Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Gezelim & Görelim > Buram Buram Türkiye'm > Akdeniz


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 03.05.2011, 23:07   #21
Çevrimdışı
Mathematician
Kroniköğrencideğilartık:D
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Adana Mutfağı | Adana’da Etin Tadı Bir Başkadır.






Adana birçok konuda olduğu gibi yemek konusunda da ananelerine bağlı kalmıştır. Bugün birçok yerel tat ziyafet sofralarını süslemektedir. Adanalılar bulgurun ve etten yapılma acılı, baharatlı, yağlı yemeklerini pek severler. Bulgur ve un Çukurovalıların mutfağında eksik olmayan bir maddedir. Hemen hemen her evde bir et kütüğü ile tokmağı, kırmızıbiberi, baharatı, tahini, hamur tahtasını bulmak mümkündür. Yemeklerde kullanılan bulgur Adana'ya has esmer renkli sert bir buğday cinsidir. Diğer buğdaydan yapılma bulgurlar yemeklere istenilen tadı vermediğinden çevrede pek kullanılmaz.

Adana'nın mahalli yemekleri lezzet renk ve çeşit bakımından zevkle yenir ve yabancılar tarafından çok aranır. Bunlar; Adana kebabı, tike kebap, çiğ köfte, içli köfte, patatesli içli köfte, sarımsaklı köfte, sini köftesi, analı kızlı, ekşili köfte, vartabit, humus, bulgur pilâvı, mercimekli ıspanak başı, sıkma, mercimekli köfte, kısır, lahmacun, toga çorbası, tırşık, şakıldaklı çorba, süllüm, bayram kömbesi, etli kömbe, bulgur unu turşusu, tahinle biberle yapılan çeşitli salatalar, hamur işleri (tatar, mantı, yüksük çorbası, dulavrat çorbası vb.) tarhana, salata.

Adanalılar kebap yanında yeşillik yemeyi, şalgam içmeyi severler. Yemek çeşitleri gibi salatalar da çeşitlilik arz eder. Çiğ köftenin, Adana kebabının yanındaki salata özel biberle hazırlanır. Güneyin dışında hiç bir bölgede rastlanmayan tahinli turp salatası masalarda başköşeyi işgal eder. Kışın şalgam ve turşu suyu yazın yerini aşlamaya (meyanköküne) terk eder.


Adana Kebabı


Adana Kebabı, Adana'da yenir. Çünkü usulüne göre pişen gerçek Adana Kebabı, dillere destan eşsiz lezzetiyle ilk kez yiyenleri bile kendine müdavim eder. Bu lezzetin sırrı ise yöreye özgü taptaze malzemeler, dünden bugüne taşınan geleneksel yöntemler, pişirenin ustalığı ve kuşkusuz ki en önemlisi; Adana'da olmanın, kebabı yudumlarken Adana'yı solumanın verdiği keyiftir.
Adana kebabını diğer kebap türlerinden ayıran en önemli özellik, kebabın üretiminde kullanılan etin doğal ortamda ve kendine has bir floraya sahip bölge yaylalarında yetiştirilmiş koyunlardan elde edilmiş olmasıdır. Bunun yanında üretim tekniği ve ustalık da ürüne önemli ölçüde farklılık katmaktadır.

Karışım hazırlanırken aşağıda belirtilen maddelerin dışında (salça, sebze, karabiber, iç yağı v.b.) hiçbir madde katılmaz. Pişirme esnasında kesinlikle vantilatör kullanılmaz. Adana Kebabı'nın servisi, tamamlayıcı unsurları olan yeşillik ve salata ile eksiksiz olarak yapılır.


Et ve Hazırlanışı:

Yaylalarda doğal ortamda yetiştirilmiş, en az bir yaşındaki koyundan elde edilen et; yağ, sinir, damar ve zarlarından ayıklanır. Ayıklanan et parçalar halinde bir gün dinlendirilir. Koyundan elde edilen kuyruk da aynı şeklide ayıklanıp, dinlendirilir. Dinlendirilmiş et, "zırh" tabir edilen, iki elle kullanılan keskin bıçakla kıyılır. Kıyılmış et miktarının % 15'i kadar dinlenmiş kuyruk, zırh ile ayrıca kıyılır. Kıyılmış et ile kuyruk, binde üç ile binde sekiz arasında (ideali binde beş) acı kırmızı biber ve tuz ilave edilerek yoğrulur. Bu karışım, Adana kebabının ana unsurunu teşkil eder. Farklı olarak, yukarıdaki karışıma kırmızı taze biber, soyulmuş kök sarımsak ve acı yeşil biber doğranarak katılır. Hazırlanan karışım tekrar yoğrularak homojenlik sağlanır.


Yoğrulmuş karışım, zırh ile tekrar kıyılır. Kıyma tekrar yoğrulur. Homojen hale gelmiş karışım, 0.5 cm kalınlığında, 3 cm eninde , 90 - 120 cm uzunluğunda demir şişlere sıvanır gibi yapıştırılır. Bu işleme, eti şişe saplama adı verilir.


Saplanan et, şiş yüzeyine dengeli bir şekilde yayılır. Dengeli sıvama pişmenin önemli şartıdır. Saplama esnasında el suya batırılıp, şiş üzerindeki et sıvazlanır. Bu işlem, etin şişten dökülmemesi için önemlidir. Ancak elde kalacak su miktarı gayet az olmalıdır. Su çok olursa et haşlanır, kebabın tadı bozulur. Şişe saplanan et miktarı 180 gramdır. Bir buçuk tabir edilen Adana kebabının eti, 270 - 280 gramdan az olmamalıdır.

Pişirme:
Hazırlanan şişler, alevsiz, durgun, korlu, meşe kömürü ateşinde yeteri miktarda pişirilir. Pişirme derecesi, etin renginin kırmızıdan koyu kahverengiye dönme seviyesidir. Pişirme esnasında şişler sık sık çevrilir. Bu sırada etin yüzünde oluşan yağlar pide ekmeklerle sıkılarak alınır ve yağların ateşe damlaması önlenir. Yağlar ateşe akarsa, ateş alevlenir ve et dağlanır, kalite bozulur. Yağlanan pide ekmekler, pişmekte olan kebabın üzerinde tutularak ekmeklerin ısısı korunur.


Sunum:

Pişmiş olan kebap eli yakmayacak kadar ısıtılmış, kuru, geniş ve yayvan porselen veya metal tabakta servis yapılır.
Yağlanmış ve soğutulmamış pide ekmek usulüne uygun, keskin bıçakla parçalanır. Büyük parça, kebabın alt kısmına gelecek şekilde tabağın içine serilir. Pişen kebap ekmek parçası yardımı ile şişten parçalanmadan tabaktaki ekmeğin üzerine sıyrılır. Kebabın üzeri yağlı sıcak ekmek parçaları ile örtülür.

Geniş tabağın boş görünen bölümlerine, kebapla aynı anda pişen, domates parçaları, yeşil sivri biber (acı veya tatlı) ile süs biberi ilave edilir.

En üste, ısıtılmış, yağlanmamış ekmek parçaları konur. Ayrıca ayrı ayrı küçük tabaklarda; soğan salata (kuru soğan ve maydanoz kıyılarak sumak ve tuz ilave edilerek yanında turunç/limon parçaları ile sunulur); ezme domates salata; çoban salata; maydanoz, tere, yeşil sivri biber, süs biberi, turp, süs biberi turşusu, kesilmiş turunç/limon parçaları hazırlanarak kebapla birlikte sunulur.



Adana’da Giyim Kuşam



Büyük yerleşme merkezlerinden köylere doğru gidildikçe giyim ve kuşamda değişiklik görülür. Köylerde pantolon yerini şalvara terk eder. Siyah Adana şalvarını giyen köylü tarlasında bahçesinde daha rahat çalışır.

Çukurovalı kadınlarda erkekler gibi siyah şalvar giyerler. Şalvar üzerine önü yırtmaçlı, yakasız ve uzun kollu bluzlar genellikle desenli basmalardan yapılır. Kış gelince şalvarların üzerine mavi, kırmızı ve yeşil gibi göz alıcı renklerle işlenmiş ceketler giyerler. Dağ köylerinde ise güdük veya entari üzerine pamukla sırınmış ceketler (kapotone) giyerler ve bellerine üstten kuşak bağlarlar. Saçlar genellikle uzun ve iki beliklidir. Bazı yerlerde belik belik örülen saçlara rastlanmakta ise de ilin bütününü etkilemez.

Kadınlar başlarına kenarları oyalı, boncukları renkli ve katlanıp üçgen şeklinde boynun altından bağlandığı gibi boynun etrafında çepeçevre bir şekilde de sarılır. Başa bu şekilde sarma daha çok evli ve yaşlı kadınlarda görülür. Yaşlı kadınların bir kısmı eskiden kalma bir alışkanlıklarını alınlarını sıkan (kefiye) diğer bir yazmayı başlarına bağlarlar.



Eski Adana Giyimleri


Türkmen kadın giyinişleri:




Etek yerine ipek şitariden üçetek zıbın giyilir. Ekseriye mavi renkte sırmalı yelek, onun üstüne sırmalı cepken giyilir. Sırmalı kırmızı fesin kenarına gazi dikilir. Ön kısmın ortasına bir mahmudiye yerleştirilir. Bunların üstüne ipekli mor kefiye sarılır, fesin üstünden çene altına iki devrim (şeş) denilen bir tül bağlanır, fesin iki tarafından şakak üzerine köşe denilen ince geniş altınlar sallandırılır.

Gümüş savatlı geniş yüzlü bilezik parmağa savatlı yüzük takılır. Yaşlı kadınlar, mavi bezden parçasız (dolama) denilen eteklik giyerler. Zengin bazı ailelerde kadınlar çuha veya benzeri kumaştan üzeri sırmalı ve işlemeli bir nevi manto giyerler. Kadınlar kırmızı basmadan geniş paçası büzmeli ve topuk üstüne yığılan tuman adlı külot giyerlerdi, güllü şeftali veya gülgülü (Edik) denilen tahminen 20 santim gonçlu ve püsküllü, burnu sivri, ökçeli, nalçalı bir ayakkabı giyerlerdi.



Kadınların bir kısmı da fes üzerine 4 devrim şeş denilen ince beyaz keten sararlar ve çene altından bağlarlardı. Uzun olan saçlar 10-20 ince saç örgüsü ile örülür, her parçaya belik denilirdi, fesin altından itibaren belikleri üzerine gelmek üzere siyah ucu püsküllü ve çıngıraklı boncuklu saç örgüleri takılırdı. Kızlar sade fes giyer, kadınların zülüfleri ve kâhgülleri özel saç yağları ile şekillendirilirdi. Çoraplar diz kapaklarını örtecek uzunlukta dokunurdu.


Türkmen Erkek Giyinişleri :



Üçetek beyaz zıbın ve üzeri sırmalı, siyah kordonlu mavi veya mor cepken iç kısma ise beyaz uzun gömlek giyilir, kilot yerine uzun ağzı kırmalı ve sarı ibrişimle işlemeli don giyilir. Ham gönden çarık, kırmızı desenli yün çorap, zenginler ise, arkası mahmuzlu siyah çizme giyerler. Bundan başka kırmızı şantiyenden ucu yukarı kıvrık postal da giyenler çoktur. Çiftler dizlerine kadar faskara denilen bir çeşit edik giyerler. İlk zamanlarda keçe külah, sonraları dalfes giymişlerdir. Fesin ortasında uzun saçaklı siyah püskül bulunur. Püskülün ucu boyuna doğru uzanır ve yürüdükçe sallanırdı.

Bazı erkekler fes üzerine kırmızı desenli kefiyeleri kıvırarak bağlarlar. Bazı gençler başlara ağil bağlarlar, bellere de ipekli siyah çizgili püsküllü trablus kuşakları bağlarlardı. Kama ve pala bıçaklarını bu kuşaklar arasına yerleştirirlerdi. Dolma, karadağ ve altıpatlar denilen toplu tabancalar bellerde taşınır, bu tabancalar kaytan bağlarla boyuna asılırdı.

