|
Sinema En'leri En iyi filmler, en kötü filmler, karşılaştırmalar, en'ler |
|
Seçenekler |
26.06.2022, 00:38 | #1 |
Çevrimdışı
|
Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Sessiz film, üzerine senkronize olarak kaydedilmiş diyalogları olmayan filmdir. Sessiz film teknolojisi 1860 civarında icat edilmiş, fakat film makaralarının kolaylıkla imal edildiği 1880 – 1900 yıllarına kadar fazla kullanılmayan, sıradışı bir yenilik olarak kalmıştır.
Hareketli resimleri kaydedilmiş sesle birleştirmek fikri neredeyse sinemanın tarihi kadar eskidir; ancak teknik zorluklardan dolayı 1920’lerin sonlarına kadar filmlerin çoğu sessiz film olarak çekilmiştir. Bununla birlikte, sessiz film mesajını görüntüler aracılığıyla aktardığından sesli filme göre daha evrensel bir dile sahiptir. Sinemada sessiz film dönemi bazen Gümüş Ekran Dönemi olarak da tanımlanır.. Sessiz sinema, bir anlamda evrensel anlatımı içeren ve kendine özgü kuralları olan, belli ilkelere dayanan, kendi başına bir anlatım sanatıydı. Ses ögesinin sinemada her şeyden önce sözlendirme için kullanılacağı, filmlere ara yazılar konmaya başlandığından beri anlaşılmıştı.Bu dönemin, kendine özgü dilini, sanatını, deyişini, kurallarını, uygulayışını yansıtan filmlerden oluşan sineması. (Başlıca özellikleri: Görüntünün egemenliği, görsel öğelerin üstünlüğü, anlatımın yalınlığı, kurgunun ağır basması, oyun anlayışı (mimikler), ara yazılar) İlk sessiz filmlerde ara yazı yoktu. Sonraları bir çekimden öbürüne geçerken zaman yönünden ilerlemeyi belirtmek, bulunulan yeri göstermek, kişilerin kimliğini ortaya koymak amacıyla arayazılar kullanılmaya başlandı. Giderek bunların yerini “söyleşmeler”i belirten yazılar aldı. 1920 yıllarına doğru çekilen filmlerin gelişmesi görüntüler kadar ara yazıların da önceden ayrıntılarıyla hazırlanmasına yol açtı. Artık ara yazılar, çekimler arasındaki açığı kapatmak isteyen kurgucuya göre değil, oyun yazarına göre hazırlanıyordu. Sessiz sinemanın son birkaç yılında “söyleşme”yle ilgili sözler öylesine önem kazandı ki, herhangi bir oyuncu ağzını açıp söz söylemeye başlarken çekimi kesip bir ara yazıyla bu sözü vermek alışkanlık hâline geldi. Artık sinemada sesin, saltanatı başlamıştı. Sesin sinemaya gelişinden önceki yıllarda binlerce sessiz film yapılmıştı, fakat bazı sinema tarihçilerinin hesabına göre bu filmlerin büyük bir bölümü kaybolmuştur. 20. yüzyıl’ın ilk yarısında çekilen filmlerde kararsız ve yanıcı özellik gösteren nitrat bazlı film makaraları kullanılmıştı; dolayısıyla bu filmlerin zaman içinde bozulmalarının önüne geçmek için özenle korunmaları gerekmektedir. Fakat çoğu sessiz film sinemalarda gösterildikten sonra artık herhangi bir ticari değer taşımadığı gerekçesiyle ya hiç korunmamış ya da kötü şartlarda saklanmıştır. Geçen on yılların ardından birçoğu eskiyip, toz gibi ufalanmıştır. Bazı filmlerin üzerine yeniden kayıt yapılmış, bazılarıysa stüdyo yangınları ve yer açma operasyonlarında yok edilmiştir. Bunun bir sonucu olarak, sessiz filmlerin korunması sinema tarihçileri arasında yüksek derecede öncelik taşıyan bir konu haline gelmiştir. Kaynak: ekstrembilgi.com
__________________
ayakkabı kutusuna,
sakladım tüm göçebeliğimi |
2 Üyemiz Psişik Tırtıl'in Mesajına Teşekkür Etti. |
26.06.2022, 01:18 | #2 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Yönetmen:Carl Theodor Dreyer Senaryo:Joseph Delteil, Carl Theodor Dreyer Filmde İngiltere ve Fransa arasında 14. yüzyıl'da başlayan Yüzyıl Savaşları sırasında ülkesi Fransa'ya manevi destek veren hatta orduya katılarak İngilizlere karşı çarpışan Fransız Katolik azizesi Jeanne d'Arc'ın 1431 tarihinde henüz 19 yaşındayken İngilizlere esir düştükten sonra Tanrı ile konuştuğunu ileri sürdüğü için kafirlik suçuyla yargılanması, zindanlarda işkence görmesi ve yakılarak ölüme mahkum edilmesi anlatılmaktadır. Filmde Jeanne d'Arc'ın bütün hayatı anlatılmaz, sadece yargılanması ve ölüme mahkum edilmesi gözler önüne