı Seferleri sırasında Tankred ve Baudovin’in yardımıyla yerel Ermeni güçlerinden tekrar Bizans’a geçen egemenlik, 1099’da Antakya Prensliğini kuran Haçlı Orduları önderi Bohemond’un denetimine girmiştir. Ancak bu denetim uzun sürmemiş ve bölgede 1100-1130 yıllarında yerel Ermeni güçlerinin yönetimi devam etmiştir. 12. yüzyılda da bu bölgede bağımsız hareket etmek isteyen Ermeni unsurları ile Bizans arasındaki çatışmalara, Anadolu Selçukluları ve yine bağımsız hareket eden Türkmen unsurları da katılmıştır. 1155 ile 1192 yılları arasında yoğunlaşan Türkmen akınları ve yerleşimleri ileride bu sınır bölgesinde bağımsız hareket eden Türkmen beyliklerinin de kurulmasına neden olmuştur. 1189 yılında, içinde Alman İmparatoru Frederick Barbarossa’nın da bulunduğu Haçlılar yine bölgede konaklamışlardır.
1243 ile 1253 yılları arasında Moğol denetimine giren bölge, 1318 yılında Karamanoğulları, Moğollar ve Memlukların egemenlik savaşlarına sahne olmuştur. Bu savaşlar sonucunda 1374 yılında kesin olarak Memlukların etki alanı içine giren bölge, büyük ölçüde bağımsız hareket edebilen ve özellikle Ramazanoğulları’nın ön plana çıktığı Türkmen Beyliklerinin yönetiminde kalmıştır. Bu Türkmen beyliği bazen Karamanoğullarına, bazen Memluklara ve daha sonra Osmanlılara bağlı olarak ve bu ülkeler arasındaki çatışmalardan yararlanarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Ramazanoğulları’nın bölgedeki etkinliğinin çok daha önceleri, 1338’den itibaren, başladığı anlaşılmaktadır.


Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in 1476’da Karamanoğulları Beyliği’ne son vermesi üzerine ilin de bulunduğu coğrafya, Osmanlıların ve Memlukların doğrudan karşılaştıkları bir alan olmuştur. 1482 ile 1485 yılları arasında Osmanlılar’ın Kilikya’ya inmesi ve Memluklar’a bağlı Ramazanoğulları’nı bir kaç kere yenmesine karşın 1485’ten sonra da bölgede Memluklar’ın etkisi sürmüştür. Özellikle 1488 yılında Adana Ağaçayırı’nda Veziriazam Hadım Ali Paşa’nın 60 bin kişilik ordusunun Memluk ordusuna yenilmesi, Osmanlı’nın bölgeye egemen olma konusunda karşılaştığı güçlükleri göstermektedir. Osmanlı Devleti, bölgeye ancak 1516-1517 yıllarında Mercidabık ve Ridaniye Savaşı’ndan sonra egemen olabilmiştir.

Osmanlı egemenliği ile birlikte Osmanlı’nın yönetsel birimlerindeki değişim ve gelişmelere bağlı olarak Mersin’in içerisinde bulunduğu bölge, değişik yönetim birimleri içinde yer almıştır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Memlukları’nı 1520’lerde yenmesinden sonra oluşturulan “Vilâyet-i Arab”ın sınırları içerisinde Adana, Uzeyr, Tarsus ve Sîs sancakları yer almaktadır. Daha sonra Halep Vilayetine bağlanan bölge, 16. yüzyılın sonlarında yeni oluşturulan Adana vilayetine bağlanmıştır. 1571 yılında bölgenin bir kısmı Karaman Eyaletine bir kısmı ise yeni ele geçirilen Kıbrıs Beylerbeyiliği’ne bağlandı. 1660 yılından itibaren Kıbrıs Beylerbeyiliği’nden ayrılan bölge, yine Adana Eyaleti’nin sınırları içine alınmıştır. Tapu tahrir defterlerindeki kayıtlara göre ilimiz sınırlarını kapsayan bölge, 16. yüzyılda Adana, Tarsus ve İçel İl Sancakları arasında paylaştırılmış durumdadır. Buna göre Tarsus Sancağı Nefs-i Tarsus ve Tarsus, Kosun, Ulaş, Kuş-Temür nahiyelerinden oluşuyordu. İçel Sancağı ise Ermenek, Selendi, Anamur, Gülnar, Silifke Nahiyelerinden ve Karı/Kara-taş, Mud, Sinanlu ve Bozdoğan kazalarından oluşuyordu.

1856 yılı verilerini kullanmış olması gereken 1857 tarihli Devlet Salnamesi’nde ise ilin bulunduğu bölgedeki Osmanlı yönetimi Karaman Eyaleti’ne bağlı İç-İl Livasından (Sancağından) ve Adana Eyaletine bağlı Tarsus Livası’ndan oluşmaktaydı.


İç-il ve Tarsus Livaları aşağıdaki yerleşim yeri veya küçük yönetim birimlerinden oluşuyordu:

LİVA-YI İÇ-İL: Ermenek, Nevahi-yi Ermenek, Karataş mea Argadı, Silinti mea Bülke-i Pazarcık ve Bülke-i İnce-ağız, Anamur nam-ı diğer Mamuriye, Gülnar nam-ı diğer fiilindire mea Bülke-i Boz-ağaç ve Bölke-i Yörükân ve Bölke-i Gerîne, Selefke, Evkaf, Bölke-i Cebel, Nahiye-i Zeyne, Sarıkavak, Mud, Sinanlu, Aşiret-i Keşlü, Aşiret-i İrmelü, Aşiret-i Bolaclu/Polaçlu, Aşiret-i Tatar, Aşiret-i Karabocılu, Aşiret-i Kara-hacılu, Aşiret-i Bahşaş, Aşiret-i Kürdeci, Aşiret-i Sandallu, Aşiret-i Hayrillü/ Hayraiüllü, Aşiret-i Kıbtıyân, LİVA-YI TARSUS; Tarsus, Nahiye-i Elvanlı, Nahiye-i Olaş, Nahiye-i Gökçelü, Nahiye-i Koştemir, Nahiye-i Namrun Bölkesi, Nahiye-i Yelkesi, Kasun mea Gülek.

1867 yılındaki Vilayet Nizamnamesi’nde İç-il Sancağı varlığını sürdürmekle beraber, Tarsus’un sancak merkezi olmaktan çıkarılarak Adana Vilayeti’ne bağlandığı görülmektedir. 1877 yılında ise Tarsus ve Mersin şehirlerinin Adana Vilayeti’nin Adana Sancağı’na bağlı birer kaza merkezi haline getirildiği görülmektedir. İlimizin merkezi olan Mersin, bu sıralarda 1852 yılına kadar Tarsus kazası içinde yer alan bir köy olmasına karşın, bu tarihten itibaren Tarsus’un bir nahiyesi haline getirildi. 1864 yılında da Tarsus’tan ayrı bir kaza merkezi oldu. 1888 tarihinde Mersin, Adana Vilayeti’ne bağlı bir sancak merkezi oldu. Tarsus da Mersin’e bağlandı. Ancak bir süre Mersin Sancağı’nın sancak merkezi Tarsus oldu. Nitekim II. Meşrutiyet Dönemi’nde de bu yönetim bölünmesinin sürdürüldüğü görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin son günlerinde; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türk yönetiminden çıkma tehlikesini ve bazı bölgelerinde işgali yaşayan ilimiz, Milli Mücadele’ye bütün gücüyle katılmıştır.


1.2. Milli Mücadele Döneminde Mersin

Çukurova Bölgesi, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra İngilizler ve Fransızlar tarafından işgale uğramıştır. İşgalden itibaren büyük zorluklar yaşanmış olmasına karşın bu durum Mersinlileri yıldırmamış, Mersin ve çevresini Kuvayi Milliye’nin güçlü direniş cephelerinden birisi haline getirmiştir.

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için 25 maddelik Mondros Mütarekesi ile sona ererken, bu antlaşmanın Mersin’i doğrudan ilgilendiren hükümleri; 5., 7., 10. ve 16. maddeleri olmuştur.
Tüm yurtta olduğu gibi işgallerin resmi gerekçesi olan 7. madde uyarınca Çukurova ve Mersin de işgal edilmiştir.

İşgal döneminde bölgede sivil cemiyetler, askeri (Kuvayi Milliye) örgütlenmeler ve direnişler vardı. Ancak Pozantı Kongresi istisnası dışında kongre hareketlerine rastlanılmamıştır. Mustafa Kemal, mütarekenin imzalanmasının hemen ardından Adana’ya gelerek Alman Mareşali Liman Von Sanders’ten Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığı’nı devralmıştır. Burada Adana Vilayeti’ne bağlı sancaklardan gelen temsilcilerle görüşmüş, onlara alınması gereken tedbirler konusunda bilgi vermiştir. Bu görüşmelerde Mersin Sancağı’nı o tarihte Adana Lisesi Müdürü olan Niyazi Ramazanoğlu temsil etmiştir. Mustafa Kemal, 5 Kasım 1918’de Mersin’e gelmiş burada mutasarrıfla, jandarma bölük yüzbaşısı ile görüşmüş ve depodaki silahların bol cephane ile dağ köylerine dağıtılmasını tavsiye etmiştir.
Mersin’de işgal haberinin duyulması halkta heyecan ve telaş yaratmıştır. Çok geçmeden Mersin, 17 Aralık 1918’de mütarekenin ilgili hükümleri gerekçe gösterilerek ordusundaki askerlerin çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngilizler tarafından işgal edilmiştir.

İngiliz işgalinin gerçekleşmesinin üzerinden bir hafta sonra Fransızların da işgale katılacakları söylentisi halk arasında yeniden heyecan yaratmıştır. Bu sırada İngiliz İşgal Komutanlığı, mutasarrıflığa başvurarak Fransız birlikleri için yer gösterilmesini istemiş, kendisine gösterilen binalar arasından şehrin ortasındaki Taşhan’ı uygun bulmuştur. 1 Ocak 1919’da Fransızlar da aynı yöntem ve gerekçelerle Mersin’i işgal etmişlerdir. Böylece Mersin, iki müttefik devlet tarafından işgal edilmiş duruma gelmiştir.

İşgalin, mütarekenin hemen ardından erken bir tarihte gerçekleştirilmiş olması, bölge halkının hazırlıksız yakalanmasına sebep olmuştur. Özellikle İngiliz işgali sessiz sedasız yapılmış, şehirde yapılmaya çalışılan protesto eylemleri de jandarmanın sıkı güvenlik önlemleri sayesinde etkisiz hale getirilmiştir. İstanbul hükümetine çekilen protesto telgrafları da sonucu değiştirememiştir. İstanbul’da bu tepkileri bir çatı altında toplama uğraşımı “Kilikyalılar Cemiyeti”nin kurulması ile sonuçlanmıştır.

İşgal süresince Mut’ta, Mersin’de, Gülnar’da, Silifke’de, Arslanköy’de kurulmuş olan müdafaa-i hukuk teşkilatları, çeşitli silahlı birlikler oluşturarak yörede Fransızlara karşı önemli bir mücadele yürütmüşlerdir.

Sivas’tan gelen yönergeler doğrultusunda oluşturulan Mersin Savunma Grubu içinde Sahil, Bozo, Emirler, Hamzabeyli, Çopurlu, Alsancak, Buluklu ve Efrenk müfrazalari gibi savaşçı birlikleri İçme Savaşı, Su Bendi Savaşları, Gudubes Savaşları Emirler Savaşı gibi işgal kuvvetlerini yıpratan savaşları yürütmüşlerdir. Mersin, bu acı işgalden ancak 20 Ekim 1921’de Fransızlar’la Türkiye arasında imzalanan Ankara Anlaşması’ndan sonra kurtulabilmiştir.