Kabadayılar uzun gümüş köstekli cep saat-ları kullanırlardı. İş esnasında, ayakta el tezgâhında dokunan tırtık şalvar işlik denilen bir nevi gömlek giyilir ve boyun kısmına mendil bağlanırdı. Erkeklerde genel olarak sakal uzatılmaz, bıyık uzatılır ve ucu kıvrılır, bu bıyıklara kaytan bıyık derler. Bundan başka pos bıyık, gerdan bıyık gibi çeşitler vardır.


__________________
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Mathematician'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 03.05.2011, 23:15   #22
Çevrimdışı
Mathematician
Kroniköğrencideğilartık:D
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Adana Gelenek ve Görenekleri


Dadaloğlu’ndan Karacaoğlan’a Aşıklar yurdu | Aşıklık Geleneği
Belimizde kılıcımız kırmanı
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir.

Çukurova'nın bereketli, yeşilliği ve tabiat güzelliği gibi halk şairleri de boldur. Çukurova'nın ünlü Halk ozanlarının ve aşıklarının başında Karacaoğlan ile Dadaloğlu gelir. Bunların yanı sıra ünü çevresini aşmayan veya aşma olanağını bulmayan sayısız halk ozanı vardır. Halkın duygu ve düşünceleri dile getiren bu ozanların türkü ve koşmaları tazeliğini kaybetmeden dilden dile dolaşmaktadır.

Doğum ve Ölüm İle İlgili Gelenekler

Adana’da doğum ve ölümle ilgili hususlar İslam dininin emrettiği şekilde yapılır. Bunun dışında halk eski geleneklerini doğum ve ölümlerde aynen devam ettirir. Eskiden genç yaşlarda ölenlerin mezar: başına bir bayrak veya kırmızı bir bez bağlarlardı. Ölen yeni gelin ise cenazeye kızın gelinliği örtülürdü. Bundan amaç; genç yaşta hayata doymadan öldüğünü belirtmektir.
Türkmenler arasında ölüye mersiye okumak adeti devam etmektedir. Halk arasında ağıt denilen mersiyeler, ya ölümün başında ya da gömüldükten sonra kalan çamaşırların ortaya konması ile söylenir. Gerek bestesi ve gerekse güftesi ağıdı söyleyen kişiler tarafından o anda içten gelerek söylenir. Düzülen bu ağıdı dinleyenler akıllarında tutarlar. Böylece ünlü kişilerin, kazaya kurban gidenlerin, genç yaşta ölenlerin ağıtları uzun süre dillerde dolaşır.
Ağıtlardan Birer Örnek:
Kara kekil kıvır kıvır
Yağlı bağlar devir devir
Oniki ay kahır çektim
Gelin hakkını helâl eyle
Öldüğüne yanmıyorum
Ağlatırken Süleyman
Gelin öldü duydunuz mu?
Kefene koydunuz mu?
Yaylada biter yonca
Kaplama suratlı beli ince
Eliyim ben ne diyeyim adına
Ne ettin yavrumu deyince
Ölen kişinin eşyalarının bir kısmı hayrına yoksullara camilere vb. gibi yerlere dağıtılır. Köylerde mezarlıktan dönülünce genellikle ağıt yakılır ve bir kurban kesilerek akşama cemaatle yenir. Sofra ortada iken Kur'an okunur, dua edilir. Yemekten sonra ve diğer günlerde hısım akraba, eş dost orada kalarak ölü sahibinin üzüntüsüne ortak olurlar.

Doğum Gelenek ve Görenekleri:

Yeni doğan bebeğe dini akidelere göre isim konur ve süt verilir. Üç ezan sesi duyulmadan bebeğe süt verilmez. Çocukların göbek adları dua okunarak üç defa kulaklarına söylenir. İlk çocuklarda bebeğin yatak takımı, giyecekleri anneanne tarafından hazırlanarak merasimle eve getirilir. Bebeğe akraba, eş dost tarafından maşallah, mama takımı, elbise gibi çeşitli hediyeler getirilir.

Loğusa ziyaretlerinde misafirlere kaynar ikram edilir. Kaynar şeker, tarçın ve cevizden yapılır. Çay gibi içilir. Yeni doğan bebeğe al basmasın diye yüzüne kırmızı veya sarı duvak örterler. Nazar değmesin diye yabancılara yüzünü pek göstermezler, yatağının yanına çalı süpürgesi koyarlar. Yeni doğan bebek hemen tuzlanır. Ancak yedinci, yirminci ve kırkıncı günü usulüne uygun olarak yıkanır. Kırkıncı günü bebek hamama götürülerek kırklanır. Yirmi günü geçirmeyen, kırklanmayan bebek evden gezmeye götürülmez.

Evlenme üzerine gelenekler

Adana köylüsü düğününe millî bütünlüğü temsil eden bayrağı oğlan evine astırmakla başlar. Davul zurnanın eşliğinde halayını çeker, kurbanını keser, karakucak güreşleri, cirit oyunları, silâh atma ve sinsin gibi eski Türk geleneğini, töresini aynen devam ettirir.

Yakın zamana kadar düğünler köylerde genellikle perşembe günü başlar ve pazar günü son bulurdu. Köylerde ilk davulun sesi duyulduğu zaman hayat canlanır, renklenir. Köy halkı kendilerini düğün sahibi sayarak dışardan gelenleri konuklar, ağırlar, elbirliği ile düğünü yaparlardı.
Adana'nın ovalık ve dağlık alanlarında ufak tefek ayrılıklara rağmen düğünle ilgili gelenek ve görenekler birbirine benzer. Çünkü il halkını çoğunlukla aynı boya, obaya mensup Türkmen ve Göçerler meydana getirirler. Zaman zaman çevre illerden veya yurt dışından gelen göçmenler Çukurova'ya kendi gelenek ve göreneklerini getirmişlerse de bunlar ilin bütünlüğünü bozmazlar.

Kız Görme, Görücü Gitme

Yurdun her yerinde olduğu gibi Adana'da da iki gencin yuva kurmasında ailelerin rolü büyüktür. Evlenme çağına gelen erkek çocukları için aile, hısım, akrabası görüşlerine uygun kız ararlar. Buna görücü gitme denir. Aile tarafında beğenilen kız hakkında delikanlının fikri sorulur. Müspet cevap alınınca kız istemeye gidilir. Bazen alacağı kızı delikanlı kendisi görüp beğenir. Ailesini bu işle görevlendirerek gerekli araştırmayı yaptırır, kızı istetir

Dünür Ve Düğür Gitmek

Aileler arasında ilk anlaşmalar kadınlar arasında olur. Oğlan evi, kız evine haber göndererek misafirliğe gider. Konuşma sırasında niçin geldiklerini, çocuklarının huyunu, mali durumunu vb. hususları açıklarlar. Kız tarafı düşünmek için zaman ister. Bu zaman zarfında oğlan evi ve oğlan hakkında gerekli araştırmayı yapar. Bu arada kızın fikrini de el altından almayı unutmazlar. Kararlaştırılan günde iki taraf anlaşırsa ailenin büyükleri işe karışır. Erkek tarafı belirtilen günde kız evine giderek söz kesimi yaptırır. Kız evinin istekleri sorulur, alınacak eşyalar kararlaştırılır.

Kırkım Atma

Adana'da kırkım atma usulü son yıllarda yapılmaz olmuştur. Kırkım kız veya oğlan tarafından seçilen bir kadın tarafından yapılır. Düğüne bir müddet ara verilir. Gelin ortaya getirilir. Başına al örtüldükten sonra, başına tepsi tutulur. Tepsiye örtülen temiz bir örtü üzerine kelle şeker kırılır. Arkasından önce oğlan evinden başlanarak kırkım atılır. Kırkım atan kadın eline aldığı hediyeyi göstererek bu hediyeyi getirenin ismini söyler ve arkasından darısı oğluna kızına diye bağırır. Kırkımla getirilen hediyeler düğün sahibine verilir.

Ağız Tadı:

Kız evi ile oğlan evi anlaşmaya vardıktan sonra oğlan evinden getirilen tatlı, şekerleme lokum (Bu işin hayırlı olması temennisiyle) duaya takriben açılarak hep birlikte yenir. Buna halk arasında ağız tadı ve şirinlik denir.



Nişan Merasimi
(Şerbet İçme):

Söz kesiminin yapıldığı zaman nişan günü de kararlaştırılır. Nişan aile arasında yapıldığı gibi salonlarda da yapılır. Nişan gecesi erkek tarafından bir büyük veya münasip gördüğü bir kişi her iki tarafa mutluluklar dileyerek yüzüklerini takar. Köylerde ekonomik duruma uygun olarak nişan bir veya iki gün sürer. Köylerde nişana davet okuntu ile yapılır. Okuntu havlu, şeker, su bardağı, çorap gibi hediyelerdir. Okuntuyu alan kimse hediyesini nişana davet eden tarafa verir.

Köylerde nişana gelen davetlileri ağırlamak için kurban kesilir, ziyafet sofraları hazırlanır. Davullar vurulur, halaylar çekilir, çeşitli eğlenceler düzenlenir.

Nişan Görme

Nişan'dan birkaç gün sonra oğlan evi aldıkları hediyelerle gelin evine gelinlik görmeye giderler. Kız evi bir hafta içerisinde damat adayına karşılığı yaparak hediye alır. Her iki tarafın birbirlerine aldıkları hediyeler konu - komşuya gösterilir. Nişan hediyelerinde eski Türk Töresine uyularak saygı bakımından büyüklere, kardeşlere ayrıca hediye konur. Böylece iki aile arasında yakınlık başlar.
Bazı ailelerde nişan hediyesi nişan gününden önce gönderilir. Fakat kız evi kendi alıp diktirdiği elbiseyi kızına giydirir. Nişan elbiselerinin mavi, pembe renkte olması tercih edilir. Bayramlarda nişanlı kıza kurdelelerle süslü koç, tatlı, elbise gönderilir.

Çeyiz Keseme
Türk geleneklerine göre kız evlâdı daha büyümeden çeyizi dizilir. Çeyizin önceden hazırlanması düğünde kolaylık sağlar.

Çeyiz kesme işi düğüne yakın bir zamanda yapılır. Kız ve erkek evinin büyükleri birlikte çarşıya alışverişe çıkarlar. Çarşıdan elbise, gelinlik, çamaşır, ziynet ile eksik olan ev eşyası alınır. Çeyiz kesimine katılanlar için oğlan evi ayrıca hediyelik eşya alındıktan sonra hep birlikte yemeğe gidilir. Çeyiz kesilen elbiseler erkek evi tarafından terziye verilerek diktirilir.

Düğün İçin Söz Kesimi

Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra aileler arasında düğün günü kararlaştırılır. İlde düğünler sonbaharın bitiminde ve kış aylarında yapılır.

Bayrak Dikme (Bayrak Kadırma)

Köylerde düğün perşembe günü başlar pazar günü son bulur. Düğüne davet daha çok okundu ile yapılır. Düğün oğlan evinde bayrak dikilmesiyle başlar. Bayrak asma işine müteakip, köyün imamı ve ileri gelenleri oğlan evine gelerek düğün için süslenip hazırlanan kurbanı tekbir ile kesilir, silâhlar sıkılır ve davulun ilk tokmağı vurulur. Davul vurulup kurban kesilirken köylüler ve yakın akrabalar, komşular durumlarına göre ortaya para atarlar. Düğün sahibi bu paraları düğün masraflarına harcar. İlk gün düğünü yakınları yapar. Bayrak dikimine gelenlere oyalı mendil hediye edilir. Davetliler düğüne cuma ve cumartesi günü gelirler. Beraberlerinde durumlarına göre keçi, koyun, tosun, dokuma gibi çeşitli hediyeler getirirler.
Düğün başlar, halaylar çekilir, yemekler yenir ve her türlü eğlenceler tertiplenir. Misafirleri ağırlamak oğlan tarafına vazifedir.