serilir. Carl Theodor Dreyer'in yönettiği son sessiz film olan 'Jeanne d'Arc'ın Tutkusu' Danimarka'lı yönetmenin dünya çapında tanınmasını sağladı. İngiliz Film Enstitüsü'nün yayın organı Sight and Sound dergisinin 1952 yılından bu yana 10 yılda bir yaptığı 'Tüm zamanların en iyi 10 filmi' derecelendirmesinde 1952, 1972 ve 1992 yıllarında olmak üzere üç kez listeye girdi. Dreyer filmin senaryosunu Joseph Delteil'le birlikte yazdığı gibi filmin kurgusuna da katkıda bulunmuştur. Filmin başlıca rollerinde Maria Falconetti ve Antonin Artaud oynamışlardır. Sinema tarihinin en olağanüstü oyunculuklarından birini sergileyen Maria Falconetti üçüncü filmi olan 'Jeanne d'Arc'ın Tutkusu'ndan sonra bir daha film çevirmedi. Yönetmen:F.W. Murnau Senaryo:Carl Mayer, Hermann Sudermann, Katherine Hilliker Taşrada tatil yapan kentli bir kadın, oralı genç ve evli bir çiftçiyle ilişki yaşar ve adamı karısını öldürüp onunla birlikte büyük şehre taşınmaya ikna eder. Adam, karısıyla beraber şehre giderken binecekleri teknede bir ‘kaza’ planlar, kendini boğulmaktan kurtarmak için de tekneye bir demet saz saklar. Ancak planın sonunu getirmeyi yüreği kaldırmaz ve kürek çekerek karısını kıyıya çıkarır. Büyük bir keder içinde, tramvaya binip şehre giderler. Göz yaşlarıyla dolu barışmaları, düğün yapılan bir kilisede tamamlanır. Birbirlerine yeniden âşık olmuş bir halde, önce bir fotoğrafçıya, sonra da bir berbere uğrarlar. Adam berberdeki manikürcünün ona kur yapmasını görmezden gelir, karısını da çapkın bir hayranın ilgisinden korur. Devasa bir lunaparka gidip eğlendikten sonra, tekneyle eve dönerler. Ancak bir fırtına çıkar ve yelken yırtılır. Yönetmen:Alfred Hitchcock Senaryo:Marie Belloc Lowndes, Eliot Stannard, Alfred Hitchcock Londra'da işlenen seri cinayetler ve harıl harıl aranan bir katil. Yalnız başına kalan kiracı, garip davranışlarıyla evsahiplerinin ve evsahiplerinin kızının sevgilisi tarafından dikkatini çeker. Hitchcock'un acemilik eseri olan "Kiracı:Bir Londra Sis Hikayesi", diğer acemilik eserlerinin tersine Hitchcock'un ustalık eserlerinin ilk işaretlerini verir. Sessiz film olan Lodger, yarattığı gerilimli havayı leziz bir polisiye ile harmanlayarak sunar. Yönetmen:Victor Sjöström Senaryo: Frances Marion, Dorothy Scarborough The Wind - Rüzgâr, Doğu Teksas’ta yaşayan genç bir kızın batıya akrabalarının yanına taşınması ile birlikte değişen hayatını konu ediyor. Genç bir kız olan Letty Mason, Batı Teksas’a kuzeni Beverly, karısı Cora ve çocuklarının yanına taşındığında, bilmediği bir dünya ile karşıkarşıya kalacaktır. Çocuklara bakar, ancak kocası ve üç çocuğuyla olan yakınlığını kıskanan kuzeninin karısı Cora (Dorothy Cumming) tarafından sevilmez. Gidecek bir yeri olmadığından Letty Mason, sevmediği kaba bir kovboy olan Lige (Lars Hanson) ile evlenmek zorunda kalır. Yönetmen: Robert Wiene Senaryo: Carl Mayer, Hans Janowitz Film, bir bahçedeki bankta oturan genç bir adamın yanındakine bir öykü anlatacağını söylemesiyle başlar. Francis küçük bir kasabada yaşamakta, yakın aradakşı Alan'la birlikte Jane'in sevgisini kazanmaya çalışmaktadır. Bir gün kasabada panayır kurulur. Çadırlardan birinde gösterilerine başlayan Caligari, resmi bir işlem için belediyeye gittiğinde bri memur ona kötü davranır. Bu memur aynı gece öldürülür. Kasaba bu cinayetin esrarıyla sarsılırken Caligari'nin çadırı izleyicilerle dolmuştur. Gösteri, Caligari tarafından hipnotize edilerek uyutulan Cesare'nin, seyircilerin geleceğe ilişkin sorularını yanıtlamasına dayanmaktadır. Caligari'nin cinayeti işlediği şüpheleri de polisi harekete geçirir. Filmin senaryosunu, dönemin en ünlü sanatçılarından Carl Mayer, bir arkadaşıyla birlikte yazmış ve çerçeve öyküye yer verilmemiştir. Açılış ve kapanıştaki sahnelerin eklenmesi fikri daha sonra, filmi yönetmesi düşünülen Fritz Lang tarafından önerilmiştir. Dr. Caligari'nin Muayenehanesi, Alman dışavurumcu sinemasının ilk örneği olarak kabul edilir.
