Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Bir Yudum İnsan > Sosyal Bilimler

Sosyal Bilimler Sosyoloji, felsefe, hukuk


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 28.01.2009, 23:31   #1
oneyouu
Ziyaretçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Psikoanalistler Burada...

Sigmunt Freud (1856-1939)


Sigmund Freud 6 Mayıs 1856 tarihinde Moravia, Freiberg'de doğdu. 1860 yılındaailesi Viyana’ya yerleşti. 1865'te Gymnasium’a (ortaokul) girdi. 1873'te Viyana Üniversitesine tıp öğrencisi olarak girdi. 1876-82 Viyana’da Fizyoloji Enstitüsünde Brücke’nin yanında çalıştı. 1877 yılında anatomi ve fizyoloji üzerine makaleler yazmaya başladı. 1881'de Tıp doktoru olarak mezun oldu. Bir yıl sonra Martha Bernays ile nişanlandı. 1882-5 yılları arasında Viyana Genel Hastanesinde çalıştı, beyin anatomisi üzerinde yoğunlaştı. 1884-7 yıllarında Kokainin klinik kullanımı üzerine araştırmalar yaptı.

1885'te Nöropataloji Privatdozent’i (üniversite hocası) olarak atandı. 1886 yılında Martha Bernays’la evlendi ve Viyana’da sinir hastalıkları üzerine özel muayenehane açtı. 1886-93 arasında Viyana’da Kassowitz Enstitüsünde nöroloji üzerine, özellikle çocuklardaki beyin felçleri üzerine sürekli çalışma yaptı ve pek çok çalışması yayınlandı.1887 yılında ilk kez baba oldu ve en büyük kızı Mathilde doğdu. 1887-1902 de Berlin’deki Wilhelm Fliess’le arkadaşlık kurdu ve onunla yazışmaya başladı. Freud’un, bu dönemde, ona yazdığı ve ölümünden sonra, 1950’de yayımlanan mektupları görüşlerinin gelişimine pek çok ışık tutmuştur.

1887 yılında uygulamalarında hipnotik telkini kullanmaya başladı. 1888 tarihinde Histerinin katartik sağaltımında hipnozu kullanarak, Breuer’i izlemeye başladı. Giderek hipnozu bıraktı ve onun yerine serbest çağrışımı geçirdi.1889da Telkin tekniğini incelemek üzere, Nancy’de Bernheim’ı ziyaret etti. Aynı yıl en büyük oğlu Martin doğdu. 1891 yılında Afazi üzerine monografi yaptı. Bir yıl sonra küçük oğlu Ernst doğdu. 1893 ile 1898 ylları arasnda Histeri, obsesyonlar ve anksiyete üzerine araştırma ve kısa makaleler yazdı.

1895 yılında Breuer ile birlikte, “Histeri Üzerine Çalışmalar”; olgu öyküleri ve Freud’un kendi tekniği betimlemesi çalışmalarını yayınladı. 1893 ile 1896 yıllarında Freud’la Breuer arasında giderek artan görüş ayrılığı oluştu. Freud, savunma ve bastırma kavramlarını ve de nevrozun, ego ile libido arasında bir çatışmanın sonucu olduğunu getirdi. 1895 yılında Bilimsel bir ruh bilim projesi oluştu ve Freud’un Fliess’e mektupları arasında bulundu. İlk kez 1950’de basıldı. Ruhbilimi nöroloji terimleri ile anlatmak için başarısız bir girişimdi, ama Freud’un daha sonraki çoğu kuramının habercisiydi.1896 “Ruh çözümleme” teriminin ortaya çıkış tarihi ve aynı zamanda babasının (80 yaşında) ölüm yılıdır.

1897 Freud’un öz-çözümlemesi; yaralanma kuramının terk edilmesine ve çocuksu cinsellik ve Oediepus karmaşasının benimsenmesine yol açtı. 1900 yılında “Düşlerin Yorumu”. Son bölümünde, Freud’un zihinsel süreçler, bilinçdışı ve haz ilkesinin üstünlüğü üzerine tüm görüşleri ilk kez özetlendi. 1901 “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi” adlı kiabn yayın tarihidir. Bu, düşler hakkındaki kitapla birlikte, Freud’un kuramlarının, yalnızca patolojik durumlara değil normal zihinsel yaşama da uygulandığını ortaya koydu. 1902 yılında Professor Extraordinarius olarak atandı. Üç yıl sonra “Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme” isimli çalışmasıyla; İnsanoğlunda, cinsel içgüdünün gelişiminin, bebeklikten erişkinliğe dek ilk kez izlenişini anlattı.