Düğünü damadın iki arkadaşı idare ederler. Bunlar kollarına kırmızı bant bağlarlar. Düğünün telâşını bu sağdıç denen idareciler yapar. Sağdıçlardan birisi evli birisi bekârdır. Oğlan evinde düğün hazırlıkları ve eğlenceler devam ederken kız tarafında da eğlenceler yapılır.

Düğünden bir gün önce damat evinden iki kadın gönderilir. Kız tarafının istekleri sorulur. Geline çerez götürülür. Gündüz beraberlerinde getirdikleri kurban kesilir, hep birlikte yemek yenilir, eğlenceler yapılır, gece kına yakılır.



Kına Gecesi

Kına gecesi konu - komşu gelinin arkadaşları ve akrabalarının katılması ile eğlence yapılır. Eğlence sırasında bir ara tepsi içerisinde etrafına mumlar dizilmiş kına ortaya getirilir. Gelin olacak ortaya çıkarılır. Bir masa veya sandalye etrafında üç defa döndürülerek oturtulur. Kızlar başlarında kına tepsisi ile kına türküleri söyleyerek dolaşırlar. Kına yakımının bitiminde çerez dağıtılır.

Kınacı Cezası

Kına gecesi için gelmiş erkeklere kız evi türlü türlü işkencelerde bulunurlar. Yapılan bu işkenceler oğlan evi sabırla karşılamaya mecburdur. Bunun için ceza verilecekleri sabırlı insanlar arasından seçerler. Kınacıyı uyutmazlar, türkü söyletirler, hikâyeler anlattırırlar, belinden ip bağlayarak tavana asarlar, ceketini ters giydirirler, kolundan su dökerler, ağaç üstündeki yumurtayı vurdururlar. Oturduğu mindere iğne koyarlar. Hatta sabana koştukları bile olur. Bütün bu işkencelerden sonra her şey tatlıya bağlanır. Kınacı cezadan ya para vererek veya susarak kurtulur. Kına gecesinin gündüzü gelini hamama götürürler ve çeşitli türküler ve maniler söyleyerek gelini yıkarlar.



Seymen Alayı

Gelin pazar günü oğlan evine gider. Gitmeden önce hazırlıklar başlar. Gelin köyden uzak bir yere gidecekse at arabaları, traktörler veya arabalar hazırlattırılır. Köy meydanında gelin havası vurdurulur. Gelin alayı toplanarak aynı yoldan dönülmemek üzere hareket edilir. Gelin almaya giden kadınlara (Yenge), erkeklere (Seymen) denir. Yol boyunca eğlene eğlene giden seymen alayı kız evine yaklaşırken davul zurna eşliğinde halay çeker.

Neşe içerisinde gelinin çeyizi arabalara yüklenir. Sıra gelini almaya gelir. Gelin ailesiyle vedalaştıktan sonra kapıya gelir. Gelinin kardeşi veya yakın bir akrabası para veya bir hediye almadıktan sonra gelini vermez. Gelin süslü bir ata veya süslü bir arabaya biner. Yolda önü kesilerek para istenir. Arabanın etrafı kilimlerle kapatılır. Seymenler nezaretinde getirilir. Bir ara gelinin yanında duran gelin yastığı atlı seymenlerden biri tarafından kaçırılarak köyde bekleyen güveye ulaştırılır, hediye alınır.

Halay çeke çeke köye ulaşan seymen alayı düğün evinin önüne gelince durur. Bu sırada gelin indirme havası çalınır. Gelin attan indirilirken başına para, leblebi ve şeker karıştırılarak serpilir. Kucağına iki yaşında bir erkek çocuk konur. Gelinin kaynanası, kayınbabası, yakınları geline hediye verirler. Tarla, çul, koyun, bilezik, dana gibi çok çeşitli olan bu hediyeleri almadan gelin yere inmez. Kapı önünde gelinin eline hamur, yağ ve yeşil ağaçtan yapılma bir madde verilir. Bazı yerlerde gelin bunları havaya atar kim kaparsa bahşişini alır.

Bazı yerlerde de gelin odasına girerken kapıya hamur ile yeşillik, bala batırılarak yapıştırılır. Gelin ilk adımını kaynananın elinin altından geçerek eve atar. Nazar değmesin diye hemen bir oklava kırılır.



Güvey Tıraşı

Düğün günü güvey merasim tıraşı olur. Arkadaşlarının arasında berbere giden, davetliler kolonyaları halk serperler ve masaya para koyarlar. Güveyle birlikte sağdıçlar tıraş olurlar. Yatsı namazından sonra güveyi eve getirirken iki sağdıç önde mendil tutarlar. Mendilin arkasından güvey yürür. Atalım atalım ve hey heyler içerisinde evin kapısına getirilen güveye arkadaşları şakadan yumruk vurarak iterler. Sağdıçlar onu korurlar. Güvey sözde kaçarak evine girer. Güveyin arkadaşları şerbet dağıtırlar. En son düğün evinden sağdıçlar çıkar.

Güvey yüz görümlüğü takar. Ertesi günü baş bağlama mevlüdü yapılır. Tanıdıklar mevlüde hediyeleri ile gelerek çiftlere mutluluklar dilerler.

Düğünden sonra kız ve erkek tarafı birbirlerini karşılıklı yemeğe davet ederler. Kaynana, kayınbaba ve kızın aile bu davetlerde kıza yüzgörümlüğü (Altın ve süs eşyası) takılır. Eve gelin görmeye gelenler mutluluk diler ve hediye getirirler.


__________________
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Mathematician'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 03.05.2011, 23:30   #23
Çevrimdışı
Mathematician
Kroniköğrencideğilartık:D
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Kulaktan Kulağa Dolaşan Adana Efsaneleri



Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Çukurova yöresi, bağrında gelişen kültür zenginliği ile eşsiz bir değere sahiptir. Yörede hüküm sürmüş medeniyetlerin çeşitliliği; bölgeye hakim olma arzusu kadar, ona hakim olanların "kaybetme" korkusu; bir çok efsanenin doğuşuna da ilham kaynağı olmuştur. Asırlardır kulaktan kulağa dolaşan efanelerin de etkisiyle, Adana yöresinde söylenegelen bir deyiş vardır: "Misis yılanla, Ceyhan yelle, Adana selle gidecek..."


Anavarza Efsanesi


Vaktiyle Anavarza, yiğit insanların ve güzel kızların yaşadığı büyük bir şehirmiş. Kent ve kale, dıştan gelecek tehlikeye karşı koyabilecek durumdaymış. O zamanlarda şehirde yaşayan taş ustaları taştan oymalarla evleri ve meydanları süsler, insana şaşkınlık verecek, hayranlık duyulası eserler yaratırlarmış.

Gündüzleri halk kentten çıkar, tarlada-bayırda işini görür, akşam olduğunda ise kente geri dönermiş. Kentin dışı derin hendeklerle ve yüksek duvarlarla çevriliymiş. Kentin kapısındaki asma köprüden başka içeri girebilecek hiçbir yer yokmuş.

Halk bu güzel kentte huzur içinde yaşarmış. Akşamları her ev kahkahayla dolarmış, ağıtlar şarkı diye söylenirmiş. Halk mutluymuş, günler böyle gelir geçermiş.

Anavarza Kralı’nın, gökyüzünde parıldayan ay'a "Sen doğma, ben doğayım" diyen dünya güzeli bir kızı varmış. Bu kız akıllı mı akıllı, güzel mi güzelmiş. Gel gör ki, günlerden bir gün, bu kız yüzünden kentin huzuru kaçmış, kralın o gülen yüzü kızarmış, kaşları çatılmış.

Bir gün Sis Kralı'nın elçisi, Anavarza Kralı'na gelmiş ve "Ulu Sis Kralı adına, yüce Anavarza Kral'ına saygılarımı sunarım" demiş. Kral, "Söyle bakalım, ne diler kralın bizden?" deyince de elçi:

-Kralım kızınızı oğluna ister, demiş.
-Yaa, öyle mi?
-Evet yüce kralım.
-Ya istediğini kabul etmezsem?
-Ulu kralım bunu da düşünmüştür. Kızınızı oğluna vermezseniz, krallığınıza savaş açacağını bildirmekle de görevli bulunuyorum.
-Savaş diler demek?
-Hayır... Ama...
-Sis Kralına söyle, bu işi düşünmemiz gerekir...

Sis Kralı'nın elçisi böyle diyerek gitmiş gitmesine de, dert geldi mi, üst üste gelirmiş. Sis Kralı’nın elçisi gidince, bu defada Misis Kralı’nın elçisi kapıya dayanmış. O da kızını Misis Kralı’nın oğluna istemeye gelmiş. O da aynı istek ve tehditlerde bulunmuş.

Anavarza Kralı, çok halim-selim, iyi yürekli bir insanmış. Ne yapacağına karar verememiş ve kara düşüncelere dalmış. Bakmış ki, durum çok çetin, gittikçe de karmaşık bir hal alıyor... Kızını bu krallardın hangisinin oğluna verse, diğeri yine kendi halkına savaş açacak. Belki de ülkesi elden gidecek. Hiçbirine vermezse, bu defa da iki ülke halkı ile savaşmak zorunda kalınacak diye düşünüp durmuş.

Kız babasının haline çok üzülmüş. Kara düşüncelere dalan babasına, "Olur mu ey benim Kral babam, ben senin kızın değil miyim? Bana derdini niçin açmazsın? diye kahırlanmış. Kral, "Kızım, güvercin topuklu yavrum, demiş. Çok haklısın. Bilmem ki ne etsem. Sis Kralı elçi göndermiş, oğluna seni ister. Misis Kralı da elçi göndermiş. O da oğluna seni ister. Vermezsem savaş açılacak, hangisine tamam desem, yine de olacağı bu. Ne yapmalı, bilemedim!" demiş.

Kızı gülmüş ve "Ondan kolay ne var, babacığım!", demiş. "Şeytan bile çözemez bu düğümü kızım" demiş kral. Kızı da "Kral babam, bundan kolay bir şey yok! Dersen ki onlara, 'ben kızım veririm, veririm ama, bir şartım var. Anavarza’nın suyu az. Buraya bol suyu önce kim getirirse, onun oğluna kızımı veririm...' Onlara öyle söyleyin siz. Gerisine karışmayın".

"Bak işte bunu hiç düşünmemiştim. O zaman savaşsız çözeriz bu işi" demiş kral. "Elbette babacığım. Halkımız rahat, huzur içinde yaşıyor. Onların benim yüzümden acılara katlanmalarını, ölmelerini istemem hiç, demiş kızı.

Böylece aradan günler geçmiş. Her iki kralın elçileri, Anavarza Kralı’nın kararını öğrenmek üzere Anavarza’ya gelmişler. Kral onlara kızının önerdiği çözümü söylemiş: "Anavarza’ya bol suyu ilk getireninin oğluna kızımı vereceğim. Kararımı krallarınıza böyle iletiniz."

Elçiler bu kararı hemen kendi krallarına iletmişler. Bunun üzerine, Sis Kralı yukarıdan, Misis Kralı da aşağıdan başlamış su yolunu yapmaya. Sis Kralı su yolunu yontma taşlardan, çok güzel, sağlam biçimde yaptırmaya uğraşırmış. Bu yüzden işi gecikirmiş. Misis Kralı da kerpiçten yaparmış su yolunu Bu yüzden Misislilerin su yolu çabuk ilerlemiş.

Günler geçmiş, yollar ilerlemiş, sonunda aşağıdan Misislilerin suyolu görünmüş Sislilerden bir haber yok.

