Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Spor Dünyası > Futbol | Diğer Futbol Kulüpleri > Ulusal Futbol Takımımız


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 27.01.2009, 04:25   #11
Çevrimdışı
uur
Tam Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Milli Takımımız ve Türk Futbol Tarihi








Maç bitmeden Türkiye bitmez


Hırvatistan-Türkiye: 1-1 (Penaltılar 1-3)



Artık dünya futbolunda sözü geçen herkes aynı şeyi söylüyordu: Türkiye her an her şeyi yapabilir. Gerçekten de bu kimlik çok yakışıyordu takıma. Herkes rakipleri favori gösteriyor, rakipler de her maçta ona uygun olarak öne geçiyor, ama yılmayan, yenilmeyen bir Türkiye aniden ortaya çıkıyor ve tahminleri altüst ediyordu. İşte Hırvatistan maçı da bunun son örneğiydi. Golsüz sona eren 90 dakikanın ardından uzatmaya gidilmiş, Hırvatlar bitime bir dakika kala öne geçmiş, herkesin "Bu iş bitti" dediği bir anda Türkiye bir kez daha geri dönmüştü. Penaltılarda bizim çocuklar bu moralle kaçırmıyor, yıkılmış Hırvatlar ise sürekli karavana atıyordu. Türkiye tarih yazmış ve yarı finale yükselmişti.


Ernst Happel Stadı - 20 Haziran 2008

Hakemler
Roberto Rosetti, Alessandro Griselli, Paolo Calcagno (İtalya)

Hırvatistan
Pletikosa-Corluka, Robert Kovac, Simunic, Pranjic-Srna, Niko Kovac, Modric, Rakitic-Krancjar (Petric dk.65), Olic (Klasnic dk.97)

Türkiye
Rüştü-Sabri, Gökhan Zan, Emre Aşık, Hakan Balta-Hamit, Mehmet Topal (Semih dk.76), Tuncay, Arda-Kazım (Uğur dk.60), Nihat (Gökdeniz dk.118)

Goller
Klasnic (dk.119), Semih (dk.120+2)

Sarı Kartlar
Tuncay, Arda, Uğur, Emre Aşık (Türkiye)




Çek Cumhuriyeti maçı geride kaldığında belki sakatlıklar ve güç olarak bir şeyler kaybetmişti Milli Takım, ama kazanç hanesi çok daha kabarıktı. Zor anlarda bile toparlayabilme, geri dönme özelliği sayesinde özgüvenimiz çoğalmış, bütün dünyanın şapka çıkardığı bir performans gösterdiğimiz için saygınlığımız hızla yükselmiş, her an her şeyi yapabilen bir ekip olarak popülaritemiz artmıştı. Artık dünya futbolunda sözü geçen herkes aynı şeyi söylüyordu: Türkiye her an her şeyi yapabilir. Gerçekten de bu kimlik çok yakışıyordu takıma. Herkes rakipleri favori gösteriyor, rakipler de her maçta ona uygun olarak öne geçiyor, ama yılmayan yenilmeyen bir Türkiye aniden ortaya çıkıyor ve tahminleri altüst ediyordu.


Dünyanın favorisi Hırvatlar


Hırvatistan maçı öncesinde de durum farklı değildi. Türkiye yine sakatlar ve eksiklerden mustaripti, yine zorlu bir maçın sonrasında yaşanan adrenalin boşalmasıyla takatsiz kalmıştı, yine güçlü bir rakiple oynuyordu ve yine yine yine favori olan taraf değildi. Üstelik rakip bu sefer Çeklerden de iyi, turnuvanın gizli favorilerinden, karizmatik teknik adam Bilic'in Hırvatistan'ıydı. Modric, Olic, Kovac kardeşler, Rakitic, Pranjic, Krancjar gibi Avrupa futbolunda adı ve yeri olan isimlerle iyi futbol oynayan takımdı Hırvatlar. İngilizleri turnuva dışına itmişlerdi ve daha da önemlisi Euro 2008'in en parlak ekiplerinden Almanya'yı çok etkili bir oyunla devirmişlerdi. İstim üzerindeydiler. Gözlerini yarı finale dikmişlerdi. Hatta Almanları yarı finalde de yenip finalin kapısını aralamayı düşlüyorlardı. Onlar için Türkiye amaca giden yolda bir basamaktı sadece.
Maç öncesi açıklamalarda her iki teknik adam da birbirlerini ne kadar ciddiye aldıklarından bahsediyorlardı. Fatih Terim, Hırvatistan'ın gücünü takdir ediyor, Bilic ise Türkiye'nin hiçbir zaman göz ardı edilemeyecek kadar iyi bir takım olduğunu söylüyor ve ekliyordu: "En önemli özellikleri, rakibe karşı oyun planlarını değiştirip yeni bir oyun ortaya koyabilmeleri. Bu da onları tehlikeli yapıyor."


