Tekil Mesaj gösterimi
Eski 07.12.2012, 13:19   #2
Çevrimdışı
Banemin
» » » Çapulcu « « «

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Cibali | Fatih

Cibali adını 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiği sırada Bursa Subaşısı Cebe Ali Bey’in de bu kapıdan girdiği an almıştır. Cibali semtinin ikametçileri özellikle Rizeden göçmüş esnaf veya tüccarlardır. Gezilecek turistik bir semt olmasa da Cibali semtinde bir tarih uyumaktadır. Ayrıca Kadir Has Üniversitesi kampüsü de burada bulunmaktadır.


Cibali Kapısı



Haliç ‘in batı kıyısında, Unkapanı ile ufak Mustafa paşa semtleri arasında bulunan Cibali, İstanbul ‘un en ufak semtlerinden birisi olmasına karşın bir takım hususiyetleri ile de en dikkat çekici semtlerinden birisidir. Semtin adı de bu nitelikler arasında bulunmaktadır. Semt, ismini tarihi bir karakterden alır. Semtin adı, İstanbul ‘un fethi esnasında mühim yararlılıklar göstermiş Cebe Ali ‘den gelmesine rağmen zaman içerisinde birazcık değişerek de olsa günümüze Cibali biçiminde erişir. Cibali bugün zaman içindeki tahribatla geçmişteki tarihi varlığından uzak da olsa son birkaç seneden bu yana Hadir Has Üniversitesi ve Rezan as müzesi sayesiyle eski kimliğini bulmaya çalışıyor.

Evliya Çelebi ‘nin naklettiği efsaneye göre; Semt ismini Cebe Ali ismindeki bir subaşından alır. Söylentiye göre, Cebe Ali, Mısır ‘da Memlük sultanı ‘nın şeyhiymiş. İstanbul ‘un fethinde bulunuyor olmak niyetiyle Bursa ‘ya gelip derviş olmuş. At çulundan bir cüppe giydiği için “cüppe Ali” derlermiş. İstanbul kuşatması sırasında ekmekçibaşılık yaparak bütün orduya has ve beyaz yüz binlerce ekmek yetiştirmiş. Okmeydanı ‘ndan indirilen gemilere binmeyip, tersane bahçesi önünde 300 dervişle haliç sularına cüppelerini serip ilahilerle tef ve kudümler çalarak karşı kıyıya geçmiş. Surlardan bunu gören bizans askerleri korkmuşlar. Cebe Ali ve dervişleri Cibali kapısı ‘nı kuşatmışlar. Ermişliği ortaya çıkan Cebe Ali fetihte şehit olmuş ve Cibali kapısı içine gömülmüş.



Dar sokaklarda gezindikten sonra,
Aya Kapı'dan sahile inilir



Fetihten sonrasında bütün Haliç çevresi gibi Cibali ‘de gelişmeye başlar. Kaptan-ı deryaların gözde semtlerinden birisi bulunan Cibali ‘de; Piri reis, lala Mustafa paşa, Murat reis ve Kemal reis konaklar yaptırıp otururlar. Bu tarihlerde semt İstanbul ‘un en nezih semtlerinden birisi aralığındadır yalnız kaptan-ı deryalar yavaş yavaş burdan ayrılarak Beşiktaş ve boğaz kıyılarını tercih etmeye başlayınca Cibali de bekarların çoğunlukta bulunduğu bir avam yatağına dönüşmeye başlar. Bu yüzden olsa gerek semt gittikçe meyhaneleriyle ünlenmeye başlar. Bu meyhanelerin müşterileri arasında tulumbacılar, beygir ve otomobil sürücüleri, fırın hamurkar ve tablakarları, kayıkçılar ve gemiciler vardır.

Bizans ve osmanlı dönemlerinde İstanbul ‘un en yoğun nüfusu haliç bölgesinde yaşamaktadır. Sokakların dar ve ağaç evlerin çoğunlukta olarak bulunması, ayrıca ters rüzgarlarıyla meşhur İstanbul için yangın olmazsa olmaz felaketlerden birini meydana getirir. Osmanlı devresinde İstanbul ‘da yangın vakalarının en sık gözlendiği yer ise cibali ‘dir. Cibali ‘nin ticaret merkezi olarak bulunması, tekneleri kalafatlanmak için kullanılmakta olan yanıcı maddelerin bu bölgedeki depolarda saklanması ve meyhanelerin bu bölgede yaygınlaşması yangınlara adeta şapka çıkarmaktadır. İstanbul ‘da çıkmış büyük yangınlar umumiyetle Cibali ‘den başlar. Bu büyük yangınlardan birisi 2 eylül 1633 ‘te Cibali kapısı dışında, bir kalafatçının yaktığı çalı çırpının rüzgar şiddetiyle yakındaki kayıkhaneleri tutuşturmasıyla başlayan yangın; Aya kapısı, Cibali kapısı ve ufak Mustafa paşa çarşısını kül eder. Haydarpaşa ve Üsküplü cami semtleri ile Unkapanı ve Zeyrek yokuşuna kadar bulunan yerlere de yayılmış olur. Bu yangından farklı 7 Haziran 1693, 17 temmuz 1718, 9 mayıs 1724, 6 temmuz 1756, 22 ağustos 1782 ve 1 temmuz 1833 tarihlerinde büyük yangınlar çıkmış, semtte pek çok binanın yanıp kaybolmasına neden olmuştur.


Cibali Kapısı ve sağ tarafta Cibali Karakolu



Semtteki yangınlardan günümüze kalabilmiş tarihi eserler arasında; Cibali kapısı ‘nın girişinde, sağ tarafta eski cibali karakolu ‘nun yıkıntısı ve bu yıkıntının içerisinde iyi korunan cebe ali türbesi vardır. Karakol yıkılmadan evvela karakolun içinden geçilerek türbeye gidildiği anlatılmaktadır. Türbede fetihten kaldığı söylenen toplar görülür. Gene Cibali kapısı ‘na girişte sol tarafta cadde üstünde olan çeşmenin bir bölümü yol altında kalmıştır.


Gül Camii



Cibali ‘nin bir farklı ehemmiyetli oluşumu Gül camii ‘dir. Gül camii aslında fetihten sonrasında camiye çevrilen bir kilisedir. Bizans devrinde Aya Teodosia olarak bilinmekte olan bu kilisenin ix. Yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. İmparator sülalesinin mezar kilisesi olarak kullanılmakta olan kilise bir zaman sonrasında değişik bir mahiyet kazanır. Aya Teodosia Bizans devrinde halktan birisi iken tasvir kırıcılık devresinde halke kapısı önünde bulunan İsa ikonasının indirilmesi sırasında bu davranışa karşı çıkar, bu tepkisi sebebiyle imparator muhafızları tarafından öldürülür. Bunu gören halk onun bir azize olduğuna inanarak cesedini ve eşyalarını bu kiliseye getirerek saklarlar. Tasvir yasağı kalktıktan sonrasında gittikçe ünlenen aya teodosia kilisesi, avrupa ‘dan bile misafirlerin gelmesine sebep olmaktadır. 29 mayıs günü Aya Teodosia ‘nın yortu günü kabul edilerek kutlanmaya başlanır. Bu olaylardan yüzyıllar sonrasında 29 mayıs 1453 günü gene bütün bizans asilzadeleri ve önde varan din adamlarıyla İstanbul ‘u kuşatan Türkleri atmak için bütün akşam Aya Teodosia ‘ya dualar edilir, ama şafakla birlikte dışarı çıktıklarında şehrin fethedildiğini görürler. Fetihten sonrasında bir müddet daha kilise olarak kullanılmakta olan kilise, ii. Beyazıt devresinde camiye çevrilir ve gül camii olarak anılmaya başlanır.




Haliç sahil kesiminde bulunan Aya Nikola kilisesi ise Bizans döneminden bu yana varlığını korumaktadır. Kilisede mukaddes mozaik ve ikonaların bulunduğuna inanılır. Kilisenin bugünkü oluşumu 1837 senesinde aittir. Kısa zamanda bahçesinde bir ayazması vardır. Vathopedi manastırı ‘nın bir şubesidir. Haliç ‘in kıyısında yapılan kilise, haliç ‘in liman olarak kullanılmasından dolayı denizcilerin koruyucusu Aziz Nikola ‘ya ithaf edilmiştir.


Eski Cibali Tütün Fabrikası, şimdinin Kadir Has Üniversitesi



Cibali tütün fabrikası ise Cibali ‘nin en ihtişamlı yapısıdır. 1872 ‘de hazine artık borçlarını ödeyemez duruma gelince açığı kapatmak için içki ve tütüne tekel meydana getirir ve yıllığı 3500 altına Zarifi ve Hristaki Zoğrafos isimli 2 bankere bu işletmeyi verir. Ama hazine umduğu parayı kazanamayınca işletmeyi birkaç sene sonrasında Viyana menşeli bir şirkete yıllığı 750000 altına devreder. Bu binada 1900 senesine dek yanlızca tütün işlenir, 1900 senesinin ardından ise sigara üretimine geçilir. Fabrika 1925 senesinde millileştirilerek türk tekel İdaresi ‘ne bağlanır. Cibali tütün fabrikası 1946 ‘da ilk puroyu, 1959 ‘da “Samsun” isimli ilk filtreli, kokulu, soslu sigarayı üretir. 1988 ‘de de pipo tütünü üretmeye başlar. Tekel fabrikası bir zaman sonrasında işletmesini taşır, boş kalan bina da bugün Kadir Has Üniversitesi vardır.


Kadir Has Caddasi ve Kadir Has Üniversitesi



Cibali ufak bir semt olmasına karşın kökleri çok eskilere uzanan tarihi yapılarıyla İstanbul ‘un özgün semtlerinden birisi. Haliç ve çevresinin fabrikalardan kurtarılması, düzenlenmesi ve haliç ‘in temizlenmesinden sonrasında Cibali ve yakın semtlerinde birer birer açılan müzeler ve kültür merkezleriyle bölge tekrar eski enerjisine, ışıltılı günlerine dönmeye başladığı rahtlıkla hissediliyor. Bölge yüzyıllar süren vaktin tahribatıyla ve yangınlarda kaybettiği kültür varlıklarını yapılan çalışmalar ve müzelerde sergilenen yapıtlarla tekrar düşündürüyor, geri kazanıyor.



Salih Paşa Caddesi.
Öyle bir geçer zamanki dizisinin çevrildiği sokak. Evlerin hepsi o esnada boyanmış



Köprünün güney ayağından batı ‘ ya doğru yürümeye başladığımızda şahsımızı Cibali denilen semtte buluruz. Bu isim, İstanbul’un fethiyle alakalı bir efsaneden kalmıştır. Fatih’in ordusunda cebe ali isminde bir derviş varmış. Kuşatma Sırasında elindeki postu denize atarak üzerinde ayakta durmuş. Yanındaki Müritleri de aynı şeyi yapmış. Böylelikle su üzerinde yürüyerek karşı kıyıya varmışlar ve surlardaki bizanslı muhafızları dehşet içerisinde bırakmışlar. Cebe Ali’nin mezarı, muammer karaca’nın meşhur ettiği cibali karakolu’nun içindedir. ( Fakat Cibali karakolu şu an içerilere, Zeyrek taraflarına taşınmış ).


Yazar Orhan Kemal Evi ve Sokağı



Cibali mütevazı bir semttir. Caddeden içeri girince şahsımızı dar sokaklarda bulmakta, ufak ve hayli yıpranmış evlerle karşılaşırız. Bu sokaklarda göze çarpmayan fazla sayıda tarihi yapı bulunmakta. Örneğin, yeşil tulumba sokağı’nda, İstanbul’un türlü buyruk buhari tekkelerinin iyi korunmuş olanlarından birisi, Türbe ve meşrutasıyla burdadır. Şimdiki yapılar geçen yüzyıl başındandır.

Cibali kapısındaki padişah tuğras dikkatsiz bir kamyon şoförünün hatası yüzünden düşmüş, fakat Cibali kapısına yakın restoran sahibi tuğrayı kurtarmış ve yetkili merciilere teslim etmiştir.Yine Unkapanı’na yakın, Atatürk bulvarı’na açılan Elvanzade sokağında, mütevazi semt mescidlerinden, sıralı taş ve tuğladan yapılma, Şazeli tekkesi ve mescidi mevcuttur. Geçen yüzyıl sonundan kalmadır.

Kaynak; Gezicirehber.com
__________________
Ben hiç insan kaybetmedim...
Sadece zamanı geldiğinde, vazgeçmeyi bildim...

  Alıntı ile Cevapla
19 Üyemiz Banemin'in Mesajına Teşekkür Etti.