Çukurova’nın kurtuluş tarihinde “20 günlük ateşkes” adıyla bilinen olay TBMM hükümeti ile Fransa arasındaki savaşı sona erdirecek zeminin oluşmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal Nutuk’ta 20 Günlük ateşkesle ilgili olarak; Mösyö Duquest namında birinin kontrolünde bir Fransız heyetinin Ankara’ya geldiğini, bu heyetle 20 günlük bir mütareke yapıldığını ve bu mütarekeye TBMM’de bazı milletvekillerinin itiraz ettiklerini ancak amacının Adana mıntıka ve cephelerinde bulunan ve kısmen askerlerle de takviye olunan milli kuvvetleri sükunetle tanzim ve tensik etmek olduğunu ifade etmiştir.
Fransızlarla antlaşmaya giden süreç Mustafa Kemal tarafından şöyle belirtilmiştir:

“II. İnönü Zaferi ile Yunan Taarruzu kırılmıştı. Rusya ile Moskova Antlaşması yapılmış ve Doğudaki durumumuz anlaşılmıştır. İtilaf devletlerinden milli esaslarımıza riayet edebileceklerle, anlaşma arzu edilmekte idi. Bilhassa Adana, Ayıntap ve havalisini yabancı işgalinden kurtarmak bizce mühim görülmekte idi. Çeşitli sebeplerden dolayı Fransızlarında bizimle anlaşmaya meyilli oldukları anlaşılmakta idi”.
20 günlük ateşkes süresi daha dolmadan taraflar arasındaki çarpışmalar yeniden başlamıştır. Fransa’da Millerand’ın yerine Başbakan olan Legues, Sevres hükümlerinin değiştirilebileceğinden bahsetmeye başlamıştır. Bu arada Türk dostu olarak tanınan Fransız yazarı Pierre Loti de Fransa’nın Türk politikasını eleştiren yazılar yayımlamış, Türklerle dostça ilişkiler kurup Kilikya bölgesinin de boşaltılması gerektiğini belirten yazılarla Fransız kamuoyunda Türkler lehine bir ortam yaratmıştır.


20 Ekim 1921’de Türkiye Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk ile Franklin Bouillon (Buyyon) arasında geçen 2 haftalık müzakereden sonra 13 madde halinde düzenlenen (Accord Franco-Turc), “Ankara Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Suriye sınırımız Hatay dışında bugünkü şekliyle çizilmiş ve Fransızlar 20 Aralık 1921 tarihine kadar bu sınırın kuzeyinde kalan askerlerini çekmeyi kabul etmişlerdir. Ayrıca Fransızlara bu antlaşmayla bazı maden ocaklarıyla, Adana’da bir pamuk fabrikasının işletme hakkı ve Anadolu’daki bazı okulların varlıklarını sürdürmelerine olanak tanınmıştır. Fransızlar da Anadolu’ya getirdikleri silah ve malzemelerinin bir kısmını Türklere bırakmışlardır. Ankara Antlaşması Güneydoğu Anadolu ile Çukurova’da süregelen savaşlara son veriyor, işgal altındaki yörelerin kurtarılmasını sağlıyordu. Bölgede, 5 Ocak 1922 tarihine kadar devir ve teslim işlemleri de sona ermiştir.

Mersin’in işgalden kurtuluş tarihi ise 3 Ocak 1922’dir. Tartışmasız bir gerçek vardır ki Çukurova’nın işgalden kurtuluşunu simgeleyen süreç 20 Ekim 1921 tarihinde TBMM hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile başlamıştır. Bu tarihten sonra Fransız ordusu ile antlaşmanın resmi hükümleri yerine getirilmiş ve Fransızlar Türk topraklarından çekilmeye başlamışlardır.



Modern Zamanlarda Mersin

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Mersin, vilayet merkezi ve vilayetin ismi de Mersin Vilayeti olmuştur. 1933 yılında 2197 sayılı yasayla İçel (Silifke) ve Mersin Vilayetleri birleştirilerek bugünkü sınırlarıyla İçel Vilayeti oluşturulmuştur. 20 Haziran 2002 tarihinde TBMM'de kabul edilen bir kanunla ise İçel adı yeniden Mersin olarak değiştirilmiştir.
Mersin, ülkemizin en hızlı gelişen bölgelerinden biridir. 1870’lerde 8047 nüfuslu bir kazayken, aradan geçen 57 yıl sonra 1927’de Mersin Vilayeti’nin merkez ilçesinin nüfusu 47.000’e ulaşmış böylece Akdeniz’in önemli kentlerinden birisi durumuna dönüşmüştür.

Sancağın genel gelirlerine baktığımızda Mersin Sancağı’nda en çok gelir getiren kalem tarım idi. Daha sonra sırasıyla hayvancılıktan, emlâk ve akar vergisinden, kazanç vergisinden ve gümrükten gelir elde edilmekteydi. Önemli meslek dalları; dokumacılık, manifatura, yağ, şarap ve rakı üreticiliği, ormancılık, hayvancılık, un üreticiliği, kerestecilik ve ziraatten ibarettir.
Mersin’in yönetsel alandaki gelişmesiyle sosyo-ekonomik alandaki gelişmesi arasında bir paralellik görülmektedir. Bir başka deyişle tarihsel süreç içerisinde Mersin’in ekonomik, sosyal ve demografik bakımından gelişmesi, onun idari durumunun değişmesine neden olmuştur. Bu gelişmenin nedenleri üzerine şu saptamaları yapabiliriz:
19. yüzyılın başlarına değin kullanılmakta olan Tarsus (Kazanlı) Limanı’nın alüvyal biriktirmeler sonucunda buradaki nehrin ağzının dolması artık gemilerin kıyıya yaklaşmalarına engel olmuştur. Böylece antik dönemden itibaren kullanılan Tarsus yerine gemilerin yanaşmasına daha elverişli Mersin Limanı kullanılmaya başlanmıştır. Mersin Limanı bir doğal limandır. Doğal limanlarda akla gelebilecek her yerden kara ve deniz yoluyla her türden insan ve mal biraya gelir. Tarihçilerin ve coğrafyacıların sık sık dikkatleri çektikleri gibi çevre (periferi) liman kentleri, dünya kapitalist ekonomisiyle bağlantıda olan ayrıcalıklı yerlerdir. Buradaki ticaret 19. yüzyılda gerçekleşen kapitalist açılma döneminde önem kazanan liman kentlerinin fiziksel görünümünü, ekonomik ilişkilerini, nüfus dinamiklerini, sınıf yapılarını ve kültürel yaşamlarını kökünden etkilemiş ve değiştirmiştir.

1869 yılında açılan Süveyş Kanalı’nın Akdeniz ticaretine ve Mersin Limanı’na canlılık getirdiği bir gerçektir. Ancak bu tarihte Mersin’in henüz bir kaza olması, Mersin limanının İzmir, İstanbul, Trabzon ve Beyrut limanlarına karşın geç dönem bir Akdeniz limanı olduğunu göstermektedir.

Bölgede üretimi yapılan tarımsal ürünlerin ihracatının ucuz ve güvenli bir biçimde yapılabilmesi için Mersin Limanı ile Adana ve Tarsus demiryolu bağlantısı 1888 yılında yapılmıştır. Böylece Mersin artık ithalat ve ihracatın yoğunluklu olarak yapıldığı bir liman kenti olmuştur. İthalatı yapılan ürünler yine buraya getirilip buradan çevre vilayetlere, sancaklara, kazalara ve köylere ulaştırılmıştır.

19. yüzyılın sonlarında kentte İngiltere Fransa, İtalya, Mısır, Yunanistan, Almanya, Rusya gibi ülkelerin konsolosluklarının bulunması, yörede gelişmiş bir ticaretin varlığının işaretidir. Çukurova gibi tarımsal alanla, sanayi merkezleri arasındaki mal taşımacılığını gerçekleştiren tüccarlar, zaman içerisinde Mersin gibi liman kentlerine yerleşmişler ve geçimlerini bu yoldan devam ettirmişlerdir. Salnâmelerde de belirtildiği üzere gayrimüslimler ve yabancılar ticaretle uğraşırken, Türkler genellikle tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlamaktaydı.

Çukurova’da tarım yapılabilecek alanların ıslah edilmesine bağlı olarak bölgede tarımsal üretim miktarı ve çeşidi artmıştır. Amerikan İç Savaşı (1861-1865) döneminde Avrupalı sanayicilerin pamuk ihtiyacının belirmesi ve bölgedeki üretimi artırma çalışmaları olumlu sonuç vermiş ve salnâmelerde belirtildiği gibi pamuk, sanayi ürünleri arasında üretimi en fazla yapılan ürün olmuştur.
1980 sonrasında ise faaliyete geçen Mersin Serbest Bölgesi ve Organize Sanayi Bölgeleri ile Mersin Sanayisi ve bölge ekonomisi önemli bir atılım içine girmiştir.




Mersin'de Son Durum

Mersin kent nüfusu da, 1980 sonrası yoğun bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalarak devamlı artış göstermiştir.
Bu artış oranları, bölge ve Türkiye nüfus artış ortalamasının üzerinde yer almıştır. Bu anlamda Mersin bir göç merkezi haline bürünmüştür. Türkiye’de olduğu gibi Mersin’de de kentleşmenin gelişiminde itici, çekici ve iletici güçler etkili olmuştur.

Bu üç güç çerçevesinde kentler gelişimini sürdürmüştür. Mersin’in bu süreç içerisinde; ılıman iklimi, iş gücü potansiyeline sahip olması, yaşam koşullarının çok uygun olması, turizm, sanayi, ticaret ve son 10 yıldır da üniversite olma özelliklerini/kimliklerini içerisinde barındırıyor olması Mersin’i “çekici” kılmıştır.
Ancak bu çekicilik karşısında nüfusu Mersin’e yönelten göçe asıl kaynaklık eden itici faktörler de vardır. İtici ve çekici güçler/faktörler çerçevesinde düşündüğümüzde Mersin’de kentsel gelişim açısından gecekondulaşma, düzensiz yapılaşma, çevre kirliliği gibi çeşitli sorunlar doğmuştur.

Bütün bu sorunlarına rağmen Mersin, Akdeniz boyunca uzanan, sonu gelmeyen temiz kumsalları, portakal ve limon bahçeleri ile bir çok tarihi eserin bulunduğu, ülkemizin kendi kendine yetebilen sayılı şehirlerinden birisidir. Dünyada üç ilahi dine mensup insanların mezarlarının yan yana olduğu başka bir şehir yoktur.
Türkiye’nin en büyük gökdeleni, cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci camisi ve Hıristiyan dünyasının önemli merkezlerinin de bulunduğu Mersin, büyük şehirden sonra devlet opera ve balesinin bulunduğu tek şehrimizdir.

Topraklarının % 50,8 orman olan Mersin, tertemiz havası, gelişmiş ekonomisi ve kültürel çeşitliliğinin verdiği hoşgörü ile 2000’li yıllarda da yerleşenin bir daha ayrılmadığı bir kent olmayı sürdürecektir.



