Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
|
Cevap: Ayşe Böhürler Tozlu Defteri Açtı
BİTİRİRKEN
Yüzbaşı Torosyan’ın anılarının, onun kendi yaşadığı hayat hikâyesi olup olmadığı tartışması bence artık son bulmalıdır. Anının, “tamamı hayal ürünü olan bir fantezi, bilimkurgu metni” olduğu; Torosyan’ın mezarı ve 6’ıncı sınıf mezunu olması dışında her şeyin sahte olduğu, Torosyan’ın 1916’da Amerika’ya gittiği bu nedenle tüm anlattıklarının palavra olduğu yolundaki tezlerin artık savunulacak hiçbir tarafı kalmamıştır. Benim için, Çanakkale savaşları üzerine yayın yapan bir sitede yer alan şu sözler, konuyu tartışabilmek için makul bir başlangıç noktası oluşturuyor; “Öncelikle şunu belirtelim ki, Serkis Torosyan’ı tümüyle yok sayıp, anlattıklarını tümden reddetmek objektif bir tutum olmaz. Serkis Torosyan, diğer gayr–i Müslim subay ve erler gibi Osmanlı ordusunda hakikaten yer almış, Çanakkale, Makedonya, Irak Filistin Cephelerine gitmiş olabilir. Ordu içinde astsubay da olabilir, teğmen de, yüzbaşı da.”[40]
Torosyan’ın bu cephelerde bulunduğunu ve başından geçenleri eksik–doğru yazdığını artık tartışmaların başlangıç noktası yapmamız gerekir.
Tüm tartışmada açıkta kalan, hiç konuşulmayan ve benim tartışmaya dâhil olmama neden olan ise, Osmanlı ordusundaki Hıristiyan askerlerin ve onların ailelerinin başlarına neler geldiği sorusudur. Tartışmaya buradan devam etmek hepimizin hayrınadır. Gerçekten, onlara ne oldu?
D İ P N O T L A R
[1]Argus gazetesi, 20 Ağustos 1915 aktaran, Vahe G. Kateb, ‘Australianpresscoverage of theArmeniangenocide 1915-1923’, University of Wollongong, 2003, Basılmamış MA, 383.
[2] Elimde, Çanakkale’de esir alınmış Ermeni askerlerin aktardıklarına dayanılarak Anzak subayları tarafından, yazılmış, fakat henüz yayınlanmamış başka raporlar da mevcuttur.
[3] Anlatılanları ne kadarının doğru olduğu elbette ayrı bir tartışma konusudur. Önemli olan, bunun yaygın bir kanı olduğunun bilinmesidir. Bu durum belki bize, Çanakkale’yi bir kahramanlık destanı olarak değil, Türk, Kürt, Ermeni, Arap, Anzak, İngiliz ile, insanların imha edildiği bir mezbaha olarak ele alma imkanı verebilir.
[4] Hakan Erdem, Gerçek ile Kurmaca Arasında Torosyan'ın Acayip Hikayesi, (İstanbul: Doğan Yayınevi, 2012), bu farkında olmamaya verilebilecek en önemli örnektir. Bazılarını burada ele alacağım, son derece ciddi hatalarla dolu olan kitabın belki de en problemli tarafı dilidir. Tüm kitaba, başta Torosyan ailesi olmak üzere soykırımdan kurtulmuş insanları aşağılayan son derece alaycı bir dil egemendir. Kitabın başta Türk basını olmak üzere çok geniş bir çevre tarafından büyük beğeni ile karşılanmış olması da kendi başına ele alınması gereken bir sosyal vakadır. Burada şu kadarını söylemekle yetineyim ki, bu aşırı ilgi ve eleştirisiz kabul, Türk toplumunun kitlesel katliamlar konusundaki tutumunun bir göstergesi olarak da algılanabilir ve bu son derece vahim bir duruma işaret eder.
[5] BOA/DH.ŞFR., 53/334, Dahiliye Nezâreti Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti’nden (EUM)
Edirne, Erzurum, Adana, Ankara, Aydın, Bitlis, Basra, Bağdad, Beyrut, Haleb, Hüdâvendigar, Diyarbakır, Suriye, Sivas, Trabzon, Kastamonu, Konya, Mamuretülaziz, Musul, Van vilâyetleriyle Urfa, İzmit, Niğde, İçil, Bolu, Canik, Çatalca, Zor, Karesi, Kudüs-i Şerîf, Kale-i Sultâniye, Menteşe, Teke, Kütahya, Maraş, Eskişehir Mutasarrıflıklarına 13 Haziran 1915 tarihli şifre telgraf.
[6] Teorik olarak, yabancı ülke vatandaşı olmuş Ermeniler hem sürgünden muaf idiler, hem de onların mallarına el konulmuyordu. Fakat İttihat ve Terakki hükümeti 1869 Vatandaşlık Kanunu’nu gerekçe göstererek, Ermenilerin başka ülke vatandaşlığına geçmiş olmalarını tanımıyor ve bu insanların da mallarına el koyarak sürgüne, ölüme gönderiyordu. Bu konuda daha fazla bilgi için bakınız; Taner Akçam Ümit Kurt, Kanunların Ruhu, Emval-i Metruke Kanunlarında Soykırımın İzini Sürmek (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012)
[7]Hürriyet, 18 Aralık 2012.
[8]Taraf, 6 ve 8 Aralık 2012.
[9]JürgenHabermas, “Die Ütopiedesguten Herrschers,” in: Habermas, Kulturand Kritik (Frankfurt a.M., 1973), p. 386-7
[10]Elias Siberski, Untergrundund Offene Geselschaft, Zur Fragen der strukturellen Deutungdessozialen Phaenomens, (Stutgart, 1967), p. 51.
[11] Hakan Erdem, Gerçek ile Kurmaca Arasında Torosyan'ın Acayip Hikayesi, 228–29.
[12] Burada, “Enver’e şöyle dedim”, “Lawrence zaten şöyleydi” falan gibi anı yazarlarında görülen aşırı abartmaların olması, benim için üzerinde kafa yorulacak değil, üzerinde durulmayacak ayrıntılardır.
[13] Bu vesile ile Halil Berktay’ın Louise Schreiber ve dedesi hakkında sarf ettiği sözlerin (Taraf, 9 Ocak 2012) hiç hoş olmadığını söylemek istiyorum.
Sonuçta birileri kendisi ve dedesi Halil Namık Bey hakkında da benzeri ithamlarda bulunabilir. Halil Berktay’ın söylediklerinin, artık çok iyi bildiğimiz terbiye sınırları ötesi üslubunun bir ürünü, maksadı aşan ifadeler olduğunu ümit etmek istiyorum. Çünkü bizden, dedesinin kendisine aktardıklarına inanmamızı ama Louise Schreiber’in anlattıklarını ciddiye almamamızı istemesinin Türkiye coğrafyasındaki çağrışımları çok kötü maalesef.
[14]Burada verilebilecek en ilginç örnek Auschwitz toplama kampından kurtulan bir kişinin anılarında, Auschwitz’deki ayaklanma sırasında dört fırının imha edildiğini yazmasıdır. Konu üzerine yapılan tartışmalarda, verilen bilginin “gerçekliğe uymadığı” ve bu nedenle “palavra” sayılması gerektiği yolundaki tezlerin konuyu kavramaktan uzak olduğu ve bu tür bilgilerin hayatta kalanlar için başka bir gerçekliğin ifade ediliş tarzı olduğu ileri sürüldü. [Tom Lawson, Debates on the Holocaust, (Manchester and New York: Manchester University Press, 2010), 284-5] Torosyan tartışmalarının Türkiye’deki sürdürülüş tarzı nedeniyle, bu tür tartışmaları yapma şansından oldukça uzağız.
[15] Bu konuda en ayrıntılı analizi Edhem Eldem yaptı. Eldem, her iki belgenin de aynı elden çıktığını, hem bazı kelimelerin yanlış yazıldığını, hem de Osmanlı bürokratik dilinde kullanılmayan ifadelerin kullanıldığını göstererek, belgelerin sahte olduklarını ileri sürdü. Edhem Eldem’e göre mühür ve antet de sahtedir, ve belgeler muhtemelen ABD’de üretilmişlerdir; bakınız;
“Torosyan Belgeleri ve Sonrası”, Toplumsal Tarih, Şubat 2013. Muzaffer Albayrak, Abdülkerim Paşa’ya ait belgenin dilindeki hatalara dikkat çekmekle birlikte, “şahsi kanaatim sahte olduğu yönünde” diyerek daha dikkatli bir ifade kullanmayı tercih etti; bakınız; Serkis Torosyan’ın Tasdiknâme Belgesi Üzerine Bir İnceleme (Muzaffer Albayrak) – GELİBOLU’YU ANLAMAK Bu sitede, belgelerin sahteliği konusunda başka yazılar da bulunmaktadır.
[16] Burada, Osmanlı belgeleri konusunda uzman olan akademisyenlerimizin, belgedeki dil hataları ve standart yazıma aykırı ifade kullanımları konularında söylediklerini önemsemediğim gibi bir intiba vermek istemem. Aksine, bu bilgilerin son derece değerli olduklarını ve bir belgenin sosyal tarihini anlamamız açısından önemli ipuçları sunduklarını düşünüyorum. Öte yandan eklemek isterim ki, bu belgelerin sahteliği üzerine bir tartışma, eğer Genel Kurmay arşivlerinde mevcut olduğunu tahmin ettiğim benzeri nitelikteki harp belgeleri ile kıyaslama yapılmadan yapılırsa çok verimli olmaz ve doğru sonuç alınamaz. Salt bu nedenle bile bu arşivlerin tarihçilere açılması gerekir.
[17] Bunları sadece kağıtları kendi elimle tuttuğum için söylemiyorum. 1976’lı yıllarda, arkadaşlarıyla birlikte sahte mühür yapmak için oldukça fazla uğraşmış bir kişi olarak söylüyorum.
[18] Yüzbaşı Sarkis Torosyan, Çanakkale’den Filistin Cephesine, (yay. haz. Ayhan Aktar), (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), 136, 147.
[19]a.g.e., 149.
[20]Bryan Mark Rigg, Hitler'sJewish Soldiers: theuntoldstory of Nazi raciallawsand men of Jewishdescent in theGermanmilitary, (Kansas: UniversityPress of Kansas), 2002.
[21] Örneğin, 22 Haziran 1915’de İstanbul’da tutuklanan ve 26 Ağustos 1915’de, Çankırı’dan Ayaş’a götürülmek üzere iken yolda işkence edilerek öldürülen Dr. Rupen Sevag Çilingiryan, bazı Osmanlı belgelerine göre, affa uğramış ve serbest kalarak Ankara’ya yola çıkmıştır. [BOA/DH.EUM., 2. Şube, 10/73 20 L 1333, Kastamonu Valiliğinden Dahiliye Nezaretine 18 Ağustos 1331 [31 Ağustos 1915] tarihli telgraf.] Yusuf Sarınay’ın benzeri iddialarda bulunduğu makalesi için bakınız; “What Happened on April 24, 1915?: The Circular of April 24, 1915, and the Arrest of the Armenian Committee Members in Istanbul” International Journal of Turkish Studies, Volume 14, Nos. 1-2 Fall (2008): 75-103.
[22] Burada teknik bir bilgi vermek gerekir. ABD’ye girişler için kaynak olarak kullandığımız yolcu listeleri, gemilerin hareket ettiği limanlarda hazırlanırdı. Gemilere kaçak binerek ABD’ye girmek isteyenler, vardıkları limanlarda ayrı listelere kaydedilirlerdi. Torosyan’ın ABD’ye, bu iki listeye de kayıt edilmeden kaçak girdiğini ilan edecek birisinin ona bayağı uzun bir senaryo yazdırması gerekir ki bu gerçekten bizim konumuz değildir.
[23]Burada bir kısmını yayınladığım bu belgelere ulaşma konusunda büyük yardımlarını gördüğüm Mark Arslan, Janet Andreopoulos ve Louise Schreiber’e özel teşekkürü bir borç bilirim.
[24] Hakan Erdem, SarkisTorosyan ailesinin 1930 Nüfus sayımı bilgilerine sahip değil. Bunu bulamamış, ama bu son derece normal, çünkü nüfus memurları tüm ailenin soyadını Sarkis yazmış ve bu nedenle de Torosyan aramaları bir sonuç vermiyor. Aramanın Sarkis soy ismi ile yapılması gerekiyor.
[25] Bu resmi belge, 1916 girişi sırasında, Torosyan’ın isminin yanlıș yazılmış olabileceği ihtimalini de geçersiz kılmaktadır. Çünkü, örneğin Torosyan’ın eşi Celile’nin soy ismi 1920 yılında girişi sırasında yanlışlıkla Forossian yazılmıştır. Çalışma Bakanlığı, 1937 yılında, vatandaşlığa başvuran Celile’ye, ülkeye resmi giriș tarihi belgesi verirken, giriş sırasındaki ismini gene Forossian olarak yazmıştır.
[26] Hakan Erdem, kitabının belgeler bölümünde, Torosyan’a ait olduğunu iddia ettiği 1942 yılında yapılan Askerlik yoklaması ile sağlık kartını da yayınlamıştır. Onun yayınladığı belgede bu bilgi yoktur. Hakan Erdem bir talihsizlik eseri başka bir kişiye ait belgeyi Torosyan’a ait zannetmiş ve yayınlamıştır. Ve bu yanlış bilgilere dayanarak da, Torosyan’ın “al yanaklı–pembe tenli... (ve) çilli” olduğunu iddia etmiştir. (Hakan Erdem, Torosyan’ın Acayip Hikayesi, 297–8).
[27] İfadesinden, Torosyan’ın 28 Kasım 1916’da bașlayan saldırının 2. gününde yaralandığını anlıyoruz. Yüzbaşı SarkisTorosyan, Çanakkale’den Filistin Cephesine, 203–04.
[28] Hakan Erdem, a.g.e., s. 354.
[29] Polemik amacıyla değil, bilgi amacıyla söylüyorum. 1977 yılında, cezaevi firarım sonrasında Ankara’da, birçok arkadaşımla birlikte çok uğraştık ama Torosyan’ınkine yakın kalitede bir patates mühür bile yapamadık. Ayrıca, Torosyan’ın, bunca zahmetle ürettiği bir sahte belgeyi yayınlamaması da oldukça tuhaf. Yayınevi istemedi, kendisi koymak istemedi gibi spekülasyonlar elbette yapılabilir.
Ama bu durumda, belgeleri ABD’de kendisine bir paye üretmek için yarattı argümanı çok zayıflar. Hem cebinden 20,000 dolar vererek kitap bastıracak, hem de onca zahmetle ürettiği belgeyi kitaba koymayacak; bu çok inandırıcı bir fikir gibi durmuyor.
[30] Belki bir şaka gibi ama Hakan Erdem Torosyan’ın resimleri Çukurova’da iken çektirdiğini iddia ediyor. “Mesela, bu subay kılığındaki fotoğrafları Kilikya’da bulunduğu zaman çektirmiş olabilir”, Hakan Erdem, Torosyan’ın Acayip Hikayesi, 348–349. Açık itiraf etmem gerekirse, bir tarihçinin bu tür bir iddiada bulunması elbette üzücüdür, ama belki daha üzücü olanı, kamuoyunun böylesi bir teze, sorgusuz sualsiz inanmasıdır.
[31] Bu noktada, Halil Berktay ve Louise Schreiber’in dedeleri hakkında aktardıkları bilgiler arasında kategorik bir ayırım yapmadığımı belirtmek isterim. Ne dede ne de torunların hangi ulusa mensup olduğu önemlidir.
[32]Hatta Hakan Erdem hızını alamayıp, Torosyan’ın okuduğunu zannettiği eserlerin listesini bile vermektedir. (Hakan Erdem, a.g.e., 262–263; 275).
[33]a.g.e, 345-46.
[34] Sadece bir örnek; Hakan Erdem, a.g.e., 305
[35]Hairenik, 27 Kasım 1947.
[36] Durum bugün bile farklı değildir. Hâlâ birçok anı kitabı özel imkanlarla basılmakta ve dağıtılmaya çalışılmaktadır. Bu tür anılar için ABD’de bir pazarın olduğunu düşünmek, üzerinde durulmayı bile gerektirmeyecek yanlış bir argümandır ve diaspora konusundaki bilgisizliğin basit bir göstergesi sayılmalıdır.
[37] Gelinen noktada, verdiğim bu bilgiler ışığında Hakan Erdem’in kitabında, Torosyan ve Diaspora konusunda tüm ileri sürülenlerin çökmüş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. (Sadece bazı örnekler; Hakan Erdem, a.g.e., 268, 270, 349.)
[38] Anıların Holocaust tarihi açısından anlamı ve yarattığı sorunlar konusunda oldukça fazla kaynak vardır. Konuya genel bir giriş sağlamak açısından bakınız; Lawrence L. Langer, Holocaust Testimonies, The Ruins of Memory, (New Haven and London: Yale University Press, 1991); Tom Lawson,a.g.e., 270-312; James E. Young, “Toward a Received History of the Holocaust”, History and Theory, Vol. 36, No. 4, (Aralık 1997): 21-43.
[39] Anıların tarih yazımında ne tür yeni perspektifler açtığı konusunda Tom Lawson’un eseri gerçekten önemlidir. Onun, özellikle, anılarda yer alan yanlış bilgi aktarımlarının bile aslında geçmiş hakkında bir tür hakikati yansıttığı konusunda ileri sürdüğü tez oldukça ilginçtir. Benzeri bir tez de, tamamıyla uydurma olarak yazılmış bile olsa, bazı anıların, üzerinde sessizlik hüküm süren bazı konuların tartışılmasına katkıda bulanabileceğidir."
Odatv.com
|