Bir yıl sonra Jung ruh çözümlemeye katıldı. 1908 yılında Ruhçözümleyicilerin ilk uluslar arası toplantısı Salzburg’da yapıldı. 1909'da Freud ve Jung konferans vermek üzere A.B.D.ye çağırıldılar. Bir çocuğun ilk çözümlemesinin olgu öyküsü (küçük Hans beş yaşında) daha önce, erişkinlerin çözümlemesinden çıkarılmış olan sonuçların, özellikle de bebeklik cinselliği ile Oediepus ve iğdiş edilme karmaşasına ilişkin olanların desteklenmesi bu konferansda anlatıldı. 1910 yıllarında “Narsisizm” kuramı ilk kez ortaya çıkarıldı. 1911 ile 1915 tarihleri arasında Ruh çözümleme tekniği üzerine makaleler yazdı. 1911 yılında Adler ayrıldı. Ruh çözümleme kuramları, psikolojik bir olguya, Dr. Schreber’in öz yaşam öyküsüne uyarlandı. 1912-13 yıllarında “Totem ve Tabu”: Ruh çözümleme, antropolojik malzemeye uyarlandı.

1914 tarihinde Jung Freud ile çalışmalarına son verdi. Böylece “Ruhçözümsel Devinimin Tarihi Üzerine”. Adler ve jung hakkında polemik yapılan bir kesimi de içerdi. Freud Son büyük olgu öyküsü olan, “Kurt Adam”ı yazdı. (1918’e dek yayınlanmamıştır). 1915de Günümüze yalnızca beş tanesi gelmiş temel kuramsal sorularla ilgili oniki “metapsikolojik” makaleden oluşan dizi yayınlandı. 1915-17 yıllarında “Giriş Konferansları” yayınlandı. Bu, Freud’un görüşlerinin birinci Dünya Savaşı’na kadarki durumunun kapsamlı genel bir değerlendirmesiydi. 1919 Narsisizm kuramının savaş nevrozlarına uygulanması ve ikinci kızının ölüm yılı oldu. 1920'da ”Haz İlkesinin ötesinde”: “yineleme takıntısı” ve “ölüm iç güdüsü” kuramını ilk kez açık olarak tanıttı. 1921 yılı “Grup Ruhbilimi”. Egonun sistematik bir çözümsel incelenmesinin başlangıcı oldu. İki yıl sonra “Ego ve İd”.

Bir id, bir ego ve bir de süperegoya bölünmesiyle aklın yapı ve işleyişinin büyük ölçüde düzeltilmiş tanımını yaptı. Ve kanser hastalığı ilk kez ortaya çıktı. 1925 yılında kadınların cinsel gelişimi üzerine düzeltilmiş görüşler sundu. Bir yıl sonra “Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete”. Anksiyete sorunu üzerine düzeltilmiş görüşler sundu. 1927de “Bir yanılsamanın geleceği”. Bir din tartışması: Freud’un geriye kalan yıllarının çoğunu adadığı bir dizi toplum bilimsel çalışmanın birincisini yayınladı.

1930yılında “Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları”nı yayınladı. Bu, Freud’un yıkıcı iç güdüler (ki ölüm iç güdüsünün bir görünümü sayılmıştır) üzerine ilk kapsamlı çalışmasını içerdi. Freud, Frankfurt kenti tarafından Goethe ödülü ile ödüllendirildi.1933 tarihinde Hitler Almanya’da güç kazandı. Freud’un kitapları Berlin’de halk önünde Naziler tarafından yakıldı. 1934 ile 1938 yılları arasnda yayınlanan “Musa ve Tek Tanrıcılık”. Freud’un yaşarken yayımlanan son kitabı oldu.

1936 yılında Hitler Avusturya’yı işgal etti. Freud, Londra’ya gitmek üzere, Viyana’yı terk etti. O dönemde üzerinde çalıştğı “Ruhçözümlemenin Bir Taslağı”, Ruh çözümlemenin son, bitmemiş ama köklü bir tanımı idi.
23 Eylül 1939 da Londra'da öldü.