__________________
ayakkabı kutusuna,
sakladım tüm göçebeliğimi |
2 Üyemiz Psişik Tırtıl'in Mesajına Teşekkür Etti. |
26.06.2022, 16:00 | #3 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Yönetmen: Fritz Lang Senaryo: Thea von Harbou, Fritz Lang Metropolis, sadece döneminin değil, tüm zamanların en üstün bilim kurgu yapıtlarından biridir. Endüstrileşme çağının etkisini hissettirdiği bir dönemde, Lang'ın gelecek tasarımı da bundan payını alır. İnsanlar ikiye ayrılmıştır. Yeraltında makinelerle birlikte yaşayan sınıf ve yukarıda daha konforlu bir yaşam süren yönetici sınıf. Lang, bölünmüş toplumsal yapıyı, insanı bir aşktan yola çıkarak, uzlaştırmaya çalışır. Dönemine göre mükemmel sayılabilecek bir şehir tasarımı vardır filmde ve kendisinden sonra gelen bütün bilim kurgu filmlerini etkilemiştir. Özellikle, filmin genel atmosferinden uzak, naif sonuyla eleştiriler almış olsa da, bu durum kesinlikle filme gölge düşürmez. Bilim kurgu sinemasının, bilimsel yönünün en büyük keşiflerinden biridir. Yönetmen: Clyde Bruckman, Buster Keaton Senaryo: Buster Keaton, Clyde Bruckman, Al Boasberg 1926 çıkışlı sessiz komedi "The General", Clyde Bruckman ve Buster Keaton ortak yapımı olarak sinema tarihinin en eski ve en başarılı yapımları arasındaki yerini koruyor. Keaton'un başrolünde yer aldığı filmde Marion Mack, Jim Farley ve Glen Cavender de rol almakta. Şehrin Güney tarafında demiryolu mühendisi olarak görev yapan Johnny, 'The General' adını verdiği lokomotifine adsız bir sevgi beslemektedir. İşini oldukça seven genç adamın hayatında değer verdiği bir diğer şey ise güzel Annabelle idir. Genç kızla birlikte olmaktan hoşlanan Johnny, ülkede savaş harekatı başlayınca Annabelle'nin de desteğiyle orduya katılmaya karar verir. Asker olmak için sıraya giren genç adam, yetkiliye 'demir yolu mühendisi' olduğunu söyleyince reddedilir ve orduya alınmaz. Zira genç adam, becerikli elleriyle demir yollarında daha verimlidir ve ülkenin böyle bir adamı daha faydalı iş alanlarında kullanması mantıken daha doğrudur. Ne var ki, genç adam orduya yazılmakta kararlıdır ve kılık değiştirerek tekrar sıraya girer. 'Barmen' olduğunu söyleyen Johnny, açığa çıkar ve dışarı atılır. Üçüncü denemede, bir başkasının onay kağıdını alırken yakalanan genç adamın şansı tükenmiştir. Genç sevgilisinin, onu üniforma giymeden kabul etmeyecek olması, bu ısrarın ana nedeni olsa da Johnny, mühendislik işine geri gönderilmiştir. Ancak, Johnny'nin 'The General' adlı lokomotifi, Kuzeyliler tarafından kaçırılmıştır ve genç adamın şansı bu noktada tersine dönecek, savaştan kazanç sağlayan sayılı insanlardan biri olacaktır. Yönetmen: Sergei M. Eisenstein Senaryo: Nina Agadzhanova, Nikolai Aseyev, Sergei M. Eisenstein Rusya'nın ve Avrupa'nın en eski ve büyük film stüdyosu olan Mosfilm tarafından yapılan filmin yönetmeni Sergei Eisenstein'dır. Yönetmenin ikinci filmi olan Potemkin Zırhlısı konusunu Potemkin Zırhlısı Ayaklanması olarak bilinen gerçek bir olaydan almıştı. Filmde, 1905 yılında Rusya'nın Karadeniz filosuna bağlı Savaş Gemisi Potemkin'de dayanılmaz yaşama şartlarından bezmiş mürettebatın Çar rejimine bağlı subaylara karşı başlattıkları bir ayaklanmanın sonunda gemiyi ele geçirmeleri ve sonrasında gelişen olaylar dramatize edilerek anlatılmıştır. "Potemkin Zırhlısı Ayaklanması" 1917'de gerçekleşecek olan Ekim Devrimi'nin bir provası niteliğinde olduğu için film, 1925 yılında Sovyet hükümeti tarafından bir devrim propagandası filmi olması için özellikle ısmarlandı. Ama Sergei Eisenstein bunun çok ötesine geçerek filmde kurgu (montaj) ile ilgili kuramlarının tamamını deneme fırsatı buldu. Ortaya sinemasal açıdan da devrimci bir film çıktı, artık sinemada kurgunun hayati bir önemi olduğu anlaşılmıştı. Potemkin Zırhlısı tüm zamanların en etkileyici filmlerinden biridir ve 1958 yılında Belçika'nın Brüksel şehrinde açılan Dünya Fuarında "tüm zamanların en büyük filmi" olarak ilan edilmişti. Kasıtlı bir şekilde devrim propaganda filmi olarak çekilmiştir. Eisentein bu filmde montaj yeteneklerini de test etmiştir. Rus Devrimci film yapımcılarının okulu Kuleşov film yapımı okulu daha seyirciler üzerinde montaj tekniğini hazmetmeye çalışırken, Eisenstein filmdeki montajlarıyla seyirci üzerinde muhteşem bir duygusal düşünceler oluştumayı başarıp böylece çarlık rejimi altında ezilen insanlar için sempati oluşmasını (özellikle devrimci zırhlı gemi “Potemkin”) ve cani çarlık rejimi için de nefret beslenmesini sağlamıştır ve bu etkileme düzeni o kadar kusursuz kurulmuştur ki seyirci ister istemez bir sempati oluşturur. Yönetmen: Aleksandr Dovzhenko Senaryo: Aleksandr Dovzhenko Nasıl Dovzhenko, Eisenstein ve Pudovkin ile birlikte üç büyük Sovyet yönetmenden biri olarak anılıyorsa, onun TOPRAK filmi de eleştirmenler tarafından sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olarak görülür. Ama 1930'ların SSCB'nde film, anlattığı düşünülen çiftçi sorunlarından uzak, entellektüel incelikte bir çalışma olarak eleştiriye uğradı. Eisenstein'ın ESKİ VE YENİ filmi gibi TOPRAK da, ayrıcalıklı çiftçileri (kulak), merkezi otoritenin elindeki kolhozlara gönüllü bir şekilde bağlamaya çalışan kampanyanın bir parçasıydı. Ama filmin gösterime girdiği sıralarda, toprakları ve hayvanları birbirine bırakmak istemeyen radikaller ve inatçı köylüler arasında acımasız bir mücadele sürüyordu. Filmdeki pastoral hava, gerçek hayatın sıkıntılarından oldukça uzaktı TOPRAK filminin hikayesinin temeli, bir gazete haberinden esinlenilerek kuruldu. Ve film, aktivist bir önderin gerici çiftçiler tarafından bıçaklandığı bir Ukrayna köyünde çekildi. Gerçi bu suikast, farklı ve non-konformist yönetmen Dovzhenko'nun ilgisini pek az çekiyordu. O, ihtirasları ve duyguları rüya mantığı yoluyla aktarmaya çalışıyordu. Olayları ve karakterleri izlenimci sıçrayışlarla sergiledi. Aşk, aile bağları, doğum, ölüm, yeniden doğuş, ekim ve hasat, emek verilmiş bir üründen duyulan zevk gibi hayatın ve tabiatın sonsuz tecrübelerine odaklandı. Yönetmen: Charles Chaplin Senaryo: Charles Chaplin, Harry Clive, Harry Crocker İyi yürekli bir sokak serserisi, kör bir çiçek satıcısına aşık olur. Kıza kendisini zengin bir adam olarak tanıtır. Sonradan hayatını kurtardığı bir milyonerin ona arkadaşça davranıp sözler vermesinden cesaretlenir. Adamın kapısını aşındırıp, sevdiği kızın gözlerinin görmesi için gerekli ameliyat parasını ödünç alabileceğini sanır. Oysa varlıklı insanlar abartılı bir kibarlık içerisinde, ikiyüzlü bir yaşam sürmeye alışkındırlar.