Misislilerin suyolunun kente yaklaşmakta olduğunu gören kızı almış bir üzüntü Meğer içten içe yiğitliğini duyduğu Sis Kralı’nın oğlunu seviyormuş. Ona adamlar göndermiş: "İyiye kötüye bakma Elini çabuk tut, su yolunu bir an önce bitir!" demiş. Ama taş yol bu Peynir değil ki doğrana, çamur değil ki sıvana. Sonunda Misislilerin yolu bitmiş. Su gelmiş kentin kapısına dayanmış. Dayanmış dayanmasına, ama kız buna dayanamamış. Sevmediği biriyle evlendirilmektense, canına kıymaya karar vermiş ve kendisini kayalıklardan aşağıya atmış.

Derler ki; Anavarza o günden sonra bir daha şenlik nedir bilmemiş. Neşe dolu kahkahalar, kentin evlerinden bir daha hiç yükselmemiş.

Şahmeran Efsanesi




Adana’da halk arasında "Misis yılanla, Ceyhan yelle, Adana selle gidecektir" diye bir söylenti vardır. Adana-Ceyhan arasındaki Yılankale’nin adı da "Şahmaran Efsanesi"ne karışmıştır.

Bir söylenti şöyledir: Yılankale’de çok yılan yaşarmış. Yılanlar sütle beslenirmiş. Günün birinde sütsüz kalacaklar ve kaleden çıkıp Misis’e inerek orada yaşayanları sokarak, öldüreceklermiş.

Diğer bir söylenti de şöyledir: Çevrede yaşayan beylerden biri çaresiz bir derde tutulmuş ve yapılan ilaçlar hiç fayda etmez olmuş. Bir doktor, beyi iyi edecek olan şeyin "yılanların padişahı" Şahmaran’ın gözleri olduğunu söylemiş. Ama kimse Şahmaran’ı bulamamış.

Yılanların padişahı Şahmaran, bir zaman insanoğullarından birine büyük bir iyilikte bulunarak, onu yılanların sokup öldürmesinden kurtarmış. Şahmaran’ın saklandığı yeri bilen de sadece o kimseymiş. Bu insanoğlu, beyin vereceği ödülü kazanmak için Şahmaran’ı yakalamaya karar vermiş. Bu arada Şahmaran çok güzel bir kıza aşık olmuş. Bu kızı daha iyi görebilmek için kızın gittiği hamamın tepesine çıkmış ve oradan kayıp hamamın ortasına düşmüş. İşte onu takip eden ve onu bilen insanoğlu Şahmaran’ı bu hamamda öldürüp, gözlerini götürmüş. Efsane bu ya; Şahmaran'ın gözleri yiyen bey de iyi olmuş.

Lokman Hekim Efsanesi

Lokman Hekim bütün doktorların üstadıdır. Söylentilere göre, bütün otların, çiçeklerin dilinden anlayan Lokman Hekim bu bitkilerden türlü ilaçlar yaparmış. Her çiçek, her ot dile gelir, Lokman’a hangi hastalığı iyi edeceğini söylermiş.

Bütün dünyayı dolaşan Lokman Hekim, Çukurova’nın bereketli topraklarında her şeyin yetiştiğini görünce, Misis şehrine yerleşmiş. Her derde deva olan Lokman Hekim, çevresindeki hastaları iyi etmiş. Hastalıksız sapa sağlam yaşamaya başlayan insanlar Lokman’a gelerek ölümsüzlüğe de bir çare bulmasını istemişler. Lokman Hekim de ölümsüzlüğe çare olacak bitkiyi bulmak için Çukurova’yı adım adım dolaşmaya başlamış.

Bir çınarın altında uyurken bir ses duymuş. “Lokman, bunca zamandır araman-taraman bitsin, ben ölümün ilacıyım. Bundan böyle insanlara da, hayvanlara da ölüm yok” demiş. Kendisine seslenen otun yanı başına koşan Lokman Hekim, ilacın nasıl yapılacağını da öğrenmiş, bir deftere yazmış. Otu da kopararak, Misis'e doğru yola koyulmuş...

Misis’e varırken, Ceyhan nehri üzerindeki Misis Köprüsü'nde duraksamış. Defteri de elindeymiş. Defterine yazdıklarına bakarak ilacı yapmaya koyulmuş. Tam yapıp bitireceği sırada, aniden esen rüzgar defteri de, otu da uçurarak suya düşürmüş. Efsane bu ya; Lokman Hekim de bu yüzden ölüme çare olacak ilacı bir daha bulamamış. Otlar da o tarihten sonra kendisine yüz çevirmişler. Bir daha onunla hiç konuşmamışlar.





Türk Sinemasına Adana İmzası: Altın Koza

"Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek, barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok dünya medeniyetinin vechesini değiştireceği görülecektir."

Mustafa Kemal Atatürk



İlk kez 15 Mayıs 1969’da düzenlenen ve Çukurova’nın geleneksel ürünü pamuğu simgelemesi dolayısıyla ‘Altın Koza Film Festivali’ adı verilen etkinlik, ilk kez ‘Film Şenliği’ adıyla düzenlenmiştir.

İlk festivalin en iyi filmi, Metin Erksan’ın “Kuyu” filmi seçilmiştir. Metin Erksan, aynı zamanda Kuyu filmiyle En İyi Yönetmen ödülüne de layık görülmüştür. En iyi Kadın Oyuncu ödülüne ise “Ezo Gelin” filmindeki rolüyle Fatma Girik, En İyi Erkek oyuncu ödülüne ise “Seyit Han” filmindeki rolüyle Yılmaz Güney seçilmişlerdir.

1973 yılına kadar aralıksız süren festivalde Yılmaz Güney 1971 yılında en iyi film, en iyi ikinci film, en iyi üçüncü film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu ve en iyi senaryo dallarında ödül kazanarak ulaşılması zor bir başarıya imza atmıştır.

1973 yılından sonra ekonomik krizler dolayısıyla düzenlenmesine ara verilen festival, 19 yıl sonra Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından tekrar düzenlenmiştir. Aralıksız olarak 1997 yılına kadar devam eden festivalin 1998 yılında on ikincisi düzenlenecek iken, Adana Ceyhan depremi nedeniyle ertelenmiştir. 1 yıl sonra meydana gelen Marmara depremi ile tekrar ertelenen festival, 2005 yılına kadar ekonomik sebeplerle bir daha düzenlenememiştir.

1999 yılından başlayarak yıl içinde Altın Koza Sanat ve Kültür Etkinlikleri kapsamında tüm yıla yayılan etkinlik modeli uygulanmaya başlanmış ve bu yeni modelde sanatın tüm dalları Altın Koza Kültür ve Sanat Etkinlikleri’nde yerini almıştır. Bu başarılı model halen Altın Koza etkinliklerinin bir parçası olarak devam ettirilmektedir.


__________________
  Alıntı ile Cevapla
7 Üyemiz Mathematician'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 03.05.2011, 23:39   #24
Çevrimdışı
Mathematician
Kroniköğrencideğilartık:D
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Sivil Mimarinin Eşsiz Örnekleri:
Adana Evleri




Bugün daha çok Tepebağ ve Kayalıbağ mahallerinde ayakta kalabilmiş olan geleneksel Adana evleri, Adana'nın tarihi kent kimliğinin en önemli parçalarından birini oluşturmaktadır.

Adana nüfus yapısında çoğunluğu oluşturan Türkmen ve Yörüklerin 19. yüzyıl ortalarına kadar konar-göçer olarak yaşamaları ve Seyhan nehri kenarındaki yapıların taşkınlarla sürekli yıkılması ve yeniden yapılması nedeniyle Adana kent mimarisi bu dönemlere kadar fazla gelişememiştir.




Alidede Mahallesi



Genellikle tek katlı ve kerpiçten evlerin olduğu şehir, Seyhan nehrinin ıslahı, bölgedeki pamuk üretiminin gelişmesi ve beraberindeki sanayileşme sayesinde hızla gelişme sürecine girmiş, Adana’da ekonomik yapının gelişmesine paralel olarak mimari de etkilenmiştir.

Kerpiç evlerin yerlerini daha dayanıklı ve görkemli kagir ve karkas sistemli 2-3 katlı evler almıştır. “Geleneksel Adana Evleri” veya “Tepebağ Evleri" olarak adlandırılan bir yapı tarzı oluşmaya başlamıştır.

Adana geleneksel konutları, yığma ve ahşap karkas sistemde inşa edilmiştir. Çevre illerdeki yoğun taş kullanımına karşın, Adana'daki sivil mimarlık örneklerinin tuğla olarak inşa edildiği görülmektedir. Adana'da, geleneksel konut mimarisinin genelde sıcak ve nemli güney ikliminin etkisi altında gelişmiş olduğu gözlemlenmektedir. Geleneksel konutlarda kalın duvarlı az pencereli, taşlık ve iç avlunun yer aldığı zemin kat uygulamaları ile sıra pencereli, çıkmalarla zenginleştirilmiş üst katlar, düz toprak damlar ve saçaklar, iklimsel koşullara yanıt veren mimari öğeler olarak ortaya çıkmaktadır.

Kentin tarihi merkezinde geleneksel konutlar, dar ve kıvrımlı sokaklar üzerinde, oldukça küçük parsellere, bitişik nizamda inşa edilmiştir. Bu konutların yan yana gelmesi ile oluşan kentsel dokuda sokak genişliklerinin sürekli farklılaştığı ve çıkmaz sokakların önemli bir yer tuttuğu görülmektedir.


Tepebağ



19. yüzyıl sonu ve 20 yüzyıl başlarında Seyhan Nehri kıyısında inşa edilmiş konaklar ile Ulucami Mahallesi'ndeki anıtsal sivil mimarlık örnekleri geleneksel konut mimarisinin özenli ve seçkin örneklerini oluşturmaktadır. Bu yapılar, çatılarındaki esinti ve manzaraya açık cihannümaları ile 4 kata varan yükseklikleriyle Tepebağ ve Sarıyakup Mahallesi'ndeki 1-2 katlı mütevazı konutlardan mimari biçimlenişleri, sokak-yapı ve avlu-parsel ilişkileri, parsel büyüklüğü ve kullanımı, çatı biçimlenişleri ile belirgin biçimde farklılaşırlar. Yüksekliğin artmasının yanı sıra bu yapılarda zemin katlarda da dışa açılmaların yapıldığı, parsellerin büyüdüğü ve avlu kullanımının kaldırılarak parsellerin tümüne yapıların oturtulduğu görülmektedir.

Kayalıbağ'da, Seyhan Nehri kıyısında yer alan sıra konaklar, Adana geleneksel konut mimarisinin en nitelikli örneklerini oluşturmaktadır. Bu konaklar aynı zamanda kentte tescili yapılan ilk sivil mimarlık örnekleri arasında yer almaktadır. Bu konaklardan, "Hacı Yunuszade Mehmed Efendi Konağı" ve güney uçta yer alan ve orta holü çatıdaki sekizgen aydınlık feneri ile ışık alan "Bosnalı Salih Efendi Konağı" ayrı bir önem taşımaktadır.



Suphi Paşa Konağı (Atatürk Müzesi)




Sıra konakların hemen kuzeybatısında yer alan ve yine görkemli bir örnek olan Suphi Paşa Konağı da 1976'dan bu yana Atatürk Müzesi olarak kullanılmaktadır. Yapı 1998 Adana Depremi sonrasında kapsamlı bir onarım geçirmiştir.

Kentteki farklı din ve kültürlerin etkileşimi de konut mimarisinde çeşitlilik ortaya çıkarmıştır. Farklılaşmalar özellikle azınlık gruplara ait konutlar ile Müslüman yerli halkın konutları arasındadır. Kuruköprü, Hanedan, İstiklal ve Döşeme Mahallesi gibi daha batıdaki alanlar ile Türkocağı Mahallesi'nde geleneksel nitelikler gösteren konutların yanı sıra, azınlık kültürüne bağlı olarak biçimlenmiş örneklere de rastlanmaktadır. Bu kapsamda, Adana geleneksel konutları için hazırlanan cephe ve plan topolojilerinde de bu farklılıkları izlemek mümkündür.

