Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Gezelim & Görelim > Buram Buram Türkiye'm

Buram Buram Türkiye'm Gitmesek de, görmesek de o yer bizim yerimizdir...


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 21.12.2011, 21:36   #1
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Gezginin İnanç Yerleri


Ayasofya Müzesi

İstanbul
Fotoğraf: Aytunç Akad



Sultanahmet Meydanı ile Topkapı Sarayı arasında.

Bizans tarihçilerine göre ilk Ayasofya, İmparator Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus tarafından 390 yılında yaptırıldı. Bazilika planlı olan ilk yapı ahşap malzemeyle yapılmıştı ve bütünüyle yandı. Bugünkü Ayasofya’nın yapımına ise 532 yılında İmparator Iustinianus zamanında başlandı ve 537’de ibadete açıldı. İki mimar birlikte çalıştı: Miletoslu İsidoros ve Trallesli Anthemios.
Şehrin en büyük kilisesi olduğu için büyük kilise anlamına gelen “Megali Ecclesia” diye adlandırıldı. Bir süre “Th ea Sophia” diye anılan yapıya 5. yüzyıldan itibaren kutsal hikmet anlamına gelen “Hagia Sophia” adı verildi.

Ayasofya’nın 553, 557 ve 559 yıllarında yaşanan peşi peşine depremlerle kubbesinin yıkılan doğu kısmı mimar İsidoros tarafından onarıldı. Ancak 869 ve 986 yıllarında meydana gelen depremlerde büyük hasar görünce bir süre ibadete kapatıldı. Kapsamlı bir onarımdan geçerek mozaiklerle süslenen Ayasofya 13 Mayıs 994’te tekrar ibadete açıldı.



Ayasofya’nın Haçlı istilası sırasında Hıristiyanlarca yağma edilişi, kapılarının ve kaplamalarının altın sanılarak sökülüşü tarihe bir trajedi olarak geçti. Kilisedeki pek çok değerli eşya ve Hıristiyanların kutsallık atfettiği birçok nesne çalındı.

Depremler 14. yüzyılda da etkiledi Ayasofya’yı; 1317 ve 1346’da büyük kubbenin bir bölümünün çökmesiyle kilise tekrar ibadete kapatıldı. Halktan alınan özel vergilerle 1354 yılında tekrar onarılarak ibadete açılabildi. Bu Ayasofya’nın kilise olarak son kez ibadete açılış öyküsüydü.

Kilise olarak 916 yıl Hıristiyanların kutsadığı Ayasofya 481 yıl boyunca da Müslümanların ibadetine sahne oldu. İstanbul’un tarihi değeri en yüksek mimari yapılarından Ayasofya 1934 Nisan’ında Atatürk’ün emriyle ibadete kapatıldı.

Ayasofya, 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından alınmasından bir hafta sonra, 1 Haziran 1453 günü camiye çevrilecekti. Bizans döneminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de şehrin en büyüğü payesiyle birinci ibadet yeri unvanını korudu. Bundan sonra da çeşitli onarımlar gördü; anıtsal görkemi Türk çini ve hat sanatının örnekleriyle yeni bir değer kazandı. Yapılan eklemelerle mimari görünümü de zaman içinde epey değişti. Birçok Osmanlı sultanı Ayasofya’ya cami niteliği kazandıran eklemeler yaptı.
Fotoğraf: Sinan Çakmak


İstanbul fatihi II. Mehmet Ayasofya’yı camiye çevirdikten sonra ahşap bir minare ekletti. Ahşap minare 16. yüzyıla kadar kullanıldı. Yerine tuğladan yapılan minarenin mimarı ise Sinan’dı. Saray kapısı önündeki minareyi II. Mehmet’in (Fatih) oğlu II. Bayezit yaptırdı. Kanuni’nin oğlu II. Selim zamanında eklenen öteki iki minareyle Ayasofya dört minareye kavuştu. III. Murat mermer küplerle dört mermer mahfi l; IV. Murat taş kürsü; I. Mahmut camiye bitişik kütüphane ile avludaki şadırvan, mektep ve imaret binalarını yaptırdı. Osmanlı hanedanının gömülü bulunduğu beş türbenin Ayasofya’nın avlusunda olması, padişahların Ayasofya’ya verdiği değerin bir başka göstergesi olsa gerek.

Ayasofya kaba bir tanımla, büyük bir orta mekân, iki yan mekân, apsis, iç ve dış nartekslerden oluşan bölümleriyle kareye yakın dikdörtgen bir plan üstüne oturur. Kubbesi 55 metre yükseklikte, ortalama 30-31 metre çapıyla devrinin bir mucizesi olarak nitelendirilir. Göğü kapatan bu genişlikte bir kütlenin oluşturacağı karanlık, kubbeyi çevreleyen pencerelerle önlenmiştir. Kubbe 1.1 metre aralıkla 40 kaburgaya dayanıyor. İçeriyi aydınlatan 40 pencere işte bu 40 kaburganın arasında ve ak kısımlarında yer alır. Yapının ağırlığını taşıyan 107 sütunun 40 tanesi aşağıda, 67 tanesi ise yukarıdadır.

Mozaikleri açısından ayrı bir değer taşıyan Ayasofya’daki en eski mozaikler iç narteks ve yan raflardaki altın yaldızlı geometrik ve bitkisel motifli olanlar. İmparator kapısı üzerinde, apsiste, çıkış kapısı üzerinde ve üst kat galeride görülen figürlü mozaikler 9.-12. yüzyıllara tarihleniyor.

Bir süredir süren restorasyonda ilginç bir gelişme yaşandı ve geçtiğimiz ay (Temmuz 2009) Ayasofya’nın 160 yıldır üstü örtülü mozaiklerinden biri, Serafim adlı meleğin betimlendiği mozaik gün ışığına kavuşturuldu. Kubbedeki mozaiğin 900 ile 1300 yılları arasında yapıldığı düşünülüyor.



Arap Camii

İstanbul
Fotoğraf: Gökhan Tan


Galata’da, Galatamahkemesi Sokağı üzerinde.

Arapların 716-717 yılında kenti kuşatması sırasında yapıldığı rivayet ediliyor. Ancak adı bu kuşatmadan değil, 15. yüzyılda İspanya’dan göçe zorlanarak İstanbul’a gelip cami çevresine yerleşen Endülüs Araplarından geliyor. Bazı duvar kalıntılarından hareketle, caminin yerinde eskiden kilise olduğu tahmin ediliyor. Bu kalıntıların üzerine 13. yüzyılda Latinler tarafından San Paolo Kilisesi inşa edildi. Bu sırada Galata, İtalyan ticaret şehirlerinden Cenova’nın yönetimindeydi.

Papa XII. Gregorius’un 1407’de tamirine destek olduğu kilise, 14. yüzyılda burayı kullanan Dominiklerin bağlı bulunduğu azizin adını alarak San Domenico Kilisesi oldu.


İstanbul
Fotoğraf: Gökhan Tan


İstanbul’un fethinden sonra 1475’te camiye çevrilen yapıya Galata Camii adı verildi. Dikdörtgen planlı caminin ahşap tavanını 22 sütun taşıyor. Mahfi l de sekiz ağaç sütuna dayanıyor. Mihrap duvarına bitişik, çan kulesini andıran dört köşe minare ve altından geçen dehliz caminin belirgin özellikleri arasında. Caminin duvarlarının kesme taş ve tuğla dizileriyle örüldüğü görülür. Camiyi, duvarlarında üç kat halindeki 70 pencere aydınlatıyor.

Cami 1734 yılında II. Mustafa’nın eşi ve I. Mahmut’un annesi Saliha Sultan tarafından, 1868 yılında II. Mahmut’un kızı Adile Sultan tarafından onartıldı. Adile Sultan onarımı sırasında bahçesine bir şadırvan yapıldı. Camide 1913 yılında yapılan onarım sırasında çıkarılan Latin mezar yazıtları İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne kaldırıldı.

Caminin son cemaat yeri 1913 yılındaki onarımda eklendi. Mihrap ve minberi mermerdir. Arka avlusundaki şadırvan sekiz mermer sütunlu, kubbeli bir yapı.
  Alıntı ile Cevapla
13 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 23.12.2011, 23:51   #2
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Fatih Külliyesi
İstanbul
Fotoğraf: Umut Kaçar

Fatih’te Fevzipaşa Caddesi üzerinde.

II. Mehmet (Fatih) tarafından 1463-1470 tarihleri arasında Mimar Atik Sinan’a yaptırılan Fatih Külliyesi cami, medrese, darüşşifa, tabhane, imaret, kervansaray, sübyan mektebi, kitaplık, hamam, Saraçlar Çarşısı, Deve Hanı ve türbelerden oluşuyordu.

Caminin yerinde Bizans dönemine ait Havariyun Kilisesi (Haghios Apostoloi) bulunuyordu. 1509, 1557, 1754 depremlerinde hasar görüp onarılan caminin kubbesi 1766 yılındaki büyük depremde tamamen çöktü, duvarları yıkıldı.

İlk Fatih Camii’nin ortada bir büyük kubbesi ve mihrap tarafında yarım kubbesi, yanlarda daha alçak üçer küçük kubbeli bölümleri bulunuyordu.

Günümüzdeki cami, ilk Fatih Camii ile aynı yerde, yeni bir plana göre Sultan III. Mustafa tarafından 1767- 1771 yılları arasında Mimar Mehmet Tahir’e yeniden yaptırıldı. Yeni cami de 1894 yılındaki depremde zarar görerek onarıldı.

Dört büyük mermer sütuna oturan 26 metre çaplı merkezi kubbeyi dört yarım kubbe, bunları da 12 serbest yarım kubbe ile dört küçük kubbe çevreliyor.

Üç kapıdan girilen iç bahçeyi son cemaat yeri ile birlikte 12’si somaki mermer, altısı kırmızı granit, toplam 18 sütun ve 22 revak çevreliyor. Avlunun ortasındaki, saçakları ve kubbesiyle alımlı şadırvan eski camiden kalma.

Kakma teknikli renkli taş işçiliğiyle dikkat çeken eski kapı, ilk Fatih Camii’nden günümüze ulaşan öğelerden biri. Son cemaat yerinin iki yanında yükselen ikişer şerefeli minarelerin kürsü ve pabuçları da ilk yapımdaki özgünlüğünü koruyor. İç avludaki kimi pencerelerin alınlıklarındaki çiniler de ilk camiden devşirilip kullanılan mimari öğeler arasında.

Külliyenin merkezini oluşturan camiyi, ortada dört ayağa dayanan büyük bir kubbe ile yanlara doğru da dört yarım kubbe örtüyor. Kare mekânın köşelerinde de ayrıca dört küçük kubbe daha var.

Fatih Camii’nin minareleri 19. yüzyıla kadar tek şerefeliydi. Bu tarihten sonra birer şerefe eklenen minareler iki şerefeli olarak uzatıldı. İç mekân barok tarzda kalemişleriyle süslü.

Klasik Osmanlı medreseleri planındaki medrese, revakların arkasına dizili odalar ve bir derslikten oluşuyor.

Son cemaat yerinin duvarındaki mermer yazıt, İstanbul’un fethine dair hadisi Hattat Demir Çelebi’nin yazısıyla günümüze taşıyor: “İstanbul mutlaka fethedilecek. Ne mutlu onu fethedecek askere ve o askerin emirine.”

II. Mehmet’in (Fatih) cenaze namazının bu camide kılınması; ilk Türkçe ezanın da 29 Ocak 1932’de burada okunmuş olması tarihe düşülen notlardan.

II. Mehmet (Fatih) ve eşi Gülbahar Sultan, Fatih Camii’nin güney avlusundaki türbede yatıyor.


Divan Edebiyatı Müzesi
(Galata Mevlevihanesi)

İstanbul
Fotoğraf: Umut Kaçar

Galata’da, Tünel Meydanı’ndan Karaköy’e inen Galipdede Caddesi’nin Tünel girişinde.