Bir ilke daha imza atmak istiyoruz


75. maçına çıkıyordu Fatih Hoca. Her zaman ilklere imza atan bir isim olarak bir kez daha başarmak istiyordu. Takım ise belki ondan da hevesliydi. Çoğu daha futbolda olgunluk çağına gelmemiş oyuncuların gözlerinde galibiyetin mümkün olduğunu kolaylıkla okuyabiliyordunuz. Çünkü onlar da artık büyük işleri başarabileceklerini, büyük zaferleri elde edebileceklerini fark etmişlerdi. Sabri Sarıoğlu, Çek Cumhuriyeti karşılaşmasının kendileri için çok zor kazanılan bir maç olduğunu söyleyip şöyle umut veriyordu basın toplantısında: "Ancak bu zoru tüm arkadaşlarımla inanarak başardık. Çeyrek finale ulaştık. Hırvatistan zor ekip. Onları da geçip yarı finale ulaşmak istiyoruz. Bunu başarabilecek gücümüz var."
Mehmet Topal ise kadrodaki 23 ismin de birbirini aratmayacak oyuncular olduğunu söylüyor ve zorlu da olsa Hırvatistan maçından zafer beklediğini gülümseyerek anlatıyordu basın mensuplarına. Herkes tek bir şeye odaklanmıştı; galibiyet. Üstelik bu sefer daha iyi oynamak ve daha iyi mücadele etmek de şarttı.


Nefes bile aldırmıyoruz


Öyle de oldu gerçekten. İlk düdükle birlikte diş gösteren, diğer maçlara oranla daha fazla top yapan, daha fazla ısıran bir takımdı Türkiye. Neredeyse bütün maç boyunca bu oyun standardını korumayı başardılar. Hele de maçın başında... İlk 20 dakikada oyunu kuran, kurgulayan taraf hep ay-yıldızlılar oldu. İşi mucizelere bırakmak yerine, alın teriyle bir kulvar açmak istiyorlardı. Ama kader yine bir epik mücadele, yine bir olmadık işler senaryosu yazmıştı bir kere…
Açıkçası, Türkiye'nin maçın başından itibaren oyunu domine etmesini kimse beklemiyordu. Çünkü o güne kadar hep ilk hamle rakiplerden gelmişti ve Türkiye ona göre şekillenmişti. Ama bu kez tersi olmuştu ve Türkiye daha iyi taraf olarak oyuna ağırlık koyuyordu. İyi oynayan, sağlam basan bir takımı, hele de henüz gol yememişken, gerçekten de kimse beklemiyordu. Tamam karşılaşmanın ilk yarısındaki en önemli pozisyonunu, ki maçın da gole en yakın anıydı belki, Hırvatistan yakalamıştı. Ama 18. dakikada Modric'in çıkardığı topu direğe nişanlayan Olic'in vuruşu bir kontrataktan gelmişti ve hâlâ topa hâkim olan Türkiye'ydi. Takımın oyuna hükmeden görüntüsünde Hamit'le iyiden iyiye kuvvetlenmiş orta sahanın başarılı top tutuşu ve oyunu önde kuruşu etkiliydi. Bir de Tuncay'ın dört maçın en iyisi performansı gelince, gol ya da pozisyon çıkmasa bile herkes umutlanmaya başlamıştı.


Hırvatlar oyunu dengeliyor


Bu durum ikinci yarının başında da devam etti aslında. Fakat yavaş yavaş Hırvatistan da etkili olmaya başlamış, Modric önderliğinde oyunu rakip sahaya yıkar olmuştu. Bilic'in takımı giderek oyun etkinliğini artırıyor, Türkiye üzerinde baskı kuruyordu. Fakat Türkiye de direnmekten vazgeçecek gibi değildi. Modric'in Rakitic'le, Pranjic'le yaptığı üçgenler ne kadar etkiliyse, millilerin defans anlayışı da o kadar sağlamdı. Bu sayede neredeyse maçın tamamında hiçbir takım diğerine oyununu dikte ettiremedi. Son yarım saatte ise herkes rölanti vitesine geçti. Tempo düşmüş, oyun dengeye oturmuştu. Tuncay, Hamit, Hakan Balta ve stoperler maç boyunca neredeyse hiç düşüş yaşamadı.


