Forum Gerçek

AnasayfaForumları Okundu Kabul Et Bugünkü Mesajlar
Geri git   Forum Gerçek > Görsel ve İşitsel Sanat Yapıtları > Tiyatro Haberleri > Piyesler | Tiradlar


Yeni Konu aç  Cevapla
 
Seçenekler
Eski 12.11.2014, 18:24   #1
Çevrimdışı
Mislina
Süper Üye

Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
Standart Mikadonun Çöpleri | Melih Cevdet Anday


Mikadonun Çöpleri, Melih Cevdet Anday tarafından 1967 yılında yazılmış olan iki perdelik oyun. İlk kez 1967 yılında Kent Oyuncuları tarafından oynandı. Aynı yıl İlhan İskender armağanı kazanan eser, 1971-1972 sezonunda Devlet Tiyatroları'nca da sergilenerek, Sanatseverler Derneği tarafından yılın en iyi oyunu seçildi.

1996 yılında Şehir Tiyatroları tarafından oynanan Mikado'nun Çöpleri'nde, başrolleri Mehmet Gürhan ve Tomris İncer paylaştılar. En son Zeliha Berksoy tarafından sahneye konan ve Timuçin Esen ile Devin Özgür Çınar'ın oynadıkları oyunun yapımı Beşiktaş Belediyesi Kültür Sanat Platformu Prodüksiyon Tiyatrosu tarafından gerçekleştirildi.

Melih Cevdet Anday, oyunda; insanların boşa çıkmış yaşam beklentileri, burukluklar, aykırılıklar, çekinmeler, kırılmışlıklardan oluşan mutsuzluklarını, hüzünlerini, yerli yersiz öfke patlamalarını, ender neşe anlarını, bilinçli olarak kurguladıkları 'oyun'lardan oluşan dünyalarını sahneye getirir. İnsan kişiliklerinin derinliklerinde yatan çatışmaları, 'öteki'yle ilişkilerde yaşanan karşılıklı kaypaklıkları, yalanları inandırıcı kılmak için takınılan maskeleri oyunun yapısına özgü bir mantıkla yüzeye çıkarır ve sergiler.

Konusu

Mikadonun Çöpleri iki kişilik bir oyundur. Bir kış gecesi, sabahın ikisinde, bir evde ilk kez karşı karşıya gelmiş olan bir Kadın ile bir Erkek şafağa dek konuşurlar. Tüm oyun sadece bu uzun dİaloğu içerir. Bu konuşma süresi ile temsil süresi aşağı yukarı denktir.
Konuşma bir tek odada geçer. Yer ve zaman birliği gözetilmiştir. Dış aksiyon bir kaç giriş çıkıştan, oda içinde yer değiştirmekten fazlasını gerektirmez. ilgi sadece sözcükler üzerine yoğunlaştırılmıştır. Sözcükler iç aksiyonu geliştirir. Günlük konuşmalardan alınan, kendi başlarına şiirselliği, anlam gizliliği olmayan bu sözcükler dialog içinde anlam, hatta şiirsellik kazanır. Kadına, Erkeğe, insanların genel duygu, düşünce ve davranışlarına, toplum değerlerine ve insan ilişkilerine dair olan bu aıilam öyle kolay kolay adlandırılabilecek, etiketlenecek bir anlam olmadığından sözcüklerin esnekliği vardır. Dialog aracılığı ile serim ve iç aksiyonun gelişimi birarada yansıtılır. Eski ile yeni, tamamlanmış olan ile tamamlanacak olan, dialog süresi içinde yeniden oluşur, yeni anlamlar kazanır. Oyunda bir aksiyon birliğinden söz edilebilir.
ilk bakışta dağınık ve tutarsız gibi görünen konuşmalarda bir neden sonuç ilintisi, bir zincirleme süreklilik sezilir. Tüm çekişme ve karşıtlıkların, tüm çatışmaların bir senteze yöneltilmiş olmasından ileri gelen bir aksiyon birliğidir bu.
Oyunun konusu kısaca şöyledir: Erkek, bir kış gecesi, sokakta kar altında kucağında çocuğu ile bekleyen bir kadın görmüş, gidecek yeri olmadığını öğrenince onu alıp evine getirmiştir. ikisi de konuşmak ihtiyacındadırlar. Kadın sokakta kalışını açıklamak, bilmediği bir eve girmeğe razı oluşunu mazur ve haklı göstermek, kısacası aşağılatıcı durumundan kurtulup kendini erkeğin gözünde bir yerlere koymak çabasındadır. Erkek ise ilgilenmediği, sevmediği bir dünyada sadece bir kez daha öfkesini boşaltmak için konuşmak ister.
Kadın ile Erkek karşılıklı konuşurlar, arada konyak içerler, bir şeyler yerler, oyun oynarlar, bir iki adım dans ederler ve hep konuşurlar. İkisinin de bencil anlatma isteği ile başlayan konuşma ilerledikçe karşılıklı bir alışverişe dönüşür. Bu alışveriş çatışmaları ve uzlaşmaları içerir. Konuşma ve oyun şafakla birlikte, mavilikle sembolleştirilen bir umut aşamasında son bulur.
Oyunun kişileri bir Erkek ile bir Kadın'dır. İkisi de yaşam karşısında birer tutumu temsil ederler. Bu iki kişinin özel adları olmaması, sadece Kadın ve Erkek olarak tanıtılması böyle bir genelleme yapılmış olduğu kanısını güçlendirmektedir. Kadın ile Erkeğin yaşam karşısındaki tutumları birbirine karşıttır. Her ikisinin de somutlaşan bu birbirine karşıt iki yaşam görüşü kendileri içinde çelişkilidir. Kadın doğaya yakınlığı, çocuksuluğu, iç güdüleri, sevgiye ve mutluluğa inancı, duygululuğu, aynı zamanda toplumun törelerine, adetlerine ve ahlak ilkelerine bağlılığı temsil eder. Bu özellikleri ile hep bilinen dişi cins tipinin bir örneğidir,
Erkek ise sağ duyuyu, düşünselliği, bağımsızlığı, tüm kurallara baş kaldırışı, kendine yeterliği temsil eder.
Kadın zayıf, uysal, yumuşak fakat doğadan aldığı güçle dayanıklı olandır. Erkek ise sağlam, iradeli, dik başlı, sert ve güçlü olan.
Ataerkil toplum düzeni içinde Kadın sömürülen, hırpalanandır. Bu yüzden Erkek cinsi ile tamamlanmak, güçlenmek ister. Bu da ona bağlanmakla mümkündür: Sevgi ile bağlanmak, evlenerek bağlanmak, görev ile bağlanmak, cinsel çekim ile bağlanmak. Bu bağlılığı sağlayabilmek için çeşitli fedakarlıklara razıdır. Özgürlüğünden, kişiliğinden, öz saygısından, sağlığından verir.
Erkeğin ise bağlanmaya ihtiyacı yoktur. O bağlarını kopardıkça, tüm ilişkilerinden uzaklaştıkça, sevgisizleştikçe güçlenir. Kadın birey olarak beğenilmek, toplumun üyesi olarak saygı görmek ister. Onun için de hem kendini, hem toplumun değer yargılarını ciddiye alır. Onları korur. Toplumun kurulu düzeni kişinin kendini belirli bir yere getirebileceği, sağlam bir düzeydir. Bu düzeyin dalgalanması, zaten zayıf olan Kadını dayanaksız, desteksiz bırakacaktır.
Kurulu düzenin kuralları insan haklarına aykırı, olanakları sınırlı ve çetin de olsa, zayıf kişinin bu düzeni korumakta direnmesi kendini güvenli hissedebilmek içindir. Günümüz toplumunda, kurulu düzenin kadın haklarını yadsıdığı, kadını baskı altında tuttuğu halde, o düzeni korumakta en çok direnen, tutucu cinsin Kadın cinsi olduğunu belirtmek için olacak, bu bağımlı kişiye yazar Kadın adını vermiş.
Erkek ise tüm kurallara karşıdır. Töreleri, adetleri, inançları, ahlak değerlerini eleştirir. İnsanların bu kurallara uyuyor gibi görünmekle iki yüzlülük ettiklerini, aslında bencil, ilkel ve bayağı olduklarını söyler. Aç gözlülüğü, sömürüyü, kötülüğü gösterir. Toplum düzeninin de, insan varlığının da yoz yanlarını haykırır.
Kadın ve Erkeğin somutlaştırdıkları bu iki asal yaşam görüşü birbirine karşıttır ve birbiri ile çatışır. Aynı zamanda her ikisi de içinden çelişkilidir. Kadının çelişkisi sevgisinin, inancının, bağlanma güdüsünün altında, dıştan göründüğü gibi fedakarlık değil, bencillik bulunmasıdır. Kadın almak için verir. Kadının ikinci çelişkisi kendine karşı olan, kendini kemiren bir düzeni korumaya çalışmasıdır. Bilinçsiz bir sığınma ihtiyacı kadını gerçek tehlike karşısında silahsız bırakmış,
onu ezen kişilerin kulu yapmıştır. Kadının bir başka çelişkisi, dayanıklılığını ve gücünü ölümde denemek istemesidir. Varlığını, kendini yok ederek ispatlamak kaygısıdır bu. Zayıf ve bilinçsiz olan, bir kez olsun güçlü ve özgür davranabilmek için en olumsuz yolu seçmiştir. Hiç bir şeyi kendi kendine yapamayan insan kendi eliyle ancak ölebilir.
Erkeğin çelişkisi güçlendirmek için, kendi iç benliğini yadsımasıdır. Sevecen olduğu halde ilgisiz görünmeğe çalışır. Korkak olduğundan pervasızdır. Sevgiye aç olduğundan nefret eder. Güçlenmek isterken kendi iç gerçeğini ve iç güç kaynağını görmezlikten gelmiş, bindiği dalı kesmiştir. Nefret ederek kötülüğü dengelemeye çalışır. Duygularını nasırlaştırarak eleştirisini keskinleştirirken, doğal gerçeğini de yadsımıştır.

Erkeğin başka çelişkileri de vardır: Toplumcu olma çabasındadır, insanı sevmez. İnsanı sevmeden, insanlar arası ilişkiye inanmadan toplumun da, insanın da gelişmeyeceğini bilmezlikten gelir. Kadın bu özellikleri ile ilkel bağımlılık kavramının somut temsilcisi; Erkek olumsuz yabancılaşmanın tipik örneğidir. Bununla beraber, bu iki kişiyi sadece iki tip, iki soyutlama ve genelleme olarak değil de, karmaşık kişilikleri ile üç boyutlu karakterler olarak da değerlendirebilir
Bu açıdan bakılınca karmaşıklıkları ruhsal derinliklerini, çelişkileri de komplekslerini ifade eder. Kadın da, Erkek de bunalımlı insanlardır çünkü geçmişteki yaşantılarının bilinçaltına itilmiş baskısını duyarlar. Kadın hep hırpalandığı, horlandığı için aşağılık duygusunun tutsağı olmuştur. Hep kendinden bahsetmesi, özür dilemesi, kendini beğendirmeye, haklı göstermeye çalışması bu yüzdendir. Ezildikçe ezilmekten zevk duyar olmuştur. Yaşadığı acı gerçeklere daha da acıtıcı olaylar ekler hayalinden. Bu tutumu yalancılıkla, kendine acımakla adlandırmak yanlış olur. O, hırpalandıkça, eziyet gördükçe dayanıklılığının da bilincine varmaktadır. Doğal bir dayanma gücü bu koşullar altında sapık bir zevk, bir tutku olmuştur. Dayanıklılığının son sınavını ölümünü kendi eliyle ve en zor koşullar altında uygulamakta bulmaktadır. Oyunun süreci Kadın'ın boşalımını, arınıp rahatlamasını, ruhsal sağlığa kavuşmasını verir. Bunun en inandırıcı belirtisi oyunun sonunda Kadının uykusunun gelmesidir.

Erkeğin bunalımı çocukluğunda geçirdiği tecrübelerden ileri gelir. Küçücük bir okul çocuğu iken evlatlık olduğunu öğrenmiş, bir çocuk için en sağlam dayanaklar olan ana ve babanın sahteliği tüm insanlara güvenini yitirmesine yol açmıştır. Sevgi ile bağlandığı arkadaşlarının iki yüzlülüğüne, kötülüğüne hedef olmuştur, sevgisini yitirmiştir.Aklı ermiş, okumuş, toplumun düzensizliğini, insanların haksızlıklarını, değerlerin kaypaklığını görmüş, inancını yitirmiştir. Duygularını taşlaştırmaya çalışması, çevresine de, kendine de uzaktan bakması,
yabancılaşması bu yüzdendir. Bilinçaltının dürtüsü ile kendini Kadının kucağındaki çocukla özdeşleştirir. Onun kimsesizliğin de kendi kimsesizliğini görür. Kadına karşı çıkması, onunla çatışması sadece onu kurtarmak için değil, Kadının arkasında kalacak olan çocuğun kişiliğinde kendini korumak içindir. Kadının kendini öldürmesini bu yüzden engellemeye çalışır. Horlanan, yalnız bırakılan, terk edilen tüm çocuklar adına isyan eder. İçinden bir çocuk kadar çaresiz ve güçsüz olduğu için, o denli güçlü ve iradeli görünmek ister. Acı çekmemek için kendini sıradan bir obje, bir anlamsız şey olarak görmeğe çalışır.
Oyunun süreci içinde Erkeğin kişiliğinde de bir değişme olur. O da bu karşılıklı konuşmada-boşalmış, rahatlamıştır. Acı çeken bir başka insanda kendinin gizli yanını bulmuş, onun aracılığı ile kendi bilinçaltını aydınlatmıştır. Onu boğan, bunaltan komplekslerinden kurtulmuş, rahatlamıştır. Oyunun sonunda onun da güzel şeyleri anımsaması ve rahat bir uykuya dalması ruhsal sağlığa dönüşü gösterir.
Mikadonun Çöpleri'nin asal teması son sentezde belirtilmiştir:

Bu sentez, insanın usunu, iradesini kendi zaaflarına egemen kılmasıdır;mutluluğa da, mutsuzluğa da korkmadan bakabilmesidir.

Sevda Şener


__________________
"Ama gerçek, aziz dostum, can sıkıcıdır."

  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu Sayfayı Paylaşabilirsiniz

Etiketler
anday, cevdet, çöpleri, melih, mikadonun


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hızlı Erişim


WEZ Format +3. Şuan Saat: 05:03.


Powered by vBulletin® Version 3.8.8
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Önemli Uyarı
www.forumgercek.com binlerce kişinin paylaşım ve yorum yaptığı bir forum sitesidir. Kullanıcıların paylaşımları ve yorumları onaydan geçmeden hemen yayınlanmaktadır. Paylaşım ve yorumlardan doğabilecek bütün sorumluluk kullanıcıya aittir. Forumumuzda T.C. yasalarına aykırı ve telif hakkı içeren bir paylaşımın yapıldığına rastladıysanız, lütfen bizi bu konuda bilgilendiriniz. Bildiriniz incelenerek, 48 saat içerisinde gereken yapılacaktır. Bildirinizi BURADAN yapabilirsiniz.