Ulusal Bağımsızlık Savaşı

Mersin'in ingiliz ve Fransızlar Tarafından işgali
Ünlü bir iktisat tarihçisi:"Ekonomik çıkarlar neredeyse, asker ve savaş oradadır" diyor. 1 .Dünya Savaşı ekonomik nedenlerle çıkmıştı. Savaş sonucunda yenik düşen ülkelerin öncelikle ekonomik alan-larına ve kaynaklarına el konuldu.

30 Ekim 1918, yer, Limni adasının Mondros limanında demirli İngiliz Agamemnon zırhlısı. 1.Dünya Savaşı sonlarında yenik düşen Osmanlı İmparatorluğu heyetine, İtilaf Devletleri adına Ferik Amiral Sir S.A.G. Calthrope, 25 maddelik bir Mun'akit Mütâreke-Nâme imzalatmaya zorluyordu.

Tarih kitaplarımızda "Mondros Mütarekesi" olarak geçen bu sözde ateşkes anlaşması gerçekte 600 yıllık bir imparatorluğun siyasi ve ekonomik egemenliğini sona erdiren acı bir belgeydi. Sömürge imparatorlukları bu belgeyle yetinmediler. Şubat 1919'da Paris'de toplanarak Batı Anadolu'yu Yunanistan'a vermeyi kararlaştırdılar. Bundan böyle tükenmiş imparatorluğun kalbi olan Anadolu, dört bir yandan işgale başlanacaktı.

17.12.1918 günü sabahı İngilizler Mersin'i işgale başladılar. Ş.Develi bu işgali şöyle anlatır: "Saat 9'da Mersin iskelesine yaklaşan bir filikadan çıkan İngiliz Subayı, iskele komiser muavi¬nine bir zarf vererek gemisine dönmüştür. Mutasarrıf Galip Bey, Hükümet Konağı'nda Jandarma Bnb. Hüseyin Hüsnü, Emniyet Komiseri Hüsnü ile toplantı halindeydi. Tercüme edilen ingiliz subayının getir¬diği mektupda "Ateşkesin 7. maddesi uyarınca ve son anlaşmaya göre asayişi sağlamak amacı ile Kilikya'nın işgaline Mersin'den başlanacağını, çıkarmanın istasyon yakınlarındaki iskeleden yapılacağını, Osmanlı idaresine ve memurlarına karışılmayacağı, işgalin geçici olduğu, halkın heyecana kapılmaması ve herhangi bir karşı koyma sorumluluğunun idare amirlerine ait olacağı bildiriliyordu ve "iskele civarı meydanlığı, İngiliz fabrikaları, istasyon binası ve Amerikan Kolejinin işgal edileceği, gerekli tedbirlerin alınması" isteniyordu.

Saat 10 sularında Yzb.Mehmet Selahittin Han'ın Müslüman Hint bölüğü Alman iskelesinden çıkarak İngiliz fabrikasına yerleşmişlerdi. İşgalin ilk günleri olaysız geçmiştir. İşgalin başında bulunan Bnb.Bak, Mutassarrıf Galip Bey ile irtibat kurmuş ve yönetime karışmamıştır. İşgalci İngilizler karar¬gahlarını Amerikan Koleji binasına kurmuşlar ve Üstg.Arthur komutasında istasyonda bir kontrollük tesis etmişlerdir. Olaysız geçen 16 günden sonra 2.1.1918 günü Yrb.Romieu komutasında Fransız işgal askerleri ve Ermeni Lejyon alayı Gümrük iskelesinden çıkarak Taşhan'a yerleşmiş ve işgale katılmışlardır. Fransız işgal kuvvetlerini Ermeni gönüllüleri; Taşhan, Araplar köyü, Hristiyan köyü ile Zeytinlibahçe'de çadırlara, Tunuslu ve Cezayirli askerler de askeri kışlaya ve Müftü Medresesi'ne yerleşmişlerdir.
12.11.1919 tarihinde İngiliz kuvvetlen çekilmiş ve işgalci olarak Fransızlar kalmıştır. Fransız işgal komutanlığı 19.1.1919 tarihinde yayınladıkları emirname ile Baş Administratör olarak Alb. Bremon'un Adana'ya ve Guvarnör olarak Bnb. Anfre'nin Mersin'e atandığını bildirmiştir. Anfre, hükümet konağının salonunu çalışma yeri olarak kendisine ayırmıştır. Fransız konsolosluk memurlarından Mardiros Dellalyan'ı tercüman. Deniz Subayı Tilçer'i Gümrük Kontrolörü, Üstg.Salandrı Belediye sorum¬lusu, Başçavuş Patini'yi Komiserliğe, Yd.Tgm.Yakupyan'ı Jandarmaya ve Hapet Tulumcuyan'ı Maliyeye atamıştır.

Guvarnör Antre, Mutasarrıf Galip Beyden idare amirleri ile çeşitli cemaat mümessilleri ile tanıştırılmasını istemiş ve Tahrirat Müdürü Salim, Muhasebeci Kanbur Cemal, Tapu Müdürü Lazkiyeli Şükrü, Tahsilat Müdürü Mehmet Latif, Nüfus Müdürü Ziya, Evkaf Müdürü Hulisi, Ceza Mahkemesi Reisi Osman, Bidayet Mahkemesi Reisi ve Kadı Tahsin, Gümrük Müdürü İhsan, Jandarma Komutanı Bnb.Zühtü, Emniyet Komiseri Hüsnü Beyle tanıştırılmıştır. Guvarnör Anfrei'nin önerisi üzerine hayır • cemiyetlerinin kurulmasına başlanmış, ancak "Türk" adına tahammül edemediği için kurulmak istenilen Türk Hayır Cemiyetinin adı evvela Cemiyetül islamiyetül Hayriye ve sonradan değiştirilerek İslam Hayır cemiyeti ismini almıştır. Cemiyet başkanlığına Müftü Abdullah, ikinci başkanlığına Ahmet-Ergelen ve Galip Hasip ve üyeliklere Ziya - Yalaz, Dr.Hayri - Tolunay - Ömer Lütfü - Kutay, Niyazi - Develi, Hacı Yusuf Ağazade Tahsin, Hıdıroğlu Ali Beyler seçilmişlerdir. Cemiyetin bilinen toplantı yeri Yeni Camii odasıydı. Bu arada Jandarma Komutanı vekili Yzb.Haydar, Bl.Komutanı Galip, Jandarma Katipi Ali Rıza, Ziya, Dr.Hayri beylerden müteşekkil gizli bir cemiyet daha kurulmuş ve Tarsuslu Palancı Mahmut Ağa'nın evinde toplanarak işgale karşı koyacak çalışmalarda bulunuyorlardı.

Başka cemiyetlerde kurulmuştu. Cemiyetül islamiyetül Arabiyetül Hayriye, Cemiyetül İslamiyetül Hayriyetül Şiiye ve lslami cemiyetlerin dışında; Birleşik Ermeni cemiyeti, Rum cemiyeti, Ortodoks ve Marunilerin Arap Hristiyan cemiyetleri, Musevi cemiyeti, Kürt yardım cemiyeti."




Mersin'de Kuvayi Milliye Hareketinin Kuruluşu

A. Demirtaş bu olayı şöyle anlatır: "Sivas Kongresi'nde (4-12 Eylül 1919), Mustafa Kemal'in Heyeti Temsiliye Başkanı sıfatıyla, yerel örgüt temsilcileriyle yaptığı görüşmeler sonucunda yerel örgüt¬lerin tümü, Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında toplanması ve milli güçlerin birleştirilmesi kararlaştırılmıştı.

Bu karardan sonra yurdun her yerinde olduğu gibi İçel'de de milli örgütler, çalışmalarını bu büyük kuruluşun birer şubesi olarak devam ettirmeye başladılar. Böylece tüm askeri güçler ve halk milisleri (çeteleri) Milli Kuvvetler adıyla birleştirilerek, düzenli bir ordu disipliniyle görev yapmaya başladı.

Mustafa Kemal, Kolordulara gönderdiği gizli emirde hangi Kolordunun hangi bölgelere, nasıl yardımda bulunabileceği bildirilmişti. Buna göre işgal altındaki Doğu Kilikya bölgesine Ankara'daki 20.Kolordu'nun kuzeyden, Konya'da bulunan 12.Kolordu'nun batıdan yaklaşım yaparak yöredeki Milli Kuvvetleri hazırlayacaklar ve gereken desteği vereceklerdir.

Bu talimata göre Konya'daki 12. Kolordunun Binbaşı Hüseyin Hüsnü Bey başkanlığındaki subay grubu Gülnar, Ermenek ve Anamur ilçelerini dolaşarak halkla temaslar kurdular ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Gülnar, Mut, Mağara, Silifke ve Kelolukyöre şubelerini açtılar. Milli Kuvvetlerin oluşmasını sağladılar, hareket planını hazırladılar. Bu çalışma ve hazırlıkların bitirilmesinden sonra mağara bucağından hareket edilerek, İçel'in doğusuna doğru ilerlemeye başladılar (20 Şubat 1920). Kaza merkezi Erçel idi.
Mersin ve Tarsus'un kıyı va ova bölgeleri tamamen işgal altında bulunduğundan, Batı İçel'den sağlanan Milli Kuvvetler, bir düzen içerisinde İçel'in dağlık kesiminden doğuya doğru ilerleme ortamı bulabiliyorlardı. Mağara, Silifke, Güzeloluk, Yağda, Sorkun ve Tepeköy güzergahından Efrenk'e (Arslanköy) ulaşılabildi. 1 Mart 1920'de burası işgalden kurtarıldı.




Mersin - Tarsus Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri

Arslanköy işgalden kurtarıldıktan sonra Teğmen Nail Bey burada Arslanköy Müdafaa-i Hukuk Heyeti'ni oluşturdu. Başkanlığa Ali Yıldırım (Çolak Ali) getirildi. 20 Mart 1920'de Belenkeşlik'de Tarsus Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Başkanlığına da Hacı İshak Ağa getirilmişti.
25 Mart 1920'de Mersin Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Çavuşlu köyünden Hıdır oğlu Ali Efendi başkanlığında bir heyet seçilmiştir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Çavuşlu köyünden Hıdır oğlu Ali Efendi başkanlığında bir heyet seçilmiştir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Mersin Sancağı'nın da Büyük Millet Meclisi'nde temsil edilmesi için 5 milletvekilliği için 4 aday gönder¬miş, birisini de Mersin halkının seçmesini ve sonucunun acilen, 23 Nisan 1920 tarihine kadar ulaştırılmasını istemiştir. Mersin işgal altında olduğu için, aday seçiminin Elvanlı'da olması, hazır bulu¬nan 40 kusur kişinin oyu ile Ziya (Eraydın) Bey seçilmiştir (3 Nisan 1920).

Daha sonra Kurtuluş Savaşı için hazırlıklar yapılmaya başlanmıştır. Müdafaa-i Hukuk Üyeleri Gözne'ye gelerek ve Muhtar Maraşlı Ali Efendi'nin de fikri alınarak, sonradan vali konağı olan bina 10 yataklı bir hastane şekline getirilmiştir. İçel'deki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nden istenen yardımlar da gelmeye başlamıştır. İlk kez 1 Haziran 1920'de Silifke'den 1.350 liralık yardım ulaşmıştır. Bu yardımlarla sağlanabilen silah, cephane, giyecekler dağ köylerinin belirli merkezlerinde depolanmıştır.




