Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Cevap: Erich Fromm (1900 – 1980)
Sevme Sanatı Kitabı'ndan
Sevmek bir sanat mıdır ? Eğer öyleyse bilgi ve çaba gerektirir . Yoksa sevgi rastlantıya bağlı olarak talihli kişilerin 'başına gelen' hoş bir duygu mu ? Elinizdeki bu küçük kitap ilk önermeye dayanmaktadır , buna karşılık insanların çoğunun ikinci önermeye inandığına kuşku yok .Bunun nedeni de insanların sevginin önemsiz olduğuna inanmaları değildir . Sevginin açlığını çekerler ; mutlu-mutsuz aşk öykülerine ilişkin sayısız film izler , aşk konulu yüzlerce ucuz şarkı dinlerler ; yine de sevgi konusunda öğrenilmesi gereken şeyler olduğunu pek düşünmezler . Bu garip tutum , tek başına veya diğerleriyle birlikte bu tutumu pekiştiren çeşitli önermelere dayanmaktadır .
İnsanların çoğu sevgi sorununa temelde sevme ve kendi sevme kapasitesi sorunu olarak değil , sevilme sorunu olarak yaklaşmaktadır . Dolayısıyla onlar için sorun nasıl sevilecekleri , nasıl sevimli olabilecekleridir . Bu amaçla çeşitli yollar izlerler . Özellikle erkekler tarafından kullanılan bir yol başarılı , kendi konumunun elverdiği toplumsal sınırlar içinde olabildiğince güçlü ve zengin olmaktır . Özellikle kadınlar tarafından kullanılan yol ise , vücuduna , kılık kıyafetine özen göstererek çekici olmaktır . Hem erkekler hem kadınlar tarafından kullanılan diğer yöntemler arasında , hoş tavırlar , ilginç konuşma tarzları geliştirmek , yardımcı , alçakgönüllü olmak , tacizkar olmamak , vb. sayılabilir . Kendini sevimli (sevilebilir) kılmanın birçok yöntemi , başarılı olmak , 'insanları etkilemek ve dost kazanmak' için kullanılan yöntemlerle aynıdır . Aslına bakılırsa kültürümüzde insanların çoğunun sevilebilir olmakla kastettiği şey , özünde popüler olmayla cinsel çekiciliğe sahip olmanın bir karşımıdır . Sevgi konusunda öğrenilmesi gereken hiçbir şey olmadığı yolundaki tutumun arkasında yatan ikinci önerme , sevgi sorunun bir yeti sorunu değil , bir nesne sorunu olduğudur .
İnsanlar , sevmenin basit olduğunu , ama doğru sevgi nesnesini bulmanın -ya da sevilmenin- zor olduğunu düşünür . Bu tutumun , kökleri çağdaş toplumun gelişmesinde bulunan nedenleri vardır . Nedenlerden birisi , yirminci yüzyılda , 'sevgi nesnesi' seçimiyle ilgili olarak ortaya çıkan büyük değişikliktir . Viktorya çağında , geleneksel birçok kültürde olduğu gibi , çoğunlukla sevgi , sonunda evliliğe giden kendiliğinden bir kişisel deneyim değildi . Tersine , evlilik , ilgili aileler veya bir çöpçatan aracılığıyla , ya da aracıların yardımı olmaksızın bireylerin yaptığı bir anlaşmaydı ; toplumsal varsayımlar temeline dayanıyordu ve evlilik gerçekleştikten sonra sevginin gelişeceğine inanılıyordu . Son birkaç kuşakta 'romantik sevgi' kavramı , Batı dünyasında neredeyse evrenselleşti .
Geleneksel evlilik tarzının tamamen ortadan kalkmamış olmasına karşın , insanların büyük çoğunluğu 'romantik sevgi' , yani evlilikle sonuçlanması gereken kişisel sevgi deneyimi arayışı içindedir . Sevgi konusundaki bu yeni özgürlük kavramı , işlevin önemine karşıtlık içinde nesnenin önemini büyük ölçüde arttırmış olsa gerek . Bu etkenle yakından ilişkili bir başka şey de , çağdaş kültüre özgü bir başka özelliktir .
Kültürümüzün tamamı , satınalma iştahına , karşılıklı çıkara dayalı alışveriş görüşüne dayanmaktadır . çağdaş insanın mutluluğu , vitrinlere bakmaktan ve peşin ya da taksitle alabileceği her şeyi almaktan ibarettir . Kişi başkalarına da aynı gözle bakar . Erkek için çekici bir kadın ?ve kadın için çekici bir erkek- peşinden koşulan bir ödüldür . Burada 'çekicilik' , genellikle popüler olan ve kişilik pazarında arkasından koşulan hoş bir özellikler paketi anlamına gelir . Kişiyi özellikle çekici yapan şey , fiziksel ve zihinsel anlamda günün modasına bağlıdır . Yirmili yıllarda içki-sigara içen , atak ve seksi olan kızlar çekiciydi ; bugünün modasında ise daha çok evcil ve ürkek olmak gibi özellikler aranıyor . On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve bu yüzyılın başlarında bir erkek , çekici bir 'paket' olmak için saldırgan ve hırslı olmak zorundaydı , şimdi ise sosyal ve hoşgörülü olmak zorunda . Ne olursa olsun , aşık olma duygusu genellikle , kişinin salt alış-veriş için sahip olduğu olanaklar dahilinde gelişir .
Pazarlık peşindeysem , alacağım nesne toplumsal değer açısından arzu edilir olmalı , aynı zamanda da açık-örtülü değerlerim ve potansiyellerim açısından beni istemeli . Böylece , kendi piyasa değerlerinin sınırları içinde , pazarda mevcut bulunan en iyi nesneyi bulduklarına inandıkları zaman iki insan birbirine aşık olur . Sık sık , gayrimenkul satın alırken olduğu gibi , bu pazarlıkta da ileride gelişebilecek olan gizli potansiyeller önemli bir rol oynar .
Piyasa yöneliminin ağır bastığı ve nesnel başarının başta gelen değer olduğu bir kültürde , insan sevgisi ilişkilerinin de eşya ve işgücü piyasasında egemen olan aynı değiş-tokuş yapısına sahip olmasına şaşırmak için pek bir neden göremiyorum . Sevgi konusunda öğrenilecek hiçbir şey olmadığı yanılsamasına yol açan üçüncü bir hata da , başlangıçtaki aşık 'olma' yaşantısı ile , kalıcı aşık 'olma' durumu , ya da daha iyi bir deyişle aşık 'kalma' durumu arasındaki kafa karışıklığıdır . Hepimizin olduğu gibi , birbirine yabancı olan iki insan ansızın , aralarındaki duvarın yıkılmasına izin verdikleri ve kendilerini yakın , bir hissettikleri taktirde , bu birlik anı , yaşamdaki en çoşkulu , en heyecanlı deneyimlerden birisi olur . Bu , daha önce yalıtılmış , sevgisiz , kapalı olan insanlarda çok daha harika ve mucizevi gözüken bir deneyim olur . Cinsel çekimle ve birleşmeyle başlaması halinde bu ani yakınlaşma mucizesi çok daha kolay olur . Ne var ki doğası gereği bu tür bir sevgi kalıcı değildir . İki insan birbirini daha iyi tanır ve düşmanlıkları , hayal kırıklıkları , karşılıklı birbirinden sıkılmaları başlangıçtaki heyecandan geri kalan kalıntıları yok edene dek yakınlıkları mucizevi yapısını giderek yitirir . Ama başlangıçta bütün bunları bilmezler : aslında bu tutulmanın , bu birbirlerine 'deli' olmanın başlangıçtaki yoğunluğunu , sevgilerinin yoğunluğunun bir kanıtı sanma yanılgısına düşerler , oysa gerçekte bu sadece önceki yalnızlıklarının derecesinin bir kanıtı da olabilir . Sevginin her şeyden daha kolay olduğu yolundaki bu tutum , tersini gösteren verilere rağmen sevgi konusundaki ağır basan görüş olmayı sürdürmüştür . Aşk kadar baş döndürücü umutlarla ve büyük beklentilerle başlayan , yine de aşk kadar değişmez bir şekilde başarısızlıkla sonuçlanan başka bir etkinlik veya girişim yok gibidir . Diğer konularda böyle olsaydı insanlar , başarısızlığın nedenlerini bilmek ve nasıl daha iyi yapabileceklerini öğrenmek isterler , ya da vazgeçerlerdi .
Aşk durumunda vazgeçmek mümkün olmadığı için , öyle gözüküyor ki sevgide başarısızlığın üstesinden gelmenin tek bir yolu vardır : bu başarısızlığın nedenlerini incelemek ve sevginin anlamını araştırmak . Atılacak ilk adım , tıpkı yaşamanın bir sanat olması gibi , sevginin de bir sanat olduğunu kavramaktır ; sevgiyi öğrenmek istiyorsak , izlememiz gereken yol , tıpkı müzik , resim , marangozluk , ya da tıp veya mühendislik sanatını öğrenmek istediğimiz zaman izlediğimiz yolla aynıdır.
Bir sanatı öğrenmek için gerekli olan adımlar nelerdir ? Sanat öğrenme süreci iki bölüme ayrılabilir : birincisi teoride ustalık , ikincisi ise pratikte ustalık . Tıp sanatını öğrenmek istiyorsam , ilk önce insan bedeni ve çeşitli hastalıklara hakkındaki bilgileri almam gerekir . Bu teorik bilgiye sahip olmam , hekimlik sanatında usta olmam anlamına gelmez . Sadece çokça pratik yaptıktan sonra , yani teorik bilgimle pratikte aldığım sonuçlar bir bütün içinde (her sanatta ustalaşmanın özü olan sezgilerimde) birleştiği zaman bu sanatta ustalaşmış olacağım . Ama teori ve pratiğin yanı sıra bir sanatta başarılı olmak için gerekli üçüncü bir etken daha söz konusudur : sanatta ustalaşma nihai amaç olmalı ; dünyada sanattan daha önemli başka hiçbir şey olmamalı . Bu müzik , hekimlik veya marangozluk için olduğu kadar sevgi için de geçerlidir .
Sadece para ya da prestij kazanmasına yarayacak şeyleri öğrenmeye değer bulunması ve 'sadece' ruha faydası olan , ama çağdaş anlamda karsız (yararsız) olan sevginin , uğruna fazla çaba harcama hakkına sahip olmadığımız bir lüks olduğuna inanılmasından mı kaynaklanmaktadır ?
Alıntı : Erich Fromm/Sevme Sanatı Kitabından ...
__________________
"Ey egosu boyundan büyük insan..
Bir gün ölüp toprak olacaksın. Bir tohum filizlenecek ot olacaksın, bir öküz seni yiyecek ve atık olacaksın.. Yani hep aynı kalacaksın."
|