Mekan Kurgusu


Tek katlı örneklerine az rastlanan Adana geleneksel konutları genelde iki katlı olarak ele alınmıştır. Bunun yanı sıra giriş katı, ara kat ve üst kat düzeninde oluşturulmuş iki buçuk ve üç katlı örneklere de sıkça rastlanmaktadır. Giriş katı, ara kat ve üst kat düzenine sahip olan bu konutlarda giriş genelde taşlıktan verilmiştir. Ancak konutun avlusunun sokak cephesinde yer aldığı ve girişin buradan verildiği örneklerle de karşılaşılmaktadır. Giriş katlarında öncelikle iki kat yüksekliğinde tutulmuş olan taşlığa ve buradan da avluya ve üst kata çıkan merdivene ulaşılır. Bu katta ayrıca depo, kiler ve benzeri servis mekanları da yer alır. Üst kata çıkan merdivenle ulaşılan ve zemin kattaki servis mekanlarının üzerinde inşa edilen ara katlar ise, basık tavanlı, kalın duvarlar üzerindeki küçük pencereli mekanları ile kışlık kat niteliği taşır. Burada, içinde ocağı bulunan mutfağın yer alması da tipik bir uygulamadır. Ara katı bulunmayan konutlarda ise mutfak, sofanın veya avlunun bir köşesinde oluşturulmuştur.

Geleneksel konutlarda, ana yaşama katını oluşturan üst kattaki mekan kurgusunda, Anadolu'daki pek çok yerleşmede olduğu gibi "dış sofalı" ve "iç sofalı" plan şemaları çeşitli biçimlerde kullanılmıştır.

Sofanın niteliği ve konumunun değişimi ile farklı plan şemaları ortaya çıkmıştır. Dış sofalı plan tipinde odalar genelde güney yönünde oluşturulan sofanın iki ya da üç yönünü açıkta bırakacak şekilde, sofaya ve sokağa cepheli olarak konumlandırılmıştır.

İnce, uzun bir biçimde oluşturulan ve iki yandan odalarla çevrili iç sofalar ise ihtiyaca göre yan sofa, merdiven sofası veya eyvanlarla zenginleştirilmiştir, iç sofalı konutların ön cephelerinin ise genelde güneye yönlendirilmeye çalışıldığı gözlenmektedir.




__________________
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Mathematician'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 10.07.2011, 00:57   #25
Çevrimdışı
Mathematician
Kroniköğrencideğilartık:D
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana


Adana Ticaret Merkezi


Cumhuriyet'in ilk yıllarından 1980'li yıllara kadar ülke ekonomisin gözbebeği olan Adana, Türkiye ekonomisinde tekrar önemli bir yer edinebilmek amacıyla tarımdan sanayiye, turizmden ticarete tüm alanlarda atılımlar gerçekleştirmektedir.


Adana’da Ticaret


Adana'nın ticaret hacmindeki büyüme, beraberinde değişim ve gelişimi getirmekte olup, bunun sonucunda hızlı bir şirketleşme ve kurumsallaşma olgusu yaşanmaktadır. 1985 yılında 1.700 olan şirket sayısı 1997 yılında 12.000'lere ulaşmış günümüzde ise 20.000'leri aşmıştır.

Günümüzde Adana, ticaret hayatında tarımsal ürün pazarlanması, tekstil ve giyim sanayi ürünleri ticareti, tarım makineleri ve ekipmanları satışı, gübre, tohum satışları, mobilya ve finans sektörü önemli yer tutmaktadır.

Türkiye'nin en büyük Organize Sanayi Bölgesi olma özelliğini elinde bulunduran Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi'ne sahip Adana, Yumurtalık Serbest Bölgesi'nin de hizmete girmesiyle birlikte, GAP bölgesinden elde edilecek tarımsal ürünlerin de işlenmesi ve ulaşımında önemli bir role sahip olması beklenmektedir.

Adana’da Sanayi Üretimi


Adana sanayi bakımından gelişmiş durumdadır. Ancak Türkiye'nin son yıllardaki hızlı gelişmesine paralel olarak yeni sanayi atılımları da gerçekleşmekte ve Adana’nın büyük sanayi potansiyeline, havaalanı, otoyol, yeni otoyol projeleri, Türkiye'nin en büyük organize sanayi bölgesi, küçük sanayi siteleri, Çukurova Üniversitesi, yeni konut alanları ve çeşitli sağlık ve eğitim kurumları büyük katkı sağlamaktadır.


Adana Sanayi Odası



Adana sanayisi, 1950 yılından itibaren daha çok tarıma dayalı olarak büyümüştür. İlde tarıma dayalı sanayi dalında iki ana konu vardır. Bunlar, tarıma dayalı tekstil sanayi ve bitkisel yağ sanayidir. 1970'li yıllarla birlikte Adana'da KOBİ sayısının artmasından dolayı üretim yapan firma sayısında büyük bir artış yaşanmıştır. Aynı süreç içinde diğer bütün sektörlerde de üretime geçilmiştir. Türkiye’nin dışa dönük üretime başladığı 1980’li yıllarda firmaların bu döneme uyum sağlama zorlukları nedeniye 10 yıl süreyle sanayi gelişimnde bir durgunluk dönemi yaşanmıştır. Fakat ikinci sanayi hamlesi olarak adlandırılan 1996 yılından itibaren Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi altyapı çalışmalarının tamamlanmasından sonra kentte tüm sektörlerde yatırım yapılarak üretime geçilmiştir. Bugün Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi’nde toplam 242 adet üretime devam eden firma bulunmaktadır.

Altyapı, çarpık kentleşme ve ortaya çıkabilecek diğer problemlerin önceden önlenmesi ve düzenlenmesi için Bölgesel Kalkınma Planı uygulanmaktadır. Ayrıca Hazar petrolleri ve Orta Asya gaz kaynaklarını Türkiye üzerinden dünya pazarlarına taşımakta kullanılacak ve büyük istihdam kaynağı olan Bakü-Ceyhan petrol boru hattı çalışması çok büyük önem taşımaktadır.

Adana’da yatırım yapacak olan sanayiciyi yönlendirmek, proje hazırlanmasında yardımcı olmak, alternatif yatırım alanları önermek için; Adana Valiliği, Adana Büyük Şehir Belediye Başkanlığı, Çukurova Üniversitesi, Ticaret Odası Sanayi Odası ve Adana Güç Birliği Vakfı’ndan oluşan AYEGEM (Adana Yatırım Araştırma ve Geliştirme Merkezi) kurulmuştur.

Adana’da Gıda Sektörü

Adana'da sanayisi içinde % 14'lük bir paya sahip olan gıda sektörünün Adana'nın dış ticaretinde de önemli bir payı vardır. 1997 yılında Adana'dan yapılan ihracatın % 15'ini gıda ürünleri oluşturmakta olup, bu rakam 1998 yılı için artış göstererek % 19'a ulaşmıştır.

Adana'nın ekonomisinin günümüze kadar olan gelişiminde tarımın oynadığı rol ile halen bölgede var olan tarım potansiyeli gözönüne alındığında gıda sektörünün önceliği ve önemi açıkça görülür. Bu sektörün gelişmesi Adana'da tarım işlemelerinin sanayi ile bütünleşmesi olanağını doğuracaktır.




Tekstil Sektörü


Adana, bölgedeki pamuk üretimi nedeniyle, tekstil sanayi ile 19. yüzyılın ortalarında tanışmıştır. Adana’da gerçek anlamda ilk fabrika ise, 1864’te kuruldu. Pamuk çırçırlama fabrikası, şimdiki Abidin Paşa Caddesi’ndeki İş Bankası binasının bulunduğu yerde faaliyet gösterdi.

Adana-Mersin demiryolunun açılmasının ardından Tarsus’ta ilk iplik fabrikası açıldı. Adana artık sanayi kenti kimliğini kazanmaya başlamıştı.

Adana’da, ilk bez fabrikası ise 11 Ocak 1901 tarihinde işletmeye açıldı. Havace Tırpani adında bir işadamının kurduğu bu fabrikada üretilen bezlere yakın zamanlara kadar Tırpani Bezi deniliyordu.

1950–1970 yılları arasında, bilindiği gibi, entegre tesis yatırımı hızla artmıştır. Sümerbank, Bossa, Mensa, Güney Sanayi ve Çukobirlik ilk akla gelen örneklerdendir.

Kimya Sektörü


Adana ilinden yapılan ihracatın yapısı incelendiğinde, kimyevi maddelerin tekstil ve gıda ürünlerinin ardından ihraç ürünleri arasında 3. sırada olduğu görülür. Adana'da toplam ihracat içinde 1996 ve 1997 yıllarında % 6'lık paya sahip olan kimya sektörü, 1998 yılında payını % 8'e yükselmiştir.

Tarım | Türkiye’nin gıda deposu


Çukurova Deltası Akdeniz'e dökülen nehirlerin oluşturduğu Nil Deltası'ndan sonra dünyadaki ikinci büyük deltadır. Seyhan, Ceyhan ve Berdan nehirleri bu deltayı oluşturmaktadır. Adana, tarımın en önemli unsurlarından biri olan zengin su kaynakları ve iklimin uygunluğu bakımından doğal olarak zengin bir tarım potansiyeline sahiptir. Verimli Çukurova toprakları bugün tarımsal üretim potansiyeli bakımından Türkiye'de ilk sırada yer almaktadır.

Tarımın ekonomiye katkısı


Tarım, Adana ili ekonomisi her ne kadar daha öncesine göre etkisini biraz olsun yitirmiş gözükse de önemli bir gelir kaynağı bitkisel ve hayvansal üretimin yoğun olarak yapılması, iç ve dış ticaret için uygun ortamların bulunması nedeniyle sanayi sektörünün gelişimine de destek teşkil etmektedir.

Adana’da tahıl üretimi

Adana ili genelinde tahıl üretiminde ilk sırayı buğday alırken bunun yanında mısır, arpa, yulaf, çeltik ve çavdar gibi diğer tahıl grubu ürünleri de ekilmektedir.

Beyaz altının sonu: Adana’da Pamuk




GAP Bölgesi'nin de devreye girmesiyle, Adana’nın bugün isminin geldiği yerde önemli bir yeri olan pamuk, gün geçtikçe Adana tarımındaki önemini yitiriyor.

Lif ile tekstil sanayinin temel hammaddesini oluşturan pamuk, ihracatı ile nemli miktarda döviz geliri sağlamakta, tohumu ile yağ ihtiyacına cevap vermektedir. GAP bölgesinde pamuk ekimine geçilmesinden bu yana Ege ve Çukurova’da pamuk ekim alanlarında bir azalma olmuş, özellikle tarım ürünleri üretim girdi fiyatlarındaki aşırı artışlar, tarımsal mücadele masraflarının yükselmesi ve hasat sorunlarında artmalar olmuştur. Hasatta işçilik sorunu, makineli hasadın bölgeye girmeyişi yurt dışından ucuz pamuk ithal edilmesi gibi nedenler üretimin azalmasında etken olmuştur.


Bir Adana ürünü: Karpuz



Adana ili genelinde karpuz ve kısmen kavun, bunların yanında domates, biber, patlıcan, kabak, hıyar yetiştirilen başlıca sebzelerdir.

Adana ili ekolojik koşulları dikkate alınacak olursa sebze üretim karakteristiği olarak iç ve dış piyasa için taze sebze üretimi ilk planda yer almaktadır. Sanayiye yönelik sebze yetiştiriciliği ikinci planda gelmektedir.

Adana ilinde açıkta sebze üretimi yoğunluk kazanmış ve seracılık daha az gelişmiştir. Sera yetiştiriciliği, sebzelerin en az üretildiği ya da açıkta üretilemediği dönemlerde ürün çıkartılmasına olanak verdiği kadar, verimin yükseltilmesi, riskin en aza indirilmesi ve kalitenin arttırılması için önemli bir olanaktır. Adana ilinin bazı kesimleri iklim olarak seracılık için çok uygundur. Özellikle Yumurtalık ve Ceyhan ilçesinin sahile yakın olan kısımları seracılık için potansiyeldir.


