Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Mutsuz Dünyanın Çirkiniyim Ben Diyen: Ahmet Haşim (1884 - 1933)
«Melali anlamayan nesle aşina değiliz; Sana yalnız bir ince taze kadın; Bana yalnızca eski bir budala diyen bugünkü beşer, bu sefil iştiha, bu kirli nazar, sende, bende bir mana bulamaz.» Ahmet Haşim
Ahmet Haşim, 1884, Bağdat'da doğmuştur.Ahmet Haşim,Sembolizmin öncülerinden şairdir.
Ahmet Haşim,Bağdat'ta doğmuştur.Ahmet Haşim'in Babası mülkiye kaymakamlarından ve Bağdat'ın eski ve bilinen ailelerinden birine mensup Ahmet Hikmet Bey; annesi ise yine Bağdat'ın ileri gelenlerinden Kahyazadeler'in kızı Sara Hanım'dır.
«Bir valide, bir zevc-i mukadder, sonra müphem,
Bir ince çocuk çehresi ben, müzlim-i ebkem»
mısralarından da anlaşıldığı gibi, hastalıklı bir anne, buna çok üzülen şefkatli bir baba (kimi kaynaklara göre tam aksi; sert, şefkatsiz ve acımasız bir babadır bu) , hüzünlü, karanlık ve sessiz günler, Ahmed Haşim'in çocukluk günlerinden hatırladıklarıdır. Annesi ve Dicle ile ilgili anıları, Dicle üzerindeki sıkıcı, gamlı-kederli, hüzünlü gezileri "Şi'r-i Kamer"de en güzel şekilde anlatacaktır. Yine Şi'ri Kamerlerin dördüncüsü olan "Hazan" şiirinin yedi, dokuz ve on dördüncü mısralarından anladığımıza göre 1892-1893'te,
Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü. Aynı sebepten dil olarak da sadece Arapçayı öğrenmiştir.
Ahmet Haşim,1911'de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kalmıştır.
Uzun süre görevle Arabistan dolaylarında kalmış Alûsizadeler ailesinden olduğu ve küçük yaşta anasını yitirdiği için İstanbul’a geldiği yıllar (1895) yeterince Türkçe bilmediği, bir süre dil öğrenmek için Numune-i Terakki okuluna gittiği yazılıdır. Yatılı öğrencisi olduğu Galatasaray Sultanisi’ni bitirdikten (1906) sonra Reji İdaresi’ne memur oldu. İzmir Lisesi Fransızca öğretmenliğini kabul edince hukuk öğrenimini yarıda bıraktı (1908-1911). Maliye Bakanlığı’ ndaki çevirmenlik görevinden Birinci Dünya Savaşı içindeki yedek subaylıkla askerliğe ayrıldı, Anadolu’da çeşitli görevlerde bulundu. Savaştan sonra Düyun-ı Umumiye’de çalıştı, Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmenlik yaptı, Osmanlı Bankası’nda görev aldı, ek olarak Harbiye ve Mülkiye okullarında Fransızca öğretmenliklerini yürüttü. 1924 ve 1927 yazlarını Paris’te geçirdi, 1928′de Anadolu Şimendiferleri Şirketi yönetim kuruluna seçildi. 1932′de böbrek rahatsızlığının iyileştirilmesi için Frankfurt’a gitti, dönüşünde bakımı için Alman Hastanesi’ne yattı, 4 Haziran 1933′te öldü, mezarı Eyüp’tedir.
Şiire Galatasaray öğrenciliğinde başlayan ve ilk ürünlerini 1901′de yayımlayan Ahmet Haşim, önce öğretmeni Ahmet Hikmet (Müftüoğlu) ve yürürlükteki Servetifünun şiir akımının etki-ine girdi. İzmir’deki öğretmenliği sırasında Fecr-i Ati topluluğuna katıldı ve eserlerini Servetifünun dergisinde yayımladı. Bu topluluğun dağılışından sonra bir süre sustu. Çeşitli dergilerdeki dağınık ürünlerinden sonra Dergâh (1921) sayfalarında düzenle yayımlanan şiirleri ilginç bir yankı ve etki yarattı. Bu süre içinde Akşam gazetesinde çıkan fıkralarıysa şiirle nesri kesinlikle ayıran tutumunun dikkate değer örneklerini yansıttı. Gününün hiçbir toplumsal sorununa yaklaşmadan yalnızca birey olarak insanın iç derinliklerini, aşk ve hüzünlerini, ayrılık ve yalnızlık duygularını, mutsuzluk ve umutsuzluk izlenimlerini, çocukluğa bağlı özlem ve yakarışlarını, doğa sevgisini dile getiren Ahmet Haşim, zamanının yaygın bir eğilimine, heceyle şiirler yazmak gereğine de yaklaşmadı, bütün şiirlerini aruzla yarattı. İlk kitabının başına eklediği manzum önsözde yaşamı hayal havuzunda izlediğini, bu yüzden var olan bütün taşları, bitkilerin kendisine renkli bir yansıma olarak geldiğini söyleyen Ahmet Haşim, tekil dünyasının dışına çıkmayan bu sembolist ve izlenimci ürünleriyle edebiyatımızda bağımsız bir yolun sözcülüğüne adanmış oldu.
Edebi Kişiliği
Bilinen ilk manzumesi “Leyâl-i Aşkım” 1901′de “Mecmua-i Edebiyye”de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’in tesiri altında kalmıştır. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905-1908 yılları arasında yazdığı ve daha sonra Piyâle kitabına aldığı “Şii’r-i Kamer” serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi.
Şiirleri o güne kadar alışılmış biçimlere benzemediği için bazı kesimlerden tepki ve eleştiri alan Ahmet Haşim, bu tepki ve eleştirileri “Piyale” kitabının girişinde cevaplar, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla verdiği bu cevaplar aynı zamanda sanatçının kendi şiir görüşünün de bir açıklamasıdır. Ahmet Haşim bu yazısında şiiri şöyle tanımlar: “fiiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır; şair de ne bir gerçek habercidir, ne güzel konuşan insan, ne de bir kanun koyucudur.”
1909′da kurulan Fecriati topluluğuna girmiştir. “Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek” prensibinden hareket eden Fecriati topluluğunun yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinde şiirleri yayımlanmıştır.
Servet-i fünun Edebiyatına yapılan hücumlara makaleleriyle katılmıştır.
1911′de yayımlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazanmıştır. Fecriati dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kalmıştır. Milli Edebiyat döneminde eser vermeye devam eden sanatçı, Yahya Kemal’le birlikte “saf (öz) şiirin” de en önemli temsilcisi olur.
Ahmet Haşim, bir yazısında, bu yıllarda edebiyatla nasıl ilgilenmeye başladığını şöyle anlatır:
«Küçükken, edebiyat denilen şeyi sezmezdim. Akrabamdan bir süvari zabiti vardı. Hafta tatillerinde koltuğunda bir sürü kitapla bizim eve gelirdi. Zavallı, savaşta öldü. Birgün, bizde kalan kitaplarını elime aldım. Şurasına burasına göz atarken ilgiyle okumaya başladım. Bunlarda, Muallim Naci ve yaşıtlarının şiirleri vardı. Sonra nasıl bir boş dakikamdı bilmiyorum. Onlara benzer bir şey yazmak arzusu, içimde uyanıverdi. Bir şiir yazdım. (Leyâl-i Aşkım) Fakat o kadar saçma ve manasız buldum ki, okuldaki çekmeceme attım. Arkadaşlarımdan biri, benden habersiz bu çekmeceyi karıştırırken bu saçma şeyi bulmuş ve o zamanlar yeni yayınlanmaya başlayan Mecmua-i Edebiye adlı dergiye göndermiş. Ben, dergiyi okurken "Manzumenizi pek beğendik." diye bir kaç söz görünce hayretler içinde kaldım. Galatasaray'da Ziya Bey adında bir Fransızca öğretmenimiz vardı. "Haşim Efendi, sen şiir yazıyormuşsun. Ben, senin ciddî şeylerle uğraşmanı arzu ederdim" dedi ve üç sene, şairliği bıraktım.»
Kısaca özetleyecek olursak;
- Fecriati’nin temsilcilerinden olan şair, topluluk dağıldıktan sonra hiçbir edebi topluluğa katılmamış; sanat anlayışını değiştirmeden sanat yaşamına bağımsız olarak devam etmiştir.
- İlk şiiri Hayal-i Aşkım’ı 1905′te yayımlamıştır.
- Sembolizmden etkilenmiştir. Şiirlerindeki doğa manzaraları, sembolistlerin genellikle tercih ettiği “akşam, şafak, gurup, gece, mehtap, güller, yıldızlar, ormanlar” gibi hayal kurmaya uygun yerler ve durumlardır. Empresyonizmden de etkilenmiştir.
- Türk edebiyatında “akşam şairi” olarak da tanınır.
- “Sanat için sanat” anlayışını benimsemiş, toplumsal konularla ilgilenmemiştir.
- Şiirlerinde daha çok serbest müstezat nazım biçimini kullanmıştır.
- Çocukluk anıları, aşk ve tabiat şiirlerinin başlıca temalarıdır.
- Bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. “Köylü vezni” olarak nitelendirdiği heceyi musiki açısından çok yetersiz bulduğu için kullanmamıştır.
- Şiirlerinde anlaşılmak için bir kaygısı yoktur. Dili ağırdır. Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmıştır. Son dönem şiirlerinde dil sadedir.
- Şiirleri imge ve iç ahenk bakımından çok zengindir.
- Şiirleri dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasına bıraktığı izlenimlerini yansıtır. Dış dünya, Haşim’in hayal dünyasının en güzel renklerine bürünerek şiirlerine yansır.
- Düz yazı türlerinde de çok başarılıdır. Fıkra, sohbet, gezi türündeki yapıtlarında kendine özgü bir üslubu vardır. Bu yazılarda parlak zekâsını ortaya koyan orijinal buluş ve görüşleri yer alır.
- Düz yazılarında dil, şiirlerine göre sadedir. Bazen nükteli ve alaycı bir üslup kullanmıştır.
- Şiirle ilgili görüşlerini “Piyale” adlı şiir kitabının ön sözünde (Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar) açıklamıştır.
- Şiirle ilgili görüşleri: Şiirin asıl özelliği duyulmaktır. Şiirin dili “musiki” ile “söz” arasında sözden ziyade musikiye yakındır. Şiirdeki bu dil “bir açıklama vasıtası olmaktan çok bir telkin aracı”dır. Şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu sözcükler şiire anlam değerinden çok musiki değerlerine göre girer. Şiirin anlam bakımından açık olması önemli değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır (bilinçaltıdır). Şiir düz yazıya çevrilemeyen bir nazımdır. Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. Şiirde anlam aramak, eti için bülbülü öldürmek gibidir. En güzel şiirler anlamlarını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir. Şiirde önemli olan anlam değil, söyleyiş özellikleridir.
- “Merdiven”, “O Belde” en önemli şiirleridir
Şiir kitapları Göl Saatleri (1921) ve Piyale (1926) adlarını taşır. Gazete fıkralarını Bize Göre (1926), söyleşilerini Gurebâhâne-i Laklakan (1928), gezi notlarını Frankfurt Seyahatnamesi (1933) eserlerinde yayımladı. Bu son üç eser gerekli açıklama notlarıyla ve bir arada Prof. Mehmet Kaplan tarafından basıma hazırlandı (1000 Temel Eser, 1969). Bütün şiirleri, adını taşıyan çeşitli inceleme kitaplarında yer almaktadır.
Başlıca Eserlerinin Özetleri:
Fıkralar derlemesi (1928); yeni harflerle 1960 ve 1969′da da basıldı. ikdam gazetesinin sanat ve edebiyat sütunlarında yayımlananlardan 41′i ile “Bir Seyahatin Notlan” bölümü (17 yazı) bir arada yayımlandı. Ahmet Haşim’in şiiri kadar etkili ve yoğun olan bu düz yazı ürünleri; zekâ buluşu, dikkat inceliği, imege yeniliği, yargı özgünlüğüyle değerini yitirmeden kalan eserler arasındadır.
Frankfurt Seyahatnamesi, şairin düzyazıyla yayımladığı üç kitabından sonuncusu, gezi yazıları (1933); her biri ayrı ve özel başlık taşıyan 21 yazıyı içerir. Yayım günlerinde “Türkçe’nin en güzel eserlerinde biri” (Ahmet Hamdi Tanpınar) diye tanıtılmış, şöyle nitelenmiştir; “göz kamaştırıcı fantezisi olan zengin nesir”, “eşya ve insanları doğaüstü gerçeklerinde yakalayan dikkat ve çözümlemeler”, “bütün çabasını zamanın üstüne çıkmak için harcamış bir zekâ…” (A.H. Tanpınar). Böbreklerinden rahatsız olduğu dönemde bakım için Almanya’ya giden yazarın yolculuk izlenimleri, Batı uygarlığı üzerine dikkat ve gözlemleri, değerlendirici yargılar. Şairin öteki düzyazı kitaplarıyla bir arada açıklayıcı notlarla yeniden basıldı (Hazırlayan Prof. Mehmet Kaplan, Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser dizisinde, 1969).
Göl Saatleri, şairin ilk şiir kitabı (1921). Şiir görüşünü açıklamakta ilk anahtar olan Mukaddeme (öndeyiş) adlı dörtlükle başlar; “Seyreyledim eşkâl-i hayatı/Ben havz-ı hayalin sularında/Bir aks-i mülevvendir onunçün/Arzın bana ahcâr ü nebâtı” (Gözledim yaşam biçimlerini/Ben düş havuzunun sularında/Bir renkli yansımadır o yüzden/Yerin bana taşları ve bitkileri). Göl Saatleri adlı ilk bölümde genellikle kısa 14 şiir yer alır; serbest müstezat nazımları bölümünde uzunlaşan 9 şiir arasında en ünlüsü O Beldé dir (İlk yay. 1909); Muhtelif Şiirler adlı son bölümde 10 şiir bulunur.
Gurebahâne-i Laklakan, şairin düz yazıyla yayımlanan üç kitabından ikincisi (Leylekler Bakımevi) 1928. Yazarın fıkra ve söyleşilerinden 29′unun yer aldığı eser; sanat, düşün, kültür, ulusallık, geleneknekler, din gibi genel konulardaki yazılarıyla bazı güncel eleştirilerini içerir. Sanatçının kendine özgü, söyleyiş güzellikleri, bakış özgünlüğü, dikkat keskinliği, bileşim olduğu hemen göze çarpar. Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser Dizisi’nde Prof. Mehmet Kaplan’ın emeği ve açıklama notlarıyla üç kitap bir arada yayımlandı (1969).
Piyale, şairin ikinci ve sonuncu şiir kitabı (1926); sözcük anlamı: Şarap bardağı, içki kadehi.. Şairin ilk şiir derlemesi olan Göl Saatlerine, (1921) göre birkaç bakımdan kesin değişiklikler gösterir: Şiirlerin hemen hepsi kısadır, hepsi aruz ölçüsüyle yazılmış olmakla birlikte dilce yalın, özleşme eğiliminde, terkipsiz ve süssüzdür. İlk basımında (1928) 63 sayfa boyutundadır. Başında ünlü mukaddeme’si, Abdülhak Şinasi Hisar’a ithafı ve Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar adlı düzyazıyla açıklaması yer alır. Mukaddeme, simgeciliğin, izlenimciliğin bir özeti gibidir; Türkçeleştirilmiş düzyazı biçimi: “Ben yaşamın biçimlerini düş havuzunun sularında izledim, gördüm; o yüzden taşları, bitkileri, bana renkli bir yansıma gibi görünür.” Ahmet Haşim’i konu edinen bütün eserlerde bu kitabın şiirleri çoğunluktadır, şairin asıl kimliğini bu ürünler belirler.
Bir Günün Sonunda Arzu
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi... sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde sema kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
(1921)
Bir Yaz Gecesi Hatırası
İşveyle, fısıltıyla, gülüşle
Olmuş sebi sevda yine bihap
Oklar gibi saplanmada kalbe
Düştükçe semadan yere mehtap...
Buseyle kilitlenmiş ağızlar
Gözler neler eyler neler israp! ...
Uçmakta bu ateşli havada
Vuslat demi bir kuş gibi bitap...
Bülbül
Bir gamlı hazânın seherinde,
Isrâra ne hâcet yine bülbül?
Bil, kalbimizin bahçelerinde,
Cân verdi senin söylediğin gül.
Savrulmada gül şimdi havada,
Gün doğmada bir başka ziyâda.
Karanlık
Aşkın bu karanlık gecesinde
Bülbül yine vahşi müterennim
Mecnûn'u terk etti mi Leylâ?
Vahşî sesi firkat sesi sandım.
Aşkın bu karanlık gecesinde,
Hicrânımı duydum, seni andım,
Firkatzede bülbül gibi yandım.
Mehtabta Leylekler
Kenâr-ı âba dizilmiş, sükûn ile bekler
Füsûn-ı mâha dalan pür-hayâl leylekler...
Havâda bir gölü tanzir eder semâ bu gece
Onun böcekleri gûyâ nücûmdur yekser...
Neden bu âb-ı semâvîde avlananlar yok
Bu haşr-ı nûr-ı hüveynâtı hangi kuşlar yer?
Eder bu hikmete gûyâ ki vakf-ı rûh u nazar
Füsûn-ı mâha dalan pür-hayâl leylekler.
Merdiven
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Mukaddime
Zannetme ki güldür, ne de lale,
Âteş doludur, tutma yanarsın,
Karşında şu gülgûn piyale...
İçmişti Fuzûlî bu alevden,
Düşmüştü bu iksîr ile mecnûn
Şi'rin sana anlattığı hâle...
Yanmakta bu sâgardan içenler,
Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı,
Baştan başa efgân ile nâle...
Âteş doludur, tutma yanarsın,
Karşında şu gülgûn piyale...
Vecizeleri
«Acılar gece çözülür.»
«Akıl; nar, ayva ve portakal gibi geç renk ve koku kazanan bir sonbahar ürünüdür.»
«Aşık, yüz bulamayan adamdır.»
«Aşk, değişmeyince ölür.»
«Büyük dinlenme zulmet denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktır.»
«En güzel şiirler, manalarını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir.»
«Eti tadan köpek, artık kuru ekmeğe dönmez.»
«Fikirlerine emin mahfazalar bulamayan bir medeniyetin, tefekkür kabiliyetini kaybetmekte gecikmeyeceğinden hiç şüphe etmemelidir.»
«Günün doğma saati, neşe ve umudun başlangıcıdır.»
«Güzel, yalanın çocuğudur.»
«Hayat, kitaba sığmayacak kadar geniştir.»
«Namus kavramı, zaman, din, iklim, gelenek ve bilhassa giyim şekline göre değişen kararsız bir erdemdir.»
«Ne yazık ki vücudun çökmesi aklın olgunluk dönemine rastlar.»
«Sevgiyi bilmeyen, ölmeyi bilmez.»
«Yarın dudağından getirilmiş bir katre alevdir bu karanfil.»
«Yaşlıları gençlik, gençleri ise aşk ölüme götürür.»
«Arkaya bakmadan, yere yuvarlanmaksızın istenilen istikamette kaç adım gidilebilir?»
Kaynak
|