Tekil Mesaj gösterimi
Eski 27.01.2009, 04:28   #12
Çevrimdışı
uur
Tam Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Cevap: Milli Takımımız ve Türk Futbol Tarihi

Galiptir bu yolda mağlup Almanya-Türkiye: 3-2


Yarı final, Avrupa Şampiyonası finallerinde bugüne dek ulaştığımız en üst noktaydı ama neden daha fazlası olmasındı? Almanya karşısına işte bu inançla çıkmıştık. Eksiklerimizin çokluğuna rağmen başlangıçta Almanlara göz açtırmadık ve Lehmann'ı da direkleri de tanımayıp öne geçmeyi bildik. Yediğimiz iki golün ardından da inancımızı yitirmemiştik. Ne de olsa daha önce de benzer manzaraları yaşamıştık. Nitekim Semih'le gelen beraberlik golü "Türklerin geri dönüşü"ydü. Ama unuttuğumuz bir şey vardı. Futbol, Almanların kazandığı bir oyundu ve bu defa son dakika golüyle veda eden biz olduk. En iyisini oynadığımız maçta en kötüsüyle karşılaşsak da galipti bu yolda mağlup.

St. Jakob Park - 25 Haziran 2008


Hakemler
Massimo Busacca, Matthias Arnet, Stephane Cuhat (İsviçre)

Almanya
Lehmann-Friedrich, Mertesacker, Metzelder, Lahm-Hitzisperger, Ballack (Dk. 90 Jansen), Rolfes (Frings dk.46)-Schweinsteiger, Klose, Podolski

Türkiye
Rüştü-Sabri, Mehmet Topal, Gökhan Zan, Hakan Balta-Hamit, Aurelio, Ayhan (Dk. 81 Mevlüt), Uğur (Gökdeniz dk.84)-Kazım (Tümer dk.90), Semih

Goller
Uğur (dk.23), Schweinsteiger (dk.26), Klose (dk.80), Semih (dk.86), Lahm (dk.90)

Sarı Kart
Semih (Türkiye)

Yarı finale gelene kadar Türkiye o kadar çok "kader maçı" atlatmıştı ki, artık kimse o kelimeyi ağzına almıyordu. Doğrusu, artık kimse bu maceranın bir yerde biteceğine inanmıyordu. Verilen onca zayiat, giderken ıssızlaşan antrenmanlar, hatta gökyüzü bile delinmiş, sel olmuş, çamur olmuş karşısına çıkmıştı da yine de bileğini bükememişti ay-yıldızlı takımın. O kadar çok zor zaman geride kalmıştı ki, artık efsaneler olağan, mucizeler sıradan oluvermişti. Kuşkusuz yarı final zor olacaktı ama inanmak için o kadar neden vardı ki. Buradan sonrasına inanmamak, ancak bundan önce olanları anlamamakla mümkündü.


Bir destan daha yazılır mı?


Basel'in Aziz Yakub'un ismini alan stadyumunun çimleri dahi o güne kadarki heyecana dayanamamış, turnuvadaki son maçına yamanarak hazırlanabilmişti. Tribünlere kırmızı-beyaz, siyah-beyaz, hatta dostça bir kırmızı-siyah hâkimdi. Yıllarca fabrikalarda aynı çiviye çekiç vuran, aynı çorbaya kaşık sallayan iki ülkenin halkı bir aradaydı, dostluk şimdiden kazanmıştı. Almanya takımına gelince, onlar ezelden beri "esas çocuk" olmadıkları hikâyeleri ezelden beri sevmezlerdi. Belki 1966'da hâlâ çizgiyi geçip geçmediği bilinmeyen topla kaybettikleri kupadan beri böyleydi bu. Tabii ki karşılarındaki cesur adamları küçümseyecek hâlleri yoktu, ama yazılan onca destandan etkilenmişe de benzemiyorlardı. Kırmızı-beyazlılar ise eksikti, hatta maça çıkacak kadar oyuncuyu anca denkleştirebilmişlerdi, halı saha maçlarında bile kenarda daha fazla sağlam adam görmek mümkündü. Ama Fatih Hoca, bir yap-bozun parçalarını yonta yonta yerleştirmişti boşta kalan her yere. Zaten ilk düdük çaldığı an teknikle taktik, tozla dumana boğulacaktı. Gözler, bir Sevilla gecesi Fenerbahçe'ye büyük sevinci yaşatan düdüğü çalan Massimo Busacca'daydı. İsviçreli elini uzattı ve her şey o an başladı.


Direkleri sallıyoruz


İlk üç dakika kırmızı-beyazlılar temkinliydi, karşılarındaki rakibi durdurabileceklerine inanmaları belki de bu kadar zaman almıştı. Hücum borusu çalan Kâzım oldu, sağ kanattan aldı topu, yüklendi rakibin üstüne. Anlaşılmıştı ki, ön adıyla soyadı aynı olmasaydı da ismi o gün anılacaktı. Kâzım öyle hızlı ilerliyordu ki, rakibin bırakın ismini, cismini görmek mümkün olmamıştı. Hızla ilerleyen bir trenin iki yanında flulaşan ağaç sıraları gibiydiler. Nitekim kaleyi gördü genç adam, çekti şutunu. Zaman durduğu için mi direk titriyordu, yoksa stadyumdaki binlerce insan titriyordu da tek sabit kalan direk mi olmuştu? Kalede yılların tecrübesi Lehmann kıpırdayamayanlardan sadece biriydi, ama topun canı bu seferlik istememişti.