__________________
ayakkabı kutusuna,
sakladım tüm göçebeliğimi |
2 Üyemiz Psişik Tırtıl'in Mesajına Teşekkür Etti. |
26.06.2022, 16:38 | #4 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Yönetmen: Buster Keaton Senaryo: Jean C. Havez, Joseph A. Mitchell, Clyde Bruckman Sherlock, bir sinema salonunda film oynatıcısıdır ama hayal dünyasında yaşar..Esas hayali sıkı bir dedektif olmaktır ve tabi bir de sevdiği kızla evlenmek..Ama beş parasızdır ve bu biraz zor gözükür.. Derken dedektif olma fırsatı eline geçer.. Ama gerçek hayatta değil rüyada..Çünkü Sherlock oynattığı bir gangster filminin içerisine girerek oradaki dedektif olmuştur... Keatonun filmleri geometriden, pandomimden, biçimden çok beslenir..(msl. General filmindeki tren vb. sahneler gibi..) Bu sessiz filmde de aynı geometrik ustalık başarıyla kullanılmış..Takım elbiseli kötü adamlardan kaçarken bindiği motor sahnesi harikadır..Motorla kaçarken öyle sahneler kullanılmış ki gerçekten o zamana göre bir nimet olmuştur mutlaka..Gene bir kulübede Sherlocku kıstırır kötü adamlar, o da kadın kılığına girerek arka pencereden sıvışır... Çok çok keyifli... Ayrıca Time Dergisi'ne Göre tüm zamanların en iyi 100 Filminden biridir... Yönetmen: F.W. Murnau Senaryo: Henrik Galeen, Bram Stoker Thomas Hutter bir emlakçının sekreteri olarak çalıştığı Wisborg’ta eşiyle mutlu mesut yaşamaktadır. Bir gün şefi onu Transilvanya’ya, Kont Orlok’la bir evin satışını görüşmek üzere iş gezisine gönderir. Bir terslik olduğunu sezen eşi Ellen, kocasının kendini içine attığı tehlikeyi fark eder, ancak onu gitmekten alıkoyamaz. Karpatlarda kaldığı misafirhanenin sahipleri Hutter’ı Orlok hakkında uyarır ve ona “kan emici vampir” hakkında bir kitap verirler. Daha sonra Kont, Hutter’ı şatosunda yatılı bir akşam yemeğine davet eder ve satış sözleşmesini imzalar. Yemeğin ertesi günü uyandığında Hutter, boynunda kırmızı lekelerin olduğunu fark eder ve dehşet verici gerçekle yüzleşir: Orlok bir vampirdir. Şatodaki ikinci gece Orlok Hutter’a saldırır ve takip eden sabah tabutlarla yüklediği faytonuna binerek oradan ayrılır. Kendisinin ardından Orlok’un karısının peşine düşeceğinden korkan Hutter da şatodan hızla ayrılır. Günlerden bir gün içi veba, ölüm ve ecel ile yüklü kaptansız bir hayalet gemi Wisborg’a yanaşır. Orlok şehre gelmiştir ve gelişiyle veba şehre yayılmaya başlar. Ellen yapması gerekenin farkına varır ve kendini feda ederek vampire teslim olur. Ertesi günün ilk ışıklarıyla beraber bu gizemli figür hiçliğe karışarak kaybolur. Yönetmen: Charles Chaplin Senaryo: Charles Chaplin Altına Hücum 1925 ABD yapımı sessiz komedi filmidir. Özgün adı The Gold Rush olan bu siyah beyaz filmin yönetmeni, senaryo yazarı, yapımcısı ve başrol oyuncusu Charlie Chaplin'dir. Daha önce çok sayıda kısa metrajlı ve iki tane de orta metrajlı film yapmış olan Chaplin'in Woman of Paris: A Drama of Fate'ten sonra çektiği ikinci uzun metrajlı filmidir. Bu filminde de öncekilerde olduğu gibi "küçük serseri" Şarlo'yu canlandırmaktadır. Film o tarihte rekor sayılacak bir süre olan 14 ayda ve astronomik sayıcak bir maliyetle tamamlandı. Chaplin filme tam 650.000 dolar harcamıştı. 1942 yılında Chaplin "Altına Hücum" filmini tekrar elden geçirdi, film için bestelediği müziği ve kendi kaydettiği diyalogları filme monte etti. Kurguda da bazı değişiklikler yaparak filmi yeniden gösterime verdi. Filmde, birçok maceracının yaptığı gibi Klondike Altına Hücumu hareketinde Alaska'ya altın aramak için giden "Küçük Serseri" Şarlo'nun buradayken çektiği sıkıntılar, düştüğü komik durumlar, hırstan gözleri dönmüş insanların zaaflarını görmesi ve bu arada aşkı bulması anlatılmaktadır. Filmin en unutulmaz sahnelerinden biri de kendi gibi iki altın arayıcıyla birlikte kar fırtınasının ortasında uçurumun kenarına sürüklenmiş bir kulübede mahsur kaldıkları sahnedir. Ayrıca yemek niyetine "ayakkabısını yediği" sahne de akıllara kazınan ve sinema tarihine geçen sahnelerden biridir. "Altına Hücum", 1992 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir Yönetmen: Georges Méliès Senaryo: Georges Méliès, Jules Verne, H.G. Wells Prof. Barbenfouillis başkanlığında bir grup astronom Ay'a gitmek üzere planlar yaparlar. Sonuçta dev bir toptan gönderilen mermi şeklindeki uzay gemileri ile hedeflerine ulaşırlar. Ancak burada Aylılar tarafından kaçırılıp Ay kralının sarayına götürülürler... George Méliès'in çoğu Jules Verne'e dayanarak yaptığı yüzlerce kısa filmden bu en ünlüsü, -açıkça H.G.Wells'in First Men in the Moon'undan da esinlenerek- sinema tarihinin ilk bilim kurgu filmi olarak haklı bir üne sahiptir. Méliès'in filmleri janra ait klişelerin tümüne sahiptir neredeyse; çılgın bilim adamları, dehşet verici icatlar, roketler vs vs.. Roketin Ay'a varışını simgeleyen sempatik sekans, kuşkusuz sinemanın en bilinen sahnelerinden birine vesile olmuştur. Yönetmen: Paul Leni Senaryo: Victor Hugo, J. Grubb Alexander, Walter Anthony Gwynplaine babasının ihaneti üzerine kral tarafından suratı çizilerek kalıcı bir gülümsemeyle cezalandırılmıştır. Gezgin şovmen olan Gwynplaine kör kız Dea'ya aşık olur . Kral öldüğünde kötü şaklaban Gwynplain'i yoketmeye çalışır.