İstanbul’un en eski Mevlevihanesi. Kulekapı Mevlevihanesi adıyla da anılan yapı külliye olarak 1491 yılında inşa edildi. III. Mustafa zamanındaki (1766) bir yangında hasar görüp yenilenen yapı, III. Selim ve Abdülmecit dönemlerinde de onarım geçirdi. Son onarımların etkisiyle 18. yüzyıl barok üslubunun gözlendiği yapı sekizgen planlı. Giriş kapısı üzerinde Sultan Abdülmecit’in 1853 tarihli onarım kitabesi görülüyor.

Külliye semahane, derviş hücreleri, şeyh dairesi, hünkâr mahfi li (padişahın namaz kıldığı bölüm), bacılar kısmı, kütüphane, sebil, muvakkithane, mutfak, türbeler, harize (mezarlık) bölümlerini bünyesinde toplamıştı. Günümüzde “semahane” bölümü müze olarak kullanılıyor.


İstanbul
Fotoğraf: Umut Kaçar

Galata Mevlevihanesi 1925 yılına kadar etkinliğini sürdürdü. Müze düzenlemesiyle 1967-1972 yıllarında bakıma alınan yapı, 1975 yılında ziyarete açıldı.

Müzik gereçleriyle Mevlevi kültürüne ait eserlerin sergilendiği müzede ahşap kafeslerle ayrılmış üst kısımda kronolojik sıra ile Şeyh Galip, İsmail Ankaravi, Esrar ve Fasih Dede ile şair Leyla Hanım’a ait elyazması eserler var.

Galata Mevlevihanesi’nin şeyhlerinden Şeyh Galip (Mehmet Esat) 18. yüzyılın ikinci yarısında 41 yıl yaşamış olmasına karşın önemli yapıtlar bırakmış bir şair. Divan’ının yanı sıra 26 yaşındayken yazdığı Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) adlı mesnevisi günümüzde de uluslararası çapta üne sahip.



Süleymaniye Külliyesi

İstanbul
Fotoğraf: Hakan Ezilmez

İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki tarihi binasının arkasında, Haliç’e, Marmara’ya ve Boğaziçi’ne bakan tepe üzerinde.

“Rüzgâr, deniz, endamlı ince kemerleri üstünde nasıl durabildiğine şaşılan eski bir taş köprü, ‘Çarşambayı sel aldı’ türküsü, bir yağlığın kenarındaki ‘oya’, bütün bunlar nasıl, ne kadar bir Cami değilse, bütün bunların Cami olmakla” ne kadar alakaları yoksa, bence Süleymaniye de öyle ve o kadar Cami değildir…” diyor modern şiirimizin kurucularından Nâzım Hikmet ve şöyle devam ediyor:

“Süleymaniye, benim için, Türk HALK dehasının; şeriat ve softa karanlığından kurtulmuş; hesaba, maddeye, hesapla maddenin ahengine dayanan en muazzam verimlerinden biridir. Sinan’ın evi, maddenin ve aydınlığın mabedidir.”

Mimar Sinan’ın evi, son dinlenme mekânı Süleymaniye, mimarının yer seçimindeki titizliği ve ustalığının göstergesi olarak tarihi yarımadanın en yüksek tepelerinden birine, Haliç ve Boğaz’a egemen bir alana konumlanmasıyla ayrıcalıklıdır. Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” başlıklı şiirinde dediği gibi: “Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi/ Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi”…

Mimar Sinan’ın 1550-1557 yılları arasında, I. Süleyman’ın (Kanuni) emriyle yaptığı Süleymaniye Külliyesi mimarisi, ekonomik ve kültürel işleviyle klasik dönemin simgesidir adeta. Yaklaşık 60 dönümlük engebeli alan üzerinde, geometrik bir düzen içinde yerleştirilen yapılar; cami, medreseler, türbeler, türbedar dairesi, darülhadis, tıp medresesi, darüşşifa, bimarhane, darülkurra, sübyan mektebi, imaret, tabhane, han, hamam, kitaplık ve pek çok dükkândan oluşan koca bir semt gibidir. Ve bu semti günümüzde yarıya yakını kapalı 11 kapısı bulunan dış avlu olanca ferahlığıyla çevreliyor.

Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın deyimiyle kendisinin ve Osmanlı mimarisinin “kalfalık dönemi”ni simgeliyor.

İstanbul
Fotoğraf: Umut Kaçar

Caminin dikdörtgen planının merkezindeki kareye yakın, 63x68 metre ölçülerindeki ana mekânını 53 metre yükseklikte, 26 metre çapında merkezi kubbe örtüyor. Ana kubbeyi mihrap ve cümle kapısı önündeki iki yarım kubbe tamamlıyor. Bunlardan başka iki yanda beşer kubbecik daha görülür. Ana kubbenin kasnağına açılmış 32 pencere camiye gün ışığının girmesine olanak sağlıyor. Caminin toplam pencere sayısı ise 138. Kubbeyi taşıyan dört ayağın üçü Baalbek yıkıntılarından, Eski Saray’dan ve İskenderiye’den getirildi. Dördüncüsünün ise Fatih’teki Kıztaşı olduğu rivayet ediliyor. Yapıda Hipodrom’un sütunları da kullanıldı.

Merkezi kubbenin örttüğü iç avluya üç ayrı kapıdan girilebilir. Zeminine mermer döşenmiş olan iç avluyu 28 kubbeli revak çevreliyor. Mermer ve pembe granitten kubbeler 28 sütunun birbirine bağlandığı sivri kemerlere oturuyor. Mihrap ve minberin ince mermer işçiliğiyle göz kamaştırdığı camide mihrabın ayrıca 16. yüzyıl İznik çinileriyle taçlandırıldığı görülür.

Kapı ve pencere kanatlarındaki fi ldişi ve sedef kakma sanatının özgün örnekleri görülebilir. Yapı, dönemin usta hattatları Karahisari Ahmet Efendi ve Hasan Çelebi’nin yazılarıyla bezelidir.

Süleymaniye Camii’nin dört minaresinden ötekilere oranla epey kısa tutulmuş ikisi ikişer şerefeli ve iç avlunun ön cephesinde yer alıyor. Arka cephedeki uzun iki minare ise üçer şerefeli.

Caminin yapımı uzayınca ve tabii dedikodular ayyuka çıkınca hiddetlenen padişah inşaatın iki ay içinde bitirilmesini emreder. Bir anlamda Mimar Sinan’ın “kelle”si tehlikededir, cami istenilen sürede tamama erdirilince ise padişah, Sinan’ı onurlandırmak için elinde tuttuğu anahtarı mimara uzatarak “açılışı” onun yapmasını söyler.

I. Süleyman’ın cenaze namazının bu camide kılınması; minarelerinin “şifre”si tarihe düşülen notlardan. Dört minare I. Süleyman’ın İstanbul’un alınışından sonra dördüncü sultan olmasını; dört minaredeki toplam şerefe sayısının on ile sınırlanması ise I. Süleyman’ın onuncu Osmanlı sultanı olmasını simgeliyor.

Süleymaniye’nin mermerleri Marmara Adası’ndan, renkli mermerleri Yemen’deki Belkıs yıkıntılarından, yeşil mermerleri ise Arabistan’dan. Külliyenin kurucusu I. Süleyman, mihrap önündeki türbede yatıyor. Bitki motifi çinilerle bezenmiş türbeyi 28 sütuna oturan revaklar çevreliyor. Hürrem Sultan Türbesi’nin yanı sıra külliyenin solunda bir sebil ve Mimar Sinan’ın türbesi bulunuyor.
  Alıntı ile Cevapla
12 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 25.12.2011, 00:15   #3
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Sultanahmet Külliyesi

İstanbul
Fotoğraf: Hakan Öge

Sultanahmet Meydanı’nda, Ayasofya’nın karşısında, tarihi Hipodrom’un yanında.

Sultanahmet Meydanı’nın benim çocukluğumdaki yeri sanırım ömrüm boyunca büyüsünü koruyacak. Öyle ki çocuk dimağımın kategorize etmeden emdiği tarih, mimari, güllerin donattığı küçük havuzun çevresinde her milletten insanlar… Yahya Kemal’in “Geçmiş Yaz” şiirinde dediği gibi; “Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde”… İlerleyen yaşım ve biriken bilgimle, o çocuğun rüyasının birbiri üstüne düşen rengârenk tüllerinin birini kaldırsam bir başkası düşüveriyor hemen gözlerime.

Bıyığı henüz terlememiş bir delikanlı düşünün, koca Osmanlı İmparatorluğu’nun sorumluluğu omuzlarına konmuş. Üstelik barış zamanı da değil; devlet İran ve Avusturya ile savaş halinde!

Genç ölümlü bir ömür düşünün; 14 yılı zamanının dünyasında söz sahibi bir imparatorluğun tahtında geçmiş.

Sultanahmet Camii’ne bir de bunları düşünerek girin. Genç yaşta ölmüş çocuk padişahın Osmanlı tahtı için kardeş katline son veren kişi olduğunu akılda tutun. Saltanatın babadan oğla değil, ailenin yaşça en büyüğüne geçmesi anlayışını başlatan, 13’ünde sultan olan, 27’sinde ölen I. Ahmet’i…

Sultan I. Ahmet tarafından yaptırılan, temelini 1609 yılında bizzat padişahın attığı cami 1617 yılında tamamlandı. (Bir ayrıntı: Ben görmedim ama Sultan I. Ahmet’in cami temelini atarken kullandığı kazmanın Topkapı Sarayı Müzesi’nde olduğunu okudum bir kaynakta.)

Mimarbaşı Mehmet Ağa’nın yönetiminde yapılan cami, klasik üslupta olmakla birlikte, getirdiği yeniliklerle de Osmanlı mimarisinde özgün bir yeri olmasıyla dikkat çekiyor.

Yapı topluluğu cami, hünkâr kasrı, sübyan mektepleri, medrese, arasta, darüşşifa, tabhane, imaret ve türbelerden oluşuyor. Günümüzde külliye bütünlüğü maalesef görülemiyor; bir bölümü yıkılmış ya da değişerek mimari özgünlüğünü yitirmiş.

Ayasofya ile karşı karşıya olan cami, 64x72 metre ölçülerinde ana mekânı, 43 metre yükseklikte, 33.6 metre çapındaki kubbesiyle, Ayasofya kadar görkemli. Köşelerde dört küçük kubbe yer alır.

İç avluyu, 26 sütuna dayanan 30 kubbenin örttüğü revaklar çevreliyor. Yapının öndeki ikisi ikişer şerefeli, arkadakiler üçer şerefeli olmak üzere altı minaresi var. Tunç kapılarının özgün maden işçiliği görülmeye değer.

Tüm duvarlar ak üstüne mavi, yeşil, al, fi ruze ve kara İznik çinileriyle kaplı. Mihrabın içindeki çiniler çiçek desenli. Altın yaldızlı minber geometrik geçmeli ve kabartmalı. Mermer döşemeli avlunun ortasındaki şadırvan kabartma rumi geçmelerle, lale ve karanfi l bezemeli.

“Bahti” takma adıyla şiirler de yazmış olan Sultan I. Ahmet, medresenin yanındaki türbede yatıyor. Türbesinin duvarları dıştan mermer kaplı, içten 17. yüzyıl çinileriyle bezeli. II. Osman, Kösem Sultan, IV. Murat ve çocukları da aynı türbede yatıyor.


Hırkaişerif Camii

İstanbul
Fotoğraf: Serkan Şentürk

Fatih ilçesinde, bulunduğu semte adını veren cami Muhtesip İskender Mahallesi’nde, Keçeciler Caddesi üzerinde.