Mersin - Tarsus Cephelerinde Yapılan Savaşlar

Savaş düzeni olarak Mersin - Tarsus bölgesi üç bölüme ayrılmıştır. Alata deresiyle Deliçay arası Mersin grubunu; Deliçay ile Tarsus Çayı arası Tarsus grubunu; Tarsus Çayı ile doğusu da Kavaklıhan grubunu teşkil ediyordu. Milli Müfrezeler (birlikler) bu alanlarda yerleşerek savaş düzenini alacaklardı.
Heyeti Temsiliye'nin talimatı üzerine Tarsus grubundaki müfrezeler şunlardır:Bozkurd Müfrezesi, Tarsus Gençler Müfrezesi, Selçuk Müfrezesi, Demirbaş Müfrezesi, Tozkoparan Müfrezesi, Gökbayrak Müfrezesi, Süvari Müfrezesi, Göçüklü Karahacı Müfrezesi, Polat Ağa Müfrezesi, Incirgedikli Derviş Ağa Müfrezesi, Kamberlihöyüklü Veysel Çavuş Müfrezesi, Eminlik'den Molla Nasuh Müfrezesi, Karayaylalı Müfrezesi, Berdan Müfrezesi, Semil Çavuş Müfrezesi, Efeler Müfrezesi, Karafaki-Arslanyürek Müfrezesi, Urfalı Mehmet Müfrezesi, Kurbanlı Akış Ağa Müfrezesi.
İşgal kuvvetleriyle Kuvayi Milliye arasında Mersin grubunda Başnalar, İçmeler, Subendi, Emirler, Kızılyar, Mezitli ve Arpaçsakarlar savaşları yapılmıştır.
Tarsus gurubunda ise Eshabıkehf, Hacıtalip, Bağlar ve Karadırlik Kavaklıhan grubunda da Karboğazı ve Kavaklıhan savaşları yapılmıştır.



20 Aralık 1921 Ankara Antlaşması İmzalanıyor

Asker ve silah bakımından Milli kuvvetlerimizden kat kat üstün olan Fransızlar, Mersin, Adana, Urfa, Antep ve Maraş gibi geniş bir cephede tutunarak Ermenilerle ortak bir devlet hayali içindeydiler. Fakat Milli kuvvetlerimizden beklemedikleri çetin bir gerilla savaşı karşısında umutsuzluğa kapılarak verdikleri ağır kaybı daha da büyütmek istemediler. Fransa'daki iç siyasi çekişmelerde savaşı bırakıp çekilmeyi gerektirdiğinden, önce Ankara'da kurulan yeni Türkiye devletini tanıdılar.
Fransızlarla başlayan temaslar ve görüşmeler sonucu 20 Aralık 1921 tarihinde Ankara'da Franklin Bouillon ile Fethi Okyar arasında Ankara Antlaşması adıyla bilinen bir antlaşma imzalandı. Ankara Antlaşması, özerk bir yönetime sahip olmasını öngördüğü İskenderun Sancağı dışında, bütün Kilikya'nın, bu arada Mersin ve İçel'in Türkiye'ye bırakılmasını öngörüyordu."



Mersin ve Tarsus'un Kurtuluşu

Ankara antlaşmasının taraflarca onaylanmasından sonra, Fransızlar işgal altında tuttukları Kilikya kentlerini kısa süre içinde boşalttılar. Fransızlar'ın Tarsus'u boşalttıkları gün 27 Aralık 1921'de, Adana'daki Türk alayının bir taburu ve bir süvari bölüğü Tarsus'a, 3 Ocak 1922'de de Mersin'e girdi, böylece Mersin ve Tarsus'un kurtuluşu sağlanmış oldu.



Atatürk'ün Mersin Ziyaretleri

Atatürk yurdun birçok yerini olduğu gibi, Mersin'i de birçok defa ziyaret etmiştir. Mersin'e ilk zi¬yareti Cumhuriyetten önce 5 Kasım 1918'de olmuştur. Atatürk, bu ziyaretinde Silifke sınırları ve Toros eteklerinde, karakolların artırılmasını ve dağ köylerine depolardaki yeni silah ve cephanelerden bol mik¬tarda dağıtılmasını yetkililere tavsiye etmiştir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat-4 Mart 1923 arasında İzmir'de toplanan "Türkiye iktisat Kongresi"nden sonra ilk yurt gezisini Adana ve Mersin'e yapmıştır. Mersin ve Tarsus'u ziyaret etmek üzere Gazi ve yanındakiler, 17 Mart 1923 Cumartesi sabahı 9.45'de Adana'dan trenle hareket etmiş¬lerdir. Yenice istasyonunda Mersin ve Tarsus'dan gelen heyetlerin karşıladığı tren, Tarsus'dan halkın coş¬kun sevgi gösterileri ve alkışları arasında yavaşça geçerken, Gazi, pencereden Tarsusluları selamlıyordu.
Saat 11.30'da murt dallarıyla süslenmiş Mersin tren istasyonuna halkın coşkun tezahüratlarıyla girdi. Gazi, eşi Latife Hanımla trenden indikten sonra istasyon önündeki merasim kıtasını teftiş etti. Ön¬ce hükümet binasına, daha sonra da Belediye binasına gelen Gazi, başkandan belediye hizmetleriyle il¬gili bilgi aldı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Gençler Yurdu'nu ziyaretinde, gençlere çok çalışmalarını tav¬siye ederek, Türk Ocağı'na katılmalarını önerdi.

Belediyenin şereflerine verdiği ziyafete katılmak üzere hep birlikte Mersin Palas Oteline (Günü¬müzde Mersin Oteli), daha sonra Askeri Mıntıka Kumandanlığına gidildi (Yandığı yerde şimdi Özgür Ço¬cuk Parkı vardır.). Burada Askeri törenle karşılanan Gazi ve yanındakiler, bir süre dinlendiler. Binanın bir bölümünde öğretim yapılan Mersin Ticaret Rüştiyesi'ne geçildi. Girdikleri sınıfta dersi dinleyen ve öğrencilere sorular yönelten Gazi, alkışlar arasında binadan ayrıldı.

Program gereğince Millet Bahçesi'nde çay içilecek, kent adına Hükümet Tabibi ve Türk Ocağı Baş kanı Dr.Reşit Galip Bey konuşacaktı. Bahçede murt dalları, çiçeklerle süslenmiş ve bayraklar asılmış yüksekçe bir yer hazırlanmış; yaldızlı büyük iki koltuk konulmuştu. Ancak, Gazi bahçeye girdiğinde iki tah¬ta sandalye çekti, eşiyle birlikte oturdular, çaylar içildi. Reşit Galip Beyin heyecanlı bir ses tonuyla söy¬lediği, anlamlı, ve samimi hitabını dinlerken ve özellikle "senin büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmak¬la iktifa ve iftihar etmendir" sözlerinden çok duygulandı. Sonra kürsü olarak hazırlanan masanın üze¬rine çıkarak "Mersinliler, memleketiniz, beldeniz Türkiye'nin çok mühim bir noktasında bulunuyor. Çok mühim ticaret noktasıdır. Memleketiniz bütün Dünya ile Türkiye'nin irtibat noktasının en mühim yerin¬dedir. Bunu sizler benden iyi biliyorsunuz.... Aziz Arkadaşlar, bu memleketin hakiki sahibi olunuz" de¬diği hitabesini söyledi.
Sürekli alkışlar ve övgü sözleri arasında kürsüden indi ve halkın "Yine bekleriz Paşam" tezahüra-tıyla istasyona uğurlandı. 16.30'da Tarsus'a hareket ederken pencereden uğurlayanlar, selamlıyordu.
Atatürk 20.1.1925 tarihinde yine Eşi Latife Hanımla birlikte Mersin'e gelmiş ve günümüzde Ata¬türk evi olarak müzeye dönüştürülen Christmann Köşkü'nde misafir edilmiştir. Bu ziyaretinde Mersin'de ık, gun kalmıştır. Atatürk Hac, Beyden, güneyde bir çiftlik almak istediğini ve tavsiye edecekleri bir yer olup olmadığını sormuştu. Hacı Bey, Silifke'de bir yer olduğunu söylemiş ve Atatürk 29.1.1925 günü satın almak istediği Tekir-Olukbaşı çiftliğine gitmiştir. Bu çiftlik Abidin Paşa'dan Bodasakiye, kurtuluş¬tan sonrada hazineye geçmişti. Atatürk çiftliği hazineden satın almıştır. Burası modern bir çiftlik haline getirilmiş, bağış üzerine yine hazineye devredilmiştir.

Atatürk, 10.5.1926 tarihinde Konya üzerinden trenle Mersin'e gelmiş ve doğruca limandaki Er- tuğrul yatına binerek Taşucuna gitmiştir.
Atatürk, bundan sonra üç defa daha Mersin'e gelmişse de kentte kalmamıştır.
Atatürk, 19.11.1936 tarihinde yine tren yoluyla Mersin'e gelmiştir. Bu gelişinde Vali Konağı'nda kalmıştır. Mersin Valisi olan Rüknettin Nasihioğlu'na:"Vali Bey, konağı çabuk düzenle ve noksanlarını ta¬mamlayın. Her sene Nisan ayını burada geçirmek istiyorum" demiştir.
Atatürk'ün Mersin'e son gelişi ise 20.5.1938 Cuma günü 13.30'dur. Bu ziyaretinde de Vali Ko¬nağı'nda kalmıştır. Konağın balkonunda oturduğu sürece halk karşı kaldırımda, oradan ayrılıncaya ka¬dar, uzun süre sevgi ve ilgi ile büyük kurtarıcıyı izlemiştir.




Atatürk'ün Tarsus Ziyareti

17 Mart 1923 günü Gazi, Eşi Latife Hanım ile beraber Mersini ziyaret ettikten sonra akşam üze¬ri Tarsus'a geldiler. Akşam yemeğini yemek üzere Mehmet Rasim (Dokur) Bey'in evine gidildi. Mehmet Rasim Bey, İstiklal Savaşı'nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun tüm bez ihtiyacını kendi fabri¬kasında dokuyup göndermişti. Gazi, akşam yemeğinde Rasim Bey'e:"Kurtuluş Savaşımızda bize fabri¬kanız ile büyük destek sağladınız. Ordunun bez ihtiyacının büyük bir kısmını temin ettiniz. Size borcu¬muz oldukça çoğalmıştır. Size olan borcumuz nedir ve nasıl öderiz?" diyen minnet dolu sözlerine Rasim Bey'in yanıtı şöyle olmuştur:"Paşam, Türk Ordusuna fabrikam feda olsun. Hükümetimizin bana hiç bir borcu yok."
17 Mart gecesi Atatürk ve eşi, eski belediye binasının bulunduğu yerde (Bu bina 1958 yılında yı¬kıldı.) kaldılar. Binanın etrafı çepeçevre Tarsuslu insanlarla dolup taşmıştı. Etrafda meşaleler, ateşler ya¬kılmış, adeta tüm Tarsuslular nöbet tutmuşlardı. Gazi, arada bir kaldığı binanın balkonuna çıkıp Tarsus¬luları selamlıyordu Gazi, balkondan:"Vakit geç oldu. Lütfen istirahat edin. Evlerinize çekilin" diye ses¬lenmesine rağmen, Tarsuslular Gazi'nin kaldığı evin etrafında sabaha kadar oturdular.