__________________
ayakkabı kutusuna,
sakladım tüm göçebeliğimi |
2 Üyemiz Psişik Tırtıl'in Mesajına Teşekkür Etti. |
26.06.2022, 17:09 | #5 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Yönetmen: Erich von Stroheim Senaryo: June Mathis, Erich von Stroheim, Frank Norris Mc Teague, arkadaşı Marcus'un sevgilisi olan kıza aşık olur. Onu elinden alır ve evlenir. McTeague dişçilikle geçinmektedir. Eşi ise piyangoyu kazanır. Fakat kocasından parasını gizlemektedir ve paraya tutunmaktadır. McTeague ise kendini içkiye verir. Marcus tekrar ortaya çıkacaktır. Yönetmen: Georg Wilhelm Pabst Senaryo: Frank Wedekind, Ladislaus Vajda, Joseph Fleisler 1928 yapımı bu filmde Georg Wilhelm Pabst'ın natüralizminin derinliklerine dalıyoruz. Neşe içinde gezerken etrafındaki herkese trajedi saçan Femme Fatale'imizle tanışın: Lulu. başrollerde Bob Cut'ı hayatımıza sokan karizmatik oyuncu Louise Brooks ve zamanının Dracula'larından Francis Lederer. Yönetmen: King Vidor, George W. Hill Senaryo: Laurence Stallings, Harry Behn, Joseph Farnham Çok tutulan Broadway oyunu What Price Glory’nin (Zaferin Bedeli) yazarı Laurence Stallings’in bir hikâyesine dayanan bu destansı King Vidor filmi, ABD’nin 1. Dünya Savaşı deneyimini anlatırken, farklı geçmişlerden gelip kendilerini Fransa’da bulan üç askerin maceralarını konu alır. Zengin bir ailenin çocuğu olan ve nişanlısının teşvikiyle savaşa katılan Jim (John Gilbert), birliğinin mevzilendiği kasabada güzel bir Fransız kadınla (Renée Adorée) tanışır. The Big Parade’in (Büyük Resmigeçit) en duygulu anlarından biri, kadının, askerler cepheye ilerlerken, Jim’in geride bıraktığı çizmesine sarılmasıdır. Askerler siperlere ulaşır ulaşmaz Belleau Wood savaşı başlar. Bir makineli tüfek yuvasına yapılan saldırı sırasında Jim yaralanır, iki arkadaşı da ölür. Bir top mermisinin açtığı çukura saklanan Jim, içeride son nefesini vermekte olan bir Alman askeriyle karşılaşır; ikisi aynı sigarayı paylaşırlar. Sonuçta Jim bulunup bir sahra hastanesine götürülür ve çiftlik evine ulaşma çabaları başarısızlıkla sonuçlanır. Amerika’ya geri dönen Jim, ailesiyle yeniden bir aradadır ama bacağını kaybettiği için son derece mutsuzdur. Üstelik nişanlısı, erkek kardeşine âşık olmuştur. En sonunda Jim annesinin tavsiyesini dinleyerek Fransa’ya döner. Orada, Jim’in kaybettiği aşkını, tarlada annesine yardım ederken görmesi filmin en dokunaklı sahnesidir. Fiziksel komediyle (özellikle Fransız çiftlik evindeki sahneler) çok iyi sahnelenmiş aksiyonu ustalıkla harmanlayan The Big Parade, yapımcı Irving Thalberg’in projeyle ilgili önsezilerini doğrularcasına, gişede muazzam bir başarı kazanmıştır ve sessiz film döneminin son günlerinin zaferlerinden biri olarak kabul edilir. Gilbert, Jim rolünde, dönemin en büyük yıldızlarından biri olmasını sağlayan ve gişeyi garantileyen cazibesini sergilediği çok iyi bir performans gösteriyor; Adorée’yse sevgilisi rolünde en az onun kadar göz dolduruyor. The Big Parade, savaşın dehşetini gösterdiği için genelde barış yanlısı bir film olarak değerlendirilir ama aslında politik yönü yumuşatılmıştır. Thalberg’in istediği gibi, film daha çok romantik komedidir; savaş da, Jim’in erkekliğe adım atmasını ve aslında ne tür bir yaşam istediğini keşfetmesini sağlayan bir araç işlevi görür. Yönetmen: Charles Chaplin Senaryo: Charles Chaplin Film, ağıllarına doğru hızla ilerleyen bir koyun sürüsünün üstten görüntüsüyle başlıyor. İşte bu noktada Charlie Chaplinin yarattığı lümpen serseri, anarşist kimliğiyle ön plan çıkıyor. Kısacası Chaplin ve Modern Zamanlar gerek yarattıkları karakter gerekse de sinematografik diliyle modern yaşamın inşa ettiği konformizmin hapishanesinin modernist firarileridir. Yönetmen: Luis Buñuel Senaryo: Salvador Dalí, Luis Buñuel Bir Endülüs Köpeği, Fransızca orijinal ismi Un Chien Andalou olan (İngilizce: An Andalusian Dog) 16 dakikalık sürrealist filmdir. Deneysel sinemanın ilk örneği kabul edilmektedir. Ünlü İspanyol ressam Salvador Dali ve İspanyol yazar ve film yönetmeni Luis Buñuel'in gördükleri bazı rüyaları birbirlerine anlatmaları filme esin kaynağı olmuştur. 