Yirminci yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri olan Freud'un bilime en büyük katkısı insan zihnini araştırmak için yeni bir yol sunmasıydı. Onun büyük başarısı, yalnızca insan ruhunun türlü devinim ve davranışlarının nedenlerini açıklamak değil, aynı zamanda yığılmış bulunan karmaşa durumundaki verileri bir düzen üzere inceleyip belli bir sisteme sokmuş olmasıdır. Freud katı bir determinist idi. Ancak bu düşünsel tutumunu zaman zaman yumuşatmasını bilmiş, her olasılığı bilimsel önyargısızlıkla incelemeye çalışmış ve yaşamının ilk döneminde vardığı kesin gibi görünen kalıpları sonradan bırakmıştır. Freud’un varmış olduğu sonuçlar, kendisinin de kabul ettiği gibi, hiçbir zaman değişmez, şaşmaz, evrensel gerçekler değildir; düşüncelerini, yeni koşullar altında her an değiştirmeğe hazırdır. Önemli olan, ortaya koymuş olduğu ve psikanaliz dediği insan ruhunu inceleme yöntemidir. Freud’un dünyasına ilgi duyanlar yalnızca psikolog ve psikiyatrlar değildir; filozoflar, ahlakçılar, sanatçılar, toplumbilimciler, hatta siyasetçiler bile Freud’un düşünce ve yönteminin etkisi altında kalmışlar, ondan yararlanmışlar, kendilerine yeni ufukların açıldığını görmüşlerdir.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 28.01.2009, 23:32   #2
oneyouu
Ziyaretçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoanalistler Burada...

Alfred Adler(1870-1937)


Akıldan geçenleri okuma konusu, artık bilimin tam menzili içine girdi. İnsan beyninin içinden geçen düşünceleri, özetle aklı okuma konusu bugüne kadar bilimin el atamayacağı bir alan sanılıyordu. Ancak, son on yılda beyin görüntüleme teknolojisinde devrim yaratan gelişmeler sayesinde zihnimizden geçenleri gerçek zamanda okumak artık olası.

Adler, Macaristan'dan Avusturya'ya göç eden bir ailenin ikinci çocuğu olarak 1870 yılında Viyana'da doğdu. Babası ticaretle uğraşmaktaydı. 4 yaşına geldiğinde büyüyünce doktor olacağını söylemeye başlamıştı. Bunu söylemesinde elbette sıkıntılı çocukluk yaşantılarının etkisi vardı. Bunlar arasında yanındaki yatakta yatarken ölen kardeşine ait izlenimler, kendisinin de raşitizm nedeniyle kemiklerindeki sorunları olması ve sürekli hasta olarak gördüğü annesini iyileştirme isteği sayılabilir. Adler insanları tanıyabilmesini sokak çocukluğundan gelmesine bağlar.

Tıp eğitimi ve ihtisasını yapıp göz hekimi olarak, çalışmaya başlamıştır. Ancak muayenehanesinin iş yapmaması üzerine pratisyen hekimlik yapmaya başlamış ve çevresinin sevgisini kazanmıştır. Bu dönemde Viyana'da daha çok yoksullara hitap eden polikliniklerde çalışmıştır. 27 yaşında evlenmiştir. 32 yaşındayken bir dostu ile birlikte tıbbi nitelikli bir dergi çıkartmaya başlamıştır. O yıl Freud ile tanışarak, psikanalitik akımın içine girmiştir. 37 yaşında iken "Organların Yetersizliği Üzerine İnceleme" adlı eserini yazmıştır. 40 yaşına geldiğinde ise, bu derneğin başkanı olmuştur. Bir yıl kadar sonra Adler'in görüşleri ile Freud'unkiler farklılaşmaya başladı. Adler'in "Eril Protesto" adını taşıyan yazısı grupta tartışma ve yoğun eleştirilere maruz kaldı. Bunun üzerine Adler ve ona eşilik eden 6 kişi dernekten istifa edip, Bireysel Psikoloji Derneği'ni kurdular. 42 yaşında "Nervöz Karakter" adlı ikinci kitabını yayınlayan Adler, 2 yıl kadar sonra yeni derneğin içinden arkadaşlarının ve kendisinin çok sayıda yazılarını içeren "Tedavi Etmek ve Eğitmek" adlı eseri oluşturmuştur. Bu sırada bir üniversiteye öğretim elemanı olarak başvurusunu yapmış ama red cevabı almıştır.

I.Dünya Savaşı'nın başlaması ile, askeri hekim olarak görev yapmış, başarıları dikkati çekmiştir. Bunun üzerine cephe hekimlerinin savaşlarda da rastlanabilen "akut stres bozuklukları ve travma sonrası stres bozukluğu" konularında eğitimlerini arttırmaları için daha üst bir göreve atanmıştır. Savaşın bitişinde Osmanlı İmparatorluğu gibi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da karşı taraf tarafından bölünmüş ve işgal edilmişti. Savaş sonrası yazdığı bir yazıda "insanların kendileri ile ilgisi olmayan bir savaşa girmek için heyecan duymasını, kendilerinin hissettikleri acizlik ve çaresizlik duygularından kaçınmak" şeklinde açıklamıştır.