Geliyorum diyen gol


Kâzım'ın coşkusuna ilk katılan Sabri oldu, o da sağ kanadı aşındırmaya girişti. Bayern'in sol kanadında devleştikçe devleşen Lahm, o gün sanki Güliver gibiydi, etrafındaki kırmızılılar başını döndürüyor, hiç bir şey yapamıyordu. Derken yine geldiler üstüne. Top içeri çıkarıldı, Ayhan bir an okşadı topu, Kâzım çevirdi. Top eski sevgilisi direkle şöyle bir kucaklaştı, yine nazlanıp sahaya döndü. Ama bu sefer soldan sarkan Uğur oradaydı. Sağdan hipnotize olan Almanya, soldan vurulmuştu. Gol dakikası yirmi ikiydi ama takvimler 1954'ü gösteriyordu. Sanki Lefter'ler, Canavar Burhan'lar, Suat Mamat'lar geri dönmüştü. Üstelik bu sefer Fritz Walter'le Morlock yoktu, herhalde işleri çıkmıştı.


Sevincimiz kısa sürüyor


Onlar yoktu ama Almanya yine de Almanya'ydı. Kendilerini maç başından beri yoran sağ kanattan intikam alırcasına sola şandellediler topu, içeri bir top geçirildi, Schweinsteiger usta işi dokunuşu yapmak için oradaydı. Bu kez Almanlar seviniyordu ama hikâye burada bitmek şöyle dursun, daha yeni başlıyordu.
İkinci yarıda Almanya dişini göstermeye başladı. Ama defansta Gökhan Zan'la mecburi stoper Mehmet Topal vardı. Mehmet Topal takımını topal bırakmamış, canını dişine takmış, mücadele ediyordu. Soldan Hakan, baltayı taşa değil Almanya ataklarına vuruyordu. O kadar gidenin yerine dönen Aurelio, sanki her gidenin yerine fazladan oynuyordu. Turnuva başından beri Arda'yı, Nihat'ı kovalayan binlerce futbol meraklısı, artık kimi takip edeceğini şaşırmıştı. Hamit ise yine her yerdeydi. Yine de bu oyun hep Almanların kazandığı oyun değil miydi, işte golü buldular. İçeriye kesilen ortada Klose sanki yerden yükselmedi de gökten indi, hem defanstan hem de Rüştü'den önce vurdu. Türkiye geriye düşmüştü ama bu ne zaman ay-yıldızlıları durdurmuştu ki!


Semih, yine Semih


Korkmamıştı Millî Takım. Arkasına mucizeleri alanlar korkmazdı zaten. Top, Almanlara inat, alışkın olduğu sağ kanada gitti, baş döndüren bir pas trafiği vardı. Meşin yuvarlak Sabri'nin ayağında soluklandı. Sabri arkasını döndü, rüzgârdan ve Lahm'dan sakladı topu, sonra kendisi rüzgâr oldu, sağından esti, solundan geçti dev sol bekin. İçeriye düşünmeden kesti, Semih'in orada olacağından herkes emindi. Beyaz formalı takım neye uğradığını anladığında Semih çoktan sessizliği sağlamıştı. Gitmek mi, kalmak mı zor bilinmezdi ama bu takım geri dönmekte hiç zorlanmıyordu.


Futbol Almanların kazandığı oyundur!


Tribünler artık Türkiye'nin galibiyet golünü bitime kaç saniye kala atacağını hesaplıyordu. Ancak talihin o gün başka planları vardı. Atak yapılmaktan aşınan Almanya'nın sol, Türkiye'nin sağ koridoru bu kez Almanlara çalıştı. Üstelik şans, bu sefer sahneye günün bitap ismi Lahm'ı çıkaracaktı. Felek o kadar mükemmel bir plan hazırlamıştı ki, gecenin yerden hiç kalkamayanı, son anın kahramanı olacaktı. Lahm köşeye vurduğunda en güzel rüyadan hiç olmayacak yerde uyanmak gerekiyordu. Almanlar, yine sonunda kazanmıştı.
Busacca bu kez çok üzen düdüğü çaldığında pek çokları için turnuva orada bitmişti. Stadyumlara gelen, televizyonların başına kurulan ve fırından yeni çıkmış mucizelere tanıklık eden futbol diyarının sakinleri kuru ve soğuk bir gerçekle yüzleştiler. En güzel masal bile bazen bir yerde sona eriyordu. Ama tüm o olan bitenin hafızalara kazındığı düşünüldüğünde, aslında sonsuzluğa belki de olabilecek her zafer hikâyesinden daha fazla yaklaştığı söylenebilirdi. Kırmızı-beyazlılar futbol topunun tüm bilinmezliğini, tüm nazını, tüm esrarını kalplere kazıyarak evlerine döndüler. Bundan daha fazla kazanmak zaten mümkün değildi.
  Alıntı ile Cevapla
uur'in Mesajına Teşekkür Etti