1928 yılında Fransa'da Luis Buñuel ve Salvador Dali tarafından hazırlanmış ve 1929 yılında Paris'te çekilmiştir. 1920'lerde başlayan deneysel filmlerin en bilinenidir. Filmin yıldızları Simone Mareuil ve Pierre Batcheff ve isimsiz birçok kahramandır. Filmde bilediği ustura ile bir kadının gözünü ikiye ayıran adam ile bir bulutun Ay’ı kesmesi ilişkilendirilmiştir. Buna benzer avcunun içinde karıncalar dolaşan adam gibi, rüya olduğu bilinen sahnelerin yanı sıra, mantıklı açıklamasının olmadığını düşündürebilecek onlarca sahne de mevcuttur. Filmin konusunun bir hikâyesi yoktur. Filmin iki temel karakteri olan, isimsiz bir erkek ve bir kadın vardır. Filmdeki kronoloji tutarsızdır. Örneğin, " bir zamanlar" dan "sekiz yıl sonra"ya konu ilgisiz olarak değişir. Film, bir usturayla bir kadının gözünün yarıldığı bir sahneyle açılır. Usturalı adamı Buñuel kendisi oynamıştır. Sonraki sahnelerde, bir adamın elinin karıncalar görünür. Bir adam bir kadını okşamak ister kadın ona direnir ve adam sonra adam piyano ve çürümüş bir ölü eşek sürükler. Filmin sonunda, kadın apartmandan çıkar ve plajda başka bir adamla buluşur. Bu adamı ise Dali oynamıştır. Onların mutlu görüntüleri vardır. Ancak final sahnesinde kumlara gömülü, ölmüş ve sinekler üşüşmüş sahnesi bütçe azlığı nedeniyle tam çekilememiştir. Bu ise Buñuel'in orijinal el yazısı metinlerinden anlaşılmaktadır.
__________________
ayakkabı kutusuna,
sakladım tüm göçebeliğimi |
2 Üyemiz Psişik Tırtıl'in Mesajına Teşekkür Etti. |
26.06.2022, 17:44 | #6 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Yönetmen: Charles Chaplin Senaryo: Charles Chaplin Edna, çocuğunun babası olan genç ressam tarafından yüzüstü bırakılmış yalnız bir kadındır. Çocuğuna bakamayacağına karar verince iyi bakılması umuduyla onu zengin bir evin önündeki lüks arabaya bırakır. Kısa bir süre sonra yaptığından pişman olup çocuğu almaya geldiğinde ise çok geç kalmış olduğunu anlar; zira araba o sırada çalınmıştır. Arabayı çalan iki adam çocuğu fark ettiklerinde onu fakir mahallelerin birinde sokağa bırakırlar. Oradan geçen Charlie çocuğu sahiplenmek zorunda kalır Yönetmen: John S. Robertson Senaryo: Robert Louis Stevenson, Clara Beranger, Thomas Russell Sullivan Çoğu kişi tarafından ABD’nin ilk büyük korku filmi olarak nitelendirilen Dr. Jekyll and Mr. Hyde (John S. Robertson, 1920) edebi eserin en verimli uyarlamalarından birisi olarak tarihe geçerken, bir bilim adamının merakının ve insanlığa faydalı olmasının da ötesinde, eril olmak isteyen ama olamayan bir bilimin arzu nesnesi olan dişil hazzın peşine düşmesi üzerine çıkan kaos Yönetmen: William A. Wellman, Harry d'Abbadie d'Arrast Senaryo: John Monk Saunders, Hope Loring, Louis D. Lighton Kanatlar, 1927 yılında çevrilmiş Amerikan yapımı bir sessiz filmdir. İlk defa düzenlenen Akademi Ödüllerinde En İyi Film Akademi Ödülü'nü kazanmıştır. Gary Cooper'ın bir yıldız olmasına yardımcı olmuş bir filmdir. Yönetmen: Rupert Julian, Lon Chaney, Ernst Laemmle Senaryo: Gaston Leroux, Walter Anthony, Elliott J. Clawson Paris Operası'nın başrol oyuncusu Carlotta bir hayaletin onu işi Christine adlı koro elemanına bırakması için tehdit ettiğini iddia ederek işi bırakır. Operadakiler buna inanmazken, Christine yüzünü maske ardına saklayan bu gizemli kişiyle tanışmıştır bile. Operanın yönetmeni Raoul ile birlikte olan Christine, hayaletin isteği üzerine ondan ayrılır. Hayalet ile sık sık yeraltında buluşan Christine, bu küçük sırrı tüm operadan saklarken, onu keşfetmeye başlamıştır. Sessiz olarak çekilen film, Gaston Leroux'un romanından uyarlanmış ve o yıllarda oldukça ses getirmişti.