18 Mart 1923 günü, Şelale civarında bulunan Sadık Paşa'nın un fabrikasına giden Gazi ve eşi, burada sabah kahvaltılarını yaptıktan sonra, Şeyh Sünusi'nin evini ziyaret ettiler. Gazi, buradan Türk Ocağı'na giderek gençlere seslendi. Hatıra defterine de şunları yazdi:"Tarsus Türk Derneği altında bir¬leşen ve Türklük harsını (kültürünü) yükseltmek gibi kıymetli vazife ifa eden Türk Gençliği'ni takdir ederim. Temenni ederim ki; dernek bu dakikadan itibaren Tarsus'da Türk'ün sönmez ocağının yandığı¬nı ismi ile de ilan etsin. 18-19 Mart 1923 Gazi" Aynı gün çiftçilere hitaben de bir konuşma yapan Ga¬zi, Tarsus'un birçok tarihi ve dini yerlerini de gezdi. Paşayı izleyen Tarsuslular arasında bulunan kadın mücahit Adile Çavuş:"Bastığın toprağa kurban olayım Paşam" diyerek Gazi'nin ayaklarına kapanmıştır. Atatürk, Adile Çavuş'u elinden tutarak kaldırmış:"Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürüklenmeye değil, omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıksın" diyerek o ünlü sözlerinden birini söylemiştir.
Daha sonra İttihat ve Terakki Mektebini (Eski Türk Ocağı İlkokulu) ziyaret eden Gazi Paşa, bu¬rada öğrencilerle jimnastik dersi yapmış, sınıfta ise tarih dersi vermiştir. Atatürk, 27 Ocak 1925'de Silifke'yi de ziyaret etmiştir
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.01.2009, 01:00   #4
Çevrimdışı
Kartal
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Müzeler



Anamur Müzesi



Yalıevler Mahallesi, Atatürk Caddesi, Fahri Görgülü Caddesi No:8, Anamur
Tel : (0324) 814 16 77
Faks : (0324) 814 30 18
Her gün 08.00-12.00/13.00-16.45 saatlerinde ziyarete açıktır.

Müzede etnografik ve arkeolojik eserler bölümü, kütüphane, fotoğrafhane, laboratuar, konservasyon ve sanat galerisi gibi üniteler bulunmaktadır.Arkeolojik bölümde helenestik, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler sergilenmektedir.Bozyazı'daki kazıda bulunan kabartma motifli altın diadem; Anamur Nekropolünde bulunan 36 parça ajurlu Bizans yapısı altın objeler, bronz athena, kantar ağırlığı, Müzenin önemli eserleri arasında yer almaktadır.
Anamur kazılarında çıkartılan ve çoğu mitolojik sahneleri içeren bitki ve geometrik desenli insan figürlü zengin mozaik örnekleri ile İ Ö 6. Yüzyıla ait ve Aydıncık'ta bulunan, kırmızı ve siyah figür tekniğinin en güzel uygulamaları olan Lekitoslar, Helenestik, Roma ve Bizans dönemlerine ait taş kitabe, mil taşları, taş pişmiş topraktan heykeller ve kabartmalar, Anamur kazılarında bulunan insan yüzlü kandil örnekleri, taşın bir dantel gibi işlendiği bitkisel süs ve hayvan figürlü taş işleme örnekleri Müzede sergilenmektedir.
Etnografi bölümünde, geleneksel sanatların örnekleri, yörük eşyaları ve "Post Yanışlı" kilim türleri, zengin bir koleksiyon oluşturmaktadır.


Mersin Müzesi



Atatürk Caddesi Kültür Merkezi, Halk Evi Binası
Tel : (0324) 231 96 18
Faks : (0324) 231 96 29
Pazartesi dışında her gün 08.00-12.00/13.00-16.45 saatlerinde ziyarete açıktır.

Kent merkezindeki Kültür Merkezi'nin doğu cephesindedir. Arkeolojik ve etnografik eserler üç ayrı salonda teşhir edilmektedir. Taş eserlerin sergilendiği birinci salonda; Roma dönemine ait mermer insan başları, heykel ve steller ile anforalar yer almaktadır. Pişmiş kilden (Terracota) yapılmış terliksi formdaki mezarlar, Pompeipolis antik kentinde bulunmuştur. İkinci salonda; Anadolu'nun en eski yerleşim merkezlerinden Yumuktepe ve Gözlükule kazılarından çıkarılan Yeni Taş, Bakır Taş ve Eski Tunç dönemlerine ait eserler sergilenmektedir. Bunlar iki kulplu kaplar, ikili, üçlü, dörtlü sepet kulplu fincan şekilli kaplar, gaga ağızlı testiler ve çeşitli boyalı kaplardır. Ayrıca Eski Tunç, Urartu, Helenestik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli çanak, çömlek, cam ve bronz eserler, bronz, gümüş ve altın sikkeler bu salonda sergilenmektedir.
MÖ 2. Bine ait kurşun figür, Hitit İmparatorluk dönemine ait mühürler dikkat çeken eserlerdir. Hayvan başlı gümüş, Urartu bilezikleri ve çeşitli dizi boncuklar, klasik ve Helenestik Çağ'a ait Lechyos, Kylix ve Sigilatalar ile Roma dönemine ait çeşitli form ve büyüklükteki cam eserler, altın diadem ve küpeler sergilenmektedir. Etnoğrafik eserlerin bulunduğu üst kattaki üçüncü salonda; gümüş süs eşyaları, tesbihler, işlemeli kadın elbiseleri, peşkirler, ağaç ve bakır eşyalar, kilimler, nazarlıklar ile tabanca, kama ve barutluklar yer almaktadır. Müze bahçesinde ise çeşitli dönemlere ait taş eserler ile Pithoslar sergilenmektedir.


Mersin Atatürk Evi ve Müzesi



Atatürk, Eşi Latife Hanım ile beraber, 20 Ocak 1925'te Mersin'e geldikleri zaman, 1897 yılında Tahinci Ailesi tarafından inşa edilmiş olan bu konakta kalmışlardır.

Bina, Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırılmış, tamir edilmiş ve "Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi" olarak hizmete açılmıştır.
Atatürk Caddesi
Tel : (0324) 237 55 71
Faks : (0324) 231 96 29
Pazartesi dışında her gün mesaî saatlerinde ziyarete açıktır.
Mersin Belediye binasının kuzeyinde, Atatürk Caddesi üzerindedir. 1917 yılında İsviçreli Krizmon tarafından yaptırılmış, daha sonra Tahinci ailesince satın alınan ev, 1980 yılında kamulaştırılmıştır.
Atatürk 20 Ocak 1925 tarihinde eşi Latife hanımla birlikte Mersin'e geldiğinde bu evde 11 gün misafir edilmişti. Bu yapı günümüzde Atatürk Evi ve Müzesi olarak düzenlenmiştir. 2 katlı müzenin 1. Katında, Atatürk'ün değişik tarihlerde Mersin'i ziyaretleri ve Kurtuluş savaşı ile ilgili fotoğraf ve belgeler yeralır. 2.katında ise çalışma, dinlenme, yatak ve misafir odaları ile şahsi eşyaları bulunur. Ayrıca bir konferans salonu vardır.


Silifke Müzesi



Taşucu Caddesi No: 111, Silifke
Tel : (0324) 714 10 19
Faks : (0324) 714 28 52
Pazartesi dışında her gün 08.00-12.00/13.00-16.45 saatlerinde ziyarete açıktır.


Silifke Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi



Saray Mahallesi 1. Cadde, Silifke
Tel : (0324) 714 10 19
Faks : (0324) 714 28 52
Pazartesi dışında her gün 08.00-12.00/13.00-16.45 saatlerinde ziyarete açıktır.



Tarsus Müzesi




Kültür Merkezi Binası, Tarsus
Tel : (0324) 613 06 25
Faks : (0324) 613 30 80
Tarsus Müzesi,1557 Yılında Ramazanoğullarından Kubat Paşa tarafından açık avlulu medrese olarak yaptırılan ve 1966 yılında restore edilen Kubat Paşa Medresesi’nde uzun süre hizmet vermiştir.Dana sonra Tarsus Kültür Merkezi bünyesinde düzenlenen bir binaya taşınan Müzedeki eserler Paleotik, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Urartu, Grek, Roma, Bisans, Selçuklar, Osmanlı devletine aittir.
Pazartesi dışında her gün 08.00-12.00/13.00-16.45 saatlerinde ziyarete açıktır.
  Alıntı ile Cevapla
5 Üyemiz Kartal'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.03.2016, 01:05   #5
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Mersin Merkez Ören Yerleri




Yumuktepe



Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biridir. Sistemli arkeolojik kazılar İngiliz John Garstang başkanlığında 1936-1937 yıllarında yapılmıştır. II. Dünya Savaşı'nın başlaması nedeniyle ara verilen kazılar 1946'da yeniden başlanıp 1947'de sonuçlanmıştır. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi ve Roma Üniversitesi işbirliği ile hazırlanan "Yumuktepe Arkeolojik Kazısı" 1993 yılında uygulanmaya başlanmıştır. Yaklaşık 15 yıl sürecek kazı çalışmaları yaz aylarında sürdürülmektedir.
Yumuktepe'de ilk yerleşme Neolitik dönemde başlamış ve kesintisiz olarak kalkolitik, Tunç, Hitit, Bizans ve İslami devirlerde de devam etmiştir. 33-25 katmanlar Neolitik döneme aittir. Bu dönemde taş temelli evler, yün eğirmeye yarayan kirmenler, bakır oltalar, obsidyen ve akmak taşından yapılmış araçlar, taş mühür, ok uçları, dokumacılıkta kullanılan ağırsak, çanak, çömlekler bulunmuştur. 29-13 katmanlar ise Kalkolitik dönemi kapsar. Yapı tipleri taş temelli evler ile yuvarlak temelli silolardır. Son Kalkolitik dönemde savunma duvarlarıyla çevrili köy tipi yerleşime geçilmiştir. Askerlerin oturduğu sura bitişik evlerde fırın, yerel kaplar, temellerin altında seramik ve özel eşyalı mezarlar vardır. Orta Tunç çağı ise 12-9. katmanları kapsar ve İÖ 2000-1500'e tarihlenir. Bıçak, mızrak, mühür, kadın heykelciği, ayaklı kadeh ve gaga ağızlı testicikler bulunmuştur. Hitit dönemi ise 7-5. Katmanlar arasında ve İÖ 1500-1200'e tarihlenir. Sur duvarları testere biçimindedir. Evler Sokaklar vardır. En üst katlar Grik, Bizans ve İslami dönemi kapsar. Grek katmanında Kıbrıs tipi seramik Bizans ve İslami katmanda ise sırlı seramik bulunmuştur.
Höyüğün 2.5 m. derinliğinde bulunan bir kale harabesi Boğazköy'de bulunan kale harabesinin küçük bir örneği olup, Poligonal tarzda inşa edilmiştir.
2003 kazı sezonunda ortayla çıkarılan buluntular arasında Neolitik,Kalkolitik ve Ortaçağ dönemlerine tarihlenen kandiller,boncuk dizileri,kemik süs iğneleri,taş ağırşaklar,kemik aletler yer almaktadır.Yumuktepe'den çıkarılan yüzlerce eser, Mersin Müzesinde sergilenmektedir.