Gene savaş karşıtı "Öteki taraf" adlı yazısında halkın savaşçı bir eğilimle beslendiğinde, propagandalar ile birlikte , özellikle kişilikleri ve yaşantıları ile ilgili sorunlar da yaşıyorlarsa, savaş fanatiği haline gelebildiğini belirtir. Adler'e göre halkın çoğunluğu ise durumu yeterince netlikte bilemedikleri ve değerlendiremedikleri için, baştaki yöneticilerin isteği ile savaşmaya gider. Ne zamanki savaş kaybedilir, o zaman halk kendilerini ezenlerden kurtulur. Başkası ile savaşarak elde edemeyeceği huzura, asıl gereksinimi olan kendini rahatça ifade edebildiği demokratik yönetim ile ulaşır. Adler 50 yaşındadır, savaş bitmiştir. Artık ülkenin tekrar eğitim ve kalkınma hamlesine girme dönemidir.

Bu aşamada Adler de üzerine düşen görevi yapar, öğretmenler için çocuk yetiştirmeye yönelik kurslar, danışmanlık hizmetleri ve eğitimde yeni sistemler üzerine çalışmalara kendi yaklaşımları ile katılır. Bu dönemde İnsan Bilgisi adlı kitabını çıkarmıştır. Bu yıllardan sonra daha çok yurtdışında kongre ve seminerlerden aldığı davetlere katılır. 59 yaşına geldiğinde Amerika'da Columbia Üniversitesi'nde iki yıl sürecek öğretim üyeliği görevine başlar. 67 yaşında iken Hollanda'da verdiği bir seminer sonrasında göğüs ağrısı hisseder. Hekimin dinlenme ve tedavi önerisine karşın, programında olan İngiltere'deki konferansa katılır. Ancak İngiltere'deki konferansın dördüncü gününde kendisini o günkü derse bekleyenler, bir süre sonra hocalarının sabah üniversiteye giden bilim yolunda kalp krizinden öldüğü haberini alacaklardır.

Adler'e göre yetersizlik algısı gerçek yetersizlik durumundan çok daha etkili idi. Bu his insanlarda ya bu durumun ortadan kaldırılmasına yönelik çabalamaya, ya içine kapanarak, dünyaya küsmeye ya da antisosyal davranışlarla çevreye ve çevredekilere zarar verici davranışlara yol açmaktaydı. Dünyaya küsen birey kendinde kırıntı halinde bile olsa varolan toplumsallık duygusu ile tekrar toplum içine çekilip, aktif hale gelebilir. Adler'e göre yaşam topluma karşı bir sorumluluktur. Adler eğitimdeki hatalar sonucunda da çocuğun ezilmesi, ağır cezalar uygulanması, pasif duruma alıştırılması, inisiyatif ve yaratıcılığın kullandırılmaması, tek başına bir şey yapamayacağı duygusunun yerleşmesi görülebilmektedir. Ayrıca çevre de buna destek olmakta büyükler yanında kendini ifade etmesi önlenmekte, arkadaşlarının alaylarına müdahale edilmemesi de buna zemin hazırlayabilmektedir. Kişiler hissettikleri aşağılık duyguları ile ya başka özelliklerini öne çıkararak diğer insanlar üzerinde üstünlüklerini göstermeye çalışırlar ya da sıkıntı, utanç, endişe ve değersizlik hisleri ile daha dar bir çevre içine sığınıp, onlar üzerinde baskı kurmaya çalışabilirler. Bu durumu takiben kişilerde çok farklı bağımlılıklar (alkol,uyuşturucu madde, kumar vb), çeşitli nevrotik bozukluklar, cinsel davranım bozuklukları ve antisosyal davranışlar sonucu suça eğilim gözlenebilmektedir. Adlerci görüşe göre, bu gibi bozuklukların tedavisinde altta yatan aşağılık duygularını oluşturan olumsuz düşünce şemalarının düzeltilmesi gerekir. Bireyler hangi soydan,cinsiyetten , sosyokültürel çevreden gelirlerse gelsinler öncelikle insandırlar.

