Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Yirmibirinci Bölüm
Oturdum. Önümdeki küçük televizyondan yansımama baktım. Sakallar suratımda bir coğrafya oluşturuyordu. Gözlerim yitik. Bütün parmaklarımı tek tek sıktım. Tekrar ekrana baktım ve ‘bu kadar mı’ dedim kendime. Küçük bir şiir ya da kısa bir hikaye yazmalıydım. Doğum günü yaklaşıyordu. Onun doğum günü. Hande’nin. Doğum gününde herkes ona mesaj atacak ve doğum gününü kutlayacaklardı.
İzmir de gezip eğleniyordu belki de eğlenmiyordu. Tanıdığı herkes ona o gün için kısa ya da uzun cümleler halinde sevdiklerini söyleyeceklerdi. Yanında olanlara sarılacaktı ve birsürü minik ve büyük hediyeler alacaktı belkide. Eski sevgilisi uzun bir metin yazıcaktı ona. Belki de onu terk etmesine rağmen teşekkür edecekti. Birşeyler olacaktı. Alışılmış şeyler. O gün bir çok insan tarafından sahte cümlelerle kandırılacaktı. Doğum gününe iki gün kalmıştı. Ve ona farklı bişeyler sunmak istiyordum. Hayatında henüz ona kimsenin vermediği hediyeyi ben vermek istiyordum.
Onun için bir şiir yazmalıydım belki de kısa bir hikaye ama aklıma tek kelime bile gelmiyordu. Tek bir hikaye yazamıyordum. Belki de doğru olan buydu. Herkes birşeyler yazacaktı, hiç birşey yapmamam belki de en doğrusu olacaktı. Hayatında ki insanların ona hissettirdiği o zorundalıkları ben yapmamış olucaktım. Onun için hiç birşey ifade etmekti belki de en doğrusu. Zihnini ve bedenini -bana karşı- özgür bırakmak en güzeli olabilirdi. Ona bu hissi sunabilirdim. Daha önce kimse tarafından hissettirilmemiş bu en temiz hissi verebilirdim. Bu da aklını karıştırmak için yeterli birşeydi ama temizdi en azından, öyle sanıyordum. Hayatında zorunluluk duymadan okuyabileceği bir metindi bu. Yaptığı herşeyin bir zorundalığı olduğunu fark ettiğini biliyordum.
Rahatsızlık duymayarak kendini iyi hissettirmek için çabaladığını da. Bazı şeyler olmalı diyebilirdi, zorunda olmadan her şeyin ifadesiz kalabileceğine inandığı anları hayal edebilirdi. Ama sadece hayal edebilirdi. Kendini ordan çıkaramazdı düşünmesi gereken insanlar vardı etrafında. Hepimizin vardır. Onunda vardı. Henüz küçük bir kız çocuğuydu, bunu onun suratına fazlaca ve kabaca vuran insanlarla doluydu etrafı.
Bense etrafında kalabalık yapan bir serseri. Bu metni yazmaya bile hakkı olmayan bir serseri. Belki de kandırmacayı yapan kişi bendim. Somut olamayacak herşeyi sunmaya çabalayan sahteliklerle dolu olan belkide bendim. Ama hayır. Mümkün değil. Var olan insan çeşitlerini düşünebiliriz. Savaş karşıtları barışı savunurlar ama barışın ne olduğunu bilmezler. Peşinden koştukları o büyük dünya barışını savaşlar sayesinde var etmişlerdir. Savaş olmasaydı okudukları ve inandıkları o büyük başyapıtların olmayacağını bilemezler ve kördürler. Barışın hakimiyetinden birşeyler doğurabilen bir barış bağımlısı nerede? Tabii ki yok. Ve diğerlerinin de hikayesi böyledir ama böyle sanılmak istemezler, kimin umrunda. Ve herbirini tek tek ele alıcak kadar da aptal değilim.
Buluşacağımız yere geçtim ve seni beklemeye başladım. Etrafıma baktım. Birsürü insan birilerini bekliyordu. Ahmaklar, bekledikleri seyden haberleri bile yoktu oysa ben Aşkımı bekliyordum. Onu taşıyan kişiyi. On dakika vardı gelmene. Bir sigara yaktım ve kitabevinin önündeki taşa oturdum. İki dakika sonra yanıma bir kız oturdu. Saçları beline kadar, sarışın harikulade bir kız. Çakmağımı istedi, verdim. Teşekkür etti ve çakmağımı geri verdi.
Belli aralıklarda sürekli baktığını farkedebiliyordum. Rahatsız oldum. Sigaramı yere attım ve dönüp baktım suratına. Bana baktı ve gülümsedi. Gözlerimle orospu dedim ve içeri girdim. Edebiyat bölümüne gittim. Birkaç kitaptan birkaç sayfa birşeyler okudum. Bir tane de kısa hikaye bitirdim. Tam kitabı yerine koydum ve bir anda karşımda belirdin. Ne olduğu şaşırdım, henüz on dakika geçmiş gibi değildi ama geçmişti. Yüzünü göremeden sarıldın bana. Bende sana. Şaşkınlığım beni ele geçirmişti ve istediğim gibi sarılamamıştım. Sinirlendim. Belli etmemeye çalıştım. Çıktık kitabevinden.