Şimdi Türkiye zamanı


Ve uzatmalar geldi çattı. Türkiye artık son düzlüğe çıkmıştı. Penaltılar ve yarı final için son yarım saate girilmişti. Hırvatistan bu bölümde daha çok penaltıları bekleyen bir havaya girmişti. Fakat Türkiye tam da bu bölümde vites yükseltmeye başladı. Gol istiyordu milliler. "Penaltılara kalmasın" diyorlardı. Ucundan yakaladıkları yarı finali almak istiyorlardı. Goller kaçtı, fırsatlar gitti. Maç yavaş yavaş sona eriyordu. Ama işte bir anlık zaaf her şeyi bitiriyordu neredeyse. Bir anlık tereddütler ve yorgunluk derken Klasnic golü bulmuştu bile. Dakikalar tükenmiş, maç sona ermek üzereydi. Yerde yatan ve her şeyin bitebileceğini düşünen futbolcuları tek tek kaldırdı ayakta kalanlar. Türkiye yenilgiyi kabul etmezdi, yine etmeyecekti. Nitekim Rüştü'nün bir uzun topu Semih'in önüne düştü ve Semih de o hırsla vurdu. Gol herkesi ama herkesi şoke etmişti. Hırvatlar gözlerine inanamıyordu. Belki maç 0-0 bitse ve penaltılara kalsa bu kadar demoralize olmazlardı. Ama şimdi yıkılmışlardı. Bu sayede büyük bir moral deposuyla girdi milliler penaltılara. Hırvatlar bir bir kaçırırken bizimkiler hep ağları buluyordu. Yarı finaldeydi Türkiye. Yenilmiyorlardı, yenilmeyeceklerdi. Pes etmiyorlardı, etmeyeceklerdi. Bu oyunun her anını lehlerine çevirecek bir fırsat olarak görmeye devam edeceklerdi.
İşte bu sayede, bu iradeyle kazandı Türkiye. Semih'in golü bunun ödülüydü. Mucize yaratmadılar, tıkır tıkır oynadılar, direnç gösterdiler. Bu emeğin galibiyeti sayılır. Çünkü takım elinden geleni yaptı. Hiç bu kadar takım gibi, hiç bu kadar kolektif oynamamışlardı. Kimsenin ismi öne çıkmadı. Bu oyun bir takım oyunuydu ve herkesin emeği vardı. Artık tarihçiler fazla mesaiye çıkmalıydı.
  Alıntı ile Cevapla
uur'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 04:28   #12
Çevrimdışı
uur
Tam Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Milli Takımımız ve Türk Futbol Tarihi

Galiptir bu yolda mağlup Almanya-Türkiye: 3-2


Yarı final, Avrupa Şampiyonası finallerinde bugüne dek ulaştığımız en üst noktaydı ama neden daha fazlası olmasındı? Almanya karşısına işte bu inançla çıkmıştık. Eksiklerimizin çokluğuna rağmen başlangıçta Almanlara göz açtırmadık ve Lehmann'ı da direkleri de tanımayıp öne geçmeyi bildik. Yediğimiz iki golün ardından da inancımızı yitirmemiştik. Ne de olsa daha önce de benzer manzaraları yaşamıştık. Nitekim Semih'le gelen beraberlik golü "Türklerin geri dönüşü"ydü. Ama unuttuğumuz bir şey vardı. Futbol, Almanların kazandığı bir oyundu ve bu defa son dakika golüyle veda eden biz olduk. En iyisini oynadığımız maçta en kötüsüyle karşılaşsak da galipti bu yolda mağlup.

St. Jakob Park - 25 Haziran 2008


Hakemler
Massimo Busacca, Matthias Arnet, Stephane Cuhat (İsviçre)

Almanya
Lehmann-Friedrich, Mertesacker, Metzelder, Lahm-Hitzisperger, Ballack (Dk. 90 Jansen), Rolfes (Frings dk.46)-Schweinsteiger, Klose, Podolski

Türkiye
Rüştü-Sabri, Mehmet Topal, Gökhan Zan, Hakan Balta-Hamit, Aurelio, Ayhan (Dk. 81 Mevlüt), Uğur (Gökdeniz dk.84)-Kazım (Tümer dk.90), Semih

Goller
Uğur (dk.23), Schweinsteiger (dk.26), Klose (dk.80), Semih (dk.86), Lahm (dk.90)

Sarı Kart
Semih (Türkiye)

Yarı finale gelene kadar Türkiye o kadar çok "kader maçı" atlatmıştı ki, artık kimse o kelimeyi ağzına almıyordu. Doğrusu, artık kimse bu maceranın bir yerde biteceğine inanmıyordu. Verilen onca zayiat, giderken ıssızlaşan antrenmanlar, hatta gökyüzü bile delinmiş, sel olmuş, çamur olmuş karşısına çıkmıştı da yine de bileğini bükememişti ay-yıldızlı takımın. O kadar çok zor zaman geride kalmıştı ki, artık efsaneler olağan, mucizeler sıradan oluvermişti. Kuşkusuz yarı final zor olacaktı ama inanmak için o kadar neden vardı ki. Buradan sonrasına inanmamak, ancak bundan önce olanları anlamamakla mümkündü.