Her insan zekası, duyguları ve kültürü ile değerlidir. Doğan her bebek geleceğimiz için önemlidir. İyi ürün almak için, toprağa tohum atmak yetmez, ona iyi bakım vermek gerekir. Sadece başkalarında bulunan, sahip olamadığımız kaynakları övüp, sahip olduklarımızı görmezden gelmek de bir aşağılık duygusu ifadesidir. Önemli olan kendi kaynaklarını diğerlerinin kaynaklarına göre geliştirmek için çaba sarfetmektir. Bunun için elbette ki, herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Siz ancak görevinizi tam olarak yaparsanız, yakınma hakkına sahip olabilirsiniz. Aksi halde yapılan yakınmalar kendi değersizlik hislerimizin ve aşağılık duygularımızın başkalarına yüklenmesi, yansıtılmasından başka bir şey değildir. Kendinizi ancak daha çok çalışarak, emek harcayıp, ürün vererek ortaya koyabilirsiniz. Bu da ne yazık ki, yorulmadan olmaz. Ne kadar acılar yaşanmış olursa olsun, inatla "ben hala varım" denmelidir. Kararmış gümüşler, gözalıcı parlaklıktaki gümüşlere dönüşebilir, yeter ki parlatmak için çabalayın.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 28.01.2009, 23:32   #3
oneyouu
Ziyaretçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Psikoanalistler Burada...

Carl Gustav Jung (1875-1961)


Carl Gustav.Jung Freud tarafından psikanalizin mirasçısı olarak görülmüştür. 1914 yılında arkadaşlıkları bozulmuş ve çalışmalarına Freud’dan ayrılarak analitik psikolojisi adı altında devam etmiştir.

Jung 1875’te İsviçre’de dünyaya gelmiştir. Babası bir din adamıydı. Annesi duygusal problemleri olan dengesiz bir kadındı.1900 yılında Basel Üniversitesi’nde tıbbı bitirdi. Freud ‘un rüyaların yorumu adlı kitabını okuduktan sonra psikanalizle ilgilenmeye başladı.1906 yılında ilk defa Freud’la Viyana’da bir araya geldi.Jung Freud’un takipçilerinden farklı olarak psikanalizle tanışmadan önce ün yapmış ve psikanalizle tanıştıktan sonra da Freud ‘u eleştirmiştir.1902 yılında yazdığı Bilinçdışı Psikolojisi adlı kitabında farklı bir libido görüşü ortaya atarak bu eleştirilerine yer vermiştir.1914 yılında Freud ile yollarını ayırdı.38 yaşındayken çok şiddetli duygusal problemler yaşadı ve bu çatışmayı kendi bilinçdışıyla yüzleşerek çözümlemişti.1932 yılında Federal Polytectinical Üniversitesi’nde prof. olarak atandı.1942 yılında sağlık problemleri nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı.1961 yılında Küsnacht ‘da öldü.

Jung insanın kişiliğinin sadece geçmişe göre değil kişiliğin geleceğe yönelik hedeflerimiz , tutkularımız ve ümitlerimiz tarafından şekillenebileceğini ileri sürmüştür.

Jung yaşamı boyunca bilinçaltını vurgulamış ve bilinçaltına yeni bir boyut olan kolektif bilinçaltını getirmiştir.Psişe 3 seviyeden oluşur; bilinç , kişisel bilinçaltı ,kolektif bilinçaltı. Bilinç; algılarımızı ve anılarımızı oluşturur ve bizim çevremize adapte olmamızı sağlayan gerçeklikle bağlantı kurma yoludur. Kişisel bilinçaltı; dürtüler , arzular, silik algılar ve bireyin bastırılmış deneyimlerinden oluşur. Bu deneyimler birleşik komplexleri oluşturur. Komplexler;zihnin güç ve aşağılık hissi gibi düşüncelerle meşgul olmasına neden olan ortak ana konu , duygu, anı ve isteklerdir. Kolektif bilinçdışı; birey tarafından bilinmeyen genel evrimsel deneyimlerini kapsar , kişiliğin temelini oluşturur. Onların farkında değiliz ve kolektif bilinçdışı şimdiki davranışlarımızı yönlendirir.

Kolektif bilinçdışındaki kalıtsal eğilimlere arketip denir. Arketipler insanların benzer durumlarda benzer şekilde davranmasına neden olan zihinsel deneyimlerin önceden belirleyicileridir. Temel arketipler;
Persona ;gerçek kişiliği saklar. Başkalarıyla ilişkiye geçtiğimiz de giydiğimiz maskedir.bu maske bizi topluma görünmek istediğimiz gibi sunar.