Solı- Viranşehir
(Soloı-Pompeıpolıs)



Mersin'in 14 km batısında, deniz kenarında bulunan Soloi antik kenti, MÖ 7. Yüzyılda Rodoslu koloniciler tarafından kurulmuş, kente güneş anlamına gelen Soloi adı verilmiştir. Darius( MÖ 521-485) zamanında, Klikyayı ele geçiren persler için Soloi önemli bir liman kenti olmuş ve adına sikke darbedilmiştir. Pers- Yunan savaşları sırasında , MÖ 449 yılında Klikyayı bir süre işgal eden Atinalılar, Soloi'yi yönetim merkezi yapmışlarsa da , bir yıl sonra yapılan Kilyos Barışı ile burayı Perslere geri vermişlerdir. MÖ 333 de Asya seferine çıkan Aleksander, Soloi yi Pers işgalinden kurtarmıştır. Filozof Chrysippoz ile takım yıldızları ve Fenomenler hakkında öğretici şiirler yazan matamatikçi ve astronom Aratos,MÖ 3. Yüzyılda Soloi'de yaşamışlardır.
Soloi antik çağlarda Kıbrıs Adası ve Mısır'a yapılan ticaretle zenginleşti.Kent Seleukos
Krallığı'nın son yıllarıda Klikya korsanlarının denetiminde kaldı. Roma yönetimi Akdenizdeki korsan faaliyetlerine son vermek amacıyla , MÖ 64 yılında Pompeius'u görevlendirdi, İtalya'dan başlayarak Yunanistan ve Kilikya'ya kadar olan bölgelerde korsan faaliyetlerine son vererek Soloi'ye geldi. Burayı da korsanlardan temizledi. Yürüttüğü büyük operasyonun zaferi anısına, kenti yeniden imar ederek, adını Pompeipolis olarak değiştirdi.

Bizans döneminde, Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından , Soloi Piskoposluk merkezi yapıldı.Kent 527 yılında meydana gelen büyük yer sarsıntısı ile tamamen harap oldu.Yeniden inşa edilmeye çalışılsada bu yüzyıldan sonra yoğunlaşan Sasani ve Müslümün Arap akınları nedeniyle yeniden eskisi gibi imar edilemedi ve terk edildi.Bu nedenle ören yerine Viranşehir de denilmektedir.



Pompeipolis kentinde liman, sütünlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol su kemeri gibi yapılar bulnmaktaydı.Günümüzde dağ kapısından deniz kapısına kadar uzanan korint başlıklı 200 sütunlu yoldan, 41 adet sütun ayakta kalmıştır. Bunlardan 33 adeti başlıklı olup insan aslan ve kartal kabartmaları ile süslenmiştir. Ayrıca liman , hamam kalıntıları, su kemeri bugüne kadar ulaşabilmiş kalıntılar arasındadır. Mersin Müzesinde kente ait eserler sergilenmektedir. Petersburg Hermitage Müzesinde, Bizans dönemine ait bir kiliseden götürüldüğü anlaşılan altın ve gümüş objeler bulunmaktadır.

2003 yılı kazı sezonunda ortaya çıkarılan mermer Dionyzos,pan(satyr) ve leopar üçlü kompozisyon gurup heykeli ve bir başka ikili heykel gurubu ve bir başı olmayan bayan mermer heykeli bulunarak Mersin Müzesine nakledilmiştir.

Zephyrium




Mersin'in antik yerleşimi olarak kabul edilen Zephrium kentine ait bilgiler çok azdır. Eski Halkevi (Günümüzdeki Kültür Merkezi) civarında yapılan temel kazılarında ve Çavuşlu Mahallesinde elde edilen bazı buluntular, eski Vilayet Konağı'nın ( Günümüzde Sağlık Müdürlüğü) yapımı sırasında ortaya çıkan horosan duvarlar, mermerden yapılmış sütun ve sütun başlıkları, Mersin Müzesi'nde bulunan mermer Aslan başı ile devşirilmiş bazı mimari yapı elemanları, antik Zephyrium kentine ait arkeolojik belgeleri oluştururlar. Öteyandan 19. Yüzyılda Mersin'e gelen C.Texier, W.M.Leake gibi gezginler, yayınlarında burada gördükleri Zephyrium kentine ait kalıntılardan sözederler. Örneğin V.Langlois, Pompeipolis'den Mersin'e geldiğinde: "Deniz kenarında evler vardır ve bu evlerin olduğu yerde eski bir kent harabesi bulunmaktadır ki, burası eski Zephyrium kentidir.



Anchıale
(Karaduvar)



Kalıntıları Mersin kentinin doğusunda olan bu antik yerleşim yeri için Strabon, Aristobulos'u kaynak göstererek, Asur Kralı Sardanapal'ın Tarsus ile birlikte Anchiale'yi bir gün içinde inşa ettiğini yazar.Gezgin Coğrafyacı bu abartılı bilgi nakline devamla:" Sardanapal'ın mezarının burada olduğunu ve sağ elinin parmaktlarını şaklatır durumda bir taş heykelinin bulunduğunu ve Asur dilinde yazılmış bir kitabede" Anakyndarakes oğlu Sardanapal, Anchiale'yi ve Tarsos'u bir günde kurdu. Ye, iç, neşelen, çünkü diğer şeyler bundan daha değerli değildir." Şeklindeki metnin ,parmakların anlamını açıkladığını söyler.
Anchiale,M.Ö.333 tarihinde Pers Kralı 3.Darıus ile yapmış olduğu İssos savaşından hemen önce Alexander tarafından alınmıştı.Burada su kemerleri, yapı kalıntıları, bir höyük, Romalılardan kalma Mozaikli bir hamam kalıntısı vardır.



Dikilitaş




Bekirde Köyünün güneyinde yüksekliği 15 metre, genişliği 4 metre, kalınlığı 2 metre olan bir dikilitaş vardır. Üzeri işlenmiş bulunan bu taşın MO. 7. Yüzyılda Yunanlıları yenen Asurluların bir zafer anıtı olduğu bilinmektedir.
__________________
"Ey egosu boyundan büyük insan..
Bir gün ölüp toprak olacaksın. Bir tohum filizlenecek ot olacaksın, bir öküz seni yiyecek ve atık olacaksın.. Yani hep aynı kalacaksın."

  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.03.2016, 01:23   #6
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Aydıncık Ören Yerleri



Tiyatro




Günümüzde toprakla kaplı olan tiyatronun varlığı yapının moloz taşlarla örülen sırt duvarının oluşturduğu yarım daire biçimindeki kavisten anlaşılmaktadır.



Anıt Mezar

(Dört Ayak)



Kent merkezinde, büyük kesme kireç taşlarıyla yapılmış ve halk arasında "Dört Ayak" olarak bilinen anıt mezar, İlçenin en ilgi çeken antik yapısıdır. Kare planlı ayak üzerine baldahinli olarak oluşturulmuş pıramidal çatılı anıt mezar M.S. geç 2 veya 3 y.y.başlarına tarihlenmektedir.
Pramidal mimari yapısıyla, mausoleum mezar geleneğinin devam ettiğini göstermekte olup, oldukça iyi korunmuş durumdadır.
Kentin yakın çevresinde görülebilen diğer yapılar, Aydıncık-Gülnar yolu üzerinde 15.km.de orman içindeki kaynaktan kente su getiren kemerler ve kanallar günümüze kadar ulaşan yapılardır.




Buluntular



Bilimsel kazı ve araştırmaların başlatılmasından önceki 1960’ lı ve 1970’ li yıllarda, özellikle antik kent mezarlığında yapılan kaçak kazılarla veya rastlantı olarak elde edilmiş çok sayıda eser bulunmaktadır. Yurtdışına götürülen, sayısı ve nerede olduğu belirlenemeyenlerin dışındakiler, Adana, Mersin, Silifke, Anamur Müzelerinde bulunmaktadır. Bunların büyük bir bölümü pişirilmiş kil vazolar ile küçük boyutlu, taş, altın, gümüş , cam eşyalar ve sikkelerdir. M.Ö.3.y.y.da darbedilen II.Ptolemaios'a ait altın sikkeler ile M.Ö. 6. Ve 5.y.y.a ait drahmiler Kelenderis'e ait önemli nümizmatik buluntulardır.
Arkeolog Levent Zoroğlu’na göre, Doğu Akdeniz Bölgesinde ele geçen ilk eserler olması bakımından Attik atölyelerinden gelmiş "Leythos" denilen seramik vazolar,Kelenderis"in en ilginç buluntularını oluştururlar. Bunlar, beyaz zeminli " siyah figürlü "Haimon" grubu,Figürsüz siyah gövdeliler " grubu, "Bezekli Lekythoslar" gibi gruplara ayrılır.
__________________
"Ey egosu boyundan büyük insan..
Bir gün ölüp toprak olacaksın. Bir tohum filizlenecek ot olacaksın, bir öküz seni yiyecek ve atık olacaksın.. Yani hep aynı kalacaksın."

  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.03.2016, 11:05   #7
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Bozyazı Ören Yerleri



Nagidos



Kelenderis gibi bölgenin en eski kentlerinden biri olan Nagidos'un kalıntıları Bozyazı İlçesinde, kıyıya yakın bir tepe üzerindedir.Hakkında çok az bilgiye sahip olunan kentten günümüze ulaşan kalıntılar, bu tepenin zirvesine yakın yerdeki surlardan ibarettir. Ayrıca Bozyazı Çayı üzerindeki köprünün ilk biçiminin Roma çağında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bir su yolu kalıntısı ile bir hamamın temelleri yine Geç Roma, Bizans çağı kalıntıları arasında sayılabilir.
Nagidos'un M.Ö.V.ve IV. Yüzyıllarda Pers egemenliği altında olduğu, bu dönemde basılan satraplık sikkelerinden anlaşılmaktadır. Hellenistik Çağ'da, Mısır'daki Ptolemioslar'ın etkisi altına girmiş ise de, ardından gelen korsan baskıları kentin zayıflamasına yol açmıştır. Orta Çağda ise, önemsiz ve yerleşmenin sadece kıyıya çok yakın Bozyazı Adası (Nagidussa) üzerinde yoğunlaştırdığı anlaşılmaktadır.


Kilise Burnu



Bozyazı'ya 14 km. uzaklıkta Akkaya köyü sınırları içerisinde, halk arasında Kilise Burnu olarak bilinen, geç Roma ve erken Bizans dönemine ait bir ören yeridir. Burada sur, sarnıç, bir kilise ve diğer yapılara ait kalıntılar bulunmaktadır.

Surun dışında kuzeybatı yönünde ikisi yanyana , biri arkada olmak üzere üç adet 1. ve 2. Yüzyıl'a ait Memurium mezarlarına benzer yapıda mezarlar vardır.


Maraş Tepesi
(Arsione)

Bozyazı'nın 2 km. doğusunda Maraş Tepesi üzerinde kurulu olan yerleşim, Mısır Kralı Ptolemaios'un eşi Kraliçe Arsione adını taşıyan antik bir liman kentidir. M.Ö. 3.yüzyılda kurulduğu sanılan kentin görülebilen en önemli kalıntıları iki katlı mozaik döşeli mezarlar ile öteki yapı kalıntılarıdır.

__________________
"Ey egosu boyundan büyük insan..
Bir gün ölüp toprak olacaksın. Bir tohum filizlenecek ot olacaksın, bir öküz seni yiyecek ve atık olacaksın.. Yani hep aynı kalacaksın."