Bir destan daha yazılır mı?


Basel'in Aziz Yakub'un ismini alan stadyumunun çimleri dahi o güne kadarki heyecana dayanamamış, turnuvadaki son maçına yamanarak hazırlanabilmişti. Tribünlere kırmızı-beyaz, siyah-beyaz, hatta dostça bir kırmızı-siyah hâkimdi. Yıllarca fabrikalarda aynı çiviye çekiç vuran, aynı çorbaya kaşık sallayan iki ülkenin halkı bir aradaydı, dostluk şimdiden kazanmıştı. Almanya takımına gelince, onlar ezelden beri "esas çocuk" olmadıkları hikâyeleri ezelden beri sevmezlerdi. Belki 1966'da hâlâ çizgiyi geçip geçmediği bilinmeyen topla kaybettikleri kupadan beri böyleydi bu. Tabii ki karşılarındaki cesur adamları küçümseyecek hâlleri yoktu, ama yazılan onca destandan etkilenmişe de benzemiyorlardı. Kırmızı-beyazlılar ise eksikti, hatta maça çıkacak kadar oyuncuyu anca denkleştirebilmişlerdi, halı saha maçlarında bile kenarda daha fazla sağlam adam görmek mümkündü. Ama Fatih Hoca, bir yap-bozun parçalarını yonta yonta yerleştirmişti boşta kalan her yere. Zaten ilk düdük çaldığı an teknikle taktik, tozla dumana boğulacaktı. Gözler, bir Sevilla gecesi Fenerbahçe'ye büyük sevinci yaşatan düdüğü çalan Massimo Busacca'daydı. İsviçreli elini uzattı ve her şey o an başladı.


Direkleri sallıyoruz


İlk üç dakika kırmızı-beyazlılar temkinliydi, karşılarındaki rakibi durdurabileceklerine inanmaları belki de bu kadar zaman almıştı. Hücum borusu çalan Kâzım oldu, sağ kanattan aldı topu, yüklendi rakibin üstüne. Anlaşılmıştı ki, ön adıyla soyadı aynı olmasaydı da ismi o gün anılacaktı. Kâzım öyle hızlı ilerliyordu ki, rakibin bırakın ismini, cismini görmek mümkün olmamıştı. Hızla ilerleyen bir trenin iki yanında flulaşan ağaç sıraları gibiydiler. Nitekim kaleyi gördü genç adam, çekti şutunu. Zaman durduğu için mi direk titriyordu, yoksa stadyumdaki binlerce insan titriyordu da tek sabit kalan direk mi olmuştu? Kalede yılların tecrübesi Lehmann kıpırdayamayanlardan sadece biriydi, ama topun canı bu seferlik istememişti.


Geliyorum diyen gol


Kâzım'ın coşkusuna ilk katılan Sabri oldu, o da sağ kanadı aşındırmaya girişti. Bayern'in sol kanadında devleştikçe devleşen Lahm, o gün sanki Güliver gibiydi, etrafındaki kırmızılılar başını döndürüyor, hiç bir şey yapamıyordu. Derken yine geldiler üstüne. Top içeri çıkarıldı, Ayhan bir an okşadı topu, Kâzım çevirdi. Top eski sevgilisi direkle şöyle bir kucaklaştı, yine nazlanıp sahaya döndü. Ama bu sefer soldan sarkan Uğur oradaydı. Sağdan hipnotize olan Almanya, soldan vurulmuştu. Gol dakikası yirmi ikiydi ama takvimler 1954'ü gösteriyordu. Sanki Lefter'ler, Canavar Burhan'lar, Suat Mamat'lar geri dönmüştü. Üstelik bu sefer Fritz Walter'le Morlock yoktu, herhalde işleri çıkmıştı.