Çok fazla insan vardı ve doğru düzgün yanyana yürüyemiyorduk. O an elinden tutup yürümek istedim. Cesaret edemedim. Korkmuş olmalıydım. Yolda ki çocuk sana laf atmıştı güldüm, orospu çocuğu dedim. Yürümeye devam ettik ve nereye gidelim üzerinde sohbet ediyorduk. Aklımda sana istediğim gibi sarılamadığım o an kalmıştı bir yere gitmek kimin umrunda o ana geri dönmem gerektiği hissediyordum, acı vericiydi böyle düşlememiştim.. En sonunda bir yer bulduk.
Soğuk bir biraya ihtiyacım olmuştur hep, yine vardı. İçemeyeceğini biliyordum, önceki gece miden mahvolmuştu şarap yüzünden. İçmeyi bilmiyordun ve içmeyi bilen biriyle henüz tanışmamıştın. Ama karşında sağlam bir içici vardı. İçtikce konuşan, konuştukça susmayan. Ama hep yalnız içerdim ve konuşmam gereken zamanları ıskalamazdım. Oturduk sen ilk önce içeriye doğru yöneldin ama içerisi olmazdı lanet olası sigara yasağı sigara içmemi engelliyordu. Bunu söyledim sana ve istemeyerekte olsa dışarda bir masaya oturduk.
İçeri girerken büyük ihtimalle oranın sahibi olan adamın sahte hoşgeldiniz merasimine tanık olmuştuk. Garson kız menüleri getirdi ama verirken birini düşürdü, heyecanlanmıştı ama neden? Sen aç olduğu ve birşeyler yemen gerektiği söyledin benim kafamda sahne tamamdı bira isteyecektim. Mutfağın kapalı olacağını söylemeyi denedim sana. Garson kız geldi siparişlerimizi alacaktı. Ve sana mutfağın kapalı olduğu söyledi.
Sende istemeyerek bir filtresiz bomonti istedin. Karnının çok aç olduğunu bir kaç kere vurguladın. Açlık duygusunu çok iyi bildiğimden bişeyler yemek için başka bir yere gitmiş olsaydık keşke diyebildim. Kız siparişleri getirmek için içeri gitti ve kızın tanıdık geldiğini söyledim sana. Biralarımızı getirdi kız ve büyük bir yudum aldım büyük bir zevkle. Biraz konuşmayı denedik ama iki aptal gibiydik. Birayı biraz daha hızlı içme kararı aldım. İçtim ve sen henüz iki yudum alabilmiştin ve biranı benim içmem için bana verdin. Büyük bir keyifle onuda içecektim ve içtimde.
O sıralarda garson kızın bize bakıp durduğunu söylüyordun. Beni beğenmiş olabileceğini ve sıradaki biramı bana getirdiği sıra onunla konuşabilirim dedim. Belkide benimle yatmak istiyordur, ona yatma teklifi edebilirim galiba dediğimde gözlerinde ki ilk nefreti görmüş oldum. Biranın yanında içtiğim sigaralardan şikayetçi olmaya başladın, küçük bir kız çocuğu gibi sevimliydin. Hoşlanıyordum bundan. Arada bir paketi alıp saklıyor ve vermiyeceğini söylüyordun. Üstümdeki mont görünümlü kazağımı çıkardığımda üşümüyormusun diyordun. Üşümüyordum. Seni gördükçe ben üşüyorum giy şunu dediğinde düşünmeden giymiştim. Ellerin soğuktu, avucumun içine aldım ve vücuduma saplanan birer sarkık gibi hissettim onları. Öpmemek için zor tutuyordum kendimi.
Bakmak istemiştim ellerine ama bundan hoşlanmadığını söylerek kaçırdın ellerini. Gözlerimi senden alamıyordum. Sana yazdığım bir yazıyı okumak için sandalyemden kalkıp yanındaki sandalyeye oturdum. Çok farklı gözüküyordun ordan bütün vücüdunu görebiliyordum ve bu daha samimiydi. Bana öyle geliyordu. Tekrar ellerini tutmaya çalıştım ama beni iteklemeye çalışan bir tavırla engel oldun. Ve ben tekrar denedim ve başardım. Bu sefer kendime engel olmayacaktım ve hızlı bir şekilde buz gibi olmuş elini ağzıma götürdüm ve minik bir öpücük kondurdum.
İçimden dışarıya doğru çıkmak isteyen sevgi fırtınasına engel olmakla uğraştım bir süre ve ellerini çektin. Sürekli aşağı bakıyordun ve sana sürekli bana bak hiç bişey düşünmesen bile bana bak diyordum. Haklıydım. Bencildin ve kabaydın. Onu sevdiğini biliyordum. Hep onu sevmiştin. Benim için ‘keşke o olsaydın’ dediğinide duyabiliyordum. Sefil bakışlarından çıkan nefret, times daki gerçekçi ama sahte yazılar gibiydi. O an nefret etmiştim senden. İğrençtin. Kulak asmıyordun dediklerime.