  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.03.2016, 11:20   #8
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Erdemli Ören Yerleri



Elaiussa - Sebaste





Silifke-Mersin karayolu üzerinde Mersin'e 52 km. uzaklıkta olup Kumkuyu Belediyesi, Ayaş (Merdivenlikuyu) da yer almaktadır. Şehir İÖ II.yüzyıl sonlarında kurulmuştur. Strabon'a göre, bu şehrin bir bölümü kara parçasında bir bölümü de karşı taraftaki adanın üzerinde yer almakta olup, bu antikkent Elaiussa ve Sebasta kentlerinin birleşmesi ile meydana gelmiştir. Elaiussa daha eskidir. İÖ 41 yılında Antious tarafından Kapadokya Kralı olarak atanan ve İÖ 20 yılında Elaiussa'nın çevresinde bulunan dağlık Klikya'yı Augustus'tan almış olan kara parçası haline gelince kent eski önemini yitirmiştir.
Eski adının tepesi ile batı yamacı ve adanın birleştiği kara parçası kumla kaplıdır. Kumların altında Kral Archelaos'tan önceki zamanlara ait çeşitli tarihi eserler bulunmaktadır. Bunlar iyi korunmuş 5 nefli Bazilika, tiyatronun caveası (Theatron oyuğu), su kemerleri, kilise kalıntıları, zeytinyağı ve su sarnıçları, iki mermer sütunlu saray saray kapısı, bu kapının 50 m. kuzeyinde çeşitli hayvan resimlerini içeren döşeme mozaikli Jüpiter tapınağıdır. Jüpiter tapınağı 612 sütunlu bir Roma mabedi olup, erken Hıristyanlık döneminde (5. Yüzyıl) kiliseye çevrilmiştir. Şehrin mezarlığı (Nekropal), doğu ve kuzeydedir. Burada antik bir yolun iki yanında taş lahit ve mezarlar vardır. Bir lahitin üzerindeki yazıt şöyledir: "Hijinos'nun oğlu Plütinos, sağlığında Sebaste mezarlığında kızı için bir lahit yaptırdı. Öldükten sonra oraya yalnız kızı gömülecektir. Eğer başka biri gömülürse bu kişinin ailesi Maliyeye 600, belediyeye 300 dinar ödeyecektir." İki katlı bir anıt mezarın cephesindeki kabartmada ortada kanatlarını açmış bir kartal, ayaklarının altında bir yılan, kartalın sağ ve solunda zincirle bağlanmış birer çocuk ve çocukları birer kolları zincirlidir. Aynı zincir üzerinde birbirine bakan iki aslan vardır. Bu yapıtların hepsi Roma devrine aittir.2003 kazı sezonunda ortaya çıkarılan buluntular arasında M.Ö.1,M.S.1.yy. arasına tarihlenen mermer Afrodithe Heykelciği,pişmiş toprak kadın büstü ve Attis Heykelciği,çok sayıda cam Unguentariumlar,gözyaşı şişeleri,koku kapları,altın küpe ve bilezik parçaları,cam kase ve tabakalar,sikkeler,süs eşyaları ortaya çıkarılmış olup Mersin Müzesinde teşhire sunulmuştur.



Öküzlü Örenyeri



Ayaş Kasabasına 12 km. uzaklıktadır. Kanlıdivane-Çanakçı köyü yol ayırımından stabilize bir yolla gidilir. Örenyeri Genç Helenistik, Roma, Erken Bizans dönemlerinde yerleşim görmüştür. Antik kentin taş döşeli alt yapısı yer yer sağlam durumdadır. Bazilikası, sarnıçları halen ayaktadır. Lahitler kente girişi sağlayan stabilize yolun kenarında bulunmaktadır.

Mut Ören Yerleri



Alahan Manastırı



Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor" diye anlattığı Alahan Manastırı Karaman karayolu üzerinde, Mut'un 20 km. kuzeyinde, orman ürünleri deposunun yanından sağa sapılan ve 4-5 km. içeride Geçimli (Malya) köyü civarındadır. 1000-1200 m. yükseklikte ve Göksu Vadisine bakan dik bir yamaca oturtulmuştur.
Hıristiyanlığın Kapadokya ve Likonya (Konya)' da yayılması sırasında bu yeni dini kabul edenlerin takibe uğraması, inanmayanlar tarafından öldürülme korkusu, Hz. İsa'ya inananları dağlık bölgelerdeki mağara kaya oyuklarında ibadete zorlamıştır. İsa'nın havarilerinden St. Paul ve yine Tarsus'ta yaşamış Hıristiyan öncülerinden Barnabas 441 yılında Hıristiyanlığı yaymak için Konya-Kapadokya ve Antalya-Antakya'ya kadar maceralı yolculuklar yapmıştır.
İşte bu iki Hristiyan Aziz'in gezileri sırasında konakladıkları her yerde anılarına mabetler yapılmıştır. Alahan Manastırı bunlardan biridir.
440-442 yıllarında yapılmış olduğu tahmin edilen Alahan Manastır Külliyesi, Batı Kilisesi, Manastır, Doğu Kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odacıkları ve çevredeki mezarlardan oluşmaktadır. Kilise binaları, Ayasofya Müzesi ile ortak mimari özellikleri taşımaktadır. Süslemesinde usta bir taş oymacılığı görülür. İlk kilise korint başlıkla iki dizi sütunla üç nefe ayrılmıştır. Narteksten ana mekana geçilen kapının atkı ve yan dikmeleri kabartmalarla süslüdür. St. Paul, St. Pierre figürlerinden başka bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail, Mikail'in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, incil yazılarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri zengin bir şekilde tasfir edilmiştir.


Kiliselerin doğusundaki geniş avlunun güneyinde dinsel törenlerin yapıldığı dehliz, 11 m. uzunluğunda kemerli ve sütunlu bir galeri şeklindedir. Galerinin ortasında kalabalık kabartma süsleme ile her yanı işli büyük bir niş bulunmaktadı.Galeride apsisli vaftizhane ve karşısında Alahan Manastırının en görkemli yapısı olan mezarlar bulunmaktadır. Bu mezarların kuzey duvarı kayaya yontulmuş, üst örtüsü yoktur. Ana nefin ortası ilginçtir. Burası paye ve sütunlara oturan dört kemerle örtülü kare planlı bir kule biçimindedir. Kuli yukarıda sekizgene dönüştürülmüştür. Kapı çerçevesi süslüdür.
Alahan Manastırının Mezarlarından birinin kitabesinde şöyle yazılmıştır. "Burada çok mümtaz, Flavius Severinus ve Flavius Cadalaippus'un Konsüllüğün'den sonra İndictio'nun 15. Senesinin 13 Şubatında Mukaddes oruçlarının ilk haftasının Salı günü ölmüş olan hatırası mukaddes kurucu T............ yatıyor."
Ayrıca, Maya Köyü yakınlarında vade içinde ve yeraltında kırmızı ve yeşil boyalı "Renkli kilise" vardır. Bu kilise yeni gibi görünmektedir.



Dağpazarı Öreni




Mut' un 45 km. kuzeyindeki bu köyde antik bir şehre ait kalıntılar vardır. Bizans kilisesi ile 15 X 5.50 m. ölçüsündeki taban mozaik ilgi çekicidir. Kilise köyün ortasına ve en yüksek yerine kurulmuştur. Uzaklardan heybetli görünür. Hayvan figürleri ve geometrik motifler bulunan mozaikler görülmeye değerdir. Köylüler tarafından soğuk hava deposu olarak kullanılan sarnıçlar vardır.



Balabol Örenleri



Mut'un batısında 40 km. uzaklıktaki Yalnızcabağ Köyü yakınındaki Değirmenlik yaylasındadır. Büyük bir antik yerleşim alanı olduğu görülmektedir. Çok sayıda lahit ve duvar kalıntıları vardır.
__________________
"Ey egosu boyundan büyük insan..
Bir gün ölüp toprak olacaksın. Bir tohum filizlenecek ot olacaksın, bir öküz seni yiyecek ve atık olacaksın.. Yani hep aynı kalacaksın."

  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.03.2016, 14:05   #9
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Silifke Ören Yerleri



Roma Tapınağı




Şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları orijinal şekilde korunmuş olan tapınağın uzun kenarında 14’er, kısa kenarında 8’er sütun bulunmaktaydı. Ancak, her biri 10 m boyundaki Korint başlıklı bu sütunlardan bugün sadece biri ayakta kalmış olup 3 tanesi de yıkılmış durumda yerdedir.
1980 yılında Kültür Bakanlığı’nca başlatılan kazı çalışmaları aralıklarla devam etmektedir. İ.S. II. yy’da yapılmış olduğu anlaşılan tapınak V. yy’da planında önemli değişiklikler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür. İ.S. V. yy’da yaşamış tarihçi Zosimos “Tapınak, ovadaki ürünlerine musallat olan çekirgelerden kurtulmak için Güneş ve Sanat Tanrısı Apollon’dan yardım isteyen ahali tarafından, çekirgeler Apollon’un gönderdiği kuş sürüsünce yok edilince O’na bir şükran ifadesi olarak yaptırılmıştır” diyorsa da Zeus adına yaptırıldığı da söylenmektedir.



Cambazlı Kilisesi



Adamkayalar’dan sonra Hüseyinler Köyü’nden geçilip Cambazlı Köyü’ne varılır. Cambazlı’nın helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim merkezi olduğu Uzuncaburç (Diocaesarea) ve Ura (Olba) ile Kızkalesi (Corycus)’ne döşeme antik bir yolla bağlantılı olmasından ve günümüze kadar gelebilmiş zengin kalıntılarından anlaşılmaktadır. Burada, kaya mezarlarının yanısıra birer küçük mabedi andıran anıtmezarlar, lahitler, sarnıç ve özellikle köyün girişinde bulunan kilise görülmeye değer tarihi kalıntılardır.
Cambazlı Kilisesi, benzerleri arasında orijinal özelliklerini korumuş en iyi durumdaki örneklerden biridir. Kuzey cephesi tamamen kapalı olan yapının içindeki iki sütun dizisinden sağdaki Korint başlıklı bütün sütunlarla bunların üstünde sıralanan galeri sütunları ayaktadır. V. yüzyıla ait 20 m X 13 m ölçülerindeki kilisenin apsisi ve tüm duvarları sağlamdır.



Aya Tekla Yeraltı Kilisesi
(Meryemlik)




Taşucu yolu üzerinde 4. Kilometreden sağa dönülüp bir km gidildiğinde Hıristiyanlığın en eski ve en önemli merkezlerinden biri olan Meryemlik’e varılır. Meryemlik’in tarihi Azize Tekla’nın buraya gelişi ile başlar.

İsa Peygamber’in havarilerinden St. Paul’ün vaazlarından etkilenen 17 yaşındaki Tekla kendini Hıristiyanlık dinine adar. St. Paul’ün bu değerli öğrencisi Konya ve Yalvaç’ta Hıristiyanlığı yaymak için propaganda yaparken paganların baskılarına maruz kalıp, öldürüleceğini öğrenince kaçıp Seleucia’ya gelir ve sonradan kiliseye çevrilen bir mağarada saklanır. Sığındığı mağaradan yöredeki insanlara çok tanrılı dine karşı Hıristiyanlık inancını yayarken mucizeler yaratarak hastaları da iyileştirir. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada kaybolduğuna inanılır.
Aya Tekla’nın içinde yaşadığı mağara onun kayboluşundan sonra Hıristiyanlarca kutsal sayılmış; ta ki bu din İ.S. 312 yılında serbest bırakılıncaya kadar gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Bu mağara daha sonra IV. yy’da kiliseye dönüştürülmüştür.
Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonraki dönemlerde birçok yapı ile bezenen Meryemlik’te Mağara Kilisesinden başka, bu mağaranın üzerinde bugün sadece apsisinin bir bölümü ayakta kalan Azize Tekla Kilisesi; imparator Zenon tarafından Aya Tekla’ya ithafen yaptırılan kilise ile Kuzey Kilise; hamam, birçok sarnıç, mezarlıklar ve şehir suru kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.



Taşucu
(Holmi)




Silifke - Antalya karayolunun 10. km’sindeki Taşucu’nun bulunduğu yerde İ.Ö. VII. yy’da kurulan eski Holmi kolonisinden bugüne hiçbir tarihi eser kalmamıştır.