Anima ve animus arketipleri; bir insanın hem kadınsı hemde erkeksi eğilimlerini gösterir. Anima erkeklerde dişilik özelliklerini, animus kadındaki erkek özelliklerini gösterir.

Gölge arketipi; tüm ahlaksızlıkları , ihtirasları ve nahoş arzu ve faaliyetleri içinde saklar.

Ben; kişinin tümünü temsil eder. Ben her zaman kendini gerçekleştirmek için çabalar.

Jung libidoyu genelleştirip bir hayat enerjisi olarak ele almıştır. Libidinal hayat enerjisini sadece cinsel nitelikte ele almamış, bunun beslenme ve gelişme işlevlerine de hizmet ettiğini ileri sürmüştür. Çocuğun anneye olan düşkünlüğünü annenin çocuğun ihtiyaçlarını karşılaması açısından açıklamıştır.Ödipal komplex sürecini reddetmiştir. Çocuğun olgunlaşması sırasında beslenmeye ilişkin işlevler cinsel duygularla örtüşür. Libidinal enerji ancak ergenlikten sonra heteroseksüel şekle dönüşür.

Jung hastalarının kişilik komplexlerini ortaya çıkarmak amacıyla kelime çağrışım testini geliştirmiştir. Kelime çağrışım testinde hastaya bir kelime okunur ve hasta aklına gelen ilk kelimeyle karşılık verir. Kişinin tepki süresi, nefes alma süresi ve deri iletkenliği ölçülür. Hasta aklına gelen kelimeyi söylerken tepki süresi uzarsa nefes almada düzensizlik varsa ve deri iletkenliğinde değişiklik varsa bu kelimeyle ilgili duygusal bir problem olduğu sonucuna varılır.
Jung içedönüklük ve dışadönüklük tartışmaları ile de tanınır.Dışadönük kişi libidosunu kendi dışındaki olaylara , kişilere ve durumlara yatırır. Bu insanlar dış faktörlerden kolay etkilenir, özgüveni tamdır ve sokulgandır. İçedönük kişi libidosunu kendi içene doğru yatırmıştır. Bu kişiler dış etkenlere karşı dayanıklıdır, alıngan ve özgüveni azdır.İki kavramda bir insanda bulunur. Fakat biri diğerine daha baskın gelir.

Jung’un çalışmalarının psikoloji ve psikiyatri alanlarının yanı sıra din, tarih, sanat ve edebiyat alanları üzerinde etkisi olmuştur.Dikkate değer katkılarına rağmen çağdaş psikoloji tarafından kabul görmemiştir.Jung’un düşünceleri 1970-80 yılları arasında mistik içeriğinden ötürü halkın büyük ilgisiyle karşılanmıştır,

Jung’a Ait Sözler

• Mars gezegenine ulaşmak, kendi kendine ulaşmaktan daha kolaydır.
• Diğerinin sevmediğimiz özellikleri, kendi kendimizi bulmaya yardım edebilir.
• Duygusuz karanlığı aydınlatamayız ve bitkinliği harekete çeviremeyiz.
• Düşünmek zor bir sanattır onun için çoğunluk tek karar verir.
• Artık elinde mitolojinin anahtarı var. Ruhun tüm kapılarını açmakta özgürsün.
• Çocukken kendimi yalnız hissederdim; hala da öyle hissediyorum çünkü bazı şeyleri biliyorum ve bunları hiç bilmedikleri yada bilmek istemedikleri anlaşılan insanlara bazı ip uçları vermeye çalışıyorum.
• Yalnızlık, insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı yada başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.
• Bilinmeyen bir şeyi hissetmek ve bir gize sahip olmak önemlidir. Böyle bir şeyi yaşamamış bir insan, önemli bir şeyi yaşamamış olur.
• Tümüyle emin olduğum hiç bir şey yok. Tümüyle inandığım bir şey de gerçekten yok. Tek bildiğim, doğduğum ve var olduğum.
• Doğduğumuz dünya çok acımasız, ama aynı zamanda ilahi bir güzelliği var. Anlamlı oluşunun mu, yoksa anlamsızlığının mı ağır bastığına karar vermek, insanın yapısına bağlı.
• Günümüzde, bizi tehdit eden tehlikenin doğadan gelmediğini, insan ve kitle ruhundan kaynaklandığını apaçık görüyoruz. Tehlike insanın ruhundan kopmuş olmasında.
• Tanrı Adem ile Havva'yı, düşünmek istemediklerini düşünmek zorunda bırakacak biçimde yaratmıştır.
• Yaşamım bilinç dışının kendini gerçekleştirdiği öykülerden biridir.