Caminin adı ise, içinde korunan ve Hz. Muhammed’in olduğuna inanılan hırkadan geliyor. Hırkaişerif Camii, 1851 yılında Sultan Abdülmecit tarafından bu hırkanın korunması ve ziyareti için yaptırıldı. Kesme taştan, sekiz köşeli yapı, pencereli bir kubbeyle örtülü. Mihrap ve minber kırmızı som mermerden yapılmış. Hz. Muhammed’e atfedilen ve peygamber tarafından Veysel Karani’ye ( Üveys el Karani) verildiğine inanılan hırka caminin mihrabının önündeki kubbeli bölümde korunuyor.

Veysel Karani’nin ölümünden sonra kardeşlerinden devam eden Üveysi ailesi elinde korunan hırka, 17. yüzyılın başında I. Ahmet’in isteğiyle Şükrullah Üveysi tarafından İstanbul’a getirildi. Bundan sonra Üveysi ailesi de İstanbul’a yerleşti. Bugün caminin bulunduğu mahallede Çorlulu Ali Paşa tarafından hırkanın korunması ve ziyareti için kâgir bir yapı, bitişiğinde çeşme ve imaret inşa edildi.
İstanbul
Fotoğraf: Serkan Şentürk

I. Abdülhamit’in 1780 yılında, bugünki caminin kuzeyinde yaptırdığı kâgir yapıya taşınan hırka burada ziyarete devem edildi. Bu yapı II. Mahmut tarafından 1812 yılında yenilendi.

Abdülmecit tarafından yaptırılan şimdiki Hırkaişerif Camii, cepheleri hemen hiçbir süs barındırmayan ampirik üslupta bir yapı. Girişlerde antik Yunan tapınaklarını andıran Dor üslubu sütunlar görülüyor.


Dolmabahçe Camii
(Bezmiâlem Valide Sultan)

İstanbul
Fotoğraf: Emre Arıcan

Dolmabahçe’de, İnönü Stadyumu karşısındaki sahilde, deniz kenarında.

Dolmabahçe, adı üstünde “doldurulmuş bir bahçe”dir… Eski kaynaklarda burası Karabâli Bahçeleri adıyla geçer. Denizin sığ bölümleri I. Ahmet zamanında (17. yüzyıl) doldurulmaya başlanır ve bölge Dolmabahçe adıyla padişahın bahçeleri arsına girer. Daha sonra bahçe içine kasırlar ve saraylar yapılır. En son II. Mahmut’un yaptırdığı saray Abdülmecit tarafından 1853-1854 yıllarında yıktırılarak yerine bugünkü Dolmabahçe Sarayı yaptırıldı.

Dolmabahçe Camii de bu sırada, 1853 yılında Ermeni asıllı ünlü mimar ailesinden Karabet Balyan’a yaptırıldı. Dolmabahçe’de saat kulesinin karşısındaki cami İkinci Mahmut’un eşlerinden, Abdülmecit’in annesi Bezmiâlem Valide Sultan’ın adıyla da anılıyor. Bazı kaynaklarda camiyi yaptırdığı bilgisi yer alan Bezmiâlem Sultan caminin yapıldığı yıl ölmüştü. Bahçe duvarından caminin denize bakan mihrap duvarına taşınan yazıtta, Bezmiâlem Valide Sultan’ın ölmesi üzerine inşaatı oğlu Abdülmecit’in tamamlattığı bilgisi yer alıyor.

Barok üsluptaki cami süslemeleriyle dikkat çekiyor.

Otaköy ve Mecidiye camileri tipinde olan caminin pencereleri de Cihangir Camii’nin pencerelerine benziyor. Kıble tarafında beş, öteki yanlarda ise altışar pencere camiye gün ışığı girmesine olanak sağlıyor. Ayrıca üç yanda, tavuskuşu kuyruğunu andıran üçer pencere sıralanıyor.

Orta kubbeden sarkan büyük avize, kırmızı somaki mermerden yapılmış mihrabın ve minberin görkemini tamamlıyor.

İki ince gövdeli, zarif minareye ve dıştan, kubbenin köşelerinde işlemeli dört kuleye sahip. Duvarlar ve minarelerinin şerefeleri süslemeli kabartmalarla bezeli. Hünkâr kasrı ise caminin önyüzünde yer alıyor.

Dolmabahçe Camii’nin 1948-1961 yıllarında Deniz Müzesi olarak kullanılması; İstanbul’u 2 Ekim 1923 tarihinde terk eden işgal kuvvetlerinin, cami ile saray arasındaki meydanda Türk bayrağını selamlama seremonisi tarihe düşülen notlar arasında.

Camiye adını veren Bezmiâlem Valide Sultan’ın sandukasının, Çemberlitaş yakınındaki II. Mahmut Türbesi’nde bulunduğu bilgisini de meraklısı için aktarmış olalım.


Ortaköy Camii


İstanbul
Fotoğraf: Aytunç Akad

Beşiktaş ilçesinde, Ortaköy İskele Meydanı’nın kuzey tarafında, deniz kenarında.


Bir adı da Büyük Mecidiye Camii.

Abdülmecit tarafından 1853 yılında Mimar Nigoğos Balyan’a (kimi kaynaklarda Garabet Balyan diye geçiyor) yaptırılan cami Ortaköy İskelesi yanında.

Tek kubbeli, iki ince minareli, barok üsluptaki yapının duvarları ak kesme taştan, mihrap mozaik ve mermer, minberi somaki mermerden yapılmış. Caminin 1894 depreminde hasar alan minarelerinin petek ve külahı yeniden yapıldı.

Ortaköy Camii’nin denize doğru kaydığının saptanmasının ardından zemini 1960’tan sonra, 20 metre derine inen kazıklarla güçlendirildi. Bu güçlendirmede caminin beden duvarları boyunca karşılıklı 64 kazık ve 80 ton çimento şerbeti kullanıldı. Bu zemin güçlendirmesinin ardından 1984 yılında büyük bir yangın geçiren cami tekrar onarıldı.

Cami ana ibadet mekânı ve hünkâr kasrı olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Bir kenarı yaklaşık 12 metre olan, kare planlı ana mekânın kuzeyinde son cemaat yeri denebilecek küçük bir alan daha var.

Ana mekânı örten kubbenin kasnağında pencere görülmüyor, caminin gün ışığı gereksinimi beden duvarlarına açılan 20 pencereyle karşılanıyor.

Çağının modasına uyan Ortaköy Camii de barok üslupta bir yapı.

Yazarınız henüz hiçbir kitabına girmemiş “Ortaköy” başlıklı şiirinde dikkat çekmiştir çağın barok modasına:

“Bir kubbenin yıldızlı alemine ve ayçasına/vurmuştur bir imparatorluğun gürültülü/ çöküşünün şavkı. Ortaköy Camii’nin/ minaresinden bakınca, Kabataş’a kadar/ bir barok aranış görürsün. Yaldızlar içinde/ Çırağan, Yıldız ve Dolmabahçe Sarayı/Yıkılan bir devin/ son bir kez/ ihtişamla doğrulma hayali”

Ortaköy Camii’nin bulunduğu yerde daha önce, Vezir İbrahim Paşa’nın damadı Mahmut Ağa tarafından 1721 yılında yaptırılan mescit vardı. Mahmut Ağa’nın Patrona Halil Ayaklanması sırasında ölmesiyle mescidin de yıkıldığı sanılıyor.

Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmeden üç gün önce cuma namazını Ortaköy Camii’nde kıldığı, tarihe düşülen notlar arasında.
  Alıntı ile Cevapla
11 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 25.12.2011, 01:27   #4
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Eyüp Sultan Külliyesi

İstanbul


Eyüp’te, iskele yakınlarındaki Camiikebir Caddesi üzerinde.

II. Mehmet’in (Fatih) İstanbul’u aldıktan sonra yaptırdığı ilk yapı topluluğu olması açısından önemli. Külliye 1458’de yapıldı. Külliye için burasının seçilmesinin nedeniyse Hz. Muhammed’in alemdarı (bayrak taşıyan) Ebu Eyyub Ensari’nin bu civarda gömülü olduğunun tahmin edilmesi. Ebu Eyyub Ensari’nin kabri olarak bilinen yere, külliyenin yapımı sırasında bir de türbe yapıldı.

Külliye cami, türbe, medrese, imaret ve çifte hamamdan oluşuyordu. Günümüze ulaşan cami ise 1798-1800 yıllarında III. Selim zamanında barok üslupta yapıldı. Mimarı Uzun Hüseyin Ağa. Bu yenilenme sırasında, camiye 1724 yılında III. Murat döneminde eklenen minareler korundu.

Caminin ana mekânını ortadaki merkezi kubbe ve yanlardaki sekiz yarım kubbe örtüyor. Altısı yuvarlak, ikisi dört köşeli sekiz sütunun taşıdığı ana kubbenin çapı 17.50 metre. Dışa taşkın dört köşe mihrabın da yarım kubbeli olduğu görülür. Mihrabı barındıran dışındaki üç duvar, 24 sütun üzerine oturan bir balkon ile çevrili.

Caminin sağında ve solunda ikişer şerefeli iki minare yükseliyor.

Cami avlusunun yanlarında medrese odaları yer alıyor. İmaret kubbeli, iki büyük mekândan oluşuyor.

Dış bahçedeki çınarı II. Mehmet’in (Fatih), iç bahçede, ortadaki çınarı ise Fatih’in öğretmeni Akşemsettin’in diktiğine inanılıyor. Çınar dört köşeli, III. Selim’in tuğraları ve çeşmelerle süslü bir parmaklıkla çevrili.

Eyüp Sultan (Eyyub Ensari) Türbesi kufeki taşından, sekiz köşeli ve kubbeli olarak 1458’de yapıldı. Hz. Muhammed’in bayraktarı Eyyub Ensari, İstanbul’un Araplar tarafından kuşatılması sırasında, 672’de şehit düştü. Ensari’nin mezarını Fatih’in öğretmeni Akşemsettin’in bulduğu söylenir.

I. Ahmet tarafından 1607’de yapılan eklemelerle türbe genişletildi. Ortadaki sandukayı çevreleyen gümüş kafes ise 1793’te III. Selim tarafından yaptırıldı. Türbenin iç duvarlarını süsleyen ak, mavi çiniler ve vitraylı pencereler 16. yüzyılda eklendi. Çinilerin üstünü yazı kuşağı dolanıyor. Cami bunun dışında çevresinde birçok türbe barındırmasıyla da özellikle kutsal aylarda ve günlerde ziyaretçi akınına uğruyor. Bu çevredeki türbelerden bazılarını anmak gerekirse; Ferhat Paşa, Feridun Paşa Türbesi, Mehmet Paşa, Siyavuş Paşa, Pertev Mehmet Paşa, Sokollu Mehmet Paşa, Mustafa Bulak Paşa, Hüsrev Paşa, Mihrişah Sultan, Sultan Reşat türbeleri…

Eyüp Sultan Camii’nin eski minareleri 1724’te yıkılarak yenilendi. Bunun nedeni, büyük camilerin minareleri arasına Ramazan ayında mahya takılmasını zorunlu kılan ve 1719’da buyurulan padişah fermanı idi. Tahta çıkan Osmanlı padişahlarının kılıç kuşanma törenlerinin Eyüp Sultan’da yapıldığı; camide kılınan ilk cuma namazında III. Selim’in de bulunduğu tarihe düşülen notlar arasında.


Zülfaris Sinagogu

İstanbul

Karaköy, Perçemli Sokak’ta. Hahambaşılık kayıtlarında “Kal Kadoş Galata” adıyla geçen sinagogun Galata’da 17. yüzyıldan beri mevcut olduğu biliniyor. Sinagogun bugünkü binası 19. yüzyılda yapıldı. Sinagogun adı, bulunduğu sokağın eski adı olan “Zülfi Arus”tan geliyor. 1905, 1962 yılında iki önemli onarım geçiren Zülfaris Sinagogu 1978 sonuna doğru yalnız cumartesi günleri açık tutuluyordu.