Holmi uzun süre varlığını sürdürmüş, ancak korsan saldırıları nedeniyle İ.Ö. IV. yüzyıldan sonra zayıflamaya başlamıştır. Büyük İskender’in komutanlarından ve Suriye Krallığı’nın kurucusu Selefkos Nikator şehrin bu zayıf durumunu fırsat bilerek kolayca ele geçirmiş; halkını da bugünkü Silifke’nin bulunduğu yere yerleştirmiştir.
Yolcu trafiği açısından Türkiye ile KKTC arasındaki en önemli kapı olan Taşucu, bugün modern bir turistik belde olarak hızla gelişmektedir.

Taşucu’nunu 2 km batısındaki bir tepenin güney yamacında yerli halkın Manastır diye isimlendirdiği antik Mylai örenyerinde geç Roma ve erken Bizans dönemlerine ait yapı kalıntıları bulunmaktadır.



Liman Kalesi



Taşucu - Antalya karayolunun hemen kenarında ve deniz kıyısındadır. Taşucu’na 7 km mesafedeki kale Osmanlı yapısı olup, XIV. yy’da inşa edilmiştir. Günümüze dek kalan az tahrip görmüş kalelerden biridir.


Kilikya Afrodisiası



Halk arasında Ovacık Yarımadası olarak bilinen, arkeoloji literatüründe Kilikya Afrodisiası diye geçen bu antik yerleşim merkezine Silifke - Anamur karayolunun 35. Kilometresinde güneye ayrılan tali bir yolla varılır. İ.Ö. XII. yy’da yapıldığı tahmin edilen ve toplam uzunluğu 4 kilometreye yaklaşan kiklopik sur duvarları ve burçlar görülebilen en eski kalıntılardır.

Antik kentin en önemli eseri St. Pantaleon Kilisesi’dir. İ.S. IV. yy’a ait kilisenin tabanı tamamen mozaikle kaplıdır. Geometrik şekiller, bitki ve kuş motifleriyle süslü mozaik taban oldukça iyi korunmuş durumdadır.Şövalye evleri, sarnıçlar ve nekropol görülebilecek diğer antik kalıntılardır.



Demircili Anıt Mezarları
(Imbriogon)




Silifke - Uzuncaburç karayolunun 10. kilometresinde, antik Imbriogon şehrinin soylularına ait tek ve çift katlı anıtmezarlar vardır. Dört tanesi hemen yol kenarında bulunan anıtmezarlar İ.S. II. yy Roma dönemi kalıntılarıdır.



Uzuncaburç
(Diocaesarea)



Mersin’in en önemli ve en iyi korunmuş tarihi kalıntıları Silifke’nin 30 km kuzeyindeki Uzuncaburç beldesindedir. Helenistik çağda merkezi Uzuncaburç’un 4 km doğusundaki (ura) Olba Krallığı’nın ibadet yeri olan bugünkü Uzuncaburç yerleşim yeri, Roma döneminde, İ.S. 72 yılında İmparator Vespasianus zamanında Olba’dan ayrılarak Diocaesarea (Tanrı-İmparator Kenti) adıyla özerk, kendi adına para basabilen yeni bir site durumuna getirilmiştir. Diocaesarea’daki Zeus Tapınağı, burç ve piramit çatılı anıtmezar Selefkoslar, yani Helenistik; sütunlu cadde, tiyatro, tören kapısı, çeşme, Şans Tapınağı ve Zafer Kapısı Roma döneminden kalma yapılardır. V. yy’da hristiyanlığın yörede gelişmesi ile Zeus Tapınağı kiliseye dönüştürülmüş, ayrıca yeni kiliseler de yapılmıştır. Bizans döneminin ardından Anadolu Türkleri buraya şehrin sembolü olan yüksek burcun ismini vererek “Uzuncaburç” demişlerdir.
__________________
"Ey egosu boyundan büyük insan..
Bir gün ölüp toprak olacaksın. Bir tohum filizlenecek ot olacaksın, bir öküz seni yiyecek ve atık olacaksın.. Yani hep aynı kalacaksın."

  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.03.2016, 15:09   #10
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Mersin'i Her Yönü İle Tanıyalım - İlçeleri - Tarihi Turistik Yerleri

Uzuncaburç'taki Belli Başlı Kalıntılar




Sütunlu Cadde
: Tiyatronun önünden geçen sütunlu cadde Zeus Tapınağı’nın yanında kent kapısından gelen diğer bir sütunlu cadde ile kesişir ve Şans Tapınağı’nda son bulur. İ.S. I. yy’dan kalma Sütunlu Cadde’deki sütunların hepsi yıkılmış ve mimari parçalarının çoğu yok olmuştur.

Tören Kapısı:İ.S. I. yy’dan kalma Tören Kapısı her biri 1 m çapında ve 7 m yüksekliğinde Korint başlıklı sütunlarla heybetli bir yapıdır. Sütun gövdelerinden çıkan konsollar üzerinde zamanında heykeller bulunmaktaydı. Yarısı yıkılmış olan Tören Kapısı’nın 5 sütunu ayaktadır.

Zeus Tapınağı: Tören Kapısı’ndan sonra antik çeşmeyi geçince sütunlu caddenin solunda bir avlu içerisindeki Zeus Tapınağı’nın Selefkos Nikator (İ.Ö. 312 - 295) tarafından yaptırılmış olduğu düşünülmektedir. Zeus Tapınağı, Anadolu’da dört bir yanı tek sıra 36 sütunla çevrili, Korint tarzında Peripteros planlı, en eski tapınaklardan biri olarak sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Romalılar tarafından da kullanılan tapınak, Hristiyanlık döneminde, V. yy’da, önemli değişikliklerle kiliseye çevrilmiş;cella'sı yıkılıp sütunların araları örülmüş ve buralara kapılar konmuş, doğusundaki sütunlar kaldırılarak yerlerine apsis eklenmiştir.

Zeus Tapınağı iki bin seneyi aşkın yaşı ve bugünkü muhteşem görünümü ile geçen zamana meydan okurcasına hala ayakta durmaktadır.

Şans Tapınağı (Tychaeum): Sütunlu caddenin bitimindeki Şans Tapınağı İ.S. I. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Bugün beşi ayakta olan, 6’şar m yüksekliğindeki yekpare granit 6 sütunun taşıdığı arşitravdaki kitabe, tapınağın kentin soylularından Oppius ile eşi Kyria tarafından yaptırılıp kente hediye edildiğini bildirmektedir.

Zafer Kapısı: Güney - kuzey yönündeki ikinci sütunlu yol üzerinde ve Zeus Tapınağı’nın kuzeyinde bulunan kapının ortasında bir büyük; yanlarında iki küçük kemerli girişi vardır. Üzerindeki kitabede, depremde zarar gören kapının Roma İmparatorları Arcadius (395- 408) ile Honorius (395 - 423)’un birlikte yönetimleri sırasında önemli ölçüde onarım gördüğü yazılıdır. Anıtsal nitelikli kapının çeşitli yerlerindeki konsollarda vaktiyle heykel ve büstlerin yer aldığı anlaşılmaktadır. “Zafer Takı” görünümlü bu muhteşem yapı Zafer Kapısı olarak anılır.

Tiyatro: Roma İmparatorları Marcus Aurelius (161 - 180) ile Lucius Verus (161 - 169)’un birlikte yönetimleri sırasında yapılmış olduğu burada bulunan bir yazıttan anlaşılmaktadır. Yer olarak doğal çukur bir arazi seçilerek oturma basamakları arazinin meyilinden faydalanılarak yapılmıştır.

Helenistik Anıtmezar: Uzuncaburç beldesinin güneyindeki bir tepe üzerinde yapılmış olan anıtmezar Dor biçimindeki mimarisi ile yörede tektir. Piramit çatılı, 15 m yüksekliğindeki mezaranıt 5,5 m X 5,5 m ölçülerinde kare planlıdır. 2300 yıllık anıtmezarın Selefkoslar veya Olba Krallığının yöneticilerinden birine ait olduğu tahmin edilmektedir.

Helenistik Yüksek Kule: Şehri çevreleyen surların kuzeydoğu kenarında bulunan 5 katlı kule 16 m X 13 m oturumunda ve 23 m yüksekliğinde olup yapımında hiç harc kullanılmamıştır. Her katı kendi içinde bölümlere ayrılmış olan kule, yöneticilerin yaşadığı bir mekan olduğu kadar, tehlike anında halkın sığındığı ve şehir hazinesinin korunduğu güvenli bir yer olarak ta kullanılmaktaydı.Kule kapısı üzerindeki yazıttan, İ.Ö. III. yüzyılın 2. Yarısında Tarkyares tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılan kule, geçirdiği yangın sonucu vali Petronius’un emriyle İ.S. III. yy solarında onarım görmüştür.Eski paraların üstünde amblem olarak kullanılan bu gözetleme ve barınma kulesi yüksek oluşu nedeniyle bugünkü beldenin ismine de kaynak olmuştur: Uzuncaburç.

Kiliseler: Hristiyanlığın bölgeye gelmesiyle, V. yy’da Zeus Tapınağı’ndan dönüştürme kiliseden başka üç kilise daha yapılmıştır. Bunlar, kule yakınındaki Stefanos Kilisesi, nekropoldeki Mezarlık Kilisesi ve tiyatro yanındaki küçük bir kilisedir. Bunlardan çok az kalıntı mevcuttur.

Nekropol: Kentin kuzeyindeki bir vadinin her iki yamacına yayılmış olan nekropol sahası, hem Helenistik, hem Roma, hem de Bizans dönemlerinde kullanılmış olup kaya oyma çok sayıda mezar vardır.

Ura (Olba): Uzuncaburç’un 4 km doğusundaki Ura, Helenistik dönemde Olba Krallığı’nın merkezi ve önemli bir ticaret şehri idi. Bir tepenin üzerinde kurulmuş bulunan antik kentten günümüze kadar gelebilmiş kalıntılar arsında çeşme binası, su kemeri, evler, tiyatro ve nekropol bulunmaktadır.

Buradaki en önemli yapıtlardan biri olan çeşme binası Septimus Severus (İ.S. 193 - 211) zamanında yaptırılmıştır. Lamus Deresi’nden alınan su kanal, tünel ve akuadüklerle bu çeşmeye akıtılıyordu.

Diğer bir önemli eser ise nekropolün bulunduğu vadi üzerine kurulmuş, 150 m uzunluğunda, 25 m yüksekliğinde dört kemerli akuadüktür. Bu su kemerinin korunması ve çevrenin gözetlenmesi için kuleler inşa edilmiş olması yapının önemini göstermektedir. Antik çeşme ile aynı dönemde yapılmış olan su kemeri, Bizans İmparatoru II. Justin yönetimi sırasında, 566 yılında onarım görmüştür.Çeşmenin yanında bulunan tiyatro binasından bazı oturma basamakları ile sahnenin bir bölümü günümüze dek kalabilmiştir.

Olba kentinin oldukça geniş olan nekropol sahasında kaya mezarları ve lahitler görülebilir.
__________________
"Ey egosu boyundan büyük insan..
Bir gün ölüp toprak olacaksın. Bir tohum filizlenecek ot olacaksın, bir öküz seni yiyecek ve atık olacaksın.. Yani hep aynı kalacaksın."

  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
ilçeleri, mersini, tanıyalım, tarihi, turistik, yerleri, yönü, İlçeleri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 08:09.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.