Türkiye’nin narenciye bahçesi: Çukurova


Çukurova Bölgesi, önemli bir turunçgil üretim alanı olması yanında turunçgil ihracatı içinde de önemli bir paya sahiptir. Adana ilinde üretim yapan işletmelerde üretim turunçgillerin hemen hemen tamamı pazara arz edilmektedir. Toplam turunçgillerde pazara arz oranı %98 seviyesindedir. Pazara sunulmayan ürünler taze olarak tüketilmekte ya da depolanarak aile tüketimi için ayrılmaktadır. Uzun süre dayanabilmesi nedeniyle limon en çok tercih edilen ürün durumundadır. Turunçgillerden altıntop (greyfurt) ülkemiz için çok yaygın olmadığı için tüketimi de azdır. Genelde ihracat ürünü olarak kullanılmaktadır.

Adana’da Hayvancılık



Tarım ile beraber hayvancılık da coğrafi koşulların imkan vermesiyle Adana ekonomisine ülke ekonomisinin ortalamasının üstünde katkı sağlamaktadır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılığın yanı sıra, Akdeniz'e kıyısı bulunan Adana'nın ilçeleri Yumurtalık ve Karataş'ta deniz mahsülleri üretimi de önemli bir yer tutmaktadır.

Adana ili genelinde hayvan mevcudu ilin coğrafi durumu, iklim şartları ve tarımsal karakterine göre değişiklik göstermektedir. Ova kısımlarında tüm alanlar ekime ayrıldığından daha çok ahır hayvancılığı yapılmaktadır. Şehir merkezine yakın yerlerde besi hayvancılığı ve tavukçuluk, dağlık ve ormanlık yerlerde ise koyun ve keçi beslenmektedir.

Adana’da Turizm |
Potansiyelinin çok altında

Adana içinde barındırdığı eserleri, ören yerleri, müzeleri, yaylaları, sahilleri ve tüm diğer doğal güzellikleri ile turizm ekonomisi için büyük potansiyel olarak görülmektedir.
Adana turizm değerleri bakımından, doğal güzellikleri ve geçmişte çeşitli uygarlıkların hüküm sürdüğü bir bölge olması nedeniyle büyük değer taşımaktadır. İlde çok sayıda tarihi kale, köprü, cami, kilise, ören yeri, han ve hamam bulunmaktadır.

Adana ili içinde bulunan müzeleri ile tarih ve kültür turizmi için bir çekim merkezi olurken, yine barındırdığı cami ve kiliseler ile de inanç turizmine büyük katkılar sağlamaktadır. Toroslarda bulunan yüksek bölgeler de doğa yürüyüşleri, akarsularında rafting sporu, büyük ve ıssız ormanlarında av turizmi yapılmaktadır. Sıcak yaz aylarında yayla turizmi ise giderek rağbet gören bir turizm dalıdır. Adana mağara ve kanyon turizmi için dünya da çok nadir rastlanan güzelliklerle doludur.

Mağara ve Kanyon turizmi açınsından ise Aladağda bulunan Bığbığ mağrası doğal güzellikleri ile mağra turizmi için çok uygun bir yapıya sahiptir. Feke'de bulunan Göksu ırmağının oluşturduğu vadi de özellikle kanyon turizmi için çok önemli bir nitelik taşımaktadır.

Göl ve Su Sporları Turizmi Seyhan, Çatalan, baraj gölleri su sporlarının gelişmesi için oldukça uygundur. Adana Seyhan Barajında her sene off-shore yarışmaları düzenlenmektedir.
İli ziyaret edenleri ağırlamak üzere bir adet beş yıldızlı, üç adet üç yıldızlı, altı adet iki yıldızlı, bir adet bir yıldızlı ve bir adet de motel olmak üzere toplam 14 adet turizm bakanlığı belgeli otel bulunmaktadır. Bu otellerde toplam yatak kapasitesi 975 sayısına ulaşmıştır. İlde 30 adet seyahat acentası faaliyet göstermektedir.



__________________
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Mathematician'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 10.07.2011, 01:17   #26
Çevrimdışı
Mathematician
Kroniköğrencideğilartık:D
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Adana'da Ulaşım




Torosları Aşmak...

Adana, coğrafyasının ona imkan sağladığı, yani Toroslar’ın izin verdiği ölçüde kara ve demiryolu ulaşımına sahiptir. İç Anadolu ile Güney illerini birbirinden ayıran Toroslar bir çok yerde birkaç geçitten başka geçit vermez.

İç Anadolu’dan Çukurova’ya inen karayolu Toroslar’ın tek geçidi Gülek Boğazı’dır. Başta Büyük İskender olmak üzere bir çok komutan ordularını buradan Çukurova’ya indirmiş oradan da Ortadoğu’ya geçmiştir. Günümüz modern dünyasında imkanlar ne kadar artsa da binlerce yıllık geçitler, köprüler ve yollar kullanılmaya devam etmektedir.




Adana’nın demiryolu macerasına girişi ise 1860’lı yıllara uzanır. Adana Mersin Demiryolu’nun anlaşmalar daha o zamanlar yapılır. Çukurova’yı İç Anadolu’ya bağlayacak demiryolu içinse 1900’lü yılların başını beklemek gerekmektedir. Almanlar tarafından yapılan demiryolu 20 den fazla tünelden ve bugün bile sağlam ayakta durabilen abidevi köprüden geçerek Çukurova’ya ulaşabilmektedir.
Havayolu ulaşımında ise başta THY olmak üzere 4 havayolu şirketi Adana’yı önce Türkiye’nin büyük şehirlerine sonrada tüm dünyaya bağlamaktadır.



Adana’ya Karayolu İle Ulaşım


Otogar


Kuzeyde, Toros Dağlarında yer alan Pozantı'da bulunan Gülek Boğazı Güney illerinin İç Anadolu ve Başkent Ankara'ya bağlayan en önemli geçittir.



Adana’nın belli başlı şehirlere olan uzaklığı
  • Adana - Ankara: 490 km
  • Adana - İstanbul: 939 km
  • Adana – İzmir: 896 km
  • Adana – Gaziantep: 209 km


Adana’ya Demiryolu Ulaşımı



İstanbul - Gaziantep demiryolu Adana'yı batıdan doğuya kat ederek il içinde Pozantı, Seyhan, Yüreğir, Ceyhan, ve Karaisalı ilçelerinden geçmektedir.

Adana’ya seferi bulunan Ana Hat trenleri ve Bölgesel Hat Trenleri Aşağıdaki gibidir.

Toros Ekspresi: (İstanbul- Gaziantep)

Haydarpaşa-Enveriye(Eskişehir)-Afyon-Konya-Karaman-Adana-Osmaniye-Gaziantep arasında işlemektedir. İstanbul(Haydarpaşa) – Adana ulaşım süresi yaklaşık olarak 19 saattir. Salı, Perşembe ve Pazar günleri karşılıklı olarak seferler gerçekleştirilmektedir. Toros Ekspresi Perşembe günleri Şam’a kadar devam etmektedir.

İç Anadolu Mavi Treni

Haydarpaşa-İzmit-Enveriye(Eskişehir)-Kütahya-Afyon-Konya-Karaman-Adana arasında sefer gerçekleştirmektedir.

İstanbul(Haydarpaşa) – Adana ulaşım süresi yaklaşık olarak 19 saattir. Haftanın her günü karşılıklı olarak birer sefer yapılmaktadır.

Çukurova Mavi Treni

Ankara-Boğazköprü(Kayseri)-Niğde-Ulukışla-Adana arasında işler. Ankara-Adana ulaşım süresi yaklaşık olarak 12 saattir. Haftanın her günü karşılıklı olarak birer sefer yapılmaktadır.

Fırat Ekspresi
Adana- Malatya-Elazığ arasında seferler gerçekleştirmektedir. Adana – Malatya arsası ulaşım 9 saat, Adana – Elazığ arası ulaşım ise 11.30 saat sürmektedir.

Adana’ya seferi bulunan Bölgesel Hat Trenleri:
  • Kayseri-Adana Erciyes Rayotobüsü: Günde birer sefer karşılıklı olarak düzenlenmektedir.
  • Mersin-Adana-İskenderun Bölgesel Yolcu Treni: İskenderun-Adana-Mersin arasında karşılıklı olarak günde 2 tren hizmet vermektedir. Mersin-Adana arasında ise günde 20’den fazla sefer düzenlenmektedir. Adana – İskenderun arası 2 –2,5 saat arasında sürer iken, Adana – Mersin tren seferi 60-70 dakika sürmektedir.
  • Mersin-Adana-Osmaniye-İslahiye Bölgesel Yolcu Treni: Bu hat üzerinde günde 1 sefer yapılmaktadır. Adana-Osmaniye arası 1 saat 5 dakika sürmektedir. Adana İslahiye arası ise 3 saate yakın sürede alınmaktadır.

Havayolu Ulaşımı



Şehir merkezine en yakın mesafede bulunan hava limanı olan Adana Havalimanı, şehir merkezine 3.5 km uzaklıkta güneybatı istikametinde kurulmuş olup, ulaşım otobüs ve taksi işletmeciliği ile sağlanmaktadır. Adana ilinde iki adet havaalanı bulunmaktadır. Bunlardan birisi sivil amaçlı Şakirpaşa Havaalanı, diğeri ise İncirlik Hava Üssü’ne ait askeri havaalanıdır.


__________________
  Alıntı ile Cevapla
8 Üyemiz Mathematician'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2011, 20:51   #27
Çevrimdışı
Mathematician
Kroniköğrencideğilartık:D
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Adanalı Ünlüler





Adana ruhu olan bir yer, ovası ile dağı ile bir bütün. Yukarıdan aşağıya, doğudan batıya herkes rahatlıkla Adanalıyık diyebiliyor. Kökleri asırlardır orada olanı da, geçmişi üç beş seneyi geçmeyeni de sahip çıkabiliyor Adana’ya. Adana kozmopolit ama büyülü bir coğrafya, herkesi çok rahat kucaklayabiliyor. Doğudan göç edeni olduğu gibi batıdan da, Balkanlar’dan da göç edeni var.
Ve onun topraklarında doğan, büyüyen veya bir yanı ile Adana’dan ilham alıp, sadece Adana coğrafyasında değil ülke çapında veya tüm dünya da ürettikleri ile iz bırakanlar çok. Adana’nın ünlü insanları, iz bırakanları birkaç kişi değil yüzlercesi var hatta binlercesi. İstanbul ile boy ölçüşecek, başka bir il ile kıyaslanmayacak kadar çok. Nerede ise küçük bir ülkeyi besleyecek kadar çok aydınlık ve aydın insanı var. İşte onlardan birkaçı…

Ferman padişahın, dağlar bizimdir: Dadaloğlu


Dadaloğlu, Osmanlı Devleti'nin Anadolu Türkmenlerini iskan politikasına tepki olarak doğmuş isyanlarda yer aldığı anlaşılan tanınmış bir halk ozanıdır. Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaynaklardan 1785-1868 olduğu belirlenmiştir. Güney illerinde dolaşan Türkmen topluluklarından Avşar boyundandır.

Ününü kavga türküleri ile yapmış olmakla beraber duygu ve aşk konularını da aynı başarıyla işlemiştir. Yüz kadar şiiri sözlü kaynaklardan derlenerek günümüze ulaşmıştır. Diğer 19'uncu Yüzyıl halk ozanlarından iki noktada ayrılır. Kent yaşamından uzak kaldığı için şiirlerinde hep göçerlik ortamını yansımıştır. Diğer yandan yine kentte bulunmayışı nedeniyle çağdaşı halk ozanlarında sık rastlanan divan şiirine yakınlık onda hiç görülmez. Karacaoğlan'ın aşk ve doğa şiirlerindeki üstün yeteneği ile Köroğlu'nun yiğit ve kavgacı anlatımını birleştirir.