__________________
ayakkabı kutusuna,
sakladım tüm göçebeliğimi |
2 Üyemiz Psişik Tırtıl'in Mesajına Teşekkür Etti. |
27.06.2022, 00:17 | #7 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Ellerine sağlık, teşekkürler Tırtıl
|
ReaL'in Mesajına Teşekkür Etti |
27.06.2022, 01:41 | #8 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Charles Chaplin çok severim. |
OkyanusunKalbi'in Mesajına Teşekkür Etti |
27.06.2022, 02:12 | #9 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Yönetmen:Abel Gance Senaryo:Abel Gance Abel Gance’ın, günümüze kadar ulaşan en uzun versiyonu 333 dakika olan 1927 yapımı biyografik filmi, konu aldığı tarihi kişiliği tatmin edecek boyutta bir destan. Bonaparte’ın hayatını, 1780’deki kartopu savaşlarını yönettiği okul günlerinden başlayıp 1796’daki muzaffer İtalya seferine dek izleyen film, buna karşın çağdaş standartlara göre derinlikten yoksun. Gance’ın gözünde Napolyon psikolojik bir kahraman değil, bir "kader adamı"ydı. Gance’ın Fransa İmparatoru’na övgüsü, Sergey Ayzenştayn’ın Alexandr Nevski’siyle (Şimal Hücum Taburu, 1938) ortak bir nokta taşıyor ve bu iki muhteşem sinema eseri de milliyetçi propagandaya hizmet ediyor. Eğer Gance sanatçıdan çok bir öncüyse, Napolyon’un bugün bile enerji ve yaratıcılıkla dolup taşması yönetmenin dehasının bir göstergesidir. Muhteşem bir sekansta kamerayı, sanki bir trapezdeymişçesine dekorun üstünde sallayarak "La Marseilles"in galeyana getirici (sessiz) bir yorumundaki devrimci ruhu yakaladı. Ancak en görkemli başarısı, Cinerama’nın ortaya çıkmasından neredeyse 30 yıl önce kullandığı Polyvision tekniğidir (üç projektör kullanılarak üçlü perde görüntüsü yaratılan bölünmüş perde efekti). Yönetmen: D.W. Griffith Senaryo: Hettie Grey Baker, Tod Browning, D.W. Griffith 1914 yılının Amerika'sında yasadışı işler yapan bir küçük serserinin öyküsü.Sevdiği kızla evlenerek tövbekar olan ve bir zamanlar kullandığı tabancayı çete reisine veren adam, bu gangsterin, terk ettiği bir kadın tarafından aynı silahla vurulması üzerine suçlanarak hapse düşer, idam kararı alınır....16 hafta süren çekimleri ile zamanının rekor ücreti 40 bin dolara mal olan filmin babil bölümü en gösterişli ve nefes kesici bölümü olarak sinema tarihine geçmiş, bu sahnenin çekimi sinema tarihine geçen buluşlar sayesinde mümkün olmuştur. Yönetmen: Fred C. Newmeyer, Sam Taylor Senaryo: Hal Roach, Sam Taylor, Tim Whelan 1920´lerin büyük sükse yapan filmlerinden Güvenlik Sonra Gelir, bugüne kadar çekilmiş en muhteşem komedi filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Büyük komedyen Harold Lloyd, kız arkadaşıyla evlenmek için çok para kazanmak üzere taşradan büyük şehre gelen Çocuk rolünde. Elbette, çılgınca çabalıyor, inanılmaz engelleri aşıyor, hatta bir gökdelenin tepesinden sallanıyor! Yönetmen: D.W. Griffith Senaryo: Thomas Burke, D.W. Griffith Genç Lucy Battling babasının katı kurallarıyla yaşıyor. Bir gün Cheng Huan adlı Çin'den Londra'ya yeni gelmiş bir genç adama aşık oluyor. Bu tabi ki babasının hiç hoşuna gitmiyor. Hatta buna karşı çıkmak için bazı zorba yöntemlere bile başvuruyor. Yönetmen: F.W. Murnau Senaryo: Carl Mayer Son Adam 1924 Almanya yapımı siyah beyaz dramatik filmdir. Özgün adı Der Letzte Mann olan bu sessiz film ABD'de The Last Laugh (Son Gülüş) adıyla gösterime sunulmuştu.Senaryosunu Carl Mayer'in yazdığı filmi sessiz Alman sinemasının yaratıcı sinemacısı F.W. Murnau yönetmiş, başrolünde ise Emil Jannings oynamıştı. Çoklarına göre Murnau'nun başyapıtı sayılan bu film çevrildiği yıl o zamana kadar yapılmış en iyi film olarak değerlendirilmişti. Filmin görüntülerini dönemin en önemli görüntü yönetmenlerinden Karl Freund çekmiştir. Freund kamerayı o denli devrimci ve kıvrak bir üslupla kullanmıştı ki, Carl Mayer senaryoyu yeni kamera hareketlerine göre yeniden yazmak zorunda kalmıştı. Bir bakıma Freund'un kamerası filmin karakterlerinden biri olup çıkmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında Berlin'in lüks otellerinden birinin üniformalı iri yarı kapıcısı (Emil Jannings), yaşlandığı ve görevini aksattığı gerekçesiyle çok sevdiği ve gurur duyduğu bu prestijli işinden alınarak tuvalet bekçiliğine verilir. Oturduğu mahallede ve yakın çevresinde kendisine kral muamelesi yapılmasını sağlayan fiyakalı üniforması elinden alınan yaşlı adam, bu aşağılanma karşısında kedere boğulur ve kendine olan güvenini kaybeder ancak hayat mücadelesini de sürdürmeye çalışır.