Sinagog 1985 yılına kadar ibadete açık idiyse de, yörede ikamet eden Yahudi cemaatinin kalmaması üzerine bu tarihte kapandı. Bina, müze olarak düzenlenerek 25 Kasın 2001 tarihinde 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi adıyla hizmete girdi.


İtalyan Sinagogu
İstanbul


İtalyan Sinagogu, diğer bilinen adıyla Kal de los Frankos, Galata’da Şairziyapaşa yokuşu üzerinde. İstanbul’da yaşayan İtalyan Yahudi cemaati tarafından 1886 yılında kuruldu.

Orijinal bina 1931 yılında yıkılarak yerine bugünkü yeni sinagog inşa edildi.

Gotik stilde cephesi ve mermer merdivenleri ile görülmeye değer bir sanat eseridir.

Aşkenaz Sinagogu
İstanbul


Aşkenaz Sinagogu, Galata’da Yüksekkaldırım Caddesi üzerinde.
Avusturya kökenli Aşkenazlar tarafından 1900 yılında yaptırıldı.
Sayıları binin altına düşen Aşkenaz ritine mensup Musevilerin, bir zamanlar İstanbul’da bulunan birkaç sinagogundan halen hizmette kalan tek sinagogdur.
Avrupa stili cephesi ve Polonya etkili tahta pagoda stilindeki “ehal” ve “teva”sı ( dua kürsüsü) ile geleneksel Sefarad ve Romaniot sinagoglarından farklı bir görünüm arz eder.
Sinagogda, Aşkenaz geleneklerine bağlı kalınarak “Bar Mitzvah”, düğün gibi dini törenlerin yapılmasına devam ediliyor



Neve Şalom Sinagogu

İstanbul


Galata’da Büyükhendek Caddesi üzerindeki Neve Şalom Sinagogu 1951 yılında kuruldu. Adının kelime anlamı; “barış vahası”…

Modern ve görkemli yapısında hizmet veren Neve Şalom, İstanbul’daki en büyük Sefarad sinagogu olma özelliği taşıyor.
Sinagogda, şabat duaları dışında “Bar Mitzva”, düğün, “Brit-Mila” ve cenaze gibi dini törenler gerçekleştiriliyor.
Neve Şalom Sinagogu’nun alt katında 1988 yılında kurulan “Neve Şalom Kültür Merkezi” bulunuyor.
İstanbul Neve Şalom Sinagogu 15 Kasım 2003 tarihindeki bombalı terör saldırısıyla dünyanın gündemine oturmuştu.
  Alıntı ile Cevapla
13 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 25.12.2011, 01:59   #5
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Fener Rum Patrikhanesi

İstanbul
Fotoğraf: Sinan Anadol


Haliç’te, Fener semtinde. Patrikhane sahille Bizans sur kalıntıları arasında uzanan dar, uzun arazi üzerine kuruludur.

Ortodoksların din merkezi olan Fener Rum Patrikhanesi’nin kilisesi 1600 yılından beri Aya Yorgi. Kilisenin içinde Ayia Efi - mia, Ayia Th eofanu ve Ayia Solomani isimli azizelerin kemiklerinin olduğu üç lahit var.

Çeşitli zamanlarda restore edilen kilise I. Ahmet döneminden başlayarak büyük yangınlar geçirdi ve onarıldı. Bu yangınlarda değerli birçok elyazması da yandı. Ancak kilise kütüphanesinin hâlâ büyük bir kısmı açılmamış zengin bir arşivi olduğuna inanılıyor.

Patrikhane kilisesi en son 1994 yılında restore edildi. Kiliseye girince ilk dikkat çeken objeler, altın varaklı çerçeveler içindeki ikonalar. Yan yana getirilen ikonalardan oluşan minber çevresinde doruğa ulaşıyor ikonaların görsel şöleni.


İstanbul
Fotoğraf: Sinan Anadol


Ortodokslar açısından paha biçilemez değerdeki “patrik tahtı” kilisenin önemli hazinelerinden biri olsa gerek. Gerçi tahtın 1577 yılında başka bir kilise için yapıldığı geçiyor kayıtlarda ama şimdi burada.

Dini konulu bezemeleriyle tavan süslemeleri, ince işçiliğiyle dikkat çekiyor. Dünya üzerinde 13 tane olduğu söylenen “taşınabilir mozaik ikona”ların ikisinin Aya Yorgi Kilisesi’nde olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

Ayrıca patrikhanenin içinde din adamlarının odaları, çalışma birimleri ve kütüphane yer alıyor. Buradaki binaların ahşap kısımları 1941 yılında büyük bir yangınla tamamen yandı. Şimdiki dört bloktan oluşan yapı 1987-1989 yılları arasında, eski Türk konağı stilinde yapıldı.

Bu bahsi, büyük ustaların izni ve okuyucuların anlayışına sığınarak yazarınızın henüz hiçbir kitabına girmemiş “Konstantinopolis” başlıklı şiirinin fi nal dizeleriyle tamama erdirelim. Şiir, yazarınızın 2000’li yılların başında Fener Rum Patrikhanesi’ni ilk kez gezişinin esiniyle yazılmıştı:

“Fener Rum Patrikhanesi’nde dün oynadı/ beynimdeki paslı çivi yerinden. Ben, İsa’nın/ zincire vurulduğu yeşim sütunun önünde mum gibi/ ak bir beden. Sen kim bilir nerdesin, üryan gözlerimden”


Sveti Stefan Bulgar Kilisesi

İstanbul


Balat ve Fener arasında. Haliç kıyısındaki kilisenin tamamı dökme demirdendir. Sveti Stefan Bulgar Kilisesi neogotik üslupta, yeşilimsi gri bir yapı.

Girişte yapılış serüveninin anlatıldığı küçük bir levha görülür. İçi ve dışı, her parçası 1893-96 yıllarında Viyana’da dökülüp önce Tuna, sonra Karadeniz’den taşınarak İstanbul’a getirildi ve burada birleştirilerek 1898’de ibadete açıldı.

Orta nefi altı, yan nefleri üç metre genişliğinde olan kilisenin dikdörtken planının güneybatısındaki 1.5 metrelik çıkıntı giriş bölümünü oluşturuyor. Kuzeydoğusundaki üç metrelik çıkıntıda ise apsis yer alıyor.


St. Antuan (Antoine) Katolik Kilisesi

İstanbul
Fotoğraf: Fatih Metin Demirkol


Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi üzerinde.

St. Antuan Kilisesi 1912 yılında inşa edildi. Mimarı İstanbul doğumlu Giulio Mongeri.

Gömme ayaklarla sınırlanmış giriş cephesi, daha yüksek ana nef hizasında öne çıkan orta bölüm ve iki yan bölümden oluşuyor.

İstanbul’un en büyük kiliselerinden biri olmasının yanı sıra, cemaati en geniş Katolik kilisesi de St. Antuan. Geniş bir avlu içerisinde bulunan betonarme kilise İtalyan neogotik tarzının izlerini taşıyor.

Kilisenin avlusuna, birbirine bir geçitle bağlanan iki apartman arasından giriliyor. Bu iki apartman da kiliseyle aynı adı taşıyor. Zira Antuan Apartmanları kiliseye gelir getirmesi amacıyla inşa edildi.


Ödemiş Ulu Camii

İzmir
Fotoğraf: Cüneyt Oğuztüzün

İzmir’in ilçesi Ödemiş’teki Birgi kasabasında.

Ödemiş Ulu Camii, Aydınoğullarının 1307-1348 yılları arasında başkenti olan Birgi’de Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından 1312’de yaptırıldı. Aydınoğlu Camii adıyla da tanınıyor.

Büyük kesme taşlardan yapılan kare planlı ve beş sahınlı yapının son cemaat yeri sekiz sütunun taşıdığı ahşap çatı ile örtülü. Caminin güney ve doğu duvarları mermer bloklarla yapıldı. Cami içerisinde, tanınıyor bir yanda üç, öbür yanda dört sütun yer alıyor.

İzmir
Fotoğraf: Cüneyt Oğuztüzün


Tek şerefeli minaresi, firuze sırlı tuğlaların baklava biçiminde dizilmesiyle süslenmiş. Mihrap önünde küçük bir kubbe bulunuyor. Mihrabın bezendiği mozaik çiniler firuze ve koyu mor renkli geometrik yıldız ve geçmeli.

Ahşap minberi çivisiz geçmeli (kündekâri) teknikle yapılmış. Ceviz ağacından çivisiz, geçmeli pencereleri de kanatlarındaki bezemelerle ahşap işçiliğinin özgün örnekleri arasında yer alıyor. Bu güzel ahşap işleri Mağribi Abdülvahit oğlu Muzaff er’in 1320’de tamamlayabildiğini minberindeki yazıdan öğreniyoruz. Caminin doğu köşesinde Bizans döneminden kalma bir aslan heykeli var.

Aydınoğlu Mehmet Bey’in türbesi öldüğü yıl (1333) yapıldı. Kare plan üzerine sekizgen türbe, mermeri andıran düzgün kalker taşından yapıldı. Tek kubbeli, üç pencereli türbenin kapı kemeri çiçek motifl eriyle bezeli.

Türbede Mehmet Bey’in yanı sıra küçük oğlu İsa (Öl. 1390), üçüncü oğlu İbrahim Bahadır (Öl. 13..) ve ikinci oğlu Gazi Umur’un (Öl. 1343) mezarları bulunuyor.
  Alıntı ile Cevapla
11 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 25.12.2011, 23:03   #6
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Meryemana Evi
(Sainte Marie)

İzmir
Fotoğraf: Şebnem Eraş


Selçuk’un dokuz kilometre güneyinde, Aladağ üzerinde, denizden 400 metre yükseklikte.

Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra, havarilerinden Yuhanna’nın (St. Jean Th eologos) Hz. Meryem’in (Sainte Vierge, Sainte Marie) Kudüs’te kalmasını sakıcalı bularak onu Efes’e getirdiği kabul edilir.

Bülbül Dağı’ndaki, Panaya Kapulu olarak da bilinen Meryemana Evi’nin 4. yüzyılda inşa edildiği sanılıyor. Hz. Meryem’in son yıllarını geçirdiğine inanılan ev Ephesos (Efes) antik kentinin yedi kilometre kadar güneyinde, Aladağ’ın (Salmissos) üstünde.

Yatalak bir Alman rahibe olan Katharina Emmerich (1774-1824) böyle bir yeri düşünde gördüğünü ileri sürerek ayrıntılı biçimde tanımlamıştı. İzmir’deki Lazarist keşişler 1891’de bu bilgilere dayanarak yaptıkları araştırmalarda Ephesos yakınlarında, anlatılanlara uyan küçük bir yapının kalıntılarıyla yanında bir su kaynağı buldu. Araziyi satın aldıktan sonra Selçuk kasabasına bir yolla bağladılar ve her yıl hac töreni düzenlemeye başladılar. Katolik Kilisesi önceleri çekimser kaldıysa da Papa XXIII. Johannes 1961’de Meryemana Evi’ni kutsal hac yeri ilan etti. Daha sonra yapının kalıntıları üstünde bir şapel yapıldı.

Bu şapeli Papa VI. Paulus (1967) ve Papa II. Johannes Paulus (1979) ziyaret etti.

Meryemana Evi, hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlardan yoğun ilgi görüyor. Çevresinde hızla artan tesislerle Meryemana Evi canlı bir turizm merkezi oldu. Evin karşısındaki çeşmeden akan suyun şifalı olduğuna inanılıyor.

Haç planlı ve kubbeli yapıda giriş, apsisin bulunduğu salona açılıyor. Apsiste Meryemana heykeli, apsisin iki yanında mutfak ve yatak odası yer alıyor. Bronz Meryemana heykeli kazılar sonucu bu evde bulundu.