Dadaloğlu'nun Heykeli



Dadaloğlu büyük bir halk şairidir. Şiirlerinde kudretli bir sanat ifadesi görülür. İlgilendiği olaylar dolayısıyla hem bir devrin tarihini hem de bir toplumun duyuş ve düşüncelerini yaşatmıştır. Bu bakımdan Dadaloğlu edebiyatımızın dikkatle üzerinde durulmaya değer şairlerinden biridir. En çok bilinen şiirlerinden bir tanesi Avşar Elleri'dir.

Avşar Elleri

Kalktı göç eyledi avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda Devlet Vermiş Fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.



Yaşayan Efsane: Fatih Terim


14 Eylül 1953 tarihinde Adana'da doğan Fatih Terim, futbola Adana Demirspor' da başladı. 2. Türkiye Ligi'nde şampiyon olarak 1. Lige yükselen Adana Demirspor'da sergilediği oyun ile herkesin ilgisini üzerine çekti ve bir sonraki sezon Galatasaray'a transfer oldu. 1985 yılında futbola veda edene kadar Galatasaray'da futbol oynayan Terim, bir süre takımın kaptanlığını da üstlendi.

Galatasaray'daki oyunculuk kariyeri boyunca yürüttüğü kaptanlığı ile tüm zamanların en sevilen Galatasaray oyuncularından biri haline geldi. Fatih Terim, Galatasaray formasıyla 327 maç oynadı.

A Milli Takım'da aralıksız 51 kez forma giyen Fatih Terim, bu başarı istatistiğiyle bir kez daha adını Türk futbol tarihine yazdırmış oldu. Futbol hayatına noktayı koyduktan sonra kısa bir süre ticaretle uğraşan Terim, futboldan uzak kalamadı ve futbol camiasına geri dönmeye karar verdi. Bu kararı, Fatih Terim için başarılarla dolu yepyeni bir teknik direktörlük sayfasını da açmış oldu. Ümit ve A Milli Takım'larında alınan başarılı neticelerden sonra Galatasaray'da da 1996-2000 yılları arasında görev yapan Terim, Galatasaray'ı 4 yıl üst üste şampiyon yaptı ve 2000 yılında da ilk kez bir Türk takımına UEFA Kupasını kazandıran teknik direktör olarak tarihe geçti.

Adana’dan başlayan yolculuk: Hacı Ömer Sabancı



Hacı Ömer Sabancı, Orta Anadolu'da Kayseri'nin küçük bir köyünde, Akçakaya'da doğdu. 13 yaşında babasını kaybettikten bir kaç yıl sonra, talihini denemek için köyünden ayrılan Hacı Ömer, 450 kilometrelik yolu yaya olarak kat ederek pamuk diyarı Adana'ya göç etti.
Adana'daki yeni hayatına pamuk işçisi olarak başlayan Hacı Ömer, kısa sürede "işçi müteahhitliği"ne başladı, bir iki yılda yaptığı tasarruflarla pamuk ticaretinde mütevazi bir iş kurdu. O dönemde yanında çalışan işçiler Hacı Ömer'i "Ağa" diye çağırmaya başladılar.

1928 yılında Sadıka Hanım'la evlendi ve İhsan, Sakıp, Hacı, Şevket, Erol ve Özdemir adında altı erkek çocuk sahibi oldu. 1943 yılında "Yağsa"ya ortak olan Hacı Ömer, 1946 yılında arkadaşları ile beraber "Marsa"yı aldı. Yaratıcı gücü, ileri görüşü ve yılmayan gayreti sayesinde, başarı zincirine birçok halkalar ekleyen Hacı Ömer önderliğinde, daha sonraki yıllarda sırasıyla Akbank, Bossa un ve çırçır fabrikası, Bossa tekstil fabrikası, Oralitsa ve Aksigorta kuruldu.

Hacı Ömer Sabancı Vakfı tarafından "Hacı Ömer Sabancı" adını taşıyan İstanbul'da Galatasaray Lisesi kapalı spor salonu, Adana'da kültür merkezi ve teknik öğrenci yurdu, Ankara'da kız öğrenci yurdu, Kayseri ve Van'da ilköğretim okulları yaptırıldı.


Sevgililerin ismini ilk kez o dillendirdi: Karacaoğlan



Göçebe yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan doğa, Karacaoğlan şiirlerinin ana temalarından biridir. Nerede doğduğu konusunda kesin bir bilgi olmasa da, şiirleri Karacaoğlan'ın Çukurova'da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığını şüphe götürmez biçimde ortaya koyar. Yaşadığı, gezip gördüğü yörelerin doğasını görkemli bir biçimde dile getirir.



Ulus Parkındaki Karacaoğlan Heykeli



Karacaoğlan, Osmanlı Devleti'nin iktisadi bunalımlar ve iç karışıklıklar içinde bulunduğu bir çağda yaşamıştır. Karacaoğlan şiirinin ana temasını, doğup büyüdüğü göçebe toplumunun gelenekleri ve içinde yaşadığı, yurt edindiği doğa oluşturur. Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdağları yörelerinde yaşayan Türkmen aşiretlerinin yaşayış, duyuş ve düşünüş özellikleri, onun kişiliği ile birleşerek aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş getirmiştir.
Anadolu halkının 17. yüzyılda çektiği acılar, göçebe yaşantısının yoklukları, çileleri, çaresizlikleri, şiirinde yer almaz. Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde belirgin olan tema, doğa ve aşktır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, ölüm ise şiirinin bu bütünselliği içinde beliren başka temalardır.


Karacaoğlan Heykeli




Duygulanışlarını gerçekçi biçimde dile getirir, düşündüklerini açık ve anlaşılır bir dille ortaya koyar. Acı, ayrılık, ölüm temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar. Düşten çok gerçeğe yaslanır. Çıkış noktası yaşanmışlıktır. Ona göre, kişi yaşadığı sürece yaşamdan alabileceklerini almalı, gönlünü dilediğince eğlendirmelidir. Yaşama sevincinin kaynağı güzele, sevgiliye ve doğaya olan tutkudur. Güzelleri ve yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir. Lirik söyleyişinin özünde, halkının duyuş ve düşünüş özellikleri görülür.



__________________
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Mathematician'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 13.07.2011, 23:50   #28
Çevrimdışı
Mathematician
Kroniköğrencideğilartık:D
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Adanalı Sanatçılar


Bir gülmece ustası
: Muzaffer İzgü




1933 yılında Adana'da doğan Muzaffer İzgü, kalemine son derece hakim bir gülmece ustası. Taşlama ve yergi arası bir anlatımla işlediği öyküleri düşündürücü olduğu kadar, güldürücü öğeler de taşıyor. Anlattığı insanları ve olayları çarpıcı yanlarıyla ele almaktaki ustalığı, en önemli özelliklerinden biri...

Yoksul bir çocukluk geçiren İzgü; bulaşıkçılık, garsonluk, sinemalarda gazoz satıcılığı gibi işlerde çalıştı ve aynı zamanda da eğitimine devam etti. Diyarbakır İlköğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra öğretmen olarak görev yaptı.
Muzaffer İzgü'nün ilk mizah yazıları, Akbaba dergisinde yayımlandı. Özel tiyatrolarda ve radyolarda yayımlanan oyunları ve skeçleri ile adını duyurdu.



Daha çok öyküye yönelen yazarın, gözlemlerine dayanarak yazdığı üç romanı vardır. Gecekondu, İlyas Efendi ve Halo Dayı. İlk romanı olan Gecekondu'da, Güney Anadolu kentlerinden birinde gecekondu halkının yoksul yaşantısını verir. İlyas Efendi, bir nüfus memurunun parasızlık yüzünden çektiği sıkıntıyı yansıtır. Halo Dayı da köyden kente göçü konu alan bir romanıdır.

Gülmecenin işlevinin güldürmek değil, olaya parmak basmak olduğu görüşünü romanlarına yansıtmıştır. Toplumun aksayan yönlerini mizah öğelerinden de yararlanarak okurlarının ilgisine sunan Muzaffer İzgü, mizah öğelerinden faydalanarak, toplumun aksayan yönlerini okuyuculara aktarmıştır. Bazı eserleri televizyona uyarlanan İzgü; 1977 yılında, Akşehir Ulusal Gülmece Öyküsü Yarışması’nda üçüncülük ödülünü, Donumdaki Para adlı kitabıyla Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü'nü, Dayak Birincisi adlı çocuk romanıyla da Bulgaristan Altın Kirpi Ödülü'nü kazanmıştır. Milliyet Sanat Dergisinin açtığı bir yarışmada ikincilik ödülü, Çocuk Kitapları Fuarı'nda Uçtu Uçtu Ali Uçtu masalıyla birincilik ödülleri sahibi olan yazar, emekli olduktan sonra, İzmir’e yerleşmiştir.



Türk edebiyatının büyük kalemi: Orhan Kemal




“Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman hatta neler bildiğinde önemli değil. Ne yaptığın önemlidir." Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası, 1920-1923 döneminde birinci TBMM’de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920’de Vekiller Heyeti’nde Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930’da Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kuran Abdülkadir Kemali Bey’dir.



Babasının partisinin kapatılması üzerine 1931’de Suriye’ye kaçan babasının yanına ailece gidince, orta son sınıftaki öğrenimini yarım bıraktı. Daha sonra burada bir basımevine işçi olarak girdi. Bir yıl kadar Suriye ve Lübnan’da kaldı. 1932’de Türkiye’ye dönünce, Adana’da çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu yaptı. 5 Mayıs 1937’de evlendi. Nisan 1938’de kızı Yıldız doğdu. Aynı günlerde Niğde’de askerlik görevine başladı.

Askerliğini yaparken "Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak", "yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana muharrik" suçundan yargılandı ve 27 Ocak 1939 tarihinde beş yıl hüküm giydi Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanıştı. Nazım Hikmet'in toplumcu görüşlerinden etkilendi; kendisinden Fransızca, felsefe, siyaset dersleri aldı. Orhan Kemal'i şiir yerine roman ve öykü yazmaya teşvik eden de Nazım Hikmet oldu. 26 Eylül 1943’te tahliye olunca Adana’ya döndü. Karataş’ta toprak taşıma işinde bir ay amelelik yaptı. 14 Nisan 1944’te Devlet Demiryolları’nda “muvakkat hamal” olarak çalıştı. Aynı yılın haziran ayında Güzel İzmir Nakliyat Ambarı’nda iş buldu. Bir sure sonra bu işten de çıkarıldı.

İlk öykülerini Orhan Raşit takma adıyla yayımladı. İlk kez 1943'te İkdam Gazetesi'nde yayınlanan "Asma Çubuğu" öyküsünde "Orhan Kemal" adını kullandı. 1943'te tahliye olunca Adana'ya döndü. Amelelik, hamallık gibi işlerde çalıştı. 1944'te doğan oğluna Nazım adını verdi. 1945 yılı yazında Kilis’e giderek, kalan 35 günlük askerlik görevini tamamladı. Çorum’a sürgüne gönderildi. Babasının, dönemin başbakanı Recep Peker’e telgraf çekmesi üzerine, 26 Ekim 1946’da bırakıldı. Adana’ya dönünce sebze nakliyeciliği işi ile uğraştı sonra da Verem Savaş Derneği’nde katiplik yaptı. Bir süre sonra işsiz kaldı. 1949'da üçüncü çocuğu "Kemali"'nin doğumundan sonra 1950'de ailesiyle İstanbul'a yerleşti ve ölümüne kadar kitap ve makale yazarak geçindi. 1957'de dördüncü çocuğu "Işık" doğdu.


7 Mart 1966’da bir ihbar üzerine iki arkadaşıyla birlikte tutuklandı. “Hücre çalışması ve komünizm propagandası’ yaptıkları gerekçesiyle tevkif edilerek Sultanahmet Cezaevi’ne gönderildi. 7 Nisan’da Türk Edebiyatçılar Birliği, Orhan Kemal için Gen-Ar Tiyatrosu’nda 30. sanat yılı nedeniyle bir jubile düzenledi. Toplantıda Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal ve James Baldwin birer konuşma yaptı. Bilirkişice verilen; “suç teşkil eden bir cihet bulunmadığı hususundaki rapor" üzerine 13 Nisan 1966’de serbest bırakıldı. 17 Temmuz 1968’de bu davadan beraat etti.