Sevincimiz kısa sürüyor


Onlar yoktu ama Almanya yine de Almanya'ydı. Kendilerini maç başından beri yoran sağ kanattan intikam alırcasına sola şandellediler topu, içeri bir top geçirildi, Schweinsteiger usta işi dokunuşu yapmak için oradaydı. Bu kez Almanlar seviniyordu ama hikâye burada bitmek şöyle dursun, daha yeni başlıyordu.
İkinci yarıda Almanya dişini göstermeye başladı. Ama defansta Gökhan Zan'la mecburi stoper Mehmet Topal vardı. Mehmet Topal takımını topal bırakmamış, canını dişine takmış, mücadele ediyordu. Soldan Hakan, baltayı taşa değil Almanya ataklarına vuruyordu. O kadar gidenin yerine dönen Aurelio, sanki her gidenin yerine fazladan oynuyordu. Turnuva başından beri Arda'yı, Nihat'ı kovalayan binlerce futbol meraklısı, artık kimi takip edeceğini şaşırmıştı. Hamit ise yine her yerdeydi. Yine de bu oyun hep Almanların kazandığı oyun değil miydi, işte golü buldular. İçeriye kesilen ortada Klose sanki yerden yükselmedi de gökten indi, hem defanstan hem de Rüştü'den önce vurdu. Türkiye geriye düşmüştü ama bu ne zaman ay-yıldızlıları durdurmuştu ki!


Semih, yine Semih


Korkmamıştı Millî Takım. Arkasına mucizeleri alanlar korkmazdı zaten. Top, Almanlara inat, alışkın olduğu sağ kanada gitti, baş döndüren bir pas trafiği vardı. Meşin yuvarlak Sabri'nin ayağında soluklandı. Sabri arkasını döndü, rüzgârdan ve Lahm'dan sakladı topu, sonra kendisi rüzgâr oldu, sağından esti, solundan geçti dev sol bekin. İçeriye düşünmeden kesti, Semih'in orada olacağından herkes emindi. Beyaz formalı takım neye uğradığını anladığında Semih çoktan sessizliği sağlamıştı. Gitmek mi, kalmak mı zor bilinmezdi ama bu takım geri dönmekte hiç zorlanmıyordu.


Futbol Almanların kazandığı oyundur!


Tribünler artık Türkiye'nin galibiyet golünü bitime kaç saniye kala atacağını hesaplıyordu. Ancak talihin o gün başka planları vardı. Atak yapılmaktan aşınan Almanya'nın sol, Türkiye'nin sağ koridoru bu kez Almanlara çalıştı. Üstelik şans, bu sefer sahneye günün bitap ismi Lahm'ı çıkaracaktı. Felek o kadar mükemmel bir plan hazırlamıştı ki, gecenin yerden hiç kalkamayanı, son anın kahramanı olacaktı. Lahm köşeye vurduğunda en güzel rüyadan hiç olmayacak yerde uyanmak gerekiyordu. Almanlar, yine sonunda kazanmıştı.
Busacca bu kez çok üzen düdüğü çaldığında pek çokları için turnuva orada bitmişti. Stadyumlara gelen, televizyonların başına kurulan ve fırından yeni çıkmış mucizelere tanıklık eden futbol diyarının sakinleri kuru ve soğuk bir gerçekle yüzleştiler. En güzel masal bile bazen bir yerde sona eriyordu. Ama tüm o olan bitenin hafızalara kazındığı düşünüldüğünde, aslında sonsuzluğa belki de olabilecek her zafer hikâyesinden daha fazla yaklaştığı söylenebilirdi. Kırmızı-beyazlılar futbol topunun tüm bilinmezliğini, tüm nazını, tüm esrarını kalplere kazıyarak evlerine döndüler. Bundan daha fazla kazanmak zaten mümkün değildi.
  Alıntı ile Cevapla
uur'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 04:30   #13
Çevrimdışı
uur
Tam Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Milli Takımımız ve Türk Futbol Tarihi

Milli takım'ın unutulmaz maçları

  Alıntı ile Cevapla
uur'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 04:45   #14
Çevrimdışı
uur
Tam Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Milli Takımımız ve Türk Futbol Tarihi

Milli Takımın Farklı Galibiyetleri

  Alıntı ile Cevapla
uur'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 04:46   #15
Çevrimdışı
uur
Tam Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Milli Takımımız ve Türk Futbol Tarihi

Milli Formayı En Çok Giyenler


  Alıntı ile Cevapla
uur'in Mesajına Teşekkür Etti
Eski 27.01.2009, 04:53   #16
Çevrimdışı
uur
Tam Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Milli Takımımız ve Türk Futbol Tarihi

En Golcü Oyuncular


  Alıntı ile Cevapla
uur'in Mesajına Teşekkür Etti
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
futbol, milli, takımımız, tarihi, türk


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 08:56.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.