Burada, her yılın 15 Ağustos’undan sonraki ilk pazar günü Meryemana’nın göğe alınması, Asompsion yortusunda İzmir Katolik başpiskoposu yönetiminde dini tören ile anılıyor.


St. Jean Bazilikası

İzmir
Fotoğraf: Cüneyt Oğuztüzün


Selçuk’un kuzeybatısındaki Ayasuluk (Ayasuluğ) Tepesi’nde.

Hıristiyanlık dünyasında İS 2. yüzyıla uzanan geleneğe göre, Havari Yuhanna’nın (St. Jean Th eologos) İzmir Ephesos’ta ölünce bugün ona ithaf edilen bazilikanın bulunduğu tepeye (Ayasuluk) gömüldüğüne inanılır. Kutsal sayılan mezarın bulunduğu yere İS 5. yüzyılda, ahşap çatılı bir kilise yapıldı. Iustinianus tarafından da İS 6. yüzyılda aynı yerde kubbeli bir bazilika inşa edildi.

Ephesos halkının İS 7. yüzyıldan sonra Ayasuluk’a taşınması ile St. Jean Bazilikası Ephesos’taki eski Piskoposluk Kilisesi’nin yerini aldı. Bizans döneminde önemli bir kent ve hac merkezi konumunu sürdüren Ephesos 1304 yılında Türklerin eline geçti. Bundan sonra “Ayasuluk” adını alan kent 1350’den sonra Aydınoğulları Beyliği’nin bir dönem başkenti oldu. Erken Osmanlı döneminde Batı Anadolu’nun liman kentlerinden biri olan Ayasuluk, daha sonra Kuşadası ve İzmir’in gelişmesiyle köy haline geldi. Cumhuriyet döneminde Selçuk adını alan ilçe turistik özellikleriyle öne çıktı.

Üç nefl i, haç planlı yaklaşık 130 metre uzunluğundaki yapının batısında atrium (sütunlu avlu) yer alıyor. Yuhanna’nın mezarının kuzeyindeki küçük şapelin duvarlarını aziz resimlerinden oluşan freskler süslüyor. Yöredeki arkeolojik araştırmalarda İmparator Iustinianus ve eşi Th eodora’nın monogramlarını (isimlerinin ilk harfl erinden oluşan simge) taşıyan sütunlar bulundu.

St. Jean Kilisesi’nin güneybatı eteğinde İsa Bey Camii, Efes’e sapan yolun başında, birkaç sütunu ayakta duran dünyanın yedi harikası arasında sayılan Artemis (Diana) Tapınağı yer alıyor.

Şifa verici bir toz çıktığı için Hıristiyanlarca kutsal sayılan St. Jean Kilisesi 1969 yılında onarıldı.


Selçuk İsa Bey Camii

Ayasuluk Tepesi(İzmir)
Fotoğraf: Turgut Tarhan


Selçuk’un kuzeybatısındaki Ayasuluk (Ayasuluğ) Tepesi’nin güneybatı yamacında.

Artemis Tapınağı ile St. Jean Kilisesi arsında kalan İsa Bey Camii, 1375 yılında Aydınoğlu İsa Bey tarafından yaptırıldı. Mimarı, Şamlı Dımeşklioğlu Ali’dir. Yapı 19. yüzyılda kervansaray olarak kullanıldı.

Dağ yamacındaki camiye doğu ve bayı yönündeki iki kapıdan giriliyor. Simetrik olmayan bir yapı sergileyen caminin planı 48.68x56.53 metre alana oturuyor. Batı duvarları mermerle kaplı caminin öteki üç yöne bakan duvarları kesme taştan yapılmış.

Ana mekânı örten iki kubbesinden birinin çapı 9.36, ötekinin çapı ise 8.13 metre. Merkezi mekânı iki dizi halinde dört sütun belirliyor.

Mihrap üzerine rastlayan kubbe kasnağı levhalarla süslü. Kemeri taşıyan başlıklar ise Selçuklu taş işçiliğinin özgün örnekleri arsında sayılıyor.

İzmir
Fotoğraf: Cüneyt Oğuztüzün


İsa Bey Camii, pencerelerinin her biri ayrı desendeki taş işlemelerinin güzelliğiyle de tanınıyor.

Dikdörtgen planlı yapıyı, üç yanını 12 sütun üzerinde sıralanan revakların dolandığı avlu çevreliyor.

Batıda, bahçe ile camiye bitişik yerde, şerefeden yukarısı yıkık olan tuğladan yapılmış minare sekizgen taban üzerine oturuyor. Doğudaki minare ise tamamen yıkılmış.

Caminin yanında tuğla ve taş duvarlı, sekizgen, piramit çatılı bir Selçuklu türbesi bulunuyor. Türbe, camiyi yaptıran İsa Bey’e ait değil, zira o Birgi’deki Aydınoğlu Mehmet Bey Türbesi’nde gömülü.
  Alıntı ile Cevapla
11 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 25.12.2011, 23:24   #7
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Ihlara Vadisi Kiliseleri

Ihlara Vadisi (Aksaray)
Fotoğraf: Ahmet Özyurt

Aksaray, Hıristiyanlığın ilk yıllarında önemli bir merkezdi. Eski adı “Peristremma” olan Ihlara Vadisi, 14 kilometre boyunca Ihlara kasabasından Selime’ye kadar yer yer 80 metreye kadar genişleyerek uzanır. Vadi içerisinde 5 bin yerleşim yeri ve 105 kilise bulunuyor. Bunlardan yirmiye yakını gezilebiliyor.

Belisırma, Ihlara ve Güzelyurt’u içine alan kayalık bölge zamanla manastır ruhuna uygun, kayalara oyulan kiliseler topluluğu haline geldi. Arap akınlarına karşı Hasan Dağı’ndaki savunma kaleleri başarılı olunca buradaki kiliseler de faal bir ibadet merkezi olma konumlarını sürdürdü.

Dönemin din anlayışını tasvirleriyle ve mimarisiyle canlandıran, freskli veya fresksiz tek ve çift nefli, kapalı veya açık Yunan haç planlı kiliseler ve şapeller vadinin dik yamaçlarında sağlı sollu sıralanıyor. Vadi, doğal yapısının elverişli olmasıyla 9. yüzyıldan itibaren keşişler ve rahipler tarafından uygun bir inziva ve ibadet yeri olarak kullanıldı. Vadideki kiliselerde fresklerde genellikle “Hz. İsa’nın Doğumu”, “Müjde”, “Ziyaret”, “Mısır’a Kaçış”, “Son Akşam Yemeği” gibi İncil’de geçen konuların işlendiği görülüyor.

Ihlara Vadisi’nde kayalara oyulmuş freskli kiliseler, yeryüzünde eşine rastlanmayan bir tarihsel ve dinsel miras olarak günümüze dek varlığını korudu.

İlk çağlardan itibaren doğayla tarihin bir arada bulunduğu Ihlara Vadisi’ndeki kiliselerin resim tekniği iki kısma ayrılır. Ihlara civarındaki kiliseler Kapadokya tipi diye bilinen sanat özelliklerini gösterir.

Bir dönem Atlas’ta da yazmış olan Gürsel Korat, öyküsü 13. yüzyıl Kapadokya’sında geçen Güvercine Ağıt adlı romanında bölgeyi şöyle betimliyor:

“Ihlara Vadisi’ndeki kayalıkların arasından akan derenin sesi de olmasa, insan zamanın donduğu bir doğa parçası içinde dolaştığı yanılgısına düşebilir. Her şey durağandır, gökyüzünde ışıldayan ay bile donmuş, sessizliği izlemektedir. Kayalıklara oyulmuş olan bütün kilise, şapel, manastır, ahır, kışla ve evlerin kapısı kocaman bir kaya kütlesi olduğu için, geceleyin burada yaşayan binlerce canlının sesi kayaların altındaki öteki dünya tarafından yutulur. Yeraltındaki dünya yıkılsa yeryüzünün ruhu duymaz.”

Bölge coğrafyasını tarihsel konulu romanlarında canlandıran Gürsel Korat’ın ayrıca bölgedeki mimari yapıları incelediği, Taş Kapıdan Taçkapıya Kapadokya adlı bir de araştırma kitabı var. Ihlara Vadisi kiliseleri birkaç kümede gezilebilir. Örneğin Ala, Direkli, Bahattinsamanlığı ve Aya Yorgi kiliseleri için Belisırma köyü; Eğritaş, Kokar, Pürenliseki, Ağaçaltı, Yılanlı ve Sümbüllü kiliseler içinse Ihlara’daki müze girişi başlangıç noktası seçilebilir.
  • Ala Kilise
Belisırma köyünün kuzeyindeki vadinin doğu yamacında kayaya oyulmuş kilise Hıristiyanlığın serbest hale gelmesinden sonra yapıldı. Cephesinin üst kısmında havarilerin ve azizlerin resimleri yer alıyor. Kiliseyi üç kubbe örtüyor. Duvarları ve örtü sistemini kaplayan freskler kısmen harap olmuş; “Doğum”, “Anastasis”, “Kudüs’e Giriş”, “Mısır”, “Meryem’in Takdis Edilmesi” gibi konular işleniyor.



Aksaray, Yüksek Kilise'den Görünüm
Fotoğraf: Fatih Pınar
  • Direkli Kilise
Belisırma köyünde, bir manastır kilisesi olup 11 ila 13. yüzyıllara tarihlendiriliyor. Haç planlı, üç mihraplı kilisenin merkezi kubbesini altı direk taşıyor. Kilisenin içindeki kapıdan keşiş türbelerine ve kilisedeki görevlilerin mestenlerine geçiliyor. Kilise üstündeki sütunlarda ikişer sıra halinde resimler var. Azizlerin ve havarilerin iki taraflarında Latince kitabeler görülüyor.
  • Bahattin Samanlığı Kilisesi
Belisırma köyünde, tek koridorlu kilisede fresk yok. Kuzey ve batı yan duvarlara oyulmuş birer hücre ile güney duvara oyulmuş üç hücre kubbesi de beşik çatı şeklinde.
  • Aya Yorgi (Kırkdamaltı) Kilisesi
Bölgedeki en yüksek kilise olup 1283–1295 yılları arasında yapıldığı sanılıyor. Bir apsisli bazilika planlı bir kilise. Yunanca bir kitabe, kilisenin tüm çevresini dolanıyor. Kilisedeki fresklerde İncil’den konuların yanı sıra Selçuklu Sultanı II. Mesut’un tasvir edildiği resimler yer alıyor.
  • Eğritaş Kilisesi
Tek koridorlu ve beşik çatılı kilise fazla tahrip olmuş durumda. Kilisede cenaze salonu, mezarlar ve freskler yer alıyor.

Aksaray, Ihlara Vadisi
Fotoğraf: Hakan Öge
  • Kokar Kilise
Haç planlı kilisenin 9. yüzyılın sonuna veya 11. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen fresklerinde konular oldukça zengin: “Son Yemek”, “Çarmıha Gerilme”, “Mesih’in Defnedilişi”, “Göğe Çekilme”, “Havarilerin Görevleri” gibi zaman zaman konu bütünlüğü gösteriyor. Kilisenin iki mezar odasındaki süslemeler, kırmızı boya ile yapılmış ilk örneklerdir.
  • Pürenli Seki Kilisesi
Kayaya oyulmuş dört bölümden oluşuyor. Narteks zemininde mezarlar var. Freskler 10. yüzyıl başı ile 12. yüzyıl arasına tarihlendiriliyor. “Peygamberlerin Kehaneti”, “Meryem ve Piskoposlar”, “Müjde”, “Ziyaret”, “Çobanların Tapınması” “İsa’nın Çocukluğu” gibi İncil’den çeşitli sahneler konu ediliyor.
  • Ağaçaltı (Daniel) Kilisesi
Haç planlı kilise, vadiye inen merdivenlerin sağında yer alıyor. Resimler diğerlerine göre eski olmalarına rağmen iyi durumda. Duvarlarda “Vahiy”, “Ziyaret ve Doğum”, “Mısır’a Kaçış”, “Hz. İsa’nın Vaftizi” ve “Hz. Meryem’in Ölümü” sahneleri görülüyor. Büyük kubbede, civardaki kiliselerde bulunmayan “Göğe Çekiliş” sahneleriyle dikkat çekiyor. Batı kolunda, kiliseye ismini veren Daniel’in aslanlar arasındaki tasviri var.


Aksaray-Güzelyurt, Manastır Vadisi
Fotoğraf: Fatih Pınar
  • Sümbüllü Kilise
Vadi girişinin aşağı solunda yer alıyor. İki kattan oluşan 10. yüzyıl yapısının üst katında cepheye gelen kaya düzenlenerek uzun bir koridor oluşturulmuş ve cephe kemerli nişlerle dekore edilmiş. Koridorun altında yeni sağır nişler, kapılar ve yalancı sütunlar yer alıyor. Kayalardan sızan sular freskleri kısmen bozmuş. Burada azizler, İncil’den sahneler ve orta kubbede yuvarlak bir pano içinde, elinde kitap tutan Hz. İsa tasviri var.
  • Aziz Anargirios Kilisesi
Güzelyurt ilçe merkezindeki kilisenin kubbeleri ve kolonları dâhil olmak üzere tümü kayaya oyularak yapılmış. Narteks ve ön cephe daha sonra kapatılmış. Kilise, son olarak 1884 yılında tamir gördü. Kubbesindeki 1887 tarihinden, fresklerinin onarımından üç yıl sonra yapıldığı anlaşılıyor. Günümüzde Vatikan’dan buraya gelip hacı olanlar var. Her yıl Aziz Anargirios’un yortu gününde (1 Kasım) tekrarlanan törenlerde hastalar sabahlara kadar dua ediyor.

Aksaray, Kızıl Kilise
Fotoğraf: Fatih Pınar
  • Yüksek Kilise
Kızlar Manastırı olarak da bilinen kilise Güzelyurt ilçe merkezine üç kilometre mesafede, dik kayalar üstüne oyulu.
  • Kızıl Kilise
Kırmızı kesme taştan yapıldığı için Kızıl Kilise adını alan yapı, Güzelyurt ilçesi Sivrihisar köyünde. Üç nefl i kilise 5.-6. yüzyıla tarihlendiriliyor. Orta nefi dört sütunun taşıdığı kubbe örtüyor. Freskler yer yer dökülmüş.
  • Selime Katedrali
Selime kasabasında, kayalara oyulmuş yüksek bir yerde olan katedral içinde iki sıra halinde sütunlar var. Bu sütunlar katedrali üç sahına ayırıyor.
  • Kale Manastır Kilisesi
Selime kasabasındaki manastır Kapadokya’daki dini yapıların en büyüklerinden biri. Manastır 8 ila 10. yüzyıl, kilisedeki fi gürlü freskler ise 10. yüzyıl sonu ila 11. yüzyıl başları arasına tarihlendiriliyor. Fresklerde “İsa’nın Göğe Çıkışı”, “Müjde”, “Meryem” gibi konular işleniyor.
  Alıntı ile Cevapla
11 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.12.2011, 00:19   #8
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Aslanhane Camii

Ankara
Fotoğraf: Kerem Yücel

Samanpazarı semti, Aslanhane Mahallesi, Can Sokağı’nda.

Ahi Şerafettin Camii adıyla da biliniyor.

Ahi yöneticilerinden Şerafettin Mehmet’in babası Hüsamettin ile amcası Hasan tarafından 1290 yılında yaptırıldı. Minberindeki yazıdan camiyi yapan ustanın Ebubekir oğlu Mehmet olduğu anlaşılıyor. İlk yapılışı 13. yüzyılın başına rastlayan cami 1289-1290’da önemli bir onarım gördü. Uzunlamasına beş sahınlı bazilikal plan üzerine oturan caminin dış görünüşü oldukça sade.

Roma ve Bizans’ın eski yapılarından devşirilen taşlarla yapılmış, 21.5x24 metre boyutlarındaki caminin üzeri sivri kurşun kaplama çatıyla örtülü.

Kıyıları işlemeli üç kapısı kuzey, batı ve doğu girişlerinde yer alıyor.

Caminin kuzeydoğu duvarına bitişik olan tek şerefeli minare, taş kare kaideli ve silindirik tuğla gövdeli. On iki pencere ile aydınlanan caminin içinde, altışardan dört sıra olarak dizili 24 çam sütundan on altısı çatıyı, sekizi kadınlar mahfi lini taşıyor. Tavanı ağaç oymaları süslüyor. Tavana kadar yükselen çinilerle süslü mihrabı, Selçuklu dönemi mihraplarının en güzel örneklerinden sayılıyor.

Caminin doğusunda bulunan türbe duvarına gömülü antik aslan heykelinden dolayı Aslanhane Camii olarak anıldığını belirtelim. Caminin yanında Aslanhane Tekkesi, Ahi Şerafettin Türbesi ve Kesikbaş Türbesi bulunuyor.




Hacıbayram Camii


Ankara
Fotoğraf: Kerem Yücel

Ulus, Bayram Sokağı’nda. Sanatsal değerinin yanı sıra Hacı Bayram Veli’nin kişiliğinden kaynaklanan özelliğiyle Hacıbayram Camii Ankara’nın en önemli tarihi camilerinden biri. Asıl adı Numan olan ve Ankara’da doğup yine Ankara’da ölen (1429) Bayram Veli “Bayramiye” tarikatının kurucusuydu.

Ulus’ta Roma devrinden kalma Augustus Tapınağı’nın bitişiğinde yer alan cami, 1427-1428 yıllarında Hacı Bayram Veli tarafından Hamedanlı Ebubekir Mehmet’e yaptırıldı. 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından onarıldı. Bir başka onarımsa caminin güneydoğu duvarındaki yazıta göre 1714’te Hacı Bayram soyundan Şeyh Mehmet Baba tarafından yaptırıldı. Son onarım Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1940’ta Mimar Alaattin’e yaptırıldı.
Ankara
Fotoğraf: Kerem Yücel


Caminin doğu duvarı Augustus Tapınağı’na, güney duvarı Hacı Bayram Veli Türbesi’ne bitişik.

Uzunlamasına dikdörtgen plan üzerine oturan cami taş kaideli, taş temel üzerine kırmızı tuğla duvarlı ve kiremit çatılı bir yapı. Caminin kare planlı ve iki şerefeli minaresi taş kaide üzerinde, silindirik tuğla gövdeliyle Hacı Bayram Veli Türbesi’nin güneydoğu duvarında yükseliyor.

Tavan ortası ve pervazları 18. yüzyılda yapılmış aşıboyası nakışlarla bezeli. Alçı mihrabında da tavana kadar yazı ve bezemeler var. Minberi ağaç olup çokgen biçimli geçmeli parçalardan oluşuyor; aşıboyası nakışlarla süslü.

Caminin alt pencereleri dışta sivri kemerli nişler kuşatır, üst pencereler ise sivri tuğla kemerli. Caminin kadınlar ve hünkâr mahfili Mimar Sinan’ın dostu ünlü Nakkaş Mustafa tarafından 16. yüzyıl sonuna doğru işlendi. Camiye Kütahya çinileri daha geç dönemde eklendi.

Camiyi yaptırdıktan iki yıl sonra ölen Hacı Bayram Veli, caminin bitişiğinde, 1429 yılında yapılan türbede gömülü.


St. Nikolas (Noel Baba) Kilisesi

Antalya
Fotoğraf: Aytunç Akad


Kaş’ta, kalenin iki kilometre kuzeyinde, Demre antik kentinde.

Antalya’nın Demre (antik dönemdeki adıyla Myra) beldesindeki St. Nikolas Kilisesi, 6. yüzyılda inşa edildi. Yöre, Hıristiyan dünyasının azizlerinden Nikolas’ın 4. yüzyılda piskoposluk yaptığı yer olarak tanınıyor.

Günümüz dünyasında yaygın olarak kutlanan “Noel” etkinliği “Noel Baba” olarak da adlandırılan St. Nikolas’a (Aya Nikola, Santa Claus) dayanıyor.

Demre Roma’ya giden öbür havarilerle Aziz Paulus’un son kez buluştuğu yer olarak biliniyor.

Çevresindeki araziye göre yaklaşık sekiz metre aşağıda olan kiliseye 27 basamaklı bir merdivenle iniliyor. Rodos’taki Rus konsili tarafından 1860 yılında onarılan kilisenin duvarlarında azizlerin betimlendiği freskler, taban döşemesinde ise mozaik kalıntıları görülebiliyor.

Üç salonlu bazilikanın doğusunda, kubbeli ve mihraplı odalardan birinde bulunan Aya Nikola’nın mezarı mermer işçiliğiyle dikkat çekiyor. İtalyan denizcilerince kırılarak Bari kentine kaçırılan St. Nikolas lahtinden kalan birkaç parça, Antalya Müzesi’nde sergileniyor. Her yıl 6-8 Aralık tarihleri arasında Demre ve Kaş’ta düzenlenen “Uluslararası Noel Baba Festivali” son yıllarda Antalya’da yabancıların da katıldığı bir sempozyuma dönüştü.

Öte yandan Demre’nin kuzey kısmında sur kalıntılarıyla çevrili akropol ve yamaçta Romalıların 2. yüzyılda yaptığı tonozlu tiyatro da gezilebilir.


Yivliminare Camii

Antalya
Fotoğraf: Sinan Anadol


Antalya Kaleiçi semtinde. Ulu Cami olarak da bilinen Yivliminare Camii, Hamidoğulları beyi Mübarizeddin (ya da Zincirkıran) Mehmet tarafından 1373 yılında yaptırıldı. Mimarı Balaban Tavaşi.

Yivliminare Camii, kubbeyle örtülü çok ayaklı camilerin Anadolu’daki en eski örneği.

Caminin doğu kapısı üzerindeki yazıtta eski bir Bizans kilisesinin yerine 1373 yılında Komutan Zincirkıran Mehmet Bey (Öl. 1378) tarafından yaptırıldığı yazıyor.

Üzerini iki sıra halinde altı kubbe ve kuzeybatı ucunda yapıyı bütün enince geçen beşik tonozu örtüyor. Kubbe sistemini toplam 12 sütun taşıyor. Kubbelerin üstü kiremit kaplı.

Mihrabı hem kıble duvarının ortasında olmaması, hem de doğru yöne gelmesi için eğik yerleştirilmesiyle dikkat çekiyor. Kıblenin yerleştirilmesinde yaşanan bu sorun, yapının eski bir kilisenin temelleri üzerinde yükseldiğini akla getiriyor.

Cami 1934-1969 yılları arasında arkeoloji müzesi olarak, 1974 yılından sonra ise bir süre etnografya müzesi olarak kullanıldı.

Camiye adını veren “Yivliminare” ise Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat döneminde (1220-1237) yapılan daha eski bir camiden kalma. Yivliminare ilk bakışta göze çarpan bir anıt gibi yükselmesiyle kentin simgesi kabul edilir.

Cami binasından ayrı ve caminin hemen yanında, Kale Kapısı Meydanı’nda inşa edilen minarenin, tabanı kare biçimli blok taştan oluşuyor. Şerefenin üzerindeki kısa petek ve külah yeni yapıldı.

Aralarında firuze çinilerin de kullanıldığı, tuğladan örülmüş minare gövdesi dilimli ve sekiz tane yarım silindir biçiminde. Dilimler arasındaki yivler sayesinde minarenin kalın gövdesi hantallığından kurtuluyor.

Yapı topluluğu cami, medrese, Mevlevihane ve iki türbeyle birlikte bir külliye görünümü arz ediyor.

Camiyi yaptıran Mübarizettin Mehmet’in türbesi, cami yakınında 1378 yılında yapıldı.

Ayrıca II. Bayezit’in eşi ve Şehzade Korkut’un annesi Nigar Hanım’a ait 1502 tarihli türbe de camiye yakın konumda.


Altıparmak (Barhal) Manastır Kilisesi Camii

Artvin
Fotoğraf: Turgut Tarhan

Yusufeli ilçesine 12 kilometre mesafedeki Altıparmak köyünde.


Kilise yapısı 10. yüzyılda “Vaftizci Yahya” adına Bagratlı Krallığı’nca inşa ettirildi. Üç nefl i ve bazilikal planlı kilise 17. yüzyılda camiye çevrildi ve halen cami olarak kullanılıyor. Anıtsallığı ve düzgün taş işçiliğiyle dikkat çeken yapı günümüzde de oldukça sağlam durumda.

Bölgede Bagrat Krallığı döneminden kalma ve birçoğu günümüzde cami olarak kullanılan kiliseler var.
  • Hamamlı Kilisesi
Artvin merkezine bağlı, dokuz kilometre doğuda Hamamlı köyündeki cami de 10. yüzyıldan kalma bir Bagratlı kilisesi. İşlemeli kapısının özelliğini günümüze kadar korumuş olmasıyla dikkate değer. Dolisane Kilisesi olarak da anılıyor.
  • Tibeti Kilisesi
Şavşat ilçesine altı kilometre mesafedeki Cevizli köyünde Tibeti Kilisesi diye bilinen yapının yontma taştan yapılmış dört yüzeyden ibaret çatısının her yüzeyinde “koç heykeli” bulunur. İç mekânındaki “havari” fi gürleri ve bitkisel desenli süslemeleri hâlâ görülebilir. 1920 yılına kadar cami olarak kullanıldı. Şimdi kubbesi yıkık.
  • Dörtkilise Manastırı
Yusufeli ilçesine dört kilometre mesafedeki Tekkale köyü kırsalında bulunan, Dörtkilise Manastırı diye anılan yapı topluluğu da aynı dönemden kalmıştır.
  Alıntı ile Cevapla
10 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.12.2011, 00:42   #9
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Taksiyarhis Kilisesi

Balıkesir
Fotoğraf: Erdem Yavaşca


Ayvalık’ın Alibey (Cunda) Adası’nda çok sayıda kilise ve manastır bulunuyor. Kiliselerin en büyüğü 1873 yılında 1300 metrekarelik alanda inşa edilen Taksiyarhis Kilisesi. İşlemeli taşlarıyla dikkat çeken Aşağı Çeşme sırasındadır. Kilisenin bulunduğu mahalle, Hıristiyanlar ile Müslümanların birlikte yaşadığı kentin ilk mahallesi olarak biliniyor.

Kilise içteki mermer işçiliği, dini konuları içeren tavan süslemeleri, İsa’nın doğumundan ölümüne kadar anlatıldığı resimleri, balık derisi üzerine yapılmış azize portreleri ile kentin halen bozulmamış en dikkate değer yapısı.
Balıkesir
Fotoğraf: Erdem Yavaşca


Taksiyarhis Kilisesi’nin büyük çanı Bergama Müzesi’nde sergileniyor.

Şunu da belirtmeden geçmeyelim ki Cunda’nın mucizeleriyle ünlü bir de tarihi manastırı var: Aslında bir burun olduğu halde “Tımarhane Adası” diye ünlenen mevkideki Ayia Paroskevi Manastırı. Buraya “Tımarhane Adası” denmesinin bir nedeni de bu manastırın psikolojik rahatsızlıklara iyi geldiği inancı.


Ulu Cami

Bursa


Atatürk Bulvarı’nda. Orhan Bey tarafından 1326’da alındıktan sonra başkent yapılan Bursa’daki tarihi cami ve mescitlerin sayısı yüzlerle ifade edilebilir.

Mimarisi, ahşap işçiliği ve duvarlarını süsleyen hat örnekleriyle Ulu Cami’nin Bursa’daki eserler arasında özel bir yeri var.

Ulu Cami, Sultan Yıldırım Bayezit tarafından 1396– 1400 yıllarında yaptırıldı. Dikdörtgen planlı ve üç büyük giriş kapısı olan çok kubbeli camilerin en büyük ve en anıtsal örneği olarak biliniyor.

Caminin on iki kare ayağa ve kesme taştan yapılmış kalın beden duvarlarına oturan yirmi kubbesi var. Cami 56x68 metrelik alana yayılıyor. Camiyi beş bölüme ayıran dörderden üç sıralı 12 tane dört köşeli kalın sütun, beşerden dört sıra halindeki sekizgen kasnaklara oturan 10.60 metre çapındaki 20 kubbeyi taşıyor. İkinci sıranın ortasındaki kubbe açık olup camekânla örtülü. Bu kubbenin altında, on altı musluklu, on altı köşeli havuzu ve üç çanaklı fıskiyesiyle 19. yüzyıl eseri şadırvan görülür. Caminin iki minaresi kuzey cephesinin köşelerinde, mermer kaideler üzerinde yükseliyor. Minareler tuğlalarla örülmüş. Kuzeydoğudaki minare I. Mehmet zamanındaki onarımda eklendi.

1855’teki depremde iki minaresi ve yedi kubbesi yıkıldı. Abdülmecit döneminde onarıldı.

Oyma desenlerle işlenmiş ahşap kapıları ve duvarlarını süsleyen hat sanatının seçkin örnekleriyle Bursa Ulu Camii ününü hak ediyor.

“Mevlid” yazarı Süleyman Çelebi bu camide imamlık yaptı.

Yeşil Cami

Bursa
Fotoğraf: Fatih Özenbaş

Yeşil Caddesi’nde, Yeşil Türbe karşısında.

Yeşil Cami, 1419-1424 yılları arasında I. Mehmet (Çelebi) tarafından yaptırıldı. Cami adını süslemede kullanılan fi ruze ve yeşil çinilerden alıyor. Çini süslemeler caminin en önemli özelliği aynı zamanda.

Yeşil semtine adını veren caminin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır.

Yeşil Cami tamamen kesme taş ve mermer kullanılarak inşa edildi. Mermer taçkapısı zengin bezemeler ve yazılarla kaplı. İki kubbe ile örtülü ana mekânın ilk bölümündeki havuzun fıskiyesi de yekpare mermer. Ortadaki kubbenin çapı 11.80, yüksekliği 24.80 metre, kıbledeki kubbenin çapı ise 10.40, yüksekliği 22.80 metre.

Yeşil Cami’nin giriş cephesinde son cemaat yeri olmamakla birlikte, beden duvarındaki üzengi taşlarından, beş gözlü bir son cemaat yerinin yapılmadan bırakıldığı anlaşılıyor. Bu cephenin iki ucundan yükselen minareler ise 19. yüzyıldan kalma.

Caminin mermer kaplı cephelerindeki pencere söveleri, kemer tablaları, cemaat yerine bakan üst kattaki maksureleri, cümle kapısının çevresi kabartma yazılarla, rumilerle ve kıvrıkdallarla zengin bir bezemeye sahip. Caminin üç duvarının yanı sıra üç mahfi linin duvarları da çinilerle kaplı. Eni altı, yüksekliği 10.5 metreyi bulan mihrap da döneminin çini sanatının görkemli örnekleriyle bezeli.

Caminin inşaatı sürerken Edirne’de 1421’de attan düşerek 34 yaşında ölen Sultan Çelebi Mehmet, Yeşil Cami’nin karşısında, yapımı ölümünden 40 gün önce biten kendi yaptırdığı Yeşil Türbe’de toprağa verildi. Türbe caminin güneyindeki terasın üzerinde. Yeşil çinileriyle Bursa’nın her yerinden görülen türbe şehrin sembolü sayılıyor. Türbenin 1855’teki depremde yıkılan kubbesi, Bursa Valisi Ahmet Vefi k Paşa tarafından 1863’te yaptırıldı. Son onarım ise 1946-48 yılları arasında yapıldı. Türbede I. Mehmet’in ailesinden sekiz kişinin daha sandukası var. Asıl mezarlar alt kattaki cenazelik bölümünde.

Cami, batısındaki medrese (Türk İslam Eserleri Müzesi), güneydoğusundaki imaretle birlikte yapı topluluğu Yeşil Külliye olarak anılıyor.



Yazır Camii
Denizli
Fotoğraf: Cüneyt Oğuztüzün


Acıpayam ilçesine 15 kilometre mesafedeki Yazır köyünde.

Yazıtından 1801 yılında Ömer Ağa tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. Kareye yakın dikdörtgen planlı yapının çatısı kiremitle örtülü. Ana mekânı iki dizi ahşap sütun üç bölüme ayırıyor. Caminin içini iki dizi pencere aydınlatıyor. Caminin minberi ve minaresi yakın zamanda eklendi.

Yapı, mimarisinden çok süslemeleriyle ilgi görüyor. Barok üsluplu caminin içini boydan boya süsleyen panolarda üzüm, ağaç ve gül, lale, karanfi l gibi çiçek motifl eri dikkat çekiyor. Gül ve yapraklarla bezeli ahşap tavan çok küçük panolara ayrılmış durumda.


Ulu Cami

Diyarbakır
Fotoğraf: Cüneyt Oğuztüzün


Surların ortasında, Harput Kapısı yakınında, Mesudiye ve Zinciriye medreselerinin arasında.

Kaynaklarda Diyarbakır 639 yılında Müslüman Araplar tarafından işgal edildiğinde, şehrin en büyük kilisesinin kısmen camiye çevrildiği geçer. Bu, Ulu Cami’dir ve bu hesaba göre de aynı zamanda Diyarbakır’ın en eski camisidir. Bazı kaynaklara göre ise Anadolu’daki en eski cami unvanını da taşıyor.

Diyarbakır
Fotoğraf: Fatih Pınar


Daha sonraki dönemlerde de çevresindeki yapılarla birlikte onarım gördüğü biliniyor. Nitekim Diyarbakır Ulu Camii’nde, çeşitli dönemlerde yapılan değişikliklere ilişkin birçok kitabe bulunuyor.

Plan itibarıyla Şam’daki Emeviye (Ümeyye) Camii’nin Anadolu’daki bir yansıması olarak görülen yapı, Müslümanlar tarafından “5. Haremi Şerif” olarak kabul görür. Haremi Şerif; başlangıçta Mekke’de Kâbe’ye ve Medine’de Hz. Muhammed’in gömülü bulunduğu yere verilen unvandı. Bu sıfat daha çok peygamberlerin kabrini nitelemekle birlikte, Kudüs’teki Mescidi Haram ve Mescidi Aksa için de kullanıldı. Diyarbakır Ulu Camii’nin beşinci sırada bu sıfatla anılmasının nedeni, Diyarbakır’ın 7. yüzyılda Araplar tarafından alınması olsa gerek. Daha sonra tekrar Bizans hâkimiyetine giren şehir, 958 yılında Selçuklularca fethedildi. Arada Timur ve Safevi istilalarını gören Diyarbakır 1515 yılında I. Selim (Yavuz) tarafından Osmanlı topraklarına katıldı.
  Alıntı ile Cevapla
9 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Eski 26.12.2011, 02:03   #10
Çevrimdışı
Basakca
Müdavim

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Türkiye’de İslam, Hıristiyanlık ve Museviliğin 70 Kutsal Abidesi

Selimiye Camii

Edirne
Fotoğraf: Fatih Pınar

Şehrin ortasındaki tepede yükselen cami, şehrin her yerinden görülüyor.

Kuzeyden Bulgaristan, batıdan Yunanistan ile sınırımızı çizen ildir Edirne. Bursa’dan sonra Osmanlı İmparatorluğu’na yaklaşık 90 yıl başkentlik eden kenti Lala Şahin Paşa 1361 yılında Osmanlı topraklarına kattı.

Fethedildiğinde mamur bir kasaba olmadığı için padişahın Dimetoka’da oturduğu geçer bazı kaynaklarda. Sonraları hızla imar edilen Edirne, İstanbul’dan sonra imparatorluğun ikinci şehri oldu.

Mimar Sinan’ın 80 yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” dediği anıtsal yapı ise Edirne’nin dünya çapında saygı gören sembolü.

Sultan II. Selim’in (Sarı Selim) buyruğu üzerine kentin merkezinde 1569-75 yılları arasında yapılan cami, Sultanselim Camii adıyla da anılıyor. İstanbul Süleymaniye’yi anlatırken de değindiğimiz gibi Mimar Sinan’ın yapıyı kurmadan önce yer seçmedeki titizliğinin bir örneği de burada görülüyor. Selimiye çok uzaklardan bile dört minaresiyle göz doldurarak adeta şehri de kuşatıyor.
Edirne
Fotoğraf: Gökhan Tan

Kesme taştan yapılan caminin alanı 1575 metrekare, her şeyiyle ise 2 bin 475 metrekare. Mimarlık tarihinde en geniş mekâna kurulmuş yapı olarak nitelenen Selimiye Camii’nin yerden yüksekliği 43.28 metre, kubbe çapı ise 31.30 metre. Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük olan kubbe, altı metre genişliğindeki kemerlerle birbirine bağlanan sekiz büyük ayak üzerine oturuyor.

Cami mimari niteliklerinin yanı sıra taş, mermer, çini, ahşap, sedef gibi süsleme öğeleriyle de önemli. Mihrap ve minberi mermer işçiliğinin başyapıtları arasında sayılıyor. İznik’te yapılan çinileri 16. yüzyıl çiniciliğinin en güzel örneklerinden. Çiniler, “sıraltı” tekniğiyle yapılmalarıyla ünlü.

Selimiye Camii’nin üçer şerefeli dört minaresinin her birinin çapı 3.80 metre, yüksekliği ise 70.89 metre. Minarelerden cümle kapısının iki yanındaki ikisi, üç şerefeye üç ayrı merdivenle çıkılmasıyla ünlüdür.

Caminin işlemeli kapısı olan ön bahçe revaklarla süslü 18 kubbe ve Kıbrıs, Aydıncık ve Suriye kalıntılarından getirilen 16 sütunla çevrili.

Külliye olarak inşa edilen yapının geniş dış avlusunda darüssübyan, darülkurra ve darülhadis yapıları bulunuyor.

Lala Mustafa Paşa Camii

Erzurum
Fotoğraf: Umut Kaçar


Cumhuriyet ve Menderes caddelerinin kesiştiği köşede. Kitabesine göre 1562 yılında Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bilindiği gibi Mustafa Paşa’nın “Lala” unvanı, II. Selim’in öğretmeni olmasından geliyordu.

Mimarbaşı Koca Sinan’ın eserlerinin listesini veren tezkirelere göre caminin mimarı Sinan’dır. Atlas okurları anımsayacaktır, ÇEKÜL Vakfı’nca hazırlanan ve Atlas’ın 195. sayısının (Haziran 2009) eki olarak verilen “Mimar Sinan’ın Eserleri III” adlı posterde de yer almıştı Lala Mustafa Paşa Camii.

Ortada dört ayak üzerine oturan, 10.56 metre çaplı merkezi kubbeyi dört yandan yarım kubbelerin desteklediği görülür. Yarım kubbeleriyse köşelerdeki küçük kubbecikler tamamlıyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz Atlas ekinden, camide tıpkı hünkâr mahfi llerinde olduğu gibi dışarıya açılan özel kapılı bir paşa mahfi linin bulunduğunu ama sonraki onarımlardan birinde bu kapının kapatıldığını öğreniyoruz.

Caminin taçkapı çevresi 1870’ten sonra yenilendi. Camide çini alınlıklardan başka özgün hat örnekleri görülebilir. Birkaç yıl önce camiden alınarak müzeye konulan, kiminin boyu bir metreye yaklaşan dört büyük bakır şamdanın bizzat Lala Mustafa Paşa tarafından camiye vakfedildiğini de belirtelim.

Bir hamam, muvakkıthane, şadırvan, sübyan mektebi gibi ilavelerle caminin zamanla bir külliyeye dönüştüğü görülür. Şadırvan 1970’li yıllarda yapılmış olsa da hayvan fi gürleri ve bitkisel bezemelerin görüldüğü ahşap direklerinin tarihi ve sanatsal değeri vardır.



Yunus Emre Türbesi
Eskişehir
Fotoğraf: Oktar Güloğlu

Mihalıççık ilçesi, Yunusemre (Sarıköy) köyünde.

İnanışa göre; Yunus Emre’nin ilk mezarı 13. yüzyıla ait olup demiryolu bitişiğinde, dikdörtgen planlı taşlardan 1.5-2 metre yüksekliğinde avlu duvarları içinde idi.

Yunus Emre, Yunan işgalinde yıkılan ilk mezarından 1949 yılında alınarak podyum üzerindeki ikinci mezarına, 1970 yılında da üçüncü mezarına nakledildi. Üçüncü mezarının bulunduğu türbe, Selçuklu mimarisini andıran sekiz sütunlu, kemerli, etrafı açık sekizgen biçiminde.

Karaman, Aksaray, Sivas, Ünye, Erzurum, Bursa, Kula, Kütahya, Sandıklı ve Isparta gibi birçok yerde Yunus Emre mezarları var.
  • Yunus Emre Camii ve Türbesi (Karaman)
Karaman’ın Kirişçi Mahallesi’nde, Karamanoğulları dönemine ait yapı kesme taştan, merkezi kubbeli bir cami. Son cemaat yerinde dört sütun üzerinde, ortada oval, yanlarda yuvarlak kubbeler var. Kubbeye, içten dört köşede yarımşar kubbe ile geçiliyor. Sarkıtlı alçı mihrabın geometrik ve kıvrık dal motifl eri nesih yazı ile dekore edilmiş. Daha önce birçok onarımla özgünlüğünü yitiren cami, 1994 yılında aslına sadık kalınmaya çalışılarak restore edildi.

Caminin bitişiğinde kesme taştan yapılmış Yunus Emre Türbesi’nin üstünü tonoz kubbe örtüyor.
  • Yunus Emre Türbesi (Aksaray)
Aksaray ilinin Ortaköy ilçe merkezine 20 kilometre mesafedeki Reşadiye köyünde de bir Yunus Emre Türbesi var. Türbenin bulunduğu tepe, halk tarafından “ziyaret tepesi” olarak biliniyor. Türbenin düzgün zemine oturtulması amacıyla önce taştan bir platform hazırlanmış. Platform üzerinde güney tarafa türbe inşa edilmiş, kuzey kısmı duvar ile çevrilmiş. Türbeye giriş batıdan olup, üç basamakla çıkılmaktadır. Türbenin 500 metre doğusunda çilehane bulunuyor.
  • Taptuk Emre Camii ve Türbesi (Aksaray)
Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre’nin, Aksaray ilinin kuzeyinde, 20 kilometre mesafede bulunan Taptukemre köyünde yaşadığı rivayet edilir. Burada dağ eteğinin en üst kısmında, son yıllarda yeniden çevre düzenlemesi yapılan cami ve türbe de Taptuk Emre’ye atfen onun adıyla anılıyor.

Rumkale
Gaziantep
Fotoğraf: Hakan Öge

Fırat Nehri ile Merziman (Merzime) Çayı’nın birleştiği, Fırat’ın batı sahilinde yüksek kayalarla örtülü tepe üzerindeki Rumkale (Hromgla), Gaziantep’in Yavuzeli ilçesi sınırlarında, Kasaba köyü yakınında. Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinin de dört kilometre kuzeyinde.

Stratejik açıdan önem taşıyan Rumkale’nin Assur Kralı III. Salmanassar tarafından İÖ 855 yılında zapt edilen “Şitamrat” olduğu düşünülmektedir. Bölge, İÖ 9. yüzyıl ortalarından itibaren Assur, Med, Pers, Roma ve Arap medeniyetlerinin yönetiminde kaldı. Günümüze ulaşan mimari kalıntılar, Geç Roma ve ortaçağ karakteri taşıyor.

Tarihi yapılar arasında en dikkat çekici olanı, geniş ve silindirik havalandırma kuyusu ile kuyunun kenarından kıvrımlı yol ile Fırat seviyesinin altına kadar inen sistemdir.

Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın havarilerinden Johannes’in (Yohanna) Hıristiyanlığı yaymak amacı ile Roma döneminde Rumkale ve çevresinde yaşadığına inanıyor. Johannes’in Rumkale’de inzivaya çekilerek İncil müsveddelerini kopyaladığı, muhafaza ettiği, daha sonra bulunan müsveddelerin Beyrut’a kaçırıldığı rivayet ediliyor.

Hıristiyanlarca Johannes’in mezarının da Rumkale’de bulunduğuna inanılıyor ve kutsal sayılan mekân ziyaret ediliyor. Merkezi Şanlıurfa’da olan Urfa Haçlı Kontluğu’nun başlıca kalelerinden birisi de Rumkale olmuştu. Haçlıların yenilgisi ile 1292 yılında kale ve çevresi Müslümanların yönetimine geçti. Rumkale’de tarihten günümüze ulaşanlar arsında Türk İslam dönemine ait birçok eser var.


Aziz Petrus (St. Pierre) Kilisesi
Hatay
Fotoğraf: Umut Kaçar

Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde.

Doğal bir mağarayken eklemelerle kiliseye dönüştürülen yapı, kente iki kilometre mesafedeki Habib Neccar Dağı eteklerinde.

Tarihte ilk defa bu kilisede Hz. İsa’nın dinini tanıyanlara “Hıristiyan” denildiği rivayet edilir. Kilise, İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Petrus’un (St. Pierre), İsa’nın ölümünden sonra Hıristiyanlığı yaymaya çalıştığı yer olarak önemlidir.

Mağara kilise 9.50x13.00 metre boyutunda ve 7 metre yüksekliğinde. Önyüzü 13. yüzyıl gotik özellikleri gösteriyor. Kapısı üzerinde ve apsis duvarlarında gül motifl eri görülüyor. Merdivenle girilen mağara içinde, duvarlarda fresk ve tabanda mozaik kalıntıları bulunuyor.
Hatay
Fotoğraf: Fatih Özenbaş

Mihrabın sağındaki kayalardan vaftizde kullanılan ve şifalı olduğuna inanılan su damla damla akıyor.

Kilisenin zemininde mozaik kalıntıları, duvarlarda ise freskler görülebiliyor. Apsisin sağında kayalardan sızan suyun toplandığı küçük bir havuz, solunda ise saldırılar sırasında kaçmak için kullanılan gizli tünelin girişi var. Tünelin sonundaki “günahkârlar hamamı”nda cehennem kayıkçısı Haron kabartması yer alıyor.

Aziz Petrus Kilisesi 1963 yılında Papa VI. Paul tarafından hac yeri olarak ilan edildi. Kilise her yıl 29 Haziran’da düzenlenen dinsel törenlere sahne oluyor. 29 Haziran’ın, Aziz Petrus’un kilisenin gizli tünelinde öldürüldüğü gün olduğuna inanılıyor.
  Alıntı ile Cevapla
10 Üyemiz Basakca'in Mesajına Teşekkür Etti.
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
abidesi, hıristiyanlık, islam, kutsal, museviliğin, türkiyede


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 10:55.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.