1967'de "72. Koğuş" oyunu, Ankara Sanatseverler Derneği tarafından en iyi oyun yazarı seçildi. 1969'da Türk Dil Kurumu Ödülü'nü ve Sait Faik Hikaye Armağanı'nı "Önce Ekmek" adlı kitabı ile aldı. 1970 yılında Bulgar Yazarlar Birliği’nin çağrısı üzerine gittiği Sofya’da, tedavi edilmekte olduğu hastanede hayata gözlerini yumdu.

Orhan Kemal; yaşamı, yoksul kesimin, işçilerin, öğrencilerin, "sokaktaki adamın" yaşamını anlatan öykü ve romanlar yazmış ve insan-toplum ilişkilerini gerçekçi bir dille yansıtmıştır. Orhan Kemal ardında 27'si roman, 19'u öykü kitabı olmak üzere 51 eser bırakmıştır.

Arkeoloji profesörü, yazar, düşünce ve siyaset adamı: Remzi Oğuz Arık


1899 yılında Adana'nın Kozan ilçesinde dünyaya gelen Remzi Oğuz Arık, Türkiye'de başlayıp, yurt dışında devam ettirdiği eğitimle kendini geliştirdi. Eğitmenlik hayatında profesörlüğe kadar yükselen Arık, uçak kazasında hayatını kaybettiği 1954 yılına kadar ardında birçok değerli eser bıraktı.

1939 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde öğretim üyeliğine getirilen Arık, orada "Arkeoloji Profesörü" ve "Enstitü Müdürü" olmuş ve aynı zamanda sanat tarihi dersleri de vermiştir. Arık, 1942-1944 arasında Hüseyin Avni Göktürk ile birlikte çıkardığı Millet dergisinde Türk ulusçuluğunun, Anadolu’da oluşan din, dil, soy ve kültür birliğine dayanması gerektiği düşüncesini yaymaya çalışmıştır. 1942 yılı sonunda fakültedeki görevinden Hasan Ali Yücel ve Şevket Aziz Kansu ile olan mücadele sonucunda ayrılmak zorunda kalan Arık, 1943-1945 yılları arasında yeniden müze yöneticiliği görevlerinde bulunmuştur. 1949 yılında yeni açılan Ankara İlahiyat Fakültesi’nde İslam Sanatları Tarihi Profesörü oluncaya kadar Müze Müdürü olarak hizmet veren Arık, 1950 seçimlerinde DP’den (Demokrat Parti) Seyhan milletvekili olduğu için İlahiyat Fakültesi'nde de ancak bir yıl görev yapabilmiştir. DP'yi kendi hizmet felsefesine uygun bulmadığı için oradan da ayrılan Arık, 1952’de Türkiye Köylü Partisi’ni kurarak, o partinin "Genel Başkanlığı" görevini üstlenmiştir. Ancak çok kısa bir süre sonra, 3 Nisan 1954 tarihinde geçirdiği elim kaza sonucu Adana’dan Ankara’ya hareket eden THY uçağının düşmesi ile hayatını yitirmiştir.


Dünya Sanatçısı: Suna Kan

21 Ekim 1936 tarihinde Adana’da doğdu, 5 yaşında iken babası Nuri Kan’dan aldığı keman dersleri ile müziğe ilk adımını attı. Mozart'ın No.5 Keman Konçertosu'nu seslendirdiği ilk konserinde ise henüz 9 yaşındaydı. Uzun yıllar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında ve kurucuları arasında bulunduğu Ankara Oda Orkestrası’nda başkemancı ve solist sanatçı olarak yer alan Suna Kan, 1971 yılında "Devlet Sanatçısı" unvanıyla onurlandırıldı.
Yurtdışında birçok ülkede turneler yaparak hemen bütün kıtalarda sanatını sergileyen Suna Kan; İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İsviçre, Belçika, Hollanda, İsveç, Norveç, Rusya, Çin, Japonya, Kanada, Amerika ve Güney Amerika ülkelerinde konserler verdi.

En Acı Konser


Dünyaca ünlü keman sanatçısı Suna Kan, hayatının en acı konserini 22 Nisan 2006 tarihinde İzmit'te vermişti. 22 Nisan 2006 cumartesi gecesi Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti'nin organize ettiği gazetecilik başarı ödüllerinin dağıtım töreninde performansını sergilemek üzere sahneye çıkan dünyaca ünlü keman sanatçısı Suna Kan, yakınlarından eşinin ölüm haberini almıştı. Ankara'da tedavi gören eşi Atilla Sönmez'in ölümüyle yıkılan sanatçı, buna rağmen büyük bir özveride bulunarak sahneye çıkmış ve yüreği kan ağlasa da, 1.5 saat süren konserini tamamlamış, haberi öğrenen seyirciler de konser sonunda Suna Kan'ı uzun uzun ayakta alkışlayarak Ankara'ya uğurlamıştı. Suna Kan, o gece onu takip eden gazetecilere "Sanatçı iyi ve kötü günde işini yapmaya çalışıyor. Ben de onu yapmaya çalıştım" şeklinde bir demeç vermişti.


Türk Sinemasının Duayeni: Şener Şen


“Bir rol aldığımda çok sevinirdim, nasıl iyi oynarımın peşinde, o rolün tadını çıkarmaya çalışırdım. Şimdi bulunduğum yer eğer starlıksa, o istemeden, zorla geldi.” Şener Şen.
26.12.1941 yılında Adana'da doğan sanatçı, aktör Ali Şen'in oğludur. Sanat hayatına tiyatro oyunculuğuyla başlamış ve sinemaya kompozisyon rolleriyle geçmiştir. "Şalvar davası" adlı filmiyle de başrole çıktı. 1958'de Yeşil Sahne'de amatör olarak tiyatro oyunculuğuna başladı. 1964-1966 yılları arasında Doğu Anadolu'nun köylerinde ilkokul öğretmenliği yaptı. 1966'da İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu’na girdi. 1980-1982 yılları arasında tiyatro çalışmalarını Almanya'da sürdürdü. Uzun yıllar bir çok filmde yardımcı oyuncu olarak görev aldı. İlk başrolü, geç bir tarihte Şalvar Davası 1983 ile geldi. Çeşitli yayın organları tarafından sinemada yılın oyuncusu seçildi.

Ödülleri

15. Antalya Film Şenliği, 1978, Çöpçüler Kralı, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
24. Antalya Film Şenliği, 1987, Muhsin Bey, En İyi Erkek Oyuncu
42. Antalya Film Şenliği, 2005, Gönül Yarası, En İyi Erkek Oyuncu



Türkiye’nin evrensel yazarı: Yaşar Kemal




Benim kişiliğimi ve sanatımı halktan ayırmak mümkün değil. Ben iki şeye inanırım, iki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine: Halk ve doğa... Sanatımı halkımla birlikte, onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için yaparım. (...) Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum. (Yaşar Kemal, Baldaki Tuz)


Yaşar Kemal, 1923 yılında (il olana kadar Adana'nın bir ilçesi olan) Osmaniye'nin Hemite Köyü'nde doğdu. Asıl adı Kemal Sadık Göğceli’dir. Ortaokul çağındayken halk edebiyatına duyduğu ilgi, onu folklor derlemeleri yapmaya yöneltti. Şiirleri, Adana Halkevi'nin yayını olan "Görüşler Dergisi" nde yayımlandı. Ortaokulun son sınıfındayken okulu bırakmak zorunda kalarak ırgatlık, amelebaşılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi 20’den fazla işte çalıştı. Bu arada Ülke, Kovan, Millet, Beşpınar dergilerinde şiirleri yayınlanmaya başladı. 1951 yılında İstanbul'a yerleşerek, Cumhuriyet Gazetesi'nde fıkra ile röportaj yazarlığı yapmaya başladı. "Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün" başlıklı röportajıyla, Gazeteciler Cemiyeti Özel Başarı Armağanı'nı kazandı.



O yıllarda öyküleriyle de ilgi çekmeye başladı. 1952 yılında "Sarı Sıcak" adlı öykü kitabı yayımlandı. İlk romanı "İnce Memed" 1955 yılında çıktı. 1955-1984 yılları arasında öykü, roman, röportaj ile makalelerinden oluşan 33 kitabı yayımlandı. Yaşar Kemal, ilk romanı "İnce Memed" ile 1955 yılında Varlık Roman Armağanı'nı kazandı. 1974 yılında "Demirciler Çarşısı Cinayeti" adlı yapıtı, Madaralı Roman Ödülü'nü aldı. 1977 yılında "Yer Demir, Gök Bakır" adlı eseri Fransa'da Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası tarafından "Yılın En İyi Yabancı Romanı" seçildi. "Binboğalar Efsanesi", 1979 yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer aldı. 1982 yılında uluslararası Del Duca Ödülü'ne layık görülen Yaşar Kemal, 1984 yılında Fransa' nın Légion D'Honneur Nişanı'nı aldı.

__________________
  Alıntı ile Cevapla
10 Üyemiz Mathematician'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 14.07.2011, 00:02   #29
Çevrimiçi
Banemin
» » » Çapulcu « « «

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Muhteşem bir eser daha gün ışığına çıktı.


Gerçekten çok detaylı hazırlanmış ve emek harcanmış bir konu.


Teşekkürler Matçı...
__________________
Ben hiç insan kaybetmedim...
Sadece zamanı geldiğinde, vazgeçmeyi bildim...

  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Banemin'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 14.07.2011, 09:44   #30
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Yeşili, Mavisi, Beyazı ile Renk Cümbüşü Şehir: Adana

Adananın yolları taştan sen çıkardın beni baştan...

Ne zaman Adana denilse garda otobüsten indiğimde bir anda bedenime sarılan o yakıcı müthiş sıcaklığı hissederim. O anda beynimin fokur fokur kaynamaya başladığını zannetmiştim. Karataş bu sıcaklıktan dolayı adını almış galiba demiştim.

Her şeyin kötü tarafını da bertaraf edecek bir unsuru illaki vardır.
Narenciye bahçeleri... Bir limonun, bir portakalın ve mandalinanın tadı hele ki kokusu, soyarken elinize işleyen yıkasanızda çıkmayan mis gibi portakal kokusu... Kendinizi yürüyen portakal veya mandalina ağacı hissi verdiriyor.

Kebaplarla donatılmış masaları hiç saymıyorum zaten buralarda yediğimiz kebapla oradakini bir tutmak biraz şey gibi olur. ( "şey" kelimesinin yerine istediğinizi koyabilirsiniz.)

Ya yöresel şalvarı... Anacım tam tamına 10 metre kumaş kullanılıyormuş. İki kişilik şalvar değil he... Tek kişilik şalvar için kullanılan malzeme bu...

Anavarza efsanesini o zaman yerlisinden dinlemiştim. Başlarında sevinirken sonuna çok üzülmüştüm şimdi okurkende aynı duygular sarmaladı. Ne zaman insanlar hakettikleri sevgilere kavuşmuşlar ki ? Bir taraf eksik, hep hüzün hep hüzün...

Kaptırdım kendimi Adana yollarına ve taşlarına gidiyorum. Sanki hiç işim yok. Matçım; sen çıkardın beni baştan....

Güzeldi be...

Ellerine sağlık, portakal portakal teşekkürler Matçı...





***
Adana'nın portakalıyla da portakallı kek de çok güzel oluyor...
__________________
"Ey egosu boyundan büyük insan..
Bir gün ölüp toprak olacaksın. Bir tohum filizlenecek ot olacaksın, bir öküz seni yiyecek ve atık olacaksın.. Yani hep aynı kalacaksın."

  Alıntı ile Cevapla
11 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
adana, beyazı, cümbüşü, mavisi, renk, yeşili, Şehir


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 13:21.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.