Alıntıdır

__________ O O O __________

İNSAN RUHUNA YÖNELİŞ // CARL GUSTAV JUNG

Ben ruhsal enerjiyi, tüm genelliği içinde, libido terimiyle belirtiyorum. Benim başlangıç varsayımım şu; eğer ruhun kapalı bir sistem oluşturduğu doğruysa, yaşamın her türde belirtileriyle ortaya çıkan enerjetik bir güce sahiptir ruh; sözkonusu enerji, dışavurumlarının birinden birinde ortaya çıkacaktır. Herhangi bir alana tutkuyla ilgi duyan birinin olgusunu ve bu ilginin bir anda kaybolup yerini boşluğa, ilgisizliğe bıraktığını varsayalım. Oysa kapalı bir sistemde enerji, bulunduğunu yerden, ancak bir başka yerde varolma koşuluyla ayrılabilir; biz de bu durumda ancak, libidonun nereye kaydığını, kişinin hangi alanına geçtiğini ya da hangi önemli koşulla etkisini değiştirdiğini anlamaya çalışırız.

Örneğimizin bu olgusunda, öznemizde alışılmışın dışında bir şeyler gözlemleriz. Bu düşünceden hareketle, ruhsal olayların temelinde bir nedensellik görülebilir; bu nedensellik mantıksal bir sıralanış değildir; bizi şöyle bir düşünceye yöneltir:

Bugün bir özne şu ya da bu nesneye yarın yok olabilecek bir ilgi duyuyorsa karın ağrısı çekmeye benzer bu, ağrılar ansızın kayboluverir ve yerini başka bir sıkıntıya, örneğin yersiz bir korkuya bırakır. Geçmişte, görünümü farklı olaylar dizisinin mantıksal ve nedensel sürekliliğini belirlemek olanaksızdı. Kişinin şu ya da bu fanteziyle korkuya kapılacağı, baş ağrısına, baş dönmesine, yıldırım aşkına tutulacağı bilinmezdi. Bugün bunların, düzey değiştiren aynı enerjinin değişik görünümleri olduğunu biliyoruz; enerji genellikle bilinci uyarır, kimi zaman da orada gözden kaybolur, birkaç basamak aşağı iner ve yürek çarpıntısı, karın ağrıları gibi olaylara neden olur, ardından değişik bir görünüm, örneğin bir düşünce, bir coşku görünümü altında yeniden belirir. Enerjetik düşünce psikolojiye yabancı düştüğünden, tüm bu fenomenler ortak bir addan yoksundur. Belirtilerde bir ana birim ve birbirleriyle bağlantı oluşturan eşdeğer ilintiler bilinmediği için bunları gözlemlemenin de hiçbir anlamı yoktu eskilerde. Ruhsal enerjinin sözünü ettiğimiz değişimlerini daha iyi belirleyecek bir örnek size:

Hasta, tuhaf davranışlar gösteren elli altı yaşında bir kadın; birdenbire başlayan zihinsel karışıklık ve buna bağlı olarak sürekli yakınma. Tıbbi araştırma sonucu ortaya çıkan hiçbir şey yok, yalnızca sırtta görülen tomurcuk biçiminde kabarıklar akla kötü bir urun varlığını getirebilir nitelikte. Bu olguya nasıl katıldığımı anmısamıyorum; hastanın içinde bulunabileceği ruhsal durum gözönüne alınmamıştı. Hastayı kontrol ettiğimde deri kabarcıklarının sırtın her iki yanında da simetrik olarak bulunduğunu gördüm. Sonra hastalığın geçmişini araştırdım; nerede, nasıl ve ne zaman başladığın öğrenmeye çalıştım. “Ne oldu böyle birdenbire, niye böyle ani başladı?‿ diye sordum hastaya. Bu konuda hiçbir şey bilmiyordu. Daha önce çok iyi bir durumdayken, sözkonusu hastalık bir anda ortaya çıkıvermişti. Kendisiyle ilgilenen hekimleri sorguya çektim; her şeyi araştırdıkların, hastanın oğlu ve akrabalarıyla görüşmelerine karşın hiçbir bulgu edinemediklerin söylediler. Fakat inatçı olduğum için (hâlâ da öyleyimdir) yeniden hastayı sorguya çektim: “İyi düşünün, geçen hafta Noel sırasında, herkesin evinde olduğu bayram günü ne oldu?‿ Hiçbir şey anımsamadığını yineledi.

- Kuşkusuz, Noel için bir takım hazırlıklar yaptınız değil mi?
- Hayır, yapmadım.
- Niçin yapmadınız?
-Çünkü oğlum gidiyordu.
- Niçin?
- Evlenecekti.
- Gitmesi gerekiyor muydu?
- Evet, hem de istemediği halde.
- Hangi tarihte?
- Şu gün.

Hastalığının ilk belirtisi, sözünü ettiği, o ˜şu gün’ de boy göstermişti. Hekimlere bu bir "œhisteri" dedim. Yaşama nedenlerinden birinin yok olması, hastada bilirli bir yerdeki enerji bölünmesine yol açmıştı. Bu da, nedeni anlaşılmayan sıkıntıları ortaya çıkarmıştı. Hasta, yaşlı dul kadın, bir başka kadın için giden oğlunun hastalığına neden olduğunu bilemezdi; oysa içinde bir şeyler başkaldırıyordu: Sevgili oğlum beni bırakıp gidiyor, ikinci kez dul kalıyorum; sıkıntıları, çığlıkları hep bundandı; hasta durumunu kendine açıklayamıyordu.

* * *


Çağdaş bilimsel düşünce nedenselliğin oğludur; neden araştırmaları da geçerli akçedir bugün. Sonuçta, düşyorumsal psikolojiyle ilgili bilimsel bir açıklama gerekti mi, tümdengelimli Freudcu düşünceler çok ilgi çeker. Bunları kuşkulu bulduğum doğrudur, çünkü zorunlu olarak eksik kalırlar; sonuçta yer alanları karanlıkta bırakan nedensel kaynaklı düşünceler, ruhu tanımaktan uzaktır.

Ancak büyük güçlükler karşısında, nedensel ve ereksel kavramların uygulamada olduğu kadara kuramsal alanda da işbirliği bugün hâlâ kullanılabilir ve bizi düşün doğasını en iyi biçimde tanımaya ulaştırabilir.

* * *


Bilimsel ruh incelemesinin, geleceğin bilimi olduğuna inanıyorum. Psikoloji, doğa bilimlerinin en genci ve henüz emekleme evresinde bugün. Bizim için en önemli bilim dalı bu; gerçekten de, insanoğlu için en büyük tehlikenin açlık, deprem, mikropla, kanser olmayıp, yalnızca insanın kendisi olduğu, göze kamaştırıcı bir açıklıkla ortaya çıkmıştır.

Nedeni ortada: Ruhsal yaraları saracak etkili bir çare yok henüz, oysa bu yaralar doğanın en acımasız, en büyük yıkımlarından daha da yok edicidir! İnsanı olduğu gibi, halkları da korkutan en büyük tehlike, psişik tehlikedir. Beliren genel güçsüzlüğün nedenleri, bilinçaltını hiç dikkate almaksızın tek bilinçle, ama yalnızca bilinçle ilgilenmiş olmasıdır. Bunu sonucu olarak insan için en büyük tehlike, bilinçaltı etkilerin biriktiği kitleden kaynaklanır ve bilincin akılcı direnmelerini susturur. Her kitle örgütü, dinamit yığınından farksız gizli bir tehlike oluşturur. Çünkü buradan, kimsenin istemediği ve hiç kimsenin de engelleyemeyeceği etkiler yayılır! Bu nedenle psikolojinin ve onun bilgilerinin, buluşlarının yaygınlaşması ve böylelikle insanların başları üzerinde dolaşan büyük tehlikelerin nereden kaynaklandığını öğrenmeleri gerekir. İnsanların, modern savaşlar olarak beliren büyük yıkımlardan kendilerini korumaları herkesin tepeden tırnağa silahlanmasıyla olmaz! Silah yığınları savaşları gerekli gösterir! Gelecekte, bilinç setlerini yıkıp kurtularak dünyayı tehlikelere sürükleyen bilinçaltının yarattığı koşulları yok etmek, daha yeğlenir bir durum değil midir?

Umarım, tüm insanlık için geçerli olan bu sorunu aydınlatmaya yarayacaktır bu kitap.

Küsnacht-Zürih, Ocak 1944
Carl Gustav Jung

Carl Gustav JUNG
Çev. Engin BÜYÜKİNAL
Say Yayınları, 5. Baskı, 2004
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
burada, psikoanalistler


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 04:57.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.