Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Türk ve Dünya Tarihi > Türk Tarihi > Türk Tarihinde Yer Alanlar

Türk Tarihinde Yer Alanlar Türk tarihinde yer alan olay ve portreler


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 24.05.2013, 14:43   #1
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Efsane Vali - Recep Yazıcıoğlu (1948-2003)

Türkiye'nin Efsane Valisi

Recep Yazıcıoğlu

1948 -2003





Doğumu

Türk halkının yakından tanıdığı ve çok sevdiği bir insandır. 1948 yılında trabzon'un sürmene ilçesine bağlı köprübaşı yılmazlar köyünde doğmuştur. ailesinin sonradan aydın iline yerleşmesi sonucu, 1964 yılında aydın lisesi, 1968 yılında ankara üniversitesi hukuk fakültesi'ni bitirmiş, aynı yıl aydın maiyet memuru olarak kaymakamlık stajına başlamış, devamında 16 yıl kaymakamlık, 5 yıl tokat, 2 yıl aydın, 8 yıl erzincan, 1 yıla yakın da denizli valiliği yapmış, topluma önemli hizmetlerde bulunmuş, özgün, nevi şahsına münhasır, eşsiz bir devlet; devletten daha ziyade bir millet adamı'dır. evli, üç çocuk ve bir torun sahibidir. kız çocuklarına Rüveyda ve Necla, oğluna ise Mehmet Kemal adını vermiş bir babadır.



Siyasi Görüşü


Bürokratik, elitist, Merkeziyetçi sistemi" eleştirmiş, idari sistemde adem i merkeziyeti savunmuş, bu yönde devlet - halk işbirliği ve toplum kalkınması metodu ile çok sayıda projeye öncülük etmiştir. Doğa sporları ile doğu anadolu'nun imajını değiştirmeye, bölgeyi tanıtmaya çalışmış, böyle yaparak bu süreçte klasik terörle mücadele metodlarının yanında bir de terörle psikolojik mücadele yöntemini uygulamaya koymuştur. "bu sistem değişmeli", "sil baştan" isimli iki kitabın yazarıdır. Kendisi hakkında da "aykırı vali yazıcıoğlu", "vali yazıcıoğlu" adlı iki kitap yayınlanmıştır. Tokat toplum kalkınması projesi iki doktora tezine, Erzincan, Kemaliye Başpınar köprüsünün yapımına ilişkin çalışmaları da, Ayşe Kulin'in köprü romanına konu olmuştur. Sağlıklı yaşamla ilgili bir dizi uygulamalar yaparak "kolalı içeceklere, sigaraya, alkole hayır; süt, ayran içelim, kepekli ekmek yiyelim" kampanyalarını başlatmıştır.


Sistemin içinde olmasına rağmen sistemi sürekli eleştiren, sistemle barışmayan, devletin değil halkın valisi olmayı amaçlayan ve bunu da başaran birisidir. Aydın oligarşisine ve bürokrasi despotizmine savaş açtığından zaman zaman eleştiri oklarına da hedef olmuştur ki, 28 şubat sonrası merkeze alınarak bir ara valilik görevinden el çektirilmiştir.


Millet ile yatırımcı arasında bir köprü olması gereken bürokratik yapılanma ve merkezi zihniyetinin, köprü değil ama duvar işlevi gördüğünü her dem vurgulamıştır. Merkezi idarenin hali hazırdaki bir temsilcisi olarak, devlet sistemimizin ağır işlediğini, yıldıran bir bürokrasiye sahip olduğunu, bu bürokrasinin demokrasiye diz çöktürdüğünü, merkezi idarenin yetkilerini bir an önce yerel yönetimlere aktarılması gerektiğini, Türkiye'nin düze çıkması için mutlak surette hizmetlerin halkın ayağına götürülmesini defalarca söylemiş ve medyanın bu konulara dikkatini çekmek ve bu söylemini ülke gündemine sokabilmek için de sörf, kayak, yamaç paraşütü, rafting yapmış, kendisine yönelen ilginin içini de bu sert söylemle doldurmuş özgün bir kişidir. devlet hizmetindeki bilgi, görgü ve deneyimlerini bu yolla içinde yaşadığı topluma ve hizmet ettiği milletine anlatmaya çalışmıştır.


1984 yılında 36 yaşındayken Türkiye'nin en genç valisi olarak Tokat Valiliği'ne atandıktan sonra; ihale açmaksızın müteahhitleri devreden çıkararak, kamu özel idaresi ve halk işbirliği ile tokat ve köylerinde tüm cumhuriyet tarihinde yapılan dersliklerden çok daha fazla derslik yapımını sadece dört yıla sığdırmıştır. özellikle bu tokat valiliğindeki hizmetlerinin duyulması ve akabinde yılın bürokratı seçilmesi sonrasında, tüm idealist kaymakamların örnek aldığı mülki amir konumuna geçmiştir. Bu idarecilik yeteneklerini takdir eden Mümtaz soysal da, yazıcıoğlu'ndan zıpkın gibi biri diye övgüyle bahsetmiştir. Sürekli söylediği sözlerden biri "Kurtarıcı yoktur, halkın kendisi önce kendini kurtarmayı, kurtarıcılardan medet ummamayı öğrenmelidir", diğeri ise şerefu l mekan bi l mekin'dir.




Ölümü


İçinde bulunduğu düzeni alabildiğine eleştirmiş, bir çok politikacının doymaz iştahı ve paylaşım isteklerine tek başına karşı koymaya çalışarak Türk insanının gönlünde taht kurmuş olan bir diğer sıra dışı devlet adamı ve yine kendisi gibi Trabzon sürmene doğumlu Adnan Kahveci ile aynı kaderi paylaşmış bir bürokrattır. Sistemi değiştirme söylemi üzerine kurulu ciddi eleştirileriyle tanınan Recep Yazıcıoğlu, vali olduktan sonraki süreçte geçirdiği üçüncü trafik kazası sonrası maalesef ki kurtarılamamıştır.


Son görevi Denizli Valiliği sırasında, Ankara'nın temelli beldesi yakınlarında 2 eylül'de geçirdiği trafik kazası sonrası tedavi altında bulundurulduğu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn'i Sina Hastanesi'nde 4 eylül perşembe günü beyin ölümü gerçekleşmiş, yaşam destek ünitesine bağlı olarak diğer organları yaşatılmasına rağmen 8 eylül 2003'de vefat etmiştir. Vefatı sonrası Aydın - Söke asri mezarlığında toprağa verilmiştir. Mezarına bir dönem görev yaptığı Erzincan'dan getirilen Fırat nehri suyu dökülmüş, Erzincan toprağı serpilmiştir. Yine erzincan'da gıyabi cenaze namazı kılınmış, Erzincanlı kadınlar da cenaze namazında saf tutmuştur.


Komplo Endişeleri
Vali Recep Yazıcıoğlu, Denizli'deki zengin uranyum madeni çalışmaları sırasında öldürülen mühendislerin faillerinin dosyaları ile birlikte bakanlığa (Ankara)'ya, giderken bir kazada hayatını kaybeder. Yazıcıoğlu'nu taşıyan araba aşırı hız yüzünden takla atarak istinat duvarına çarpar. Araçta bulunan Ziraat Odası Başkanı olay yerinde hayatını kaybeder. Vali Yazıcıoğlu ise ağır yaralanır ve yoğun bakıma alınır. Ancak aracı kullanan şoför kazadan hiçbir yara almadan kurtulur. Yazıcıoğlu beş gün kaldığı yoğun bakımda hayatını kaybeder.
Köprü Dizisi, Vali Filmi ve Yazıcıoğlu

Yazar Ayşe Kulin tarafından kaleme alınan Köprü adlı romandan esinlenilerek çekilen ve Star TV'de Erzincan Valiliği sırasında yapılması için büyük emek harcadığı Başpınar Vali Recep Yazıcıoğlu Köprüsü 'nün konu edildiği bir dizi film yayınlanmıştır.Dizide valiyi sanatçı Erdal Beşikçioğlu canlandırmıştır.

Valinin karakter ismi dizideki ve diziden sonra devam eden "Vali" filminde Faruk Yazıcı'dır.

9 Ocak 2009'da gösterime giren "Vali" filminde ise Vali Recep Yazıcıoğlu'nun Denizli'deki Uranyum rezervlerini Amerikan firmasının kullanımına açmadığı için suikaste kurban gittiği iddia edilmektedir.


Vali Yazıcıoğlu'nu bir de yardımcısı anlatıyor, bakalım o nasıl tanıyor merhum Vali'yi...

Onu ilk kaymakamlık kursunda bize ders vermeye geldiğinde gördüm. O güne kadar hep toplum kalkınması çerçevesindeki inanılmaz icraatlarını, Tokat efsanesini, traktörle veya motosikletle tebdili kıyafet yaptığı habersiz denetimlerini, baston yutmuş gibi kasılmaktan bir taraflarına felç inecek bürokrat tavırlarını, bürokrasiyi ve halkı da sigaya çeken, toplumumuza başaramama fırsatını bile tanımayan merkeziyetçi yönetim yapısına karşı alternatif çözümleri de ortaya koyan eleştirilerini birlikte çalıştığı meslektaşlarımızdan, basından vs.. duymuştum. Aklıma takıldığı için sordum: ‘Siz valilerin seçimle gelmesini savunuyorsunuz.

Seçimle gelen başarısız yöneticilerin yanında tayinle gelen sizin gibi başarılı yöneticiler de var. Bir de üniter yapı meselesi... Bu niye önemli?’ Bilmeden damardan girmişim. Üç saatin nasıl geçtiğini anlayamadık. Ders bittiğinde hepimiz karşımızda örnek alınmaya değer, heyecanı, iddiaları olan muhteşem biriyle karşılaştığımızı anladık. Her meslek grubunda olduğu gibi mülki idarede onun gibi olmaya heveslendiğimiz bir örnek insandı artık. Bu örneğin tekrarlanmaması gayretlerine de şahit olduğunu söylerdi. Değil mi baltanın sapı bizdendi. 1984 yılından beri Türkiye’de kaymakamların örnek aldığı, yanında çalışan hiçbir meslektaşımızın hakkında olumsuz tek laf edemeyeceği bir insandı.

1993 yılında Erzincan Vali Yardımcılığı’na tayin edildiğimde Mümtaz Soysal’ın ‘zıpkın’ diye tarif ettiği birisinin yanına gitmekten dolayı epey heyecanlı ve memnundum. Merkeziyetçi yönetim yapısının Özal’ın bütün gayretlerine rağmen cari olduğu, güçlü yerel yönetim yapısının üniter devlet yapısına sanki ters addedildiği ülkemizde taşrada olmasına rağmen ülke gündemine yaptıkları ve söyledikleri ile girmeyi başarmış, bundan daha önemlisi hiçbir zaman ülke gündeminden çıkmamış birisi ile çalışmak her meslektaşıma nasip olacak bir mazhariyet değildi.

Altı yıl Erzincan’da ki görev yaptığım vakitler, şimdi hayatımda hatırlamaktan bile zevk aldığım en müstesna yıllardı. Çalışana her türlü yetkiyi, imkanı vermeye programlanmış, Erzincan’da çalıştığı dokuz yıl boyunca her türlü güzel işe bir yerinden mutlaka katılmış, hiçbir şey yapamazsa gidip ‘aferin, arkanızdayım, her türlü yardıma hazırım’ sözünü söylemiş birisi olduğunu yakından gördüm. Bu sebeple ve sahip olduğu müthiş bir empati yeteneği, içinde fazilet duygusuna yer vermek kaydıyla başkalarının meşru menfaatlerine karşı duyduğu saygı sebebi ile herkesin sevgisi yanında minnettarlığını kazandı.


Herkesi kucaklardı


Ancak Recep Yazıcıoğlu’nun hayattayken de gördüğü müthiş ilgi ve sevgi için bunların yanında sahip olduğu başka meziyetlerinin de olması gerekirdi. Bu ülke insanının birbirleri ile kavga edenleri, marjinal olarak nitelenen unsurları da dahil olmak üzere toplumun bütün kesimleri tarafından benimsenmesi, sevilmesinin esas nedeni neydi? Yanında çalışmış olmak hasebi ile şahsıma sorulan en önemli sorulardan birisi de ‘yahu bu vali solcu mu sağcı mı?’ oldu. Üstelik bu soruyu soranların başka yerlerde akademik lafazanlıklarla sol ve sağın bittiğini söyledikleri halde bu soruyu sormaları söz konusuydu. Recep Bey’in bu kategorilere konulamayacak kadar geniş vizyonu olduğunu, belli kalıplara sığmasının mümkün olmadığını söylediğimde de kimseyi inandıramadığımı hep müşahede ettim. Geçen günlerde İşçi Partililerle ülkücülerin ortak miting düzenlemesi yukarıdaki ifadeleri belki bir ölçüde anlaşılır kılmıştır.

Recep Yazıcıoğlu kadar bu toplumu kucaklayabilen, toplumun bütün kesimlerinin kendisini ifade edebileceği birisi bugün artık Türkiye’de maalesef yok gibidir ya da varsa biraz daha öne çıkmalıdır. Türkiye maalesef örnek alınmaya değecek önemli ve değerli sembol isimleri bol olan bir ülke değildir. Solda, sağda, ileride geride vs.. hangimizin arkasından gidebileceği kıvamda bir insan kalmıştır ki... Politikaya girseydi bu kucaklayıcılığını muhafaza edemezdi diye düşünülebilecek bir ön yargıya verilecek cevabı test etmek mümkün olamadan kendisini kaybettik. Ancak politikada taraf olan Turgut Özal’ın cenazesine katılan milyonlar bu tür iddiaların her zaman geçerli olamadığının ispatıdır.

Girdiği hiçbir yerde ikinci adam olamayacak kadar kapasiteli, moda tabirlerin ifadesiyle vizyonu geniş, doyumlarını sağlamış ve komplekslerinden arınmış birisi olarak Recep Yazıcıoğlu idarecilik hayatında sağladığı başarı grafiğini politikada da mutlaka yakalardı diye düşünüyorum. Çünkü siyasi iktidarların neden iki senede tıkandığının nedenlerini çok iyi yakalayabilmiş birisi olarak sistematik düzenlemelere gitmeden nokta bazlı proje ve icraatların devamını getirmenin çok zor olduğunu devamlı ifade edegelmiştir. Yanlışların bir kısmını düzeltmenin aslında yanlışta bile bir dengenin sağlanması sebebi ile yanlışlığın dengelerinin bozulmasına ve boyutunun büyümesine yol açtığına, bu nedenle sil baştan yapmadan başarılı sonuç alınamayacağına inanan nadir insanlardandır.

Belli makamlara gelen bürokrat ve siyasetçilerin adeta 100, 150 yıl orada kalacağını zannederek icraat yapmaya çalıştıklarını, yetkilerini merkezileştirmeye, taşrayı güçlendirmenin önüne set çektiklerini, konumlarını kaybedenlerin de yapma fırsatını sanki hiç bulamamış gibi sızlandıklarını, bunun ise trajikomik olduğunu ondan işittim.

Recep Bey bürokrasinin eline geçirdiği hiçbir ipin ucunu bırakmadığını, daima kağıt üzerinde düzenli ama fiiliyatta iflas etmiş bir Türkiye’den yana tavır koyduğunu, karar aldığını, ıslahının ise gayri kabil olduğunu bu ülkede en iyi anlayan kişilerden biriydi. Her şeyi çözebilecek bir süpermen olarak görülmesinin altında yatan esas sebep de budur. Adına açılan ziyaretçi defterine bir vatandaşımızın yazdığı şu ifade ilginçtir: ‘Sırat köprüsünün başında durup, ‘hadi uşaklar böyle gelin’ diyerek bizi karşıya geçireceksin’. Öbür dünyada da kendisinden kurtarıcılık beklenen bir devlet adamı herhalde başka yoktur. Sürekli söylediği; ‘kurtarıcı yoktur, halkın kendisi önce kendini kurtarmayı, kurtarıcılardan medet ummamayı öğrenmelidir’ sözüne rağmen bu toprakların gerçeği bu olup bu gerçeğin hükmünü gelecekte de icra edeceği açıktır.

Bir Recep ayında hayattan kopan Recep Yazıcıoğlu açısından el hak bu vatandaşın temennisinin de gerçekleşeceğine benim itikadım vardır. Onun gerçekten iyi bir idareci olmak yanında muhteşem ölçülerde iyi bir insan olduğunun dünyada ve ukbadaki şahitlerinden birisi de benim.


Bürokrasiye Savaş Açmıştı


Usulsüzlük ile yolsuzluğun devamlı karıştırıldığı Türkiye’de yolsuzluğu yok, usulsüzlüğü çok bir bürokrat olarak Molla Kasımları hiç eksik olmamıştır. Değil devlette özel sektörde bile usule uymak suretiyle icraat yapmak zordur; çünkü bürokratik yapılanma ve zihniyet köprü değil maalesef duvar fonksiyonuna sahiptir. Bu ülkede toplumla bürokratik yapı arasında adeta ilan edilmemiş gizli bir savaş vardır ve savaş kuralları hükmünü icra etmektedir. Yatırımcı bir işadamını dinlerseniz çok rahat ikna olmanız mümkündür.

Burada usule hiç uymamak gerekir şeklindeki değerlendirmelerin yanlış olduğu ise her türlü izahtan varestedir. Kuralsızlık zaten hiçbir toplumun katlanabileceği bir olgu değildir. Ancak kuralların uygulanamamasının gerisinde yatan gerçeklerden birisi de budur.

‘Siz isterseniz yaparsınız’ tarzındaki halk değerlendirmesinin gerçekçiliği vardır. Biz devletlular istersek yapabiliriz. Neyi istedik de yapamadık ki... Ben Recep Bey’de bunun sayısız örneklerine şahit birisi olarak halkın bu anlayışının yersiz olmadığını ifade etmekle yetiniyorum.

Recep Yazıcıoğlu gibi insanları büyük yapan en önemli hususlardan birisi yaptıkları işlerden daha çok başlattıkları süreçler, açtıkları yollardır. Her zaman yapılacak sonsuz sayıda iş vardır ve bunları yaparak ihtiyaç ve beklentileri karşılamak imkansızdır. Ancak açılan yollar ve başlatılan süreçler sonsuz sayıdaki işlerin vs.. yapılmasına uygun ortamı hazırlar. Esas olan da budur. Devletin müthiş harcamalara rağmen hizmetlerinde yetersiz ve kalitesiz olması işleri vs.. yaparak bitirmeye çalışmak istemesindendir. Yetişmenin mümkün olamadığı, yönetilemez büyüklükleri yönetmek iddiasında olmak başarısızlığı peşinen kabul etmek demektir. Aynı ödenekler, aynı mevzuatla Recep Bey’in farklılığını ortaya koymasının sırrı da budur.

Kendisine ulaşılamayacak ölçüde liderlik özelliklerine sahip olmasının bu sırrı maalesef yeterince anlaşılamamış, dolayısı ile bu kadar yıllık idarecilik hayatında onu aşacak kapasitede insanlar yeterince ortaya çıkamamıştır. Bunun bir ufuk, vizyon meselesi olduğu açıktır.

Seni ameliyat masasında sargılar içerisinde yatarken gördüm. Tıbben öldüğünü söyledikleri, makineye bağlı yaşadığın anda bile görünüşün gerçekten heybetli ve muhteşemdin. Sen bu düzeni bozuk, insanların haysiyeti ve şerefinin hiçe sayıldığı, demokratlığın özünün yakalanamadığı, adam yerine konulmaya, başarıya, saygıya aç bu toplumdan, kötülüğün kol gezdiği diyarlardan bizi yalnız başımıza bırakıp, umutlarımızı, gelecek hayallerimizi de beraberinde götürüyorsun. Dik durdun, dik gidiyorsun. Allah makamını cennet eylesin. Güle güle büyük insan, güle güle...

Denizli Vali Yardımcısı Yazıcıoğlu’nun yakın mesai arkadaşı Orhan Öztürk



Bazı Demeçleri..

  • Kim kutsal devlet diyorsa, kutsal değerlere küfür ediyordur. Devletin kutsalı olmaz. kutsal olan insandır, millettir, duygudur. üç - beş kişinin biraraya gelip kurduğu yönetim organizasyonunun adı olan devletin nesi kutsal... Bizde demokrasi talebi yok; bu yüzden de antidemokrat adamlar istedikleri gibi at koşturuyorlar.
  • Atçalı Kel Mehmet 1826'da hademe olarak çalıştığı valiliği basar ve kendini vali ilan eder. buna ilk demokrasi girişimi deniliyor. işte ilk demokrasi girişimi böyle olursa, bugünün demokrasisi de böyle olur...
  • Kendi çıkarlarını korumak isteyenler önce "sistem elden gidiyor, rejim tehlikede" derler.
  • Ülkenin dirliği hep, menfaatlere çalışıyor. kim bu ülkenin dirliğini savunanlar, bir düşünmek gerekiyor...
  • Sistem ya da rejim halkı içine çekerek güçlendirilir. Askerdeki kürt çavuşlara bir bakın bakalım nasıl da çakı gibi askerlik yapıyorlar. Doğu halkı sistemin içine çekilip sorumluluk verilseydi bugün doğu sorunu olmazdı."
  • Su kayağı gibi fuzuli islerle de uğraşıyoruz biliyorsunuz. Erzincan'da doğa sporları derneğine para verdiğim icin yargılanıyorum.
  • Sen doğuda yüz tane bes yüz tane askerle gezersen, deliğine girersen, orada yaşamın devam ettiğini insanlara nasıl göstereceksin? Sokağa öyle çıkarsan adam der ki "Eyvah memleket elden gitti". Risk alacaksın kardeşim başka çaresi yok. şansın varsa postu deldirmezsin.
  • Ankara'da zil calip para isteyen sendikalar neden düzeni tartışmaz, düzen değişikliği istemez. Türkiye'nin en buyuk sendikası "Ne değişecekmiş Türkiye'de, ben siyasi parti miyim? der mi? harika".
  • İtaati, biati iman haline, kültür haline getirmeyin.
  • Aydın'ın dibinde yatan milli serveti çıkarmamanın vebali ve gunahı hepimizin. oradaki milli servet Aydın halkını, politikacısını, odasını, sendikasını vs, bekliyor.
  • Memur tayin ederek, katip sürerek yöneticilik olmaz. bunlar fasaryadir. Proje yaratmak zorundasın.
  • Yıllarca çoban sulu (süleyman demirel) diye dalga geçtiniz de o çobansa biz de sürü değil miyiz kardeşim. ama bunu sekiz sefer söylediniz.
  • Boyuna politikacı karşılıyoruz, politikacılar karşılanmayı, uğurlanmayı çok sever, o yüzden bakan olurlar. Ulan ben neymimim der ya. Beni yeni keşfettiler herhalde der. Bakanların mersedese binmesi gerekiyor Kuran'da ayet var biliyorsunuz.
  • Halkın gücünün farkına varın. Kayseri'deki üniversitenin her bir binasını bir işadamı yapmıştır. Hükümet "hangi il altyapıyı yaparsa o ile üniversiteyi veriyorum" derse çıkacak sonucu görün.
  • Bir milyonluk Kuşadası'nda hastane yok, Sağlık ocağında hizmet veriliyor. Söke'nin nüfusu 50 bin, hastane olarak bilinen bir sağlık ocağı ve 55 uzman doktoru var. Erzincan'in nüfusu 100 bin, 15 uzman doktor var ama toplam 1000 yataklı dört tane hastanesi var.(zamanın koşullarlna göre) para bol.
  • Erzincan'da her on kişiye bir hastane yatağı düşüyor, biz de tasarruf tedbiri olarak; kağıdın arkasına yazıyor, musluk tamir ediyor, arabalara binmiyor, iki lambadan birini söndürüyor, asansör kullanmıyoruz.
  • Bir gün kaymakamı ziyaretinde içeride ocak bucak başkanları, çivi karaborsacıları, lastik bilmem necileri var iken, kaymakamın babasına “Otur” yerine “Ne var Mustafa Bey” diye sorması”, babası ile kaymakamın ilişkilerini koparıyor ve dört yıl görüşmüyorlar.(bundan sonra Kaymakam olmaya karar veriyor.
  • Ben öyle aman aman şeyler söylemiyorum. Söylediklerim 5 yıllık kalkınma planlarında yazan, hükumet programlarında yer alan, Meclis'ten geçmiş ama hayata geçememiş konular. Karnımdan değil yürekten konuşuyorum"
  • Herkes sisteme teslim, yeniden yapılanma için eylem yok. Halkın talebi yok. Halkımız duyarsız, ilgisiz. Çarkıfelek'e, Sibel Can'a gösterdiği ilgiyi değişime göstermiyor. Siyasi iktidar bindiği dalı neden kessin? Duyarsız yığınlar kendi varlığının farkına varmadı, çünkü örgütlenemedi. Bana sorarsanız millet sınıfta kaldı. Halkımız korkuyor çünkü ana dayağı, baba dayağı, polis dayağı, asker dayağı ile halkımızı korkutuyoruz. Bu kadar dayaktan sonra duyarsız oluyor. O kadar ki; kendisine zararlı olan yiyecek ve içecekleri söylüyoruz adam anlamıyor. Beyaz ekmek yeme, beyaz ekmek demek nişasta demek, tansiyon, kolesterol demektir diye anlatıyoruz, adam yine gidip beyaz ekmek alıyor. Boyalı içecek içme diyoruz, tabii içecek, ayran iç diyoruz adam anlamıyor. İçki, sigara tüketimi ve kumar oynamada dünyada dördüncüsüyüz. Bu muazzam halktan ne beklenir!"
  • Mezar taşına şunu yazdırmayı düşünüyor; "Hür, demokrat, adam gibi bir ülkede yaşayamadan gitti"
  • Devlet kademesinde yükselmenin üç yolu olduğunu vurgulayarak, Valilik abartılmamalı. Her görev önemlidir. Önemli olan geldiğin konumun yükseklik derecesi değil, yaptığın iş ne olursa olsun onun en iyisini yapmaktır. Ben de işimi yapmaya çalışıyorum.
  • İnsanlar devlet kademelerinde nasıl yıkselir diye sorulursa, ya hak ederek, ya sürünerek ya da yaltaklanarak yükselirler. Bu gibi pek çok yöntem vardır. Ben hak ederek geldiğime inanıyorum.
  • Bizim yetişme tarzımızda, eğitim sistemimizde yasakçı bir anlayışı var. Tartışma, sorgulama, araştırma ve eleştiri yok. Ezilmiş, bozulmuş, yasaklanmış, kalıplara sokulmuş, siyah beyaz dediğimiz mutlak doğrularla yatıp kalkan bir kültür, eğitim sistemimiz var. Biz halk olarak mutlak doğrulara teslim olmuşuz. Halbuki ne sosyal alanda, ne teknik alanda mutlak doğru yoktur. (Neden Çağdaş Uygarlık Düzeyine Ulaşamadık diye soran çocuğa ölmeden önceki son röportajından)
  • Bizler hiçbir şeyden şüphe duymuyoruz. Üretici olamıyoruz. Bizler sadece bekliyoruz. Vali tebdili kıyafet giysin Denizli'yi kurtarsın. Başbakan Türkiye'yi kurtarsın. Böyle bir şey yok. Kurtarıcı halktır. Halkın örgütlü gücüdür, halkın katılımıdır. Problemler bu şekilde çözülür. Ama biz hep kurtarıcı, kurtar bizi ana, kurtar bizi baba gibi yetişme tarzımızdan kaynaklanan beleşçi bir yaklaşım içindeyiz. Bu nedenle bizden dinamik bir yapı, dinamik, özgür, üretken beyinler çıkmıyor
  • Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar.
  • Gidemediğimiz yer bizim değildir


"Aykırı Vali Yazıcıoğlu" adlı kitabtan kısa bir söyleşisi..

"Türk kültürü Allah kerim , devlet kerim diyor; böyle bir şey yok. bu yanlıştır , sakat bir kader anlayışıdır. Gereğini yaptıktan sonra Allah'a ve devlete güven. "

"Bizim insanımız söylemez söylenir. toplum yüksek sesle düşünmez. Ondan sonra da kurallara uymaz. Herkes kurallara uysun ben de uyayım, herkes çalmasın ben de çalmayayım, herkes saygılı olsun ben de saygılı olayım der. "

"Sui misal , misal olmaz. bizde sui misal misaldir. Sen kendinden sorumlusun kardeşim. Kurallara kimse uymaz sen uyarsın. yok diyor, herkes uysun ben ondan sonra uyayım. Şimdi bu yapıdan ürün çıkmaz. "

"Birbirimizi tamamlıyoruz. Ne yönetenler yönetilene fatura çıkarsınlar ne de yönetilenler yönetene. Bu bileşik kap işidir. kollektif sorumluluktur. Fatura hepimizindir, siyasetçiler gökten zembille inmedi. Bunları sandıktan çıkarak ölünceye kadar başına taç eden sevgili halkımızdır."

"O zaman neticesine de katlanacaktır ve katlanmaktadır."

"Nedir o netice? "

"Geri kalmışlıktır. ''


__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
10 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 24.05.2013, 15:10   #2
Çevrimdışı
Heliosaga
Cehennem Yolcusu

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Efsane Vali - Recep Yazıcıoğlu (1948-2003)



Hayatından Kesitler

Süper vali… Efsane vali… Zıpkın vali… Aykırı vali… Sıra dışı vali... Türkiye’de vali dendiğinde akla ilk gelen isimdi Recep Yazıcıoğlu. Türkiye onu, sisteme, bürokrasiye, klasik devlet anlayışına karşı sert çıkışlar yapan, sözünü esirgemeyen biri olarak tanıdı. O ilk önce şen kahkahalarıyla dikkat çekti. Çünkü vali gülmez, fazla konuşmaz, bir imza atar, yazar geçerdi. Onun ise hiç eksik etmediği kahkahaları vardı. Aslında dünyaya karşı çıkışı bu kahkahalarının ardında gizliydi. Çoğu kişi yaşadığı şehrin valisinin ismini bilmezken, onu tanımayan yoktu neredeyse. Çünkü o hep halkın içinde, halkla birlikteydi. Kâh dağ başında, kâh valilik makamında, kâh azgın Fırat sularında. Takım elbiseyle gezdiği pek görülmezdi. Bir tişört ve şorttu en sevdiği kıyafeti. Aykırılığı kadar, ‘olmaz’ denilen projelere imza atmasıydı onu bilinir kılan. Ancak Türkiye’nin en genç valisi, genç yaşında ayrıldı aramızdan


DOĞUMLA KESİŞEN İLGİNÇ KADER


Sene 1948. Trabzon Sürmene’de bir recep ayı… Sürmene ilçesi Yılmazlar köyü Köprübaşı’nda İbişoğulları’ndan müftü Mustafa ve Fatma Yazıcıoğlu çiftinin ilk çocukları dünyaya gelir. İçinde bulundukları mübarek aydan ötürü baba, ‘Recep olsun’ der oğlunun adına. Evleri, ormanın arasında, patika yolun en ücra köşesindedir.

Sene yine 1948. Sürmene ilçesi Köprübaşı. Aylardan yine recep. Köyün diğer ucundaki yayla evi. Hasan ve Hatice Güneş’in bir kızı dünyaya gelir. Hasan Bey, köyün en zengin ağasıdır. Her şeyi vardır; ama bir oğlan çocuğudur gönlünden geçen. Pek belli etmez kimselere; velâkin “Karadeniz’de oğlan olmazsa bacalar tütmezmiş” sözü kulağındadır her daim. O gün atıyla yayla evine çıkarken önünü keserler ağanın: “Senin hanım yine kız doğurmuş.” “Hanım iyi mi?” diye sorar ağa. Önemli olan hanımıdır onun için. İyi olduğunu duyduğunda ferahlar içi. Yolunu kesenlere ise cevabı hazırdır: “Benim bir kızım bir de oğlum oldu. Oğlumun adı Recep. Kız kardeşim doğum yaptı. Kızımı kız kardeşime veririm. Böylece o da benim oğlum olur.”

Hasan Ağa, o gün yayla evine gittiğinde aynı şeyi söyler hanımına da. Recep onun da oğludur artık; hep ‘oğlum’ diye sever onu. Böylece Recep ve Meryem’in hayat arkadaşlığı doğar doğmaz başlar bir nevi.


RECEP, MERYEM VE ADNAN KAHVECİ


Recep ve Meryem, dayı-hala çocuklarıdır. İlkokulu beraber okurlar Köprübaşı’nda. Babası, Meryem’i Recep’e emanet eder. Recep de kendi gözünden bile sakınır onu. Yakın bir de arkadaşları vardır; Adnan. Gün gelecek Recep ile Adnan’ın kaderleri de birbirine benzeyecektir. Trabzon’dan çıkan iki önemli isim olacaklardır. Biri Maliye Bakanı Adnan Kahveci, diğeri Vali Recep Yazıcıoğlu. Recep, Adnan ve Meryem ilkokul üçüncü sınıfa kadar beraber okur. Recep onlardan daha çalışkan olduğu için sınıf atlar. Artık ayrı sınıftadır üç arkadaş. Meryem’in peşini bırakmaz Recep. Nereye gitse yanındadır. Onu kaybetmekten öylesine korkar ki birgün sırtına vurup kaçar Meryem’in. O yumruğun sevgiden olduğunu anlamaz Meryem. Kızar, küser, ağlar, isyan eder Recep’e…

Kısa süre sonra Recep’in babası müftü olduğu için tayini Muğla Milas’a çıkar. Baba Yazıcıoğlu; Recep, Mustafa Sait, Leyla ve Selma’yı annelerine emanet edip gider Milas’a. Evin en büyük oğlu Recep için hayat başlamıştır artık. Odun kesip eve getirir, çayırları tırpanla keser, 10 kilometre uzaktaki değirmende mısır öğütür. Bir müddet sonra baba, onları da aldırır Milas’a. Meryem ve Recep’in ilk ayrılığı olur bu. Eşi Meryem Yazıcıoğlu çocukluk günlerini şöyle anlatıyor: “Bizim birbirimizi alacağımızı akrabalar söylerdi. Ben çok nazlanırdım onun karşısında. Beğenmez, havalara girerdim. Başka biriyle evleneceğimi söyleyip kızdırırdım onu. Onların tayini çıkınca uzun süre göremedim.”

Recep, Meryem’in sevgisini kalbine gömüp gider Milas’a. Onu en yakın arkadaşı Adnan’a emanet eder. Karadeniz’in uçsuz bucaksız serin yaylalarından, Ege’nin bu çok sıcak ilçesine gelir aile. Recep, ne zaman Meryem’i düşünse, içine bir sıkıntı düşse ve ne zaman çok sevinse atar kendini suya. Belki de “Beni bir tek ya dağlar ya da sular anlar” demesi bu yüzdendir.


BİR MÜHENDİS ÂŞIK OLDU KIZA, KAÇIRACAKLAR

Liseye gidinceye kadar göremez Meryem’i. Bir gün babasıyla çıkar gelir memlekete. İlk işi Meryem’i görmektir. Meryem’in babası ‘Oğlum geldi’ diyerek karşılar Recep’i. Meryem ise yüz vermez: “İçimde küçüklükten kalan bir korku var. O gün annem çağırdı, Recep geldi diye, ben de ‘Bana ne’ dedim. Sonra gittim ‘Hoş geldin’ deyip çıktım dışarı. Yanıma geldi, ‘Hoş geldin deyip gittin’ dedi. ‘Bu kadar yeter’ dedim. ‘İyi o zaman ben gidiyorum’ dedi. ‘Güle güle’ dedim…” Çocuklukta vurduğu yumruğun öcünü alır o gün Meryem. Ama Recep, ‘Beni bekle’ sözünü alamaz Meryem’den, döner Milas’a.

Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazanır. Memlekete gelemese de mektuplarını yollar Meryem’e. Lamı cimi yoktur, alacaktır Meryem’i. En sonunda ikna eder, son mektubunda ‘tamam’ der Meryem. Üniversite imtihanlarından gelemez Recep köye. Kardeşinin eline bir yüzük, bir de inci kolye tutuşturur. O Ankara’da, Meryem Trabzon’da ayrı ayrı nişanlanırlar. Dört sene birbirlerini göremezler. Recep son sınıftayken bir mektup alır baba dediği dayısından: “Bir mühendis âşık oldu kıza. Peşini bırakmıyor. Camiye bile gidemiyorum, kızı kaçıracaklar diye. Gel al kızı.” Hemen atlar otobüse, köye gelir Recep. Bir nikâh kıyılır, apar topar getirir Meryem’i ailesinin yanına.

Gelinliği sevmediği için giydirmez Meryem’e. O da heves etmez zaten. Okulda çıkan boykotlar en çok onun işine yarar. Recep, Meryem’i görmek için yollarda geçirir bir seneyi.


SİLAH ZORUYLA AÇTIRILAN YOL

Yıl 1968. Çekingen, cılız, kimsenin yüzüne bakmadan konuşan Recep, maiyet memurudur (kaymakam vekili) artık. Görev yeri ise Aydın’dır. Altı ay boyunca ildeki bütün kurumlarda görev yapar. Mevzuatları inceler. Neler yapıldığını, müdürlerin nasıl çalıştığını, memur psikolojisini öğrenmeye çalışır. İlk iş, ilk deney, ilk görev her röportajında dile getireceği bir şeyi öğretir ona: “Bürokrasi hastalığı.” Halka karşı sert olmak, halka tepeden bakmak, işi yokuşa sürmek, vatandaşı engellemek, bugün git yarın gel anlayışı yani… Bürokrasi hastalığına karşı belki o zamanlarda bir nefret uyanır içinde. Ancak her zaman ‘Bu sistem değişmeli’ der Yazıcıoğlu. Ona göre bürokrat halka karşı değil, devlete karşı sorumludur. O dönemlerde yaptığı çıkışlarla farklı olacağının sinyallerini verir genç kaymakam vekili: “Her şeyin devletten beklenmemesi gerektiğini söylüyordu. Onun derdi sistemleydi. Hep bu sistem değişmeli derdi. Çünkü sistem değişirse, Türkiye değişecekti.”

Yazıcıoğlu’nun sistemle başa çıkma yarışı başlar artık. Her gittiği ilde çıkışlarıyla dikkat çeker. Halkın içindedir çoğu zaman. Bu da onu ‘farklı’ kılan en önemli özelliği. Aslında onun farklılığı sıradan olmasında yatar. Kaymakam vekilliğinde tecrübesi artınca Ankara’ya kaymakamlık kursuna çağrılır. Başarıyla tamamladığı kurstan sonra nihayet kaymakamdır Recep Yazıcıoğlu. İlk kaymakamlık deneyimini Rize Kalkandere’de edinir. Eski adı Kanlıdere’dir ilçenin. Sürüp giden kan davalarından dolayı bu ismi almıştır. 12 Mart Muhtırası o dönemde gerçekleşir. Ve sıkıyönetim ilan edilir ülkede. Türkiye genelinde yaşanan bu gerilimli havadan Kalkandere de nasibini alır. Çiçeği burnunda kaymakam da başına geleceklerden habersizdir: “Biz Kalkandere’ye gelmeden önce bir yol açılmış. Yol bir yere gelmiş, bir yerden sonra tıkalı. Halk yolun açılmasına, yaylalarından geçilmesine müsaade etmiyor. Kaymakam Bey de silah zoruyla yolu açtırdı.” O gün evden savaşa gider gibi çıkar kaymakam. Bir greyder, bir de gangster gibi cesaretli birini ister yanına. Bir taraftan ağaçlar, diğer taraftan mısırlar kesilir. Gürültüyü duyan halk koşar gelir. ‘Arazimiz gasp edildi’ diyerek bağırmaya başlar. Adamın biri bir kaya parçasını alarak üzerine yürür kaymakamın. Ancak cebinden çıkarttığı silahı dayar çenesine. Türkiye’de ilk kez bir yol silah zoruyla açılır. Ve kaymakam Recep Yazıcıoğlu ilk kez yetişemez cuma namazına.

Daha ilk kaymakamlığında politikacılarla çatışma yaşar ve tayini çıkarılır. Tayinin çıktığını öğrenip eve geldiğinde ise neden gönderildiğini şöyle anlatır eşine: “Hanım, biz hiçbir zaman el etek öpmedik, başımız dik, alnımız ak görev yaptık. Mükâfat olarak Adana-Bahçe’ye sürdüler.” Politikacılarla kavgası ilden ile sürükler onu. Sırasıyla Ağrı-Hamur, Çanakkale-Ayvacık, Hatay-Kırıkhan, Çorum-Alaca ve Bolu-Akçakoca’da kaymakamlık yapar. Ancak her gittiği yerde bir Recep Yazıcıoğlu değişimi yaşatır.


KAHVEHANELER OKUMA SALONU OLDU; EVREN YAŞI KÜÇÜK DİYE REDDETTİ, ÖZAL VALİ YAPTI

Değişim aslında, Yazıcıoğlu için sıradan olanı yapmak, sıra dışı bürokrasiyi reddetmektir. Makamının kapılarının ardına kadar açık olması da bu yüzdendir. Alaca Kaymakamı iken ilk defa makam odasına “Kapıyı vurmadan girin” şeklinde bir yazı asar. Halk ilk kez böyle bir şeyle karşılaştığı için kapının boyalı olduğunu zanneder. Yazı, uzun süre kapıda asılı kalınca herkes anlar kaymakamın niyetini. Son kaymakamlık yeri Bolu-Akçakoca’da adından söz ettiren çalışmalara imza atar Yazıcıoğlu. Kahvehaneleri kıraathaneye dönüştürerek okuma salonları açar, Akçakoca’nın çehresini değiştirir: “Akçakoca’da bir seferberlik başlatmıştı. Herkes evindeki kitapları kahvehaneye taşımaya başladı. İlçede yıllardır devam eden kaçakçılığın önüne geçti böylece.”

Kaymakam Recep Yazıcıoğlu 30 yaşlarına gelmiştir artık. Gittiği çoğu ilçede yaptığı hizmetler Ankara’dan duyulup hükümetin dikkatini çeker. Akçakoca’da kaçakçılığın önüne geçmesi, pislikten geçilmeyen fırınların temizlenmesi derken hakkında anlatılanlar dönemin başbakanı Turgut Özal’a kadar ulaşır: “Başbakanlık müsteşarı Hasan Celal Güzel, Özal’a ‘Tam istediğiniz biri’ diye tanıtmış kaymakam beyi. Özal da “O zaman git çalışmalarını izle, bana haber ver” demiş. Güzel, Ankara’ya döndüğünde kaymakamın çalışmalarını heyecanla anlatır Başbakan’a. Özal’ın direktifi ile valiler kararnamesine alınır Recep Yazıcıoğlu. Ancak dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren ‘yaşı küçük’ diyerek itiraz eder duruma. Recep Yazıcıoğlu’nun vali olması kararı Köşk’le krize neden olur. Aradaki buzlar ancak altı ay sonra erir. Sonunda 36 yaşındaki Recep Yazıcıoğlu, Türkiye’nin ‘en genç valisi’ olarak Tokat’a tayin edilir.


DEVLET-MİLLET EL ELE

Tokat’ta ilk işi eğitim alanında çalışmalar yapmak olur. Gerisini Meryem Hanım’dan dinliyoruz: “Tokat’a gittiğimizde köylerdeki çocuklar ahır gibi yerlerde okuyorlardı. Bunları izleyince hemen bir okul kampanyası başlattı. Devletten para gelmesini beklemezdi. Halkla birlikte para gelmeden işe başlardı. Kısa sürede 3-4 bin derslik açıldı.” Yazıcıoğlu Tokat’ta görev yaptığı beş yılda ‘devlet-millet el ele’ sloganıyla okulsuz köy bırakmaz. Yaptığı her okulda bir vali gibi değil, şantiye şefi gibi çalışır. Bakanlığın ödediği küçük meblağ henüz yoldayken o çimentoyu, demiri, pahalanmasını beklemeden depoya aktarır.

Önceleri tepki gösteren, çekinenler, sonraları onu takdir etmeye, kente can veren vali olarak anmaya başlar. Görev yaptığı yıllar Tokat’ın altın yılları olarak tanımlanır. Karakola ‘pembekol’ demesi, kola yerine süt için kampanyası, kepek ekmeğini önermesi onu dikkat çeken isim yapar. Yaptıkları Devlet Planlama Teşkilatı’na model, üniversitelere ise doktora tezi olur.


TOKAT’IN DÖRDÜNCÜ MURAT’I, YILIN BÜROKRATI

Sıra dışı, efsane, süper vali isimlerinin arasına valiliği döneminde ‘Dördüncü Murat’ lakabı da eklenir. Resmî dairelerde belli saat ve yerler dışında sigara, çay ve kahve içmeyi, kahvehanelerde kâğıt ve okey oynamayı yasaklar. Bu yasak ve sınırlamaların yanında bir de bildiri yayımlar kentte. İçkili yerlerde kişi başına bir küçük şişe rakı veya üç şişeden fazla bira içilmeyeceğini duyurur. Bu nedenle Tokat’ta adı artık ‘Dördüncü Murat Recep Yazıcıoğlu’dur. Ancak kendisine atfedilen bu lakap, diğer isimlerinin yanında onu pek hoşnut etmez.

Kızı Rüveyda Durmaz Yazıcıoğlu’na göre babasının böyle bir kampanya başlatmasının altında yatan amaç ise aslında çok başkadır: “Babamın makamının kapıları açılınca kadınlar da gelmeye başladı. Özellikle kocasından dayak yiyenler. Baktı ki bir sürü kişi içki yüzünden Tokat’ta kocasından dayak yiyor. Babam da içkiyi yasakladı. Ama Ankara’dan çok tepki aldı.” İlk defa bir valinin sesini yükseltmesi Ankara’nın hoşuna gitmez. Ancak gelen tepkiler yıldırmaz valiyi. Halktan gelen destek ise kararlılığını artırır.

Hürriyet’in ‘Dördüncü Murat’ başlığıyla yayımladığı haber uzun süre canını sıkar valinin: “Ben Dördüncü Murat değilim. 20. yüzyılda Dördüncü Murat’ın işi ne? Hem o içkiyi yasaklamış, kendisi içmiş, ben içmiyorum ki. Ben halkın sağlığını düşünüyorum.” diye hayıflanır eşine. O gün eve geldiğinde suratı asıktır. Eve gelen telefonlar ise doğru bir iş yaptığının göstergesidir: “Zile’den hanımlar arayıp valinin elini öpmeye, ona teşekkür etmeye geleceklerini söylediler. Aylardır kocalarının eve uğramadığını, yasak sayesinde eve gelmeye, çocuklarıyla ilgilenmeye başladıklarını anlattılar. Bu, onu çok sevindirdi.” Tokat’ta kısa sürede yaptığı hizmetler yılın bürokratı unvanını kazanmasını sağlar. Evinin başköşesini süsleyen bu ödülün altında verilme nedeni olarak şöyle yazar: “Türkiye’nin en genç valisi olmasına karşın Tokat’ta döneminde yapılan ilkokul ve sağlık ocağı sayısının Cumhuriyet döneminden fazla olması!”


YAZICIOĞLU’NDAN TURGUT ÖZAL’A: ÜSTSÜZLERE KARŞI BİR HATA MI YAPTIK?

Tokat’ın Dördüncü Murat’ı 41 yaşındadır artık. Ancak hoşlanmadığı bu lakap peşini bırakmaz Yazıcıoğlu’nun. Her gittiği ilde ‘yasakçı vali geldi’ diyerek karşılanır. İkinci görev yeri Aydın’da da durum farklı değildir. Aydın’a gitmeden önce yeni valiler Özal’ı ziyaret eder. Makamına gelen valilere Özal’ın nasihatleri vardır. Yazıcıoğlu’na doğru bakarak, “Yeni illerinizle eski illerinizi karıştırmayın. Tokat’ta bu işler eli sopalı yapılır ama Aydın’da üstsüzler var.” der. Yazıcıoğlu da “Biz eli sopalı iş yapmadık. Adımız Dördüncü Murat’a çıktı, biz halkla gönül bağı kurduk.” der.

Tokat’ta uygulamaya koyduğu eğitim ve sağlık seferberliğini burada devam ettirir süper vali. Aydın halkı alışık değildir böyle bir valiye. Yaptırmaya alışık oldukları istekleri, tayin talepleri ters tepince soluğu Ankara’da alır çoğu. Yeni Başbakan Mesut Yılmaz ise bu tepkilere bigâne kalmaz. İzmir veya İstanbul valisi olacağı kulaktan kulağa yayıldığı günlerde Erzincan’a gönderilir Yazıcıoğlu: “O gün ilk işi Özal’ı aramak oldu. ‘Üstsüzlere karşı bir hata mı yaptık da defterimizi dürdünüz?’ diye çıkışmıştı.” İki yıl görev yaptığı Aydın’dan Erzincan’a gider Yazıcıoğlu. Aslında Mesut Yılmaz istemeden de olsa ona bir iyilik yapmıştır. Yıllar sonra Erzincan’ı Erzincan yapacağı ve siyasete girmesi için politikacıların peşinden koşacağı bu ismi, kendince sürgüne göndermiştir. Ancak Vali Yazıcıoğlu, sürgün yerinden efsane olmayı başararak çıkacaktır.

ŞEHRE BİR VALİ GELİR, ŞEHİR DEĞİŞİR




Valinin Aydın’dan ayrılmasına üstsüzler değil, politikacılar sebep olur. Zaten hiç sevmediği siyaset, yine canını sıkar. Daha başladığı projeleri gerçekleştiremeden Erzincan’a gitmenin acısını yaşar. Ama yeni il, yeni projeler demektir. Bir puzzle gibidir şehirler onun için. Doğru zamanda, doğru kareyi yerine koymak, eksiksiz olarak tamamlamak için çabalar durur. Gittiği her ilde yaptığı gibi ilçeleri ve köyleri tek tek gezerek işe başlar. Erzincan’ın neye ihtiyacı olduğunu anlamak için saha taraması yapmak, halkın içine karışmak en doğru yöntemdir.
Ancak daha görevinin ilk yıllarında Erzincan’da meydana gelen deprem, hem şehri hem de valinin hayallerini yerle bir eder eşinin tabiriyle: “O gün Ankara’ya bir seminere gitmişti. Ben de Erzincan’daydım. Hemen arayıp iyi olduğumuzu söyledim. Ancak Erzincan yerle bir olmuştu.”

Vakit kaybetmeden Erzincan’a hareket eder vali. 6,8 büyüklüğündeki depremden geriye, yıkık dökük binalar, üstü örtülü cesetler kalır. Gördüğü manzara karşısında o da kalır enkaz altında. Günlerce bir bisküvi ve çayla valilik binasında sabahlar. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, vekiller… Hepsinin dilinde aynı şeyler terennüm eder: “Sabırlı olun, yaralar sarılacaktır!” Ne var ki Yazıcıoğlu her şeyin devletten beklenmeyeceğinin bilincindedir. Yine halkla birlikte bu yükün altından kalkmaya çalışır. Erzincan’daki ilk sınavını depremle veren vali, şehri sekiz ayda ayağa kaldırır. Erzincan’da deprem sonrasında edindiği tecrübeler ve şehri kısa zamanda hayata döndürmesi Marmara Depremi’nin yaşandığı günlerde adının sıkça anılmasına sebep olur: “Marmara Bölgesi’ne deprem valisi olarak gitmek istiyordu. Ancak devlet kendisine böyle bir teklif bile sunmadı.”

‘BAŞBAĞLAR KATLİAMI’NDA KOMANDO BİRLİĞİ İSTEDİ, GÖNDERİLMEDİ’
Yıl 1993. Aylardan temmuz. Erzincan’ın gündeminde depremden sonra terör vardır. Sabaha karşı çalan telefon ona insanın insana karşı yaptığı en akıl almaz vahşetlerden birini haber verir: “Sayın valim, Başbağlar’da katliam olmuş!” O gün evi arayan Erzincan kaymakamıyla birlikte Başbağlar köyüne doğru yol alır. Gördüğü manzara karşısında dehşete düşer. Kadın, erkek, çoluk, çocuk… Camiye toplanıp katledilmişlerdir. Duvara bir de yazı asılmıştır: “Bu, Sivas’ın misillemesidir. Devam edecek.”
Vali Yazıcıoğlu, Erzincan’da giderek tırmanan terörü önceden hissetmiş ve Ankara’dan bununla ilgili bir komando birliği gönderilmesini talep etmiştir. Ancak terörde Erzincan’ın önceliği olmadığı söylenerek bu isteği reddedilir. Vali depremin yaralarını henüz yeni sarmışken bu kez de terör belası vurmuştur şehri: “Başbağlar’a zaten çok sık giderdi. Gece bir kalkardım Vali Bey yerinde değil. ‘Neredeydin?’ diye sorardım. ‘Köyleri dolaştım, terörist avına çıktım’ derdi. Çoğu zaman cipine atlayıp koruma almadan en ücra köylerde dolaşırdı. Jandarmadan, emniyetten haber geldiğinde o da çatışmaya giderdi.” Bazı köyler onun sayesinde ilk kez bir vali görür. Onun da kendileri gibi bir insan olduğunu, aralarında kocaman duvarlar olmadan sohbet edebilmenin, derdini anlatabilmenin keyfini yaşar halk. Katliamın bu köyde yapılmasının sebebi, şehirle arasında köprünün olmamasıdır. Başbağlar Katliamı, valiye hayatının projesinin kararını verdirir.

DEVLET 30 YIL YAPAMADI, KÖPRÜ SEKİZ AYDA BİTTİ



Erzincan’da gerçekleştirmek istediği iki büyük hayali vardır valinin. Birisi yıllardır siyasilerin gelip gidip nutuk attığı, ancak 30 yıldır gerçekleştirmediği köprü. Diğeri ise Kemaliye ilçesini İç Anadolu’ya bağlayan, Ankara ile arasındaki mesafeyi 220 kilometre kısaltan Taşyol. Vali’nin iki projesi o günlerde ailesinden ve Erzincan’dan biraz uzaklaşmasına sebep olur: “O Kemaliye’yi Karadeniz’e benzetirdi. Erzincan’la arasında 4 saatlik mesafe olmasına rağmen çok sık gidip gelirdi. Hatta artık kendisinden kuşkulanıyordum. Her gün sekiz saatlik yol gelip gidiyorsun diye kızıyordum. O da ‘Kemaliye kayalarında bir hanım var, onu görmeye gidiyorum’ derdi. Ben de ‘Gelir o kadını kayalardan aşağı atarım’ derdim.” Vali’nin Kemaliye ziyareti memleket havasını burada bulmasından ziyade, ‘Hayatımın projesi’ dediği ve gün gelecek romana, diziye konu olacak ‘Köprü’yü inşa etmektir aslında.

Ne var ki Kemaliye’nin kaderinde köprüsüzlük, yıllardır çözüm bulamayan en önemli sorundu. Keban Barajı’nın yapımı nedeniyle Fırat Nehri’nin köprüyü yutması, ulaşımın 30 yıl boyunca feribot ve salla yapılmasına neden olmuştu. Köprünün olmaması 23 köyün bağlantısının kopmasına, buralarda terör olaylarının artmasına yol açmıştı. Ve göl kenarında doğum yaparak ölenler, hastaneye yetişemeyip hayatını kaybedenler... Bu nedenle köprü, hem Erzincan’ın hem de valinin hayatının projesi anlamına geliyordu. Ancak devletin 30 yıldır yapamadığı bu inşaatı yapmak onun için de kolay olmayacaktı.

1 TRİLYON YERİNE 300 MİLYAR

Gece gündüz göl kenarında yatar vali. Şantiye şefliğini burada da sürdürür. 30 yıldır devletin sadece bakıp gittiği yerde bir devlet adamının üzerinde şortu, yalınayak çalışması umutlarını artırır herkesin: “Eve gelirdi, sıcaktan dudakları çatlamış, kan akıyor. ‘Bu köprü bitecek hanım, ben bunun altından kalkacağım. Gerekirse gece gündüz çalışacağım’ derdi. Köprü bittiğindeki heyecanını hayatım boyunca unutamam.” Fırat’ın iki yakasını birbirine bağlayan Başpınar Köprüsü, 22 köyün çeyrek asırlık hasretini bitirir. Vali köprünün yerine yerleştirildiği üç gün boyunca oradan ayrılmaz.

Devlet köprünün yapımı için bir yıl önce 1 trilyon maliyet çıkarır valiye. Özel İdare, merkezden gelenler, yöre halkından toplanan para derken 300 milyara mal olur köprü. Hayatımın projesi dediği köprü ona yaşamının en anlamlı işi olarak ve dualarla geri döner.

APO GEL BERABER RAFTİNG YAPALIM!

Köprünün yapılması, köylerle bağlantının kurulmasına, bu sayede terörün azalmasına vesile olur. Ancak köprü, Erzincan halkına valinin pek bilmediği bir yönünü de gösterir. Yıllardır ocaklar yıkan azgın Fırat, artık valinin rafting yaptığı bir spor alanı hâline gelir. Başbağlar katliamıyla anılan Erzincan’ın çehresini yaptığı sporlarla değiştirmeye çalışır vali. Hatta Erzincan’ın terörle anılmasına mâni olmak için sık sık demeçler verir gazetelere: “En çok sevdiği sulardı. Hayatla boğuşur gibi sularla boğuşurdu. Terör onu korkutmazdı. ‘Apo, gel beraber rafting yapalım’ diye demeç bile verirdi.”

Vali Yazıcıoğlu, Erzincan için hayal ettiği çoğu projeyi hayata geçirir. Devletin ‘olmaz’ dediği işleri oldurur. Daha çok iş yapmaya, daha çok proje üretmeye çalışır. O dönemler emniyet müdürlerinin vali olarak atanması biraz kızdırır Vali Yazıcıoğlu’nu. ‘Polisten vali olmaz’ diyerek tepkisini gösterir Ankara’ya. Ancak sert çıkışları Ankara’yı yine rahatsız eder: “Evde otururken gece 12 gibi bir telefon çaldı. Arayan gazetecilerden biriydi. ‘Sayın valim merkeze alınmışsınız’ dedi. O da ‘Biz zaten valiliği bitirdik, hayırlı olsun’ dedi. O gece çok ağladım.”

Terfi etmesi beklenirken 9 yıl görev yaptığı Erzincan’dan merkez valiliğine alınır Yazıcıoğlu. Aileye belli etmese de hazmedemez durumu. Ankara’ya geldiğinde üzüntüsü yüzüne vurur, kilo verir hızla. Kendisini Türkiye’yi dolaşmaya, konferans vermeye, derdini anlatmaya adar. Üç yıl kaldığı Ankara’da siyasi teklifler de peşini bırakmaz Yazıcıoğlu’nun.

SEN BAŞKAN OLURSAN PARTİYE GİRERİM

Vali Recep Yazıcıoğlu içinde bulunduğu ortama ve halkın sevgisine rağmen hiçbir zaman siyasete girmeyi düşünmez. Neden siyasete girmediğini soranlara ise cevabı hazırdır: “Ben tek başıma bir partiyim. Partinin yaptığı bir yanlış benim yanlışım anlamına gelir. Ben kaldıramam. Parti valisi de olmam, partici de.” Görev yaptığı yıllarda Anavatan ve Doğru Yol Partisi’nden teklif alır. 2002 yılında ise AK Parti’den... Ancak o mevcut çarkın içinde yok olmaktansa halkın gönlünü fethetmeyi yeğler.

Siyasi arenada onun güvendiği tek isim vardır o da kader arkadaşı Adnan Kahveci: “Bir gün eve gelip, siyasete gir, dedi. O da, ‘Sen genel başkan olursan girerim’ dedi. Ama böyle bir ortam oluşmadı.” Elinin tersiyle ittiği siyasi teklifler, onu siyasete çekemez hayatı boyunca. 3,5 yıl merkez valiliği yapan Yazıcıoğlu, neden alındığını soranlara, ‘Erzincan’daki çalışmalarımın mükâfatı’ der. Valinin son görev yeri ise Denizli olur. Denizli’ye tayin edildiğinde tekrar aktif valiliğe dönmenin heyecanıyla proje üretmeye başlar. Ancak gözlerindeki rahatsızlık onu işlerden biraz alıkoyar.

BENİM SONUM YOLLARDA OLACAK

2 Eylül 2003... Bir süredir çift görme rahatsızlığı yaşayan vali, Ankara’ya gidip muayene olma niyetindedir. Devletin malını hiçbir şahsi işinde kullanmadığı için o gün makam arabasını da almak istemez. Kendi aracını hazırlamasını ister şoföründen. O gün Ziraat Odası Başkanı Haldun Tellioğlu kendisini arayarak birlikte gitmeyi teklif eder. Tellioğlu, ‘Valime Mercedes yakışır’ diyerek arkadaşından arabasını ödünç alır. Kendi kullanamayacağı için çaycısını görevlendirir. Vali Bey’in evine geldiklerinde ısrarla Mercedes’le gitmelerini ister. Vali de ısrara dayanamaz ve tamam der: “Adnan Kahveci’yi trafik kazasında kaybettiğimizde ‘Benim sonum da yollarda olacak’ dedi. Bu yüzden ne zaman arabayla bir yerlere gitse içimde hep bir endişe vardı. O gün aynı tedirginliği yine hissettim.”

Vali Bey’i taşıyan araç Ankara’ya 36 kilometre kala Temelli yakınlarında aşırı hızdan dolayı takla atarak duvara çarpar. Ziraat Odası Başkanı olay yerinde hayatını kaybeder, trafik raporuna göre de Recep Yazıcıoğlu araçtan fırlamıştır. Aracı kullanan kişi ise kazadan yara almadan kurtulur. Haber önce İzmir’deki kızına verilir valinin. Aile apar topar Ankara’ya gelir. Kaldırıldığı İbn-i Sina Hastanesi’nin önü, sevenleriyle dolup taşar. 55 yıldır taşıdığı yük, artık ağır gelir ona, daha fazla taşıyamaz. Vali Yazıcıoğlu, beş gün kaldığı yoğun bakımdan çıkamaz. Sürmene’de başlayan hayatı Ankara yakınlarında son bulur. Bir recep ayında geldiği dünyaya, yine bir recep ayında veda eder, Vali Recep Yazıcıoğlu.




Meryem Yazıcıoğlu’nun beş yıldır beynini kemiren bir soru var. Eşinin suikasta kurban gittiği iddiaları. Tehlikelerin üzerine cesurca giden birinin böylesi bir kazada hayatını kaybetmesini içine sindiremiyor Meryem Hanım. Aile birkaç kez bunun için araştırma yapmış; ama nafile. Kızı Rüveyda Hanım, babasının hızı sevmediğini, çift şeritli bir yolda böyle bir kaza ihtimalinin olmadığını dile getiriyor. Ailenin cevap bulamadığı sorular ise hâlâ akıllarını kurcalıyor: “Neden kendi arabasıyla gitmedi? Mercedes marka araba niye çaycıya emanet edildi? Takla atan ve iki kişinin öldüğü arabadan şoför, nasıl çizik almadan kurtuldu?...”

Vali Yazıcıoğlu’nun ölümü mevzu bahis olunca ailenin acısı bir kat daha artıyor. Yıllardır gün yüzüne çıkmayan soruların cevapları aranıyor. Ancak onlar, akıllarındaki sorulara cevap bulsa bile bunun kendilerini tatmin etmeyeceği görüşünde: “Biz zaten her şeyimizi kaybettik. Suikast olsa ne olur olmasa ne…”

Beş yıl önce bir ateş düşer; ama bu kez düştüğü yeri yakmaz. Erzincan, Tokat, Aydın, Denizli bir yana, en genç valisini, genç yaşında kaybeder Türkiye. Onu bu kadar sevdiren hayata geçirdiği fiziki köprüler değildir aslında. 8 Eylül 2003 günü hayatla ölüm arasındaki köprü kesilse de onun halkla kurduğu köprü uzun yıllar devam edecektir. O demokrasinin ve halkın gücüne inananların zafer işeretiydi sanki…

Vali Yazıcıoğlu, acılı bir eş, kızları Rüveyda ve Necla, oğlu Mehmet Kemal’i ve çok sevdiği torunu İlayda’yı bırakır ardında. Yazıcıoğlu’nun vefat ettiği günkü acıyı hâlâ hissettiğini söyleyen Meryem Hanım, valinin gömleğini ise yanından ayırmıyor: “O gitti, eşyaları kaldı. Gömleğini yastığımın altında saklıyorum. Nereye gitsem onu da yanımda götürüyorum. Onsuz uyumuyorum.”

Kızı Rüveyda Yazıcıoğlu Durmaz: DİZİYİ ARTIK İZLEMİYORDUK
Köprü dizisiyle ekranlarda yeniden hayat bulan Yazıcoğlu’nun ailesi, diziye biraz tepkili. Yayınlandığı ilk günlerde ekran başından ayrılamayan Yazıcıoğlu ailesi, diziyi daha sonra izlemediklerini söylüyor. Sebebi ise dizinin, romanın aslından bir hayli uzaklaşması: “Köprü köprülükten çıktı, sürekli terör konu ediliyor. Babam Erzincan’da bu kadar terör olayıyla uğraşmadı ki.” Rüveyda Yazıcıoğlu, ilk gün diziden çok etkilendiğini belirterek ‘Sanki babamı gördüm’ diyor. Meryem Hanım ise hıçkırıklarla ağladığını anlatıyor: “Vali Bey’i canlandıran Erdal Beşikçioğlu’nun hareketleri birebir Recep’inkilerle örtüşüyor. Bakışları bile eşiminkine benziyor.”

EŞİNİN DİLİNDEN, EFSANE VALİNİN BAZI BİLİNMEYENLERİ



  • Rahat giyinmeyi severdi. Yaz aylarında kravatı dairelerde çıkarttırırdı. Korumasız gezerdi.
  • Devletin aracını şahsi işlerinde kullanmazdı. Yıkık dökük cipiyle gezerdi. Devletin aracı benim gittiğim dağa bayıra çıkamaz derdi.
  • Manevi yönü kuvvetliydi. Namazlarını kaçırmazdı. Dışarıda namaz kılınmasını gösteriş olur endişesiyle sevmezdi. Eve gelip bir saat kazalarını kılardı.
  • Tebdil-i kıyafet gezerek denetim yapardı.
  • En sevmediği huyu, çabuk parlamasıydı. Birilerini kırdığı zaman çok üzülür, çocuk gibi ağlardı.
  • Eve iş getirmezdi, ailesine düşkündü. Hiçbir zaman kendisine hizmet ettirmez, her işini kendi yapardı.
  • Parayla pulla işi olmazdı. Yanında para taşımazdı. Berbere gideceği zaman bile benden isterdi.


KİTAPLARI:


1- BU SİSTEM DEĞİŞMELİ



ISBN: 9789758257251003


Açıklama:

Doğu Dünyası olarak bir kaç asırdır her alanda büyük bir çöküş süreci yaşamaya devam ediyoruz. Ekonomik, siyasi kültürel ve ilmi açıdan büyük bir bozulma ve gerileme yaşamaktayız. Doğu Dünyası olarak sahip olduğumuz insan gücünü ve zengin yeraltı ve yerüstü nimetlerini, aynı şekilde zengin tarihi mirasımızı kullanmaktan aciz toplumlar haline geldik. İşte bu toplumlardan biri de hiç kuşkusuz Türkiye'dir. Kendi halkıyla, kendi değer yargılarıyla bir türlü barışık olmayan bir devlet yapısı ve halka rağmen halkı yönetmeye çalışan bir grup seçkinci bürokrat sınıfı, her konuda uzman olduğunu iddia eden ve fakat her defasında açık veren bir aydın sınıfı ve ülkenin birlik ve bütünlüğü adına kendisini "kraldan daha kralcı gören" bir grup iktidar sahibi insanların bu ülkeyi ne hale getirdiklerini son yaşanan olaylarla hepimiz beraber müşahade ediyoruz.

Şayet halkın kendi kendini yönetmesini, kapalı toplumdan açık topluma, fakir toplumdan refah topluma geçmeyi, korkulardan, tabulardan arınmış özgür bir toplum olmak istiyor isek yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı çok iyi tahlil etmek zorundayız.

İcraatları ve konuşmalarıyla herkesin bir türlü anlamakta güçlük çektiği hatta aykırı bir vali olarak tanımladığı Recep Yazıcıoğlu işte bu çalışmasıyla bu anlamda sosyal, idari, siyasal ve kültürel hayatımıza büyük bir katkı sağlayacağını ümit ettiğiniz kitapla sizi başbaşa bırakıyoruz.
(Arka Kapak)


2- SİL BAŞTAN



ISBN: 9789757045020

Açıklama:

20 yıl öncesinden buyana haykırarak söyledikleri, Türk yönetim sisteminin tıkanması, Batıyla uyumun kapımıza dayanması soncunda, çok gecikmiş olarak gündeme gelebildi. Şimdilerde reform (!) denilen çözüm arayışları ile kemikleşmiş, yozlaşmış sistemin, ancak orası burası kurcalanabilir. Çözüm ise hemen şimdi Sil Baştan.
(Ön Kapak)

Valilik yaptığı Tokat, Aydın ve Erzincan ileri hep ismiyle birlikte anıldı. Yaptığı hizmet ve uygulamalar, kalkınma planlarında model, üniversitelerde tez, sayısız program ve makale konusu oldu.

Halk O'nu bağrına basarken, zaman zaman da siyasilerin büyük tepkisini çekti. "Radikal", "aykırı", "süper" sıfatları hep O'nu anlatırken kullanıldı. Sözünü hiç sakınmadı. Denizde ve nehirlerde dalgalarla boğuşup, yamaç paraşütü ile atlarken, sağlıklı yaşam programları ile toplumu bilinçlendirmeye çalışırken, bir yandan da durmadan sistemi kıyasıya eleştirdi. Bu eleştiriler alkışlarla karşılandığı gibi, zaman zaman da kıyametler koptu.

Recep Yazıcıoğlu'na göre, sistemin dışında yer alan halkımız, sürekli yakınmakta; buna rağmen, dayanışma ve sorgulamadan uzakta seyirci konumunda durmaktadır. Herşeyi devletten ve kurtarıcılardan bekleyen, hep vermekten ve cennetten bahseden çoğu siyasetçinin vaadlerinden bıkmayan; karar aşamasındaki gücünü, katılımcılığını benimsememiş toplumumuzun her kesimine, yapıcı icraatları, düşünceleri, heyecanlı konuşmaları ve renkli kişiliğiyle örnek olan Recep Yazıcıoğlu, özgün makalelerinden derlenmiş bu kitabında, tüm bu gerçekleri çarpıcı bir dille ortaya koymaktadır.

(Arka Kapak)
__________________
Never fade away...
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Heliosaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 15.12.2015, 01:23   #3
Çevrimdışı
Suzim
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Efsane Vali - Recep Yazıcıoğlu (1948-2003)

İyiler hep ölür yada öldürülür
Allah rahmet eylesin

__________________
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
  Alıntı ile Cevapla
7 Üyemiz Suzim'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 15.09.2016, 20:53   #4
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Efsane Vali - Recep Yazıcıoğlu (1948-2003)



Unutulanlar dışında yeni bir şey yokk..


Mesela Recep valimizi de unutmuşuk..

Hiç değilse, ölüm yıldönümünde anmalıydık bu güzeli insanı..

Onu da becerememişik..
......


__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
6 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.12.2016, 19:29   #5
Çevrimdışı
Dilaver
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Efsane Vali - Recep Yazıcıoğlu (1948-2003)



Heyy rahmetli be..

Sadece ölüm yıldönümünde hatırlamayacaz ya..

Bir zamanlar bir vali varmış: Varolsun!


__________________

Tanrılar, erkeklerin ''balıkta'' geçirdiği zamanı ömründen saymaz. (Babil Atasözü)
  Alıntı ile Cevapla
4 Üyemiz Dilaver'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 30.12.2016, 21:16   #6
Çevrimdışı
alkanaga
Uzman Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Efsane Vali - Recep Yazıcıoğlu (1948-2003)

Toprağı bol olsun..
__________________
Sevmekten asla vazgeçmeyin. Sevgisiz bir hayat amaçsız, anlamsız olur.
Alkanaga
  Alıntı ile Cevapla
3 Üyemiz alkanaga'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 31.12.2016, 12:21   #7
Çevrimdışı
Redwine
"Her Şey Güzel Oldu"

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Efsane Vali - Recep Yazıcıoğlu (1948-2003)

Politika menfaat dünyasından başka bir şey değil gözümde o nedenle oldum olası nefret ettim...

Politikacı kendi menfaatini düşüneceğine halkınınkini gözetmeli... İşte böyle olan adamlar dosdoğru, halkını düşünen ve dürüst insanlar hemen ortadan kaldırılıyorlar...

Recep Yazıcıoğlu gibi, Uğur Mumcu gibi, Bahriye Üçok gibi....

Hepsini ayrı ayrı rahmetle ve saygıyla anıyorum...
__________________
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz Redwine'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 31.12.2016, 17:31   #8
Çevrimdışı
nurideniz34
Uzman Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Efsane Vali - Recep Yazıcıoğlu (1948-2003)

Allah rahmet eylesin...
__________________
....................................
  Alıntı ile Cevapla
2 Üyemiz nurideniz34'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
1948-2003, efsane, gibi, olarak, recep, vali, yazıcıoğlu


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 12:26.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.