Onu düşünüyordun belki de. Ama önemi yoktu. Çünkü ben konuşuyordum. Aşk’ımı konuşuyordum, seni ya da kendimi değil. Dinlemeliydin. Bacak bacak üstüne attın ve arkana yaslandın. Gözlerin uçsuz bucaksız derinlikteki kör bir kuyuda birşeyler arıyormuşcasına aşağı doğru bakıyordu. Gözlerindeki lensler her bana baktığında hissetmemem için örülmüş birer duvar gibiydi. Boynun ile omuzlarının arasında kalan askı gözüme çarptı her zamanki gibi. Etkiliyordu beni, öpmek, deli gibi öpmek istiyordum. Soğuk dudaklarımı orada ısıtmak için can attığımı hissedebiliyordum.
Bakışların hala yerdeydi. Bacaklarına baktım. Pantolon vücudunu çok düzgün bir biçimde kavramıştı. Arzu duymaya başlamıştım. Kıvrımlarına dikkatlice bir göz attım, ilahi bir güç gibi ele geçirmeye çalışmışlardı beni. O arzulama hissi içimi kurutmaya çalışan bir çöl gibiydi. Hemen masada ki birama sarıldım. Sağlam bir yudum aldım. Ve o sıcaklıktan kurtuldum. Bakışlarını kaldırdın ve yüzüme baktın. O sıra sana birkaç şey anlattım, yaşadığım hayattan bir şeyler. Zorlanıyordum. Herkes zor duruma düşebilirdi. Bende onlardan biriydim belki de.
Üçüncü biramın yarısına geldiğimde kalkmamız için ikide bir bir şeyler söylüyordun. Israrla biraz daha kalmamız gerektiğini söyledim durdum ama nafile. Yorgun düşmüştüm ısrarlarına karşı ve vaz geçtim. Biranın kalan kısmını diktim ve kalktık. Yolda birşeyler konuştuk ama tam olarak anımsayamıyorum. Eve gitmen için gerekli olan o minibüslerin olduğu yere varmıştık. Ayrılık sahnesini kafamda hiç canlandırmamıştım ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Seni birdaha görebileceğimden hiç emin değildim. Elim ayağıma karışmıştı. Sarıldın bana bende sana bu sefer istediğime yakın sıcaklıkta sarılmayı başarmıştım ama istediğim buda değildi. Tam ayrılırken belini bırakmamam gerektiğini hissettim ve ‘seni öpebilirmiyim’ dedim. Masumdu aklımdan geçen şeyler. Olur der gibi bir kafa hareketinde bulundun ama suratın mahvolmuş gibiydi, korkuluydu. Öptüm ve ayrıldık. Tam sen o minibüse binerken elinle yanağımı tuttun. Ölümcül bir saldırı gibiydi, yere bırakmak istiyordum kendimi ama çok kalabalıktı, yapamadım. Dikkat et kendine dedin. Denerim dedim içimden.. Ve gittin. Herşey eski haline bürünmüştü o an. Yollar, merdivenler, ağaçlar, insanlar.. Herşey eski boktanlığına geri dönmüştü…
İçimize sapladıkları kancaların hepsinden kurtulabilecek kadar zeki olamadık hiç bir zaman. Etrafımız çürük kokan leş gibi insanlarla sarılı. O kadar yaraladılar ki beni, kaçtım. Yaşadığım şehirden kaçtım, kitaplara sığındım, içime kapandım, alkole boğuldum. Gerçeğe alışmamak için gözlerini kapattıklarını gördüm. Dünya da ilimin, bilimin ve acıların ne olduğu öğrenmek için okudukları dergileri yırttım. En alttan en üste hepsinin yanında bulundum. Kitaplarını okudum ve sanatlarına uyudum.
Onlar tarafından büyütüldüm. Gelenekleriyle yaşadım. Hiç sahiplenemedim ve kustum. Paralarına kustum, imkanlarına kustum. Yoksulluğu tercih ettim. Ve yaşadığım herşeyi seviyorum çünkü umut doluyum. Senin canını her yaktığımda da konuşan yüreğim değildi, içimde bıraktıkları izlerdi. Gör istedim. Ve bu yaptığımdan utanç duyuyorum…
-Çok fazla şey bıraktım, Hande.. İnsanlar öldürdü hepsini
Suda ki masum balıklar gibiydi,
Orospularla raks ediyorum
Ruhuma değil bedenime işkenceler günü birlik
Sürüklediler ama güçlüydüler
Aşıktım sana, Hande..
Ama masumdum, kendimce.-
(Bu metin,öykü ve şiir hiçbir şeydir, hiç kimse için.)
-Bum
|