__________________
ayakkabı kutusuna,
sakladım tüm göçebeliğimi |
Psişik Tırtıl'in Mesajına Teşekkür Etti |
27.06.2022, 03:06 | #10 |
Çevrimdışı
|
Cevap: Tüm Zamanların En İyi Sessiz Filmleri
Yönetmen:Charles Reisner, Buster Keaton Senaryo:Carl Harbaugh Our Hospitality (Misafirperverliğimiz, 1923) ve The General’la (General, 1927) birlikte bu film, Keaton'ın komedyen olarak üstün yeteneklerinin ötesinde ne kadar büyük bir yönetmen olduğunu, deneysel bir biçime sahip olan Sherlock, Jr.'dan (1924) daha fazla ortaya koyuyor. Steamboat Bill, Jr.'da kamerayı adeti olduğu üzere mesafeli ama her zamanki gibi ustalıkla yerleştirerek, eğitimli şehir çocuğu Buster'ın başı sıkışmış vapur işletmecisi babasını görmek için döndüğü Mississippi kıyısındaki küçük kasabaya gerçeklik hissi kazandırıyor. Kaba saba Baba Bili, oğlunun hafif züppe tavırları karşısında dehşete kapılır; hele de oğlu, kendisini işinden etmeye kararlı varlıklı rakibinin kızına âşık olunca, mutsuzluğu bir kat daha artar. Buster'ın, kabul edilebilir/edilemez erkeksi davranış anlayışıyla bol miktarda dalga geçilmesinin ardından, erkekliğini en sonunda, filmin en can alıcı noktasında patlak verip kasabayı yerle bir eden bir tayfun sırasında upuzun usta işi akrobasi sekansında (titizlikle sahnelenmiş aksiyon sekansları ve baş döndürücü bir hıza sahip gerilim) kanıtlamayı başardığını söylemeye gerek bile yok herhalde. Özellikle babayla oğulun şapka aldıkları (sanki bir aynaymışçasına doğrudan kameraya oynanan) sahne gülünç olmakla kalmıyor, Keaton'ın kendi komik persona'sının hayli "modern" ve muzip bir tarzda farkında olduğunu da çok iyi örnekliyor. Tek kelimeyle, büyüleyici! Yönetmen: Fred Niblo, Charles Brabin, Christy Cabanne Senaryo: Lew Wallace, June Mathis, Carey Wilson Ben-Hur: A Tale of the Christ, Fred Niblo tarafından yönetilen ve General Lew Wallace'ın 1880 tarihli Ben-Hur: A Tale of the Christ romanına dayanan June Mathis tarafından yazılan 1925 yapımı sessiz epik macera-dram filmidir. Yönetmen: Raoul Walsh Senaryo: Lotta Woods, Achmed Abdullah, Douglas Fairbanks "Bağdat Hırsızı" 1924 yılında Raoul Walsh tarafından çekilen sinemanın ilk büyük yapımlarından biri. Yazarlıktan, başrol oyunculuğuna kadar her alanda filme büyük katkısı olan Douglas Fairbanks, bu filmin belki de gerçek sahibi. Yapıldığı yılla göre çok uzun olan (2 buçuk saat) bu filmde boyama tekniğiyle kısmen renklendirme kullanılmıştır. Filmin atmosferine göre yer yer kırmızı yer yer koyu renkler dikkatleri çeker. Film ortadoğuya özgü bir konu içermektedir. Sinbad hikayesiyle örtüşen bu filmde, Fairbanks başına buyruk bir hırsız olarak bağdatta dilediğince yaşamaktadır. Bir gün gizlice girdiği sarayda prensesle karşılaşması hayatını değiştirir. Kendini prens gibi gösteren hırsız prensesle evlenmek ister. Sonunda Prensesle evlenmek isteyen diğer 3 soylu prensle bir yarışa tutuşur. Buna göre prensese en inanılmaz hediyeyi getiren onunla evlenebilecektir. Hırsız, prenses için uzaklara gider, dev canavarlarla karşılaşır. Her türlü doğa üstü varlıklarla kapışarak "mucizenin" peşine düşer. Yönetmen: Clarence Brown Senaryo: Benjamin Glazer, Hermann Sudermann, Marian Ainslee Flesh and the Devil, Aralık 1926'da Metro-Goldwyn-Mayer tarafından yayınlanan ve Clarence Brown tarafından yönetilen Greta Garbo, John Gilbert, Lars Hanson ve Barbara Kent tarafından yayınlanan bir Amerikan sessiz romantik drama filmidir ve Hermann Sudermann'ın The Undying Past adlı romanından uyarlanmıştır Yönetmen: John G. Blystone, Buster Keaton Senaryo: Jean C. Havez, Clyde Bruckman, Joseph A. Mitchell Buster Keaton’ın, daha ünlü filmi The General (General, 1927) kadar iyi sayılabilecek, Güneylilerin töreleri üzerine yaptığı usta işi bir taşlama olan Our Hospitality (Konukseverliğimiz), iki aile arasında kökleri eskilere uzanan bir kan davasının saçma cinayetler tarihini anlatan nefis canlandırılmış dramatik bir giriş bölümüyle başlıyor. Bunu asıl öykü izliyor: Buster’ın canlandırdığı Willie McKay, 20’li yaşlarında, New York’ta büyümüş ve kasabasına dönen (ilkel bir trende geçen müthiş komik bir yolculukla) saf bir gençtir. Yolculuk sırasında tanışıp hoşlandığı genç kızla (kanını dökmeye hâlâ yeminli ailenin kızı çıkınca) yakınlaşması yüzünden canından olma tehlikesiyle karşılaşır ve içinden çıkılmaz bir duruma düşer; öte yandan düşmanlarının Güneyli konukseverliği, çatılarının altında olduğu sürece kendisine adabınca davranılmasını gerektirmektedir. Bundan sonra esprilerin çoğu Willie’nin durumundaki karanlık ironiden çıkar: müstakbel katilleri gülümseyerek onun gitmesini sağlamaya çalışırken, Willie onların misafiri olarak kalmaya kararlıdır. Keaton’ın zeki esprileri tek tek gag’lere (gülütlere, komik durumlara) değil, karakterin, içine düştüğü çıkmazın, dönemin, mekânın ve kadrajın (kamerayla yan yana giderken Keaton o komik bisikletten düştükten sonra, kameranın yoluna devam etmesine dikkat edin) üzerinde özenle durmasına dayanıyor. Sonuç hem komik hem de dramatik bir ağırlığa ve gerilime sahip; en çok da Willie’nin sevgilisini şelaleye yuvarlanmaktan kurtardığı o ünlü sahnede. Keaton’ın zamanlama duygusu hiç bu kadar mükemmel olmamış, aynı anda hem kahkahaya hem de heyecana boğma becerisi bu kadar görkemli bir biçimde gözler önüne serilmemişti.
__________________
ayakkabı kutusuna,
sakladım tüm göçebeliğimi |
Psişik Tırtıl'in Mesajına Teşekkür Etti |
Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz |
Etiketler |
filmleri, sessiz, zamanların |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
|
|
Önemli